cazibesiyle öldüren,
hayatın muhtesem güzelliğini,
ancak benlikte bulduğunu sandığında,
tam da buldum demişken.
trenlerin arka sıralarında,
ayrımı çok zor olmayan,
rüzgarın saçlarını dağıttığı,
zamanın gergin yüzüne gülümsediği,
ışıl ışıl parlayan gözleriydi farkını ortaya koyan.
eğer bilebilseydi manasızlığın bir mana olduğunu,
ne kadar zaman geçse de çözülmesi gerektiğini,
tütünü yaktığında tüm elemlerin bir dumanla uçup gittiğini,
rakipsiz olucaktı yaşamında;
yaşanılmaz sandığı dünyada.
garip yazıların içinde,
incinen tüm kahramanları,
ranzasında yatan bir mahkum gibi,
eşleştirmeyecek ve
nafile bulmayacaktı tümceleri.
kalbinin anlattığı kadar,
ışıldayan gözleri kadar,
zalim olmamalıydı dünya.