bir sene boyunca uyandığın her an, boş kaldığın her an ve uyumak için kafanı yastığa koyduğun anlarda birini ya da birşeyi hatırlamanın ne demek olduğunu bilir misin? sormadım geçmişini sana. sormadım evvelini. sormadım nereden geldiğini. ve hatta nereye gittiğini dahi... anı yaşadım senin yanında. o kadar mükemmel ve o kadar haz doluydu ki kokunla şenlenmiş, suretinle süslenmiş, sesinle neşelendirilmiş her an; aklıma gelmedi öncesi ya da sonrası. sadece sen, ben ve o an!
tarihini bilmediğim için yorum yapamam yaşadıkların hakkında. belki çok büyük bir batık var gözyaşlarının oluşturduğu denizlerinde. benim batığım kadar derinde mi ya da benim batığım kadar büyük mü bilemem. tarihini şanlı zaferlerle mi süsledin yoksa sen de benim gibi gazimisin bilemem. dedim ya, kurcalamadım tozlu sandıklarını.
belki benim seni sevdiğimden çok sevdin birini. bunun daha fazlası nasıl mümkün olur bilmem ancak, belki de olmuştur. belki de dudaklarının solgun rengi o eski yaradan damla damla akıp giden kanın eksikliğidir damarlarında.
bana bakarken başkası vardı belki içinde. onun yerine koydun beni. ya da çok başkaydım diğerlerinden. hiç bir yere koyamadın, sınıflandıramadın. ve belki de bu yüzden korktun benden. korktuğun için hep tedirgin sarıldın. hep ihtiraslı öpücükler beklerken, ihtiyatlı öpücükler kondurdun dudaklarıma. ve ne yazık ki o dudaklardan dolu dolu "seni seviyorum"lar dökülmedi zamanın sonsuzluğundaki anıların arasına.
bir sene... günler geçti, aylar geçti ve bir tam sene geçti bu denli yakınındayken aslında çok uzağında. peki sen geçtin mi? elbette hayır. benden vazgeçmedin sen. adımı "derman" koydun en sıkıntılı anlarında. bir baktım, "neşe" diye çağırıyorsun beni içtiğin zamanlarda. bazen "duygu" yüklü kocaman gemilerle geldim o gözyaşlarının oluşturduğu denizlerden gözbebeklerine. bazen "aşk" oldu adım, bazen "yabancı". ama hep varoldum hayatında. kovmayı göze alamadın beni.
şimdi "mektup" oldu adım. "heyecan" diye çağırıyorsun beni her telefon açışında. bazen "bir mektubu defalarca okumak" diyorsun adıma. ama uzun geldiği için bu adım; kısaca "eski bir hatıra"... seni aradığımda "-kim arıyor acaba" diye sorduklarını biliyormuydun? benim "bir arkadaş" diye cevap vermekle yetinmek zorunda kaldığım bir soru yönelttiklerinden haberin varmıydı? işte sırf bu cevap yüzünden yüzümde bir tebessüm var günlerdir. çünkü farkettim ki bu cevabı verirken sesim titremedi telefonda. neden? neden koymadı bu mesafeli cevap? ilk defa umrumda olmadı ellerimin arasından kayıp gidişin.
nedenini çok iyi biliyorum aslında. ellerimi göğsüme koyduğumda açtığın yaranın büyüklüğünü farkedince umutları da öldürüp ellerimi iyice kana buladım. umutlarım yok artık. gerçekleşmediğinde can acıtacak beklentiler yok. biliyorum, geldiğinde yüreğinin birkaç çırpınışını hissetsen de yine uyuyor numarası yapıp sevmezden geleceksin beni. kralın çıplaklığına yine "nü" diyip gayet sanatsal çırpınışlar içinde örtbas edeceksin yanıldığını. sevmiyorum demek yerine, heyecanım kalmadı diyip süsleyeceksin saçma sapan yalanlarını.
oysa ki birşey borçlu değilsin bana. vadettiklerin "elimden gelen en iyi şekilde..." ile başlamıyordu.
ya da kırmamak için dikkat etmene gerek yok hareketlerine ya da sözlerine. yerdeki cam parçalarından ibaret kalbim. çok büyük bir yangın geçirmiş ve yıkılmaya yüz tutmuş ahşap bir ev gibi ruhum. gözlerimin mavisi buz tuttu benden soğuduğunu söylediğin sözlerinin ayazında. ve anılarım... o yıkılmak üzere olan yanmış evin içindeki eşyalar gibi. hapsolmuşlar ruhuma. ne kimsenin o eve girip o eşyaları çıkarmaya cesareti var ne de buna gerek var. nasıl olsa onlarda yanık, isli, tozlu ve eski.
çekip giderken bu savaştan kazandığın yüce zaferle topraklarımdan, her yanı aleve verdiğinde yanan o evin, ayakta duracak gücü kalmayıp günün birinde yıkıldığında; içindeki eşyalar gibi anılarım da benimle birlikte karışacak sonsuzluğa. giderken senin şehrinden bir iki parça kıyafet yanında tüm umutlarımın, tüm hayallerimin mumyalarınıda koyacağım bavuluma. ama senden kalan son hatıra olan o eşyaları bırakmam hiçbir zaman. onları da sırtlanıp yollara düşeceğim gün, bu kadar sevilmenin nasıl bir duygu olduğunu anlat kendi kendine. ben duyarım, hissederim otobüsün motorunun sesine kulak verdiğimde.
sabır şuan sahip olduğum en büyük hazine. 1,5 sene daha sabredip yanındayken böylesine uzak olmaya, çekip gideceğim şehrinden ve hiç tanışmamışız, hiç yaşamamışız gibi olacağız birbirimizi. belki karşılaşırsak tanrı'nın bir sınavında, selam ver ve geç yalvarırım. dokunma daha önce seni görmezden geldiğim zaman yaptığın gibi omzuma. çünkü o gün o dokunuşla yüklediğin yük yeterince ağır sol umuzumda...