ben seni ilk gördüğümde çok ufaktım sanırım. üzerinde siyah beyaz juve forman vardı. ve o saha sen topu ayağına aldığında sanki seni izliyordu. tabiki televizyonumun başında bende sadece seni izliyordum. 98 fransa dünya kupasında vasat üstü bir kadro ev sahibi olmanında avantajıyla senin o yüceliğinle şampiyonluğa yürüyordu. ve ben yine fransa maçlarını televizyonun en önünden soluksuz izliyordum. futbol oynamaya yeni yeni başladığım dönemlerdi o zamanlar. minik takımlarda özelliklerine göre ufaklıkların yer bulma çabalarının olduğu zamanlar. herkese uygun mevkiler bulunmaya çalışılıyordu. ancak benim belliydi. orta sahanın ortasında oynuyacaktım. tekniğim yetmesede geliştirmem gerekirdi. benim yerim orasıydı.
sen 2001de real madrid'e transfer olduktan sonra juventus'un benim için bir anlamı kalmadı. artık gidip bir real madrid forması alma zamanı gelmişti. mahallede oynadığım futbol maçlarında bile seni taklit etmek geliyordu içimden, attığın paslar, akıl dolu çalımlar, mükemmel düzgünlükteki şutlar. hepsini yapmak istiyordum. ama ne öyle bir fiziğim ne de senin kadar yeteneğim vardı.
tüm gençliğim seni izleyerek, senden keyif alarak geçti. hele o bayer leverkusen'e şampiyonlar ligi finalinde attığın golü hala sanki dün izlemişim gibi hatırlıyorum.
şimdi ne messi ne cristiano ronaldo ne başka biri beni heycanlandırmıyor futbol izlerken. hatta seni izlemeden messi'yi ronaldo'yu izleyen çocuklara üzülüyorum babamın maradona'yı izleyemediğim için bana üzüldüğü gibi.
her insana nasip olmaz dünya kupası finalinde jubile yapmak. karakterli bir şekilde kafayı atıp o kaptanlık pazubandını son kez çıkartmak kolundan. soyunma odasına giderken son bir kez dönüp bakmadan dünya kupasına. o final benim içinde final oldu.