maça yarım saat kala mahallemizde elektrikler kesilmişti.
tabi hemen telefonlara sarılarak en yakındaki eşi dostu akrabayı arayarak elektriklerin olup olmadığını öğrendik. akrabamıza gitmek için evden dışarı çıktık ve mahallenin yarısının dışarıda olduğunu gördük. hemen herkes telaş içinde...
yola koyulmaya başladık ve "elektrikler geldi" sesini duyunca hemen geri döndük. bir heyecan, bir panik...
maç başladı, izlemeye başladık. sonra...
sonrasını bilmiyorum, hatırlamıyorum. maç için bir iki pozisyonun dışında hiçbir şeyi hatırlamıyorum. maç bittikten sonra da hatırlamıyordum, şuan bile hatırlamıyorum zaten son hatırladığımda "haydi popescu! haydi oğlum!" cümlesiydi.
o bir başkaldırıştı, isyandı, gururun, onurun, sevginin doruk noktasıydı. bağırmıştım, çok bağırmıştım. ya da bağırdığımı hatırlıyorum, zira o an bile sesimi duyamamıştım. hatırlamıyorum.
belki de bağırmamıştım, hatırlamıyorum.
sevincin büyüklüğünü izah edemiyorum, 27 yaşındayım, hatırlamıyorum.
inanmıştık ama, o kupayı alacağımıza inanmıştık. o maçı kazanacağımıza inanmıştık. büyük maçlar oynanmıştı, çok zor maçlardı... o kupayı kazanmanın zorluğunu en iyi anlatan, enteresandır ama rıdvan dilmen olmuştur. "o dönemki uefa kupası, şu an ki şampiyonlar ligi kupasını kazanmanın zorluğuyla eş değer"
hani hep diyoruz ya, ey galatasaray! öyle şeyler yaşattın ki uğrunda ölmeye değer diye...
para içinde yüzen avrupa kulüpleri, büyük devletler, lobiler, kulislerde maç ayarlamacalar v.s. yani bir türk takımı için oldukça uzak görünüyordu, hatta imkansız görünüyordu.