iki haftadır bazı milliyetçi sitelerde gezinip, bulduklarımı döküyorum ortaya. herşeyden önce kendi midemin, kaldırma kapasitemin sınırlarını zorlayarak. daha sonra, tabii sizlerin de sabrınızı, tahammülünüzü zorlayarak.
peki, ne gösteriyor bu alıntılar ? bütün bu rezilliğin anlamı ne ?
(1) burada ilkin, milliyetçi saldırganlık ile cinsel saldırganlığın ilişkisi konusunda önemli ipuçları sözkonusu. kadınlar milliyetçi olamaz, demiyorum kuşkusuz. ama milliyetçilik, hele bu denli saldırgan bir milliyetçilik, esas olarak erkek bir ideoloji. bütün temel fikriyatı fetih, istilâ, işgal, yarma, girme, ele geçirme üzerine kurulu. başkalarının toprakları, kimlikleri veya varlıklarına yönelik bu siyasî-askerî fetihçilik, başka bedenlere yönelik cinsel fetihçilik ile çakışıyor, örtüşüyor, bütünleniyor. acaba özel olarak cinsel azgınlar mı gidip azgın milliyetçi oluyor ? o kadarına aklım ermez. ama şurası aşikâr ki, başka milletlere tecavüz fikriyatı, en azından sokak düzeyinde, kilit sözcüklerini cinsel tecavüz alanından ödünç alıyor.
(2) bu bir fosseptik, bir lağım çukuru, bir cesspool mu ? evet. peki, bu tür her şiddet ve ırkçılık örneğinde dendiği gibi, münferit bir olay mı ? kesinlikle hayır. milliyetçilik bu işte; iğrençlikten kutsallığa kadar uzanan, katman katman bir olay. zaten bakın, 12 şubattaki anti tc başlıklı yazımın sonunda değindiğim anonymousun sözlerinde, iğrençlik (bol bol s...mek tehdidi ve ardından o... çocukları) ile kutsallık (istiklâl marşı) derhal ve kestirmeden yan yana geliyor.
belki biraz fazla kestirmeden, çünkü ara kademeleri bizim doldurmamız lâzım. şöyle bir merdiven inşa edebiliriz belki : en dipte bunlar var, forumsancak, gizlisırlar, antikürt ve daha niceleri. belki bir üstünde, türk solu dergisi, yılmaz özdil (bkz. şenol karakaşın 12 şubat tarihli son sesonline.net yazısı), bir de canan arıtman (bkz. roni marguliesin tarafta gene 12 şubat tarihli türk kadını, arap kadını yazısı) yer alabilir izmirin bdp taşlayan asrî kızları, kurtlar vadisi ve gizli kuvayı milliye yeminleri ettiren emekli albaylarla birlikte. alttan üçüncü basamağa, bir zamanların şimdi artık modası geçen resimli romanlarını, kara muratları, malkoçoğlunu, karaoğlan bayboranın oğlunu, cüneyt arkının bizans filmlerini koyabiliriz. bunun mek parmak üstüne murat bardakçı, erhan afyoncu ve tarihin televolesi; sonra ceviz kabuğu, odatv, oray eğin ve soner yalçın yerleşebilir. bazen hürriyeti ve her zaman sözcüyü, ikisinin asgarî müştereki emin çölaşanı, televizyon panellerinin hemen her dedikleri yanlış çıkan müdavimi emekli generalleri de ihmal etmeyelim.
beş mi etti, altı mı ? yedinci basamağa, murat belgenin biriktirip üzerinde çalıştığı millî romanlar ile genesiste incelediklerine ek olarak, yıllardır benim adamım gözüyle baktığım ömer seyfeddin dâhil, balkan şiirleri, vatan şiirleri ya da askerler için şiirler gibi başlıklar altında yayımlanmış tüm antolojiler çok yakışır bence. üstüne napalmcı şık hanımlarımız; üstüne harbiye marşı (kartal yuvalarında / hürdür millet seninle): üstüne meb müfredatı ile tarih ve türkçe ders kitapları biner. on birinci basamaktan itibaren asıl kutsallık kertelerine geliyoruz : andımız, çanakkale şehitleri, istiklâl marşı, onuncu yıl marşı ve atatürk.
yunan ve roma mitolojilerinde de benzer bir hiyerarşi sözkonusudur, sıradan fanîlerden başlayıp, devlerden, tepegözlerden, yarı at yarı insan kentaurlardan, pana eşlik eden diğer keçi ayaklı satyrlerden, (akilleosun annesi thetis gibi) dağ-orman-ırmak perilerinden geçerek, en tepede olympos ilâh ve ilâhelerine uzanan. sanki farklıymış gibi dururlar, ama aslında hepsi bir bütündür; tek bir inanç dünyasının parçalarıdır.
aynı şey milliyetçilik için de geçerli. orada da bir yeraltı, yerüstü ve gökyüzü hiyerarşisi var. yalın çirkef ve çöplük katından başlıyor; hem reel hem ideal anlamda semavî kutsallık katına uzanıyor. bütün tabakalar rezonans halinde; hepsi birbiriyle bakhtin-vârî döngüsel konuşmalar (dialogics) içinde. her tür fikir parçacıkları yukarıdan başlayıp aşağı iniyor ve tekrar yukarı çıkıyor. her tabakada, oraya özgü bir ifade tarzına kavuşuyor. yahya kemalde, örneğin, savaş zararsız bir oyun gibi : bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen. kahramanlar var ama kılıçlar kesmiyor, kan akmıyor, kollar kopmuyor, bağırsaklar dökülmüyor. lâkin forumsancaka girdiğinizde, karşınıza karın deşen ve ceset seyretmekten hoşlanan bir başka tür kahramanlık çıkıyor.
stalinin sanat ve edebiyat aparatçiki zhdanov, ünlü şair anna akhmatovayı kâh rahibe, kâh fahişe, ya da ikisi birden olmakla suçlamıştı. goebbelse taş çıkartan bir büyük yalandı. ama milliyetçilik için, büyük ölçüde geçerli sanırım.
--spoiler--