sokakta oynamak denen bir şey vardı be; saklambaç, pele, uzun eşek, doğurtturmalı, gol atan kaleye, ip atlamalar, üçgen, kum bile yiyorduk yahu. sinek ilacı dumanını da az solumadık peşinden koşarken.
apartman içinde kilim serer, legolar, barbiler oynardık.
bisikletlerle kazık yarışı yapardık, ya da mermeri en uzun kim kaydıracak.
zillere basıp kaçar, jetonlu ankesörlü telefondan itfaiyeyi arayıp 'kıçım yanıyor abi' derdik.
çizgifilmlerimiz mükemmeldi bir kere. öyle pokemon bile cazip gelmezdi ilk başlarda. tsubasa, candy *, jetgiller, çakmaktaş, şirinler, he-man ... bir de hugo'muz, susam sokağımız vardı tabi.
sonra dizimiz öyle o bunun busuna vardı, o şunun şusunu elledili değildi, anneler vasıtasıyla zorla izlenen yalan rüzgarı dışında, zeyna falan izledik baya. kaygısızlar, baskül ailesi, süper baba, mahallenin muhtarları, bizimkiler...
ateri hala şu klavyelere oranla tercih edilesidir muhtemelen. hele ki mario üstüne, ablayla ortaklaşa oynanan tankın verdiği haz tarif edilemez; 'sen kartalı koru ben adamları halletcem.'
annenin kızmasına aldırış etmeden yenen meybuzlar, okul çıkışı alınan piyamlar, turşu suları, leblebi tozları, capri sunlar...
ütülen futbolcu kartları, looney tuneslu tasolar, bilyeler...