düşündüren öyküler

entry77 galeri
    40.
  1. Çin'de Chi Chang adında bir adam vardı ve dünyanın en iyi okçusu olmak istiyordu.

    Ona Vei Fei diye bir ustadan bahsettiler,ne var ki adam çok uzaklarda bir diyarda oturuyordu.

    Chang uzun yolculuk meşakkatlerinden sonra Fei'yi buldu.

    Fei Usta, Chang'e evvela gözlerini hiç kıpırdatmadan uzun zaman durmak gerektiğini söyledi.

    Chang evvela eşinin dokuma tezgâhı altına uzanarak gözünden birkaç milimetre ötede işleyip duran mekiklere rağmen irkilmemeyi öğrendi.

    iki yıl sonra göz adalelerine öyle hakim olmuştu ki,günün birinde küçük bir örümcek kirpiklerinin arasına ağ kurdu.

    Chang bunun üzerine piştiğine hükmederek artık ustasının yanına gitmeye karar verdi.

    Fei, çırağına "aferin" bile demedi,

    "bu daha işin başlangıcı" dedi ve ondan eşyaya bakmasını öğrenmesini istedi;

    "çok küçük olan bir şey sana küçük,küçük olan bir şey de büyük görünmeye başladığı zaman yine gel" öğüdünü verdi.

    Chang evine döndü, gözle zor farkedilen küçük bir böcek bulup, onu bir ot parçasının üzerine koyarak uzaktaki pencerenin kenarına yerleştirdi, tam üç yıl boyunca o böceğe baktı ve günün birinde o küçücük böceği bir at boyundaymış gibi görebildiğini farketti.

    Hemen ustasının yanına koştu.

    Usta Chang'in azmine şaştı, "aferin" dedi.

    Artık çok uzaktaki hedefleri bile istediği yerinden vurabiliyordu.

    Ustasının huzurunda yay çektiği koluna su dolu bir bardak yerleştirmek suretiyle yüz tane oku,yüz adım ötedeki bir ağaca ard arda fırlattı.

    Attığı her ok bir öncekinin arkasına saplanıyordu ve böylece yüzüncü ok fırlatıldığında,kendisine doğru uzanan oklardan yapılmış bir ip hâsıl oldu.

    Ustası yine "aferin" dedi.

    Chang artık çok iyiydi ama en iyi değildi.

    Ustası Vei Fei yaşadıkça en iyi olmasına imkân yoktu.

    Yeniden Fei'nin yanına yollandı ve onu uzaklardan gördüğünde yayına bir ok koyarak fırlattı.

    Ustası durumu farkedip mukabil bir okla okunu havada ikiye böldü.

    Sadaktaki bütün oklar bitinceye kadar oklaştılar ama yenişemediler.

    Neticede birbirlerini kucaklayıp barıştılar ve Fei,öğrencisine çok uzaklarda Ho dağının doruğunda yaşayan Kan Ying ustaya gitmesini söyledi.

    Ancak ondan ders alabilirse dünyanın en iyi okçusu olacaktı.

    Chang hemen yola koyuldu,aylarca yol yürüdü, Ho dağının tepesine tırmanabilmek için ayaklarını kan içinde bıraktı.

    Neticede Ying Ustayı buldu.

    Bu çok yaşlı,kamburu çıkmış,tatlı bakışlı bir ihtiyardı.

    Ona durumu anlattı ve ne kadar başarılı olduğunu göstermek için çok yükseklerden uçmakta olan göçmen kuşları sürüsüne ok fırlatarak beş tanesini düşürdü.

    Ying Usta, "demek sen hala oksuz yaysız isabet ettirmesini öğrenemedin" diye çıkıştı ve görünmeyen bir yaya görünmeyen bir ok yerleştirir gibi hareketler yaparak çok uzaklarda uçan bir akbabaya nişan aldı ve görünmeyen okunu fırlattı;akbaba hemen taş gibi yere düştü.

    Chang kendisinde neyin eksik kaldığını anlamıştı.

    Ying Usta'nın yanında dokuz yıl daha kaldı ve orada neler öğrendiğini kimse bilemedi.

    Dokuz yıl sonra dağdan indiğinde eski saldırganlığından, iddialı hallerinden ve heybetinden eser kalmamıştı.

    Eski Ustası Fei,onu görünce "tamam" dedi, "artık ben bile ustalıkta senin eline su dökemem".

    Evine dönen Chang'i ondan sonraki yıllarda hiç kimse elinde ok ve yayla görmedi;yalnızlıktan hoşlanan,evinden çıkmayan,konuşmaktan hazetmeyen sakin bir ihtiyardı artık.

    Kırk yıl böyle yaşadı.

    Kendisine niçin ok ve yaya el sürmediğini soranlara şöyle cevap veriyordu :

    ''Hareketin en yüksek kertesi,hareketsizliktir.

    Belâgatin en yüksek kertesi hiç konuşmamaktır.

    Ok atmadaki en yüksek ustalık derecesi hiç ok atmamaktır!''

    Günün birinde eski bir arkadaşını ziyarete gitmiş ve konuşma esnasında dostuna, masada duran şeyin ne olduğunu sormuştu.

    Ev sahibi evvela işi şakaya vurdu,cevap vermek istemedi ama sual üçüncü kere tekrarlanınca durumu anladı;

    "Ah usta! Gerçekten de bütün çağların en büyüğüsün sen, muhakkak.Bir yayın ne olduğunu , ne işe yaradığını unutmuşsun çünkü!"

    Yine rivayet ederler ki, bu hadiseden sonra

    ressamlar fırçalarını kaldırdıkları gibi çöplüğe attılar;

    çalgıcılar sazlarının tellerini kopardılar;

    dülgerler âletlerini çalışırken görülmesin diye köşe bucak sakladılar
    0 ...