filmlere konu olduğunda izlemeye doyumu olmayan, fakat hayatınızın tam orta yerine damlayan koca bir çamur şeklinde kendini gösteriyorsa, kişiye pek keyif vermeyen bir olgudur hayal kırıklığı.
ve maalesef ki kişinin hayal kurmasının getirisi olduğundan, hayallerden uzak durup körelmeyi tetikleyen en büyük etken haline dönüşür. ne kadar kötü değil mi?
aslında hayal etmek dünyanın en güzel yolculuğudur ve aslında insanın en büyük gücü belki de. gözleri kapatmak yeterlidir, ve saniyelik düşünceler... düşünceler birbirini kovaladıkça yeni bir dünya, yeni bir hayat, yeni mutluluklar ya da yeni sıkıntılar çıkar ortaya. insan zihni her zaman en iyiyi hayal edemiyor tabi, ara sıra olumsuzluklar da olacaktır mecburen.
sonra bir şeyler oluyor. sanki hoş olmayan bir şeyler.
birileri gelip hayalinizde oluşturduğunuz güzel dünyanızın temellerine koca bir tekme savuruyor.
yıkılıyor dünya, yerle bir oluyor, kırılıyor hayaller... hepsi yerlerde, sorun değil yine yaparsın da; sorun ne biliyor musun? hayalinin baş rolüne layık gördüğün o tatlı oyuncu ve o'nun oyunculuk yeteneği.
öyle oynamış ki, gözlerin yuvalarından fırlamışçasına izlemişsin, soluksuz, kaptırmışsın kendini,nasıl da gerçekçiymiş.
ama işte aslında oyundan ibaretmiş her şey. rolünü yapmış, kötü bir finalle parçalamış dünyanı; ellerini yıkamış ve uzaklaşmış.
bu evrede hayal kurmak aslında kendini kandırmaktan ibaret oluyor, duyulan sevgi ve güven duygusu da başroldeki güzelliğin ruhunun da güzelliğine inanmandan. bu durumda hem hayal kurduğun hem de güvenip sevdiğin için resmen ''salak'' oluyorsun...