yüzünün uyuştuğu şu tam kaburgalarının arasında bir karıncalanma hissettiğin geçmesini beklerken aldığın her nefeste oksijenin daha az gelmesine anlam veremediğin andır. hani yüzüne vursan kimin canı yanacak dersin o yalan söylerken canı yanmadıysa benim bunu bilmemle mi yanacak sanki diye gereksiz bir düşünce ile boğuşurken birden ee o halde benim canım neden acıyor dersin. bu kadar büyük bir denge farkı hasıl oldu ise bu ilişkide terazinin boş kefesini kabul şart olmuştur zannımca. hani öyle beylik laflara da gerek yoktur artık çivi sökmeyecek çiviyi bileceksin ama etrafındaki sıva bunca döküldü ise duvardaki çiviye de en boktan tabloyu bile güvenip asamazsın ki...dir.
velhasılı vakti geldi ayrılığın ne yapsan boş diye mırıldanırken akıldan geçen şu olmalıdır:
bakma öyle
ben kanıyorum sen üşüyorsun
kolay değil bir yalan bu
yaralayan kanayan koca bir yalan
yalan işte
sevdiğim yalan
şarkılardan arta kalan ve sabah buğusu
ve tarla faresi ve ekmek derdindeki işçi kalbi gibi