4 yılda bir organize edilen ve dünya çapında milyarlarca kişi tarafından takip edilen avrupa futbol şampiyonasının stat kapasitelerinin yetersizliğinin şiddetle göze çarpmasının sözlüğe yansımasıdır.
ernst happel-->viyana->50000
st jacob park-->basel-->42500
stade de suisse wankdorf -->bern-->32500
stade de genève-->cenevre-->30000
letzigrund stadion-->zürih-->30000
stadion tivoli neu-->innsbruck-->30000
wals-siezenheim-->salzburg-->30000
wörthersee stadion-->klagenfurt-->30000
evet görüldüğü üzre bu koca organizasyon genelde 30000 kişilik statlarda tertiplenmiştir.
bu eyyam bu kıyakçılık...
sanki iki güçsüz ülkeyi organizatör yapıp beleşten ilk 16'ya sokmak yetmezmiş gibi bir de stadyum rezaleti...(yağmur yağdığında sahalar balçık tarlasına dönüşüyor. drenaj yapmamışlar herhal)
buna da şükür uefa'nın merkezi iyi ki isviçre'de. ya luksemburg'da ya da san marino'da olsaydı?
yapsanıza kardeşim şu turnuvayı ingiltere'de, millet adam gibi statlarda maç seyretsin...
sınava girmiş bünye üzerinde stresi tavana vurduracak eylemdir.
sınav sona ermiş, eve gelinmiştir. ebeveynlerle sınavın nasıl geçtiği hakkında yapılan mütealadan sonra sorguya alınan zanlı gibi tv karşısına oturtulursunuz.
daha sonra tv'lerde tüm sınav süreci boyunca aşinası olduğunuz sınav rantçısı yüzler soruları yanıtlamaya başlar, bu meyanda aile bireyleri ile ilginç diyaloglar yaşanır.
tv: televizyondan gelen ses
ç: sınava girmiş çocuk
a:anne,
b:baba
tv: şimdi de matematik 26. sorudayız.
b:aha başlamış alsana oğlum kalemini kağıdını,
ç:ya baba bırak allasen yeni çıktım daha hiç çekemem.
a:evet haydar bırak çocuğu tüm sene yoruldu zaten...
tv:bu denklemde x e 1 verirsek y nin anasının gözü olduğunu bulabiliriz cevap c şıkkı...
b:bi sus karı. sen ne yaptın bu soruyu.
ç:aaa ben b şıkkını işaretlemiştim.
b: yuh 1 veremedin mi x'e. yazık
ç:baba hatırlamıyorum,
tv:şimdi türkçe 1 soruya geçiyoruz,
ç:ha bak türkçe iyiydi benim
a:maşallah benim oğluma. aferin.
b:matematikte gördük ne bok olduğunu ah senin bu anan yok mu...
a:ben ne yaptım şimdi bey?
b:sen bunu böyle yaptın, ne güzel tornacı necmi abinin yanına vericektim sanat öğrenicekti şimdi.
a:olmaz okucak benim oğlum
b:bok okucak. 3 senedir dersaneye gönderiyoz boş geziyor mına kodum satanisti.
ç:baba ne alakası var ya.
tv: türkçe 1. soru dedik hazır mısınız?
a,b,ç: hazırız...
tv: aşağıdakilerden hangisi 5 hececilerden değildir.
b:hangisini işaretledin sen?
ç:b şıkkı baba.
tv: evet cevap a şıkkı.
ç: aaaa değilmiş diyor. hmm ben yanlış anlamışım.
b: senin ta mına koyayım evlat gibi. seni bana parayla mı verdiler a.q satanisti.
a:yapma bey kalbin sıkıştıracak gene.
b:sus hanım senin yüzünden böyle oldu bu.
tv: umarız tüm sorularınız doğru çıkmıştır.
ç:sizin ta mınıza koyim sınav günü bok mu var çıkıyosunuz tv'ye?
tv:haydar abi senin bu oğlan hep dersaneden kaçıyordu.
b:asjldjykahndhjabdnmanj...
akepe iktidarı'nın şayet gerçekleştirdiği takdirde yapmış olacağı en önemli icraatlardan biri.
nedir bu dersane?
yıllardan beri milletin sırtında önemli bir kambur.
yok efendim x dersanesi şöyle hazırlıyormuş, yok efendim y dersanesi fethullahçıymış...
özdebir, mözdebir, güvender, müvender...
şimdi dışarıdan bir eğitmen getirelim ve ona türkiye'deki eğitim sistemini anlatalım.
efendim nedir eğitim sistemimiz?
ilköğretim 8 yıl, lise ve dengi okullar 4 yıl akabinde, yüksek okullar ve üniversite...
peki adam sormaz mı bize "bu dersaneler ne iş, ne ayak?" diye. sorar tabii.
biz ne cevap vereceğiz bu durumda?
ehm, şey kem küm... işte biz iyi eğitim veremiyoruz, öğrencilerimiz okullardaki bilgi eksikliğini bu kurumlar sayesinde kapatıyor...
ilahi, böyle bir eğitim sistemi olan bir memleketin ab'ye girebileceğini düşünmüyoruz değil mi?
insanlar boğazlarından kısıp da çocuklarını dersanelere gönderiyorlar,
hatırı sayılır bir kitle de çocuklarına bu fırsatı sunamıyor...
neden?
nedeni basit. yok ki adamda, asgari ücretli bir çalışan evladını nasıl dersaneye gönderebilir?
hani nerede sosyal devlet?
nerede fırsat eşitliği?
bir yanda, senede 10.000 yetele ödeyip çocuğunu öss'ye hazırlayan aile, diğer tarafta çocuğuna simit sattırarak ailesinin geçimine katkıda bulundurmaya mecbur aile...
ikinci ailenin çocuğunun içinde okuma aşkı varsa ve zeki ise bu yöntemle ve hiç hazırlanmadan üniversiteye girme şansı binde bir...
ya kendini bir cemaatin şevkatli kollarına teslim edecek, ya da ömür boyu sefalet içinde yüzecek...
doğru bir fikir sayın başbakan!!!
hemen uygulayınız bu sene. kapatın dersaneleri. kapatın ki zengin piçleri ile emekçi çocukları arasındaki uçurum daha fazla büyümesin.
kapatın ki bu vatanın evlatları cemaatlerin kucağına düşmesin.
kapatın ki, memlekette en azından bireylerin hayata başlangıç noktalarında fırsat eşitliğinden dolayı devlete güveni gelsin...
ya dersaneciler ve buradan geçimlerini sağlayanlar?
onlar da bunca yıldır yastık altı yaptıklarını yeyiversin...
doğal hayatın ve özellikle yaban hayatın anasını nasıl da belledik?
üstelik bunu son yüz yıl içinde yaptık;
(bkz: anadolu parsı)
şimdi sorarım sizlere,
birisi veya birileri gelse. evinize girse ve çocuklarınızı kaçırsa ne yapardınız?
çevre ve orman bakanı sayın pepe!
eminim ki sizin de çocuklarınız var. var ama sizin bakanlık ne işe yarar?
"türkiye direyi" ile ilgili ne gibi çalışmalarınız oldu iktidarınız döneminde?
bence ormanları biraz daha keselim(!) kurtlar murtlar alayı tükensin, hem arazi lazım.
bu haber yıllar önce bursa'da kent merkezine inen ayıyı gözümün önüne getirdi, bana hatırlattı birden. o hayvancağızın da doğal yaşama sahasını istila etmiştik. kim bilir nerdedir şimdi??
fransız demir çelik devi arcelor ve hint mittal şirketinin birleşmesiyle meydana gelen ve dünya demir çelik üretim ve pazarlamasını kontrol altında tutan küresel şirket.
en büyük hedefleri erdemir'i satın almaktır. son günlerde borsadan yaptıkları alımlarla erdemir'deki hisselerini yüzde 25'lere kadar çıkarmışlardır...
açılımı; "kinkyu jinsin sokuho" olan ve geçtiğimiz gün japonya'da meydana gelen 7.2'lik depremde ilk kez kullanılan erken uyarı sistemi.
---spoiler---
yer altındaki ilk sarsıntıların tespit edilmesiyle birlikte, ekim ayında kurulan deprem erken uyarı sistemi, dört saniye içinde devreye girdi. devlet televizyonu ve radyosu nhk yayın akışını keserek, depremin etkileyeceği bölgeleri hemen halka bildirdi. sistem dahilinde, nükleer tesisler, demiryolları ve diğer altyapı unsurları da otomatik olarak devreden çıkarıldı. bölgedeki hızlı trenler, uyarı ile birlikte kendiliğinden yavaşladılar. depremden birkaç saniye önce gelen ve merkez üssünden uzaklaştıkça halka daha da fazla zaman kazandıran uyarı, binlerce can kurtardı.
---spoiler---
sadece 4 saniye, evet sadece 4 saniye. ama tabii halk japon halkı. düşünsenize türkiye'de böyle bir depremden 4 saniye önce insanların uyarıldığını. depremden daha çok zarar verecek bir panik bir vandalizm oluşur kendiliğinden...
son derece başarılı ve emek verildiği belli olan reklam kampanyasıdır.
milli takım ve türk halkının futbol sevgisi göz önüne alınarak ve garanti bankasının türk milli futbol takımı'nın "ana sponsoru" olmasından dolayı yaratılmıştır.
kim bilir ne kadar para harcanmıştır?
reklamda türk milleti'nin birlik ve beraberliği ve özellikle de o kalp atış sahnesinde ulusal mevzularda tek yürek olabilirliğimiz ön plana çıkarılmıştır. bu da hedef kitle seçiminde uygulanmış başarılı bir enstantanedir pek tabii.
"turko" ya da "el turko"...
yıllarca ve halen avrupalıların türkleri tarif ederken kullandıkları kelime. biraz korku, biraz hakaret...
peki ya sömürü?
peki ya turko deyip bu milletin kanını emmek?
peki ya yurtdışından yüzde 0.70lerle kredi bulup bunu iki ile çarpıp yurtiçinde kredi vermek suretiyle her ay ülkemizde üretilen katma değerin hatırı sayılır bir kısmını yurt dışına transfer etmek?
ee bunlar da turko'nun görünmeyen yüzü.
görünürde doğuş grubuna ait olup da bilinen "general electric" ortaklığının yanında başkaca bir sürü kırım kongo kenesi niteliğinde ortağa sahip olup da "turko" reklamı yapmak!!!
vay vay vay...
bunu da yapsa yapsa küresel çete yapabilir yanlızca.
aferin iyi düşünmüşsünüz.
yıllardır anamızı bellediğiniz yetmezmiş gibi, şimdi de türklük benliğimize, en nadide değerimize de sahip çıktınız.
para işte, varsa güçlüsün, yoksa güçsüz...
benliğini de alırlar adamın, altından donunu da...
videofon'a sahip olmaktan mı yoksa bu videofon'un reklamlarından pay alanlardaki rahatlamadan mıdır bilinmez, ama arkadaş bir reklam da bu kadar milletin gözüne sokulmaz ki.
ahmet çakar da bu reklamda arama yaparken tıpkı iskender büyük gibi kasım kasım kasılmakta...
ahmet hoca, ahmet hoca!
biz videofon'u iskender büyük ile tanıdık, onunla özdeşleştirdik.
sen kıçını yırtsan da yaratacağın etki iskender büyük'ün yaptığı tanıtımın yanında devede kulak kalır.
11 haziran 2008 isvicre turkiye maci'nın mutlu sonu olan olaydır.
o sinyor terim'in beğenmediği, tecrübesiz diye portekiz maçında sahaya sürmediği, türkcell süper lig'in bu sezon en değerli futbolcusu olan arda turan'ın son dakikada gelen kontraatak golü ile 75 milyonun umutlarını yeniden canlandırmasıdır.
teşekkürler arda. yüreğin için...
o yaşta bu sorumluluğu taşıyabildiğin için...
ulusal önem addeden gerek klüp gerek milli takım bazındaki tüm müsabakalarda bir oyuncunun orijin olarak türk mü, ecnebi mi ya da devşirme mi olduğunu anlamamızı sağlayan en ayırt edici özellik.
yıllardan beri yaptığım gözlemlemeler neticesinde bu tesbiti, antropologların bir kimlik belirteci olarak kullanmasını bundan sonra şiddetle tavsiye edebilirim.
maşallah at gibi koşuyor, topa giriyor kafaya çıkıyor topçularımız, allah afiyet kuvvet versin ama o lanet olası kanat akınları yok mu?
bir saha boyu top süren, yüreğimizi ağzımıza getiren topçularımız, o katediş sonrası öyle ortalar çıkarıyorlar ki evlere şenlik.
daha bu güne kadar bir galatasaray'lı büyük metin'i gördüm güzel orta yapabilen o da 10 ortadan ikisinde isabet kaydettirebiliyordu sadece.
geçen azerbeycan'ın bir milli maçını seyrettim onlarda da bu hastalık mevcut maalesef.
buradan aurelio'yu devşirenlere nacizane tavsiyem, şiddetle iki adet muz orta yapabilen kanat oyuncusu devşirmeleri olacaktır...
tbmm'de 23 ocak 2008'de çıkarılan tobb odalar ve borsalar kanununda yapılan bir yazım yanlışı sayesinde bundan böyle odalar ve borsalar v.b kuruluşların başına geçecek kişilerde her türlü suça ortak olmalarının olmazsa olmaz şart olduğu hata.
--spoiler--
Kanundaki yeni maddeye göre; oda ve borsada genel sekreter olabilmek için "zimmet, kaçakçılık, rüşvet, hırsızlık" gibi çok sayıda suçtan mahkum olmuş olmak şart.
--spoiler--
insanın aklına bu ne adaletsizlik sorusu geliyor, peki yurdumun kapkaççısının, tecavüzcüsünün, bayrak yakanının, vatan haininin suçu ne onları da bu kapsama alın...
tunceli'nin ovacık ilçesinde yol kesen pkk militanlarının yollarını kestikleri araç sahiplerine ve yolcularına söyledikleri ve alenen tsk'ya meydan okuma gafletinde bulundukları sözdür.
lakin şanlı türk silahlı kuvvetleri bu olayı ihbar kabul etmiş önceki gece bu kendini bilmezlerin tepesine binivermiştir.
ülkedeki solcuların, sosyalist mi, komunist mi, tatlı su solcusu mu, aslan sosyal demokrat mı yoksa ulusalcı mı olduklarını ayırt etmek için kurulan enstitü.
yavuz sultan selim, kendini ve devleti güven içinde görmedikçe çevresindekileri hırpalıyor, devlet adamlarını dövdürüyor, hatası görülenlerin boyunlarını bile çekinmeden vurdurabiliyordu.
aslında bir beyit olan ve kimin olduğu bilinmeyen bu söz de yavuz sultan selim'in sertliğini ve otoritesini ortaya koyan pek veciz bir sözdür...
elbette ki her bayrak kendi ulusu için kutsaldır, hemen her memleketin bayrağının da yüzyıllar boyunca efsaneleşmiş bir hikayesi bulunmaktadır.
ancak 250 yıllık bir geçmişi bulunan abd bayrağının hikayesi hayli ilgi çekicidir.
--spoiler--
betsy ross adlı asilzade hanım, abd kongre üyesi ve aynı zamanda bayrak imalatçısı olan george ross'un eşidir. 1 haziran 1776 günü kocası george washington ve bir kongre üyesi ile birlikte philadelphia'daki evlerine gelirler.
betsy ross'a ceplerinden çıkardıkları bir bayrak taslağını gözterirler ve hemen dikip dikemeyeceklerini sorarlar. abd bağımsızlığını ilan etmiş etmesine ama aradan epey bir süre geçmiş bayrağı dahi yoktu o anda.
bunun üzerine "derhal yaparım" cevabını alırlar bayan ross'dan.
bayan ross kumaşlar bulur ve şeritleri dikmeye başlar. lakin yeterince ellerinde mavi kumaş yoktur.
bunun üzerine yurtsever betsy ross eteğini kaldırır, o zamanlar kadınların giydiği "pettycoat" denen iç çamaşırı vardır içinde, bu iç çamaşır, kat kat iç çamaşır ve iç eteklerden müteşekkildir. hemen bu pettycoatlardan mavi olanını çıkarır, bununla hem şeritleri hem de 13 eyaleti temsil eden yıldızları keserek diker. böylece ilk abd bayrağı ortaya çıkmış olur.
--spoiler--
ha şimdi diyeceksiniz ki bu yazar bu hikayeyi neden anlattı? her ulusun bayrağının doğuşunun bir hikayesi var tabii.
bakın bizimkisine nerede doğmuş?
malazgirtte,
kosova'da,
niğbolu'da,
kanije'de,
çanakkale'de,
vesaire vesaire...
yani bizimkisinde kahramanlık, yiğitlik teması var. ya abd'ninkinde?
kadın donundan bayrak yapan bir milletin haline bakın bir de bizimkisine.
şu an kadın donundan bayrak yapanlar marsta taş örnekleri toplayıp yaşam kaynağı arıyorlar. biz ise türban yasaklansın mı yasaklanmasın mı? tartışması içindeyiz.
biz kan akıtarak şekillendirdiğimiz bayrağımızın ne yazık ki kıymetini bilemezken, kadın donundan bayrak yapanlar dünyayı yönetiyorlar.
tebrikler yani devlet bey!
inanın ki bu fikir kimsenin aklına gelmiyordu(!) vallahi bravo...
yahu arkadaş!
bunu sokakta dolaşan yeni yetmeler bile düşünür, senin bir genel başkan olarak, türkiye'de bir ideolojiyi temsil eden bir lider olarak hepi topu bütün fikrin bu mu?