--spoiler--
bugün ilk kez merhabalaştık sana akan ilk gözyaşımla...
çok garip hayat; her seferinde "40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi" dedirtmeyi nasıl da başarabiliyor, nasıl eğebiliyor asi başımı, önünde diz çöktürtüyor... her işin en doğrusunu hep o biliyor; o seçiyor, yaşıyoruz biz, en ufak bir değişikliğe dahi yetmiyor zavallı gücümüz. değişim başka değiştirebilmek başka, yeryüzündeki hiçbir insan oğlu değiştiremedi herhangi bir şeyi kaderin iznini almaksızın, velhasıl değiştiremeyecek de... bu bir saçmalık ve bu saçmalık böyle işte...
ben de bugün bıraktım peşini, saldım iplerini, azad ettim kaderimi, hiç tahmin edemediğim biçimde, anda ve saniyede akınca gözyaşlarım ellerime... rahat bıraktım onu, gönlünce geçsin dalgasını benle, gülsün eğlensin ben sürüklendikçe... kukla gibi oynatsın beni, vursun yerden yere, duvarlara çarpa çarpa yüzüme de çarpsın gerçeği: hiçbir şeysin sen, her şeyin benim...
gerçekler toz pembedir, bulutların tepesi, gökyüzünün mavisi, denizin mis kokusu değildir ya, bu gerçek de katlanılamayacak derecede gerçek, öyle bir gerçek ki lime lime olmuş kalbimin her bir parçasını sızlatan...
ağlayabilmek, göz denen görme organımızla tuzlu su üretebilme yetisi midir yalnızca..? öyle bir ağlarım ki ben gerçekler karşısında, her bir organım yas tutar, boynunu büker, sessizce dinler şıpırtılarını içimdeki karanlık boşluklarıma damlayan göz yaşlarımın...
çaresizlik de bir ağlama biçimidir, ağlamıyorsan hala bir çaren var demektir...
çaresizim, ağlıyorum... ağlaya ağlaya ölecek miyim? bilmiyorum, yalnızca gerçek biliyor, yine ağlıyorum...
--spoiler--