Klasiklerin hepsini okudun da ne oldun? Hiciv ve söylemlerinde etkili bir edebi dil kullanabiliyorsan ne ala. Nice nice bütün dünya klasiklerini okumuş adamlar tanıdım. Bir çoğu hala aynı canlı. Önemli olan otu boku okuyacağım, bitireceğim diye kitap okumak değil, önemli olan okuduğun, okuduklarına hissiyat ve güçlü duygularla yaklaşmaktır, okuduğun ''şey''den bir anlam çıkarabilmektir. Klasikleri okudun mu? -Hayır, okumadım ama sen klasiklerin hepsini okuyup yanıma gelsen bile ardına bıraktığın izleri göremeyeceğimi bilirim. Klasikleri okumadan sözlüğe gelmek ile gelmemek arasındaki tek fark zihnimizde oluşan veya oluşamayan yolculuklardır.
üniversite'de dört yıl boyunca ara sıra duyduğum okuduğum hadisedir, arkadaşlar arasında sürekli tartışma konusu olmuştur. şu sıralar biraz daha alevlendi; gündemin değişmeyen haberleri arasında.
tek tip askerlik: t.c. vatandaşı, askerliğe elverişli her mavi nüfus cüzdanlı bireyin 9 ay ya da 12 ay (tartışılıyor) askerliğini yapacağını tanımlayan ifade.
dünya üzerinde en ilkel askerlik sistemini yapan biz daha da ilkel bir yönteme doğru sürüklenmekteyiz. yazık..!
bu arada; hali hazırda askerlik hizmetini yapıyorken, böyle bir kanun tasarısının onaylanması ve tbmm'den geçmesi durumunda; uzun dönem askerlik yani 15 ay yapan askerler için erken terhis olayı gerçekleşecektir. ama kısa dönem yani 5 ay yapan askerlerin görev süresi kesinlikle uzamayacaktır. bu konuda bir çoğunuzun yanıldığını düşünüyorum. kulaktan dolma yalan yanlış bilgiler duyup burada atıp tutuyorsunuz..!!! herhangi bir görev, hizmet süresince yönetmelikte veya kanunlarda yapılan değişiklik hiçbir zaman aleyhine sonuçlar vermez..! sonuç her zaman lehine ise gerçekleşir. bu da kanunlarla belirtilmiştir.
Örneğin; en az 4 yıllık üniversite mezunları şu an için; ya kısa dönem 5 ay yapıyor ya da 12 ay yedek subay - asteğmen olarak yapıyor. diyelim ki kanun bu süre içinde meclisten geçti, onaylandı. 5 ay kısa dönem yapan askerlerin hizmet süresi uzayacaksa o zaman bizim asteğmenlerin de subaylıkları düşürülüp er mi olacak..!??? 3 ayını tamamlamış bir asteğmen kanun gerçekleşirse geri kalan aylarını er olarak geçirecek. böyle bir şey mümkün değil..!!! Kanun değişiklikleri sonuç lehinize ise sizin için geçerli sayılır. hiçbir zaman aleyhinize olamaz.
kısaca; üç beş iyi adam'ın katılıp kaliteli muhabbet çevirdiği antalya zirvesi.
an itibariyle; zirveye katılmayıp da kendilerini belli eden yazar kişileri yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
08 08 2010 uludağ sözlük konyaaltı zirvesi nin ağabeyi, o anlattı biz dinledik, biz anlattık o dinledi. bundan sonra yapılması muhtemel antalya zirvesi'nin olmazsa olmazlarındandır. antalya'da ekşını bol bir zirve organize edeceğinden şüphemiz yoktur. selam eder, saygılarımı sunarım.
dün güzel bir gündü, muhabbet güzeldi, ortam güzeldi, mekan güzeldi, kızlar güzeldi, nargile güzeldi, kısaca zirve güzeldi, garson abi..; eh işte o da güzeldi*
neresinden tutarsak tutalım yani bir güzellik vardı.
bu ve buna benzer gazetelerin yazar, çizer ve patronlarını;
'' hacıyağı kokulu, kara çember sakallarını tıraş ettirip yeşil sarıklarını kelebek biçimi kravat diye kullananlar... '' diye özetlemiş Nazım usta yıllar önce.. ( Orhan Selim takma adıyla Akşam Gazetesinde köşe yazarı iken; 1935 )
antalya'ya tatile gelen rus bayan yazarlarımızın da iştirak edeceği, heyecanlı ve ekşını bol geçmesi beklenen zirve..! *
sıkıcı bir adamım ama rusçam iyidir* görüşmek üzere.
bu ülkenin doğusunda hala karalastik ayakkabı dahi giyemeyen çocuklarımız var, kıraç topraklarda meşin yuvarlağın peşinden koşturan, oyuncaksız oyun oynamaya çalışan çocuklarımız var. tarım alanlarında, pamuk tarlalarında, yediğin ekmekteki; buğdayın, başağın, tohumların kök saldığı topraklarda; günlük 20 - 30 liraya 8-10 saat güneşin alnında çalışan nice baban yaşında adam, annen yaşında kadınlarımız var..!!! bir bulgur pilavına hasret, bir ince köy ekmeğine, bir soğuk ayrana...!!! dadaloğlu, karacaoğlan, yunus emre, hacı bektaş, abdal musa, aşık veysel, aşık mahzuni'den bihaber beynin bu adamların ürettikleri türküleri, şiirleri, deyişleri; dinleyen, yorumlayan, algılayan, o türküler ki onlarla bir yaşayan nice insanlara senin saçma sapan tabirinle ''kro'' diyorsun.
gerizekalısın... : elitmiş, burjuvaymış...!!
orasını burasını daha çok şişirmek için milyarlar harcayanlar, koca popolarını daha iyi sergilemek için yüz milyona don alanlar; varsın türkü dinlemesin, rock-pop-jazz-klasik dinlesin. gerek de yok zaten..!
utangaçlık çok spesifiktir esasında; yer yer utanma duygusu değişkendir, kimisi süreklidir, kimisi zaman zaman. ancak şöyle denebilir ki ''ar'' duygusu yüksek orandadır, hassastır, reaksiyon almak güçtür, olaylara tepkilerini hep içine bastırırlar.. önemli belirtileri; yüz kızarıklığı, avuç içi terlemesi, boğazın kupkuru olması, mide sancısı, eklemlerde hafiften titremeler.. *
lakin utangaç kızlara göre daha bahtsızdırlar, hüzün ve kederleri vardır.
mehmet emre gül; yaklaşık 1,5 milyon öğrencinin girdiği öss de ilk 100 bine giremeyen delikanlı; ilköğretim düzeyindeki basit geometri matematik sorularının yer aldığı ve yaklaşık 10 binin üzerinde kişinin tam puan aldığı sınavda kendisi de tam puan alarak gerizekalı olmadığını kanıtlamıştır. alnından öpülesidir.
tdk'nın türkçe sözlüğüne göre; duvar kenarına yerleştirilmiş 'sidiklik'
fransızca'dan dilimize uyarlanmış 'pisuvar' sözcüğünü hiç kullanmamış olsaydık; biz bu mermer ustası icadına 'sidiklik' mi diyecektik.
Hakkı Devrim de seneler önce Radikal'deki köşesinin 'Dil Yaresi' bölümünde bir okuruna cevap olarak bu sözcüğü tanımlamış: 'su dökme yeri'
emniyet müdürünün masasındaki not defterlerine pergelle çizdiği çemberler...
bazen çemberleri iç içe geçirip daraltıp genişletebiliyor...
pergelini güzel kullanıyor..!
plakanın üzerine gelecek şekilde ya da arka cama büyük puntolarla yapıştırılan evliliğin ilk yalanı.
çiçekçi camekanlarında ışıltılı yazılarla 'gelin arabası süslenir' diyorsun; ne güzel ama adamlara sormadan neden 'mutluyuz'u hemen yapıştırıveriyorsun! belki mutlu değiller! hem bize ne? mutlular ya da değiller! banane, sanane, onane...
yine bildiğimiz, sıkça rastladığımız bir 'kibarlık budalası' örneğidir.
kadın ile kız ayrımı tabii ki iki bacak arasında değildir. yoksa bekaret sorusu için 'kız mısın, kadın mısın? diye aptalca bir şey de söylenebilirdi.
kız sözcüğü daha kibar algılandığı için 'kadın' yerine 'kız'ı tercih etmenin anlık göstergesidir.
başlığı açan arkadaş tdk türkçe sözlüğün verilerini de kaynak göstererek 'kız' yerine 'kadın' sözcüğünü kullanmalıyız demiş (tabii ki burada bahsi geçen sözcüğün anlamı, tdk türkçe sözlüğe göre 'kadın'ı işaret ediyorsa...) ve bir takım dilbilgisi yanılsamalarından çeşitli örnekler verip zardan mardan bahsederek; şu an benimde yaptığım gibi sözlüğü fazla ciddiye alarak giriyi noktalamış.
tebrik ediyorum, güzel bir giri.
böyle olmasına karşın yurdum insanı kibar olmak için, eşine dostuna daha naif görünmek için bu tip kibarlık budalalıkları yapar.
babam bunu sıkça yapar; 'çok hoş bir kız'.. burada 'kız' dediği kişi; 30-35 yaşlarında iki çocuğu olan aile dostu bir kadın. 'çok hoş bir kadın' dediğini düşünemiyorum bile, sanırım annemle büyük bir çatışmaya girer ama 'kız' sözcüğü bir gerilme yaratmaz. naif ve kibardır, hoş karşılanır.
türkçede bazı sözcükler böyledir, kabullenmek lazım. bunu '' tdk türkçe sözlük böyle diyor; hııhh! dilbilgisi kurallarına aykırı; hııhh! yanlış kullanmayın; hııhh! bunu böyle kullanmak zorundasınız! ehm ehm ehm! '' diye entelektüelimsi bir bakış açısıyla görmek kanımca 'ben bunu biliyorum' egosuyla örtüşüyor. yanlış! doğrusu budur, burada hemfikirim ancak yurdum insanının anlayışlarını görmezden gelemeyiz.
bir örnek; lokantada, garsona 'tuvalet nerede?' yerine 'lavabo nerede' sorusunu kullanmamız.*
''piçlerin çocukları olmaz.
piçler, aşık oldukları kadınların kendilerini kurtaracaklarını düşünür. oysa hiçbir kadın dünyaya bir piçi kurtarmak için gelmemiştir.
.....
piçlerin cinsel hayatı düzensizdir.
piçlerin bedenleri ve akılları, diğer insanlarınkilerin aksine nasırlaşmaz. onların nasırlaşan tek yerleri ruhlarıdır.
piçler sadece kendi aşklarına saygı duyarlar. en yakın dostlarının kadınlarına dil ve el uzatabilirler. bu durumda piç tabii ki suçlu, ancak piçlik meşrudur.
.....
neden? diye sormaz. 'neden' sorusu piçliği yok eder.''
'hatunların piç tercihi' genellemesi üzerine; piç tanımını, hakan günday'ın diliyle alıntı yapmak istedim.
nitekim bu genellemeyi doğru kabul edersek, hatunların içgüdüsel fantazilerini gözler önüne seriyoruz.
'benim için; ıııhhh.... saygılı olsun, efendi olsun, ıhhh, yani iyi bir insan olsun, beni korusun... ıhhh, ben böyle bir erkek isterim'
işte bu KOSKOCA BiR YALAN!
aynı zamanda bu 500 liralık bikinin benzerlerinden, her yaz sezonu başında üç dört adet alan kızdır.
ilginçtir, babam yıllardır hep aynı şort mayosuyla denize girmekte; kot desenli ve biraz dizinin üzerine geliyor.. bugün öğrendim; sene 1991 de almış ve hala aynı şort mayoyu kullanıyor. arada büyük bir uçurum var, oldukça...
elimde tv kumandası keyfim yerinde; güzel güzel zaping yaparken, bu gerizekalı tv saçmacası ile karşılaşınca elimdeki kumandayı televizyona fırlatma ihtimalimin tavan yaptığı program.
ya allahaşkına bu ne!? dedirten saçmalık.
ne kadar bayağı, ne kadar aptalca!
bu saçmalığı izleyipte keyif alan, eğlenen birisini hayal bile edemiyorum.
sanırım oldukça yalnızlaştık, insanlar azalıyor.
bu saçmalıklar için bu insanları parayla mı tutuyorlar, nedir? diye düşündüren program...
acun ılıcalı işini çok iyi yapıyor...
getirdiği ünlü yarışmacılar ile reytingleri tavan yapan televizyon programıdır.
sürekli takip etmediğim ve etmeyeceğim bir programdır kesinlikle ama dün akşam beyaz'ı görünce takıldım açıkcası,
bir ara cem yılmaz da çıkmıştı yine takılmıştım.
acun ılıcalı ile dostluk babında mı konuk olurlar programa yoksa amaç tamamen duygusal* mı? diye düşündüren tv programıdır.
ne komiktir ki insanımız merak ediyor!
program tamamen bundan besleniyor; şu geriye saymalar; 10,9,8,7.....1
masalara kollektif uyum içinde vurmalar,
heyecanı körüklercesine rejiden verilen fon müziği,
kutuyu açtırmadan dakikalarca düşünme,
ön sıraya bardak gibi dizilmiş anne, baba, amca, yenge, enişte
sırasıyla hepsinin görüşünü alma; hepsi müneccimya bunların...
hamdi bey diye esrarengiz bir kılığa bürünen banka müdürü*
acun bey alınmasın ama azıcık kafası basan biri 'ne hissediyorsun, kutuda ne var' diye sormaz!
ne kadar aptalca geliyor kulağa; 'ne hissediyorsun, kutuda ne var'
yirmi otuz tane yan yana dizilmiş müneccimlerin önlerine birer kutu verilmiş, ortada programı sunan halk kahramanı, yanında da repliklerini önceden ezberlemiş başka bir müneccim...
... ... şaka gibi. biz de inandık!
ekmek parası işte; acun ılıcalı, reji ekibi, tv kanalı çalışanları, falan filan.
yeryüzünü hissettiği andır,
tanrının; bulutların üzerinde sakallı bir dede düşüncesinin kaybolduğu andır,
çimenlere uzanıp gökyüzündeki bulutların neden sürekli hareket ettiğini düşünmeyi bırakıp iş ilanlarına daldığı andır,
kısaca;
akşam olsada yatsak; sabah olsada geri uyansak, geri yatsak, geri uyansak... monotonluğunu yaşadığının farkına varmaktır.
özellikle ntv gibi ciddi bir televizyon kanalı imajı yakalamış bazı kanallarda; 'tartışma, kültür-sanat, popüler kültür...v.b.' formatlarında olduğu ileri sürülen, son zamanlarda oldukça yaygınlaşmış 'dedikodu' programlarından bir örnek. kelalaka dört kadın yanyana bardak gibi dizilmiş gelen konukla dedikodu yapıyorlar. aysun kayacı, müjde ar, diğerleri ve konuk hillary clinton... evet çok aptalca geliyor. salak saçma bir dedikodu programı sadece.
cem karaca, barış manço derken, geçtiğimiz hafta içinde kaybettiğimiz yusuf hayaloğlu anısına, an itibariyle şu anda disko kralı'nda anma gecesi yapılması ile akıllara gelen hadise...
kısaca bir reklam filmi deyip geçmek bu reklam için çok yazık olur.
'cumhuriyetimize sahip çıkalım' sloganının ön plana çıktığı ancak geri planında; günümüzde, türkiye cumhuriyet'ine sahiplenmiş, meydanlara çıkıp 'beni buraya milletim getirdi' diyerek avaz avaz bağıran, ben milletim, millet ben imalarını beyinlere işleyen recep tayyip erdoğan'ın padişahlığında hüküm sürdürdüğü partinin politikasına binaen, bir kadın sandığa yaklaşır, biraz daha yaklaşır, gözleri zarf deliği ile birleşir, ekranda yalnız kadının gözleri görünür, * bu karede çarşaflı bir kadın zihnimizde canlanır.
önümüzdeki 29 mart 2009 seçim sonuçlarının önemine, gelecekte türkiye'nin politik, siyasal anlamda nasıl bir kimlik kazanacağına zekice düşünülmüş güçlü bir gönderme yapar.
bir reklam filminin ötesinde politik bir düşünce yatıyor. belki de bu yüzden televizyonlarda yayınlanamadı.
bazılarını çöpe atarsak televizyonlar da haklı, devletin baştan sona tüm resmi kurumlarını ele geçiren akp, rtük'ü de ele geçirdi ne yazık ki!!!
bu reklam filminin altında yatan bir gerçek de, toplumun bilinçlenmesidir. şu an aklıma, bugün üniversitede işlediğimiz hukuk dersi geldi. derste hocamız, çevre 'bilinci', çevre 'tutumu' ve çevre 'duyarlılığı'ndan bahsetti. ve bu üç kavramı ele aldı: bilinç, tutum, duyarlılık. hepimiz yere çöp atmanın kötü olduğu 'bilincindeyiz' ama çoğumuz yere çöp atarız; bu da tutumumuzu gösterir. duyarlılık bu ikisinin bileşkesidir. davranışlarımız ne yazık ki bildiklerimizi yansıtmıyor. seçimler yaklaşırken cumhuriyet gazetesi böyle bir reklam filmi hazırlamış. iyi hoş ama ben zaten bilinçli bir toplum olduğumuzu düşünüyorum, en azından %50 miz, bilemedin %40 kanımca ama gün geçmiyorki sürekli azalıyoruz. aziz nesin 'türk milletinin %60 ı aptaldır derken sanırım türk milletinin davranışlarını ima etmişti. şimdi 29 martta seçimler var ve daha nice seçimler olacak türkiye'de. sonuç olarak bildiklerimizi yansıtan tutumlarımızı, o mührü elimize alıp bilmem ne partisine basmalıyız çünkü bize verilen tek vatandaşlık hakkı seçme hakkı. oyumuzu kullanalım!!!
böyle bir başlık gördükten sonra 'sanane' demesi muhtemel bir insandır.
yine senin, benim, onun gibi bir insandır.
bu başlığa girilebilecek, sadece tek sözcükten oluşan bir entry yeterlidir kanımca.
kısaca; 'insan'dır.
ezan okunurken müziği kapamayan insan
ramazan ayında öğle vakti dışarda hamburger yiyen insan
her cuma içkisini alıp partilere giden insan
çarşaflı kadınlara öcüymüş gibi bakan insan...v.b.
bunları yazarken, şu an bilmem kaç yüz insanın ifadesini görür gibi oldum. ifadeleriniz zihnimde canlanırken birer birer; hmmm 'zozi' de böyleymiş gibi bir his uyanıverdi içimde. biraz da shakespeare'den esinlenerek * inanmak ya da inanmak işte bütün mesele bu. insanlar çoğalıyor, 'insan'lar azalıyor. abartmayalım!
duman; rock müzik dinlemektir. konser performansları ile kendimizden geçmektir.
kaan, batuhan, ari, cengiz; grup üyeleri.
son stüdyo albümleri 'seni kendime sakladım'ın çıkışından yaklaşık 4 yıl geçti.
arada konser albümleri, bir best of albümü çıkardılar.
şimdilerde hayran kitlesi tarafından 18 mart'ta çıkması kesinleşen albümleri heyecanla beklenmektedir.
yeni web sitesi; (bkz: http://www.dumanlive.com)