türk değil dünya edebiyatının en güzel en etkili eserlerinden biridir. sadece muhteşem, iç burkan, yürek dağlayan bir aşk romanı değildir. en başta insanı, sürünün, sıradanın dışındaki insanı, onun ruhunun derinliğini, tüm dehlizlerini, özlemlerini, acılarını ve tabiki aşklarını anlatan bir eserdir. önce anlatıcının, bankadaki işinden çıkarılmış, sınıf arkadaşı hamdi'nin çalıştığı fabrikada işe başlamış, anlatıcının ruhunun pencereleri açılır sonra oda arkadaşı raif efendi'nin, siyah kaplı defterin okunmasıyla mehmet raif havran'ın ve maria puder'in ruhlarının pencereleri yavaş yavaş açılır. bu insanlar o kadar uzun yıllar ruhlarını çevrelerindeki insanlardan saklamışlardır ki, yavaş yavaş açılan pencereler en nihayetinde ruhlarının cereyana maruz kalıp zatülcenap yani zatürre olmalarına neden olmuş ve arkalarında tek hatıra küçük bir kız ve siyah kaplı ruh günlüğü bırakmışlardır ve de anlatıcının hayatı boyunca hep hatırlayacağı, yanında olacağı bir ruh...
çok derin ve özeldir 'kürk mantolu madonna' romanı. sabahattin ali'nin böylesi etkileyici kişilik tahlilleri, özlemle yıllarca farkında olmadan beklenen, naif ve bazen hırçın bir aşkı bize yaşatışı, ne kadar büyük bir yazar olduğunu anlamamızı sağlarken, onu öldüren zihniyetleri tekrar tekrar lanetlememize, isyan etmemize neden olur. sen ne güzel bir insansın sabahattin ali. yky'DAN çıkan basımda kapakta sabahattin ali'nin bir ağaç önünde oturmuş, beyza gömlekli, puanlı kravatlı, dalgalı saçlarını arkaya taradığı, sol tarafından gelen güneşe yuvarlak gözlüklerinin arkasından hafif gözlerini kısarak baktığı fotoğrafı vardır. o aydınlık, duyarlı ve güzel sima da yüreğine işler insanın.
nasıl dostoyeski okuyunca petersburg yaşanırsa, kürk mantolu madonna da berlin'i gezme isteği uyandırır, sokaklarında maria ile raif'in aşkından izler aramak için.
bir kere değil bir çok kere okunmalıdır bu kitap, ta ki kitabın sonunu kendiniz hayatınızda mutlu olarak yazana kadar...
'insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduklarını bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.'
'zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?'
'turgenyev-klara miliç... bu kızı nedense kendime çok yakın bulmuştum. içinden geçenleri söyleyememek, en kuvvetli, en derin, en güzel taraflarını müthiş bir kıskançlık ve itimatsızlıkla saklamak cihetinden onu kendime benzetiyordum.'
'zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim... bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim.'
çocukluğumdan beri belki ilk defa olarak, hayatımın sebepsizliğini ve boşluğunu düşünerek içim ezilmeden, ''bugün de geçti işte... ve bütün günlerim hep böyle geçecek, sonra ne olacak sanki!'' demeden uykuya daldım.'
'o zamana kadar bütün insanlardan esirgediğim alaka, hiç kimseye karşı tam manasıyla duymadığım sevgi sanki hep birikmiş ve muazzzam bir kütle halinde şimdi bu kadına karşı meydana çıkmıştı.
henüz ona dair hiçbir şey bilmediğimi, bütün hükümlerimin, tasvir ve hayallerime dayandığını biliyordum. bununla beraber, asla aldanmadığıma dair sarsılmaz bir kanaatim vardı.
hayatım müddetince hep onu aramış, onu beklemiştim...'
bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu... biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, herşeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.'
'bu akşam analdım ki, bir insan diğer bir insana bazan hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.'
'kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. bunun sebebi herhalde, ''bu böyle olmayabilirdi!'' düşüncesi yoksa mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.''
mehmet raif havran