türkiye toplumsal formasyonunun önemli grafik sanatçılarından olan mehmet ali türkmen'i (mat) bilenler bilir. yolları şu ana değin onunla kesişmeyenlere mat'i tanıtmak adına, blogumda yer alan ve tamamı 11 ara başlık ve 24 bibliyografik ve açıklayıcı not içeren çalışmamın üç bölümü ile 3 dipnotunu aşağıya alıyorum:
1***prologue / medhal : 'bundan ötesi.....'
çok beğendiğim ve yüksek bir sadakatle parmak izlerini, ayak izlerini ve tabii ki gri hücrelerinin işlerini takip ettiğim bir grafik sanatçısını, şimdiye değin yayımlanan 5 kitabı (ama en çok da son albümü olan therapia) üzerinden tanıtan bu metinle, doğrusu, sadece grafik sanatlarla ilgilenenleri hedeflemedim. onun yanı sıra, okunulan satırlar, felsefe (özellikle de onun fenomenoloji ve varoluşçuluk disiplinleri), psikiyatri, popüler kültür, koleksiyonerlik, kitabiyat, sinema, kozmoloji, edebiyat, çizgi roman evreni, payitaht'ın (âsitâne, der saadet) kültür haritası ve halîtası, kuramsal fizik, bilim kurgu.... gibi onlarca başka alt metin ve izleğin dolayımları üzerinden de kendisini var ederek, çok daha geniş bir okur kitlesi için cazibe merkezi olmayı arzulamaktadır (olası bir yanlış anlaşılmayı kestirmeden bloke etmek adına diyorum ki: 'eserin arzusu, müessirinkine, telifin beklentisi müellifinkine bitişiktir, ayrı ayrı var olamazlar, düşünemezler ve düşünülemezler).
metni(mi)n çok sayıda farklı disiplin üzerinden / içinden yürüyor oluşu, temelde, referanslar verdiğim müktesebatı oluşturan karikatür / desen / resimleri çok önemsiyor, (çok sayıda alt metni içermeleri bakımından) farklı bir eşikte değerlendiriyor ve beğeniyor oluşumla doğrudan alâkalıdır tabii ki. birlikte dillendirilmesi çoğunlukla alışılmışın, rutinin dışında olan antiteleri meczederken satırlarımda, sanatçıya gösterdiğim ihtimamın ayna simetrisi olan bir ihtimamı da esirgememiş oluyordum metnimden / okurumdan: okudum, araştırdım, düşündüm, tartıştım ve çokça ihtimam gösterip ehemmiyet verdim bu işe - ki, ortaya, hakkında konuştuğu külliyatı kelimenin hakiki manasıyla ve lâyığıyla kuşatabilen kapsamlı, özel ve sıra dışı bir metin çıkabilsin(0).
therapia'nın elime geçtiği 25 ocak 2021'de bu yazının taslağını çıkarmaya başlamıştım. 2021 ağustos'unun başında, nihayet tamamladım onu işte.
'uçurum gözlü ve bıyıkları beş okka o prusyalının tarzında ve kalitesinde, adeta gök gürültüsü kıvamındaki cümlelerle ve muhatabının suratına ve şuuruna kırbaç gibi şaklayarak inen satırlarla konuşamayacaksam şayet...' demiştim kendime ve devam etmiştim o mezkûr ocak itmam olur iken klavyenin başında, 'öyle bir yazı olsun ki bu, hiç olmazsa...okuyan desin şöyle: 'bundan ötesi, doktora tezi!'
2***beklemediğimiz darbe n'eder bize?
birçok bölümü, başlangıcında son derece güvenli, emniyetli, sakin, âsûde bir gelişme ve final vaat etmesine karşın, beklenmedik sahnelerle, şok edici gelişmelerle ve adeta ters köşe yapan finallerle seyircisini allak bullak eden bir dramatik kurguya evrilen tv serilerinin belleğimize kazınması ve popüler kültür kodlarını kökten değiştirmesi (alfred hitchcock presents, dizinin ilk bölümünün gösterildiği yıl: 1955 ve the twilight zone, dizinin ilk bölümünün gösterim yılı: 1959); kavurucu yaz sıcaklarının ultraviyole indeksini 10'un çok üzerine taşıdığı oldukça uzun bir sahili dolduran mahşeri kalabalığın, okyanusun serin sularında yaşadıkları konforlu ve keyifli anlarının, kopmuş kol ve bacaklardan fışkıran kanlarla kızarmış köpüklü dalgalarla birlikte, yerini görülmemiş bir korku ve dehşet kasırgasına terk etmesi (jaws, gösterime giriş yılı: 1975); adeta usta bir ressamın mahir fırça dokunuşlarıyla özene bezene çizdiği izlenimini uyandıran nefis bir pastoral manzaranın ortasından geçen bir yolda, insanı dingin bir ruh mood'una sokan bir klasik müzik parçasını dinlerken, beraberinde seviyeli şakalar yapmayı da ihmal etmeyerek, yelkenlilerini çeken lüks bir station model otomobille, hafta sonu tatili için, göl kenarındaki villalarına doğru ilerleyen anne, baba ve çocuklarından oluşan bir çekirdek üst-orta sınıf avrupalı ailenin, kendilerini uzaktan bile tanımayan, daha önce yollarının asla kesişmediği ve fakat hayatın, evren'in, insanlık vaziyetlerinin ve dünya hallerinin o gizemli ve o saçma sapan rastlantısallığıyla karşılarına çıkıveren, kendileri gibi üst orta sınıftan oldukları izlenimini uyandıran iyi görünümlü, 'bebek yüzlü', bembeyaz ve tertemiz giysili ve beyaz eldivenli iki genç tarafından, olmadık işkenceler sonucunda, katledilecekleri trajik ve absürt bir devam yoluna sürüklenmesi (funny games, michael haneke tarafından çekilen orijinalinin gösterime giriş yılı: 1997)(1); kanun kaçaklarını kovalayan şerifin, çatışmada aldığı yaralarla girdiği komadan, 'sakin ve emniyetli' kavramlarının, adeta, sözlüklerdeki mütekabili sayılabilecek bir yoğun bakım odasının sterilliğinde, güvenilirliğinde ve dinginliğinde uyandığında, dünya'nın artık bir pandemiyle mutasyona uğramış 'yaşayan ölüler'in hakimiyeti altında olduğunu ve medeniyet adına yarattığı her ne varsa, onun ezici çoğunluğunun, insanlığın ellerinden kayıp gittiğini, derin bir dehşet ve çaresizlik hissiyle, anlaması (the walking dead, sagayı başlatan ilk comics fasikülünün yayımlanış tarihi 2003) ve bu minvaldeki diğer pek çok üst kültür ve popüler kültür fenomeni, bize, bildiğimiz, sevdiğimiz, idealize edip her koşulda bağrına sığınmak istediğimiz güvenli ve sevimli (home sweet home kıvamındaki) ortamların aslında, bilinenin ve sanılanın aksine, çok da tekin olamayabileceklerini epeydir göstermekteydi zaten.
bir diğer deyişle, bu 'ters köşe olma' hallerimize, sağ gösteren rakibimizden aldığımız sol aparkatla yere serildiğimiz bu sürpriz abandone olma vaziyetlerimize karşı, belleğimizdeki onlara dair (adeta bir çeşit arketip niteliği kazanmış) onca alışkanlık ve ezberin sayesinde, hazırlıklı ve şerbetli olmamız beklenir, öyle değil mi? peki, verili durum gerçekten de böyle midir, gerçekten de bu gibi şok edici sürprizlere hazırlıklı mıyızdır acaba?!?
giriş cümlemde altını çizdiğim üzere, neredeyse 30 yıldır (verimi, işleri, asârı üzerinden) tanıyıp takip ve takdir ettiğim ve güvenilirlik acun'unundan >>> tekinsizlik evren'ine (belki sebep - sonuç / illiyet / causality ilişkisinin ve determinizm prensibinin iptal olduğu bir kuantum sıçramasıyla, belki de, zamanda yolculuğu mümkün kılan bir kozmik solucan deliği vasıtasıyla) ansızın geçiverilen o farklı dünyalara, değişik boyutlara ve alışılmışın dışındaki eşiklere referanslar veren mehmet ali türkmen'in (bundan böyle mat inisiyalleri ile belirtilecektir) kompozisyonlarının gravitasyon sahasına girdiğinizde, aslında durumun hiç de böyle olmadığını, bahse konu o kompozisyonların (özellikle de bazılarının) içerdikleri (ifrattan tefrite salınan pandül gibi) alâkasız insanlık durumları ve dünya halleri arasında yapılan ani sıçramalara / geçişlere / kaçışlara / intikallere karşı idrakimizin, benliğimizin, kişiliğimizin (ruhumuzun diye de okunulabilir) daima şaşırmaya ve şoke olmaya yazgılı olduğunu bütün çıplaklığıyla anlayıveriyoruz. bu 'radikal hakikat'i zihnimizin (yakın ve malûm ya da ırak ve meçhul, fark etmez) bir coğrafyasına kaydedelim (sabitleyelim, gömelim) derim, zîrâ, ilerleyen satırları hem önceleyecek, hem de domine edecektir bu argüman .
ezcümle, mat hakkında, yüzlerce karikatürü, deseni ve resmi üzerinde tek tek durarak ve tefekkür ederek eriştiğim sezgi, kanaat ve fikirlerden damıttığım okunulan satırları yazmaya soyunmamın en önemli nedeni, ilerleyen bölümlerde paylaşılacak olan diğerlerinin yanı sıra, işte bu, aralarında irtibat / iltisak / ilişki olması mümkün olmayan, hatta, düpedüz birbirinin zıttı olarak da tezahür edebilen, alâkasız insanlık hallerini ve dünya vaziyetlerini (paralel evrenler(2) diye de okunabilir), inşâ ettiği illüstratif solucan delikleri ve fikri ve (düşsel anlamında) fiktif kuantum sıçramalarıyla, birbirine bağlamayı başarmasıdır.
.....................................
.....................................
.....................................
10***epilogue / nihayet
bu uzun metni alabildiğine kısaltmak zorunda kalsam, şöyle derdim:
'memento vivere, memento mori (yaşadığını hatırla, öleceğini unutma)'; hayat beklemediklerinle, tekinsizliklerle örülü bir kanaviçe. o, üstelik, büyük ve korkunç bir uçuruma açılır sonunda, muhakkak ve mutlaka. bunları idrak et, kabul et; titre, şaşır, kork, coş, tedirgin ol, hayran ol, dehşete düş! bütün bunları yaparken de kozmos'daki (atomaltı partiküllerden galaksilere değin) her şeye ihtimam göster ki, görebil ihtimam. bu ahval ve şeraitte işte, carpe diem!
(0): yukarıdaki metnin anahtar kavramlarından olan ihtimam gibi, ehemmiyet, mühimme, ehem, mühim, mühimmat, himmet kavramları da, 'hmm' kökünden türetilmiştir arapçada. bu mecradaki diğer birçok metnim gibi bu da, hmm'den kopup gelen ihtimam, ehemmiyet ve mühimme ile yoğrulmamış olsaydı şayet, onun, tamamını okumamış olanların 'müellif bu telifini öylesine dağıtmış ki, toparlayıp anlamlı bir şekilde finalize etmesi neredeyse imkânsız!' merkezindeki olası zanları hakikatle mutabık olurdu. öte yandan, bir telifin kendisinden ve müellifinden, tam da şu anda okunulan satırlarda olduğu gibi, bu denli ısrarlı ve şeddeli şekilde, bahsetmesi, bir diğer deyişle, kendine kuvvetli referanslar vermesi, '1 - ikinci önerme yanlıştır; 2 - birinci önerme doğrudur.' argümantasyonunda olduğu gibi, kendi kendini besleyen bir paradoks içermesine yol açmaz belki, ama, bir şekilde 'kuyruğunu ısıran yılan' formundaki bir 'özbeslemeli döngüsel karakter'den de izler taşımasına neden olabilir. öte yandan, literature çalışan bir edebiyat kuramcısı, ya da, işine odaklanmış bir yazın eleştirmeni, veya, profan ya da uhrevi metinler şerh eden bir hermeneutikçi olmanıza hiç gerek yok, dikkatli bir okur olmanız halinde bile, bahsettiğim mahiyetteki metinlerden yola çıkarak, postmodern metnin işlevi sorunsalı etrafında sürdürülen (köklü ve hararetli) bir tartışmanın ateşine, ister istemez, odun taşırken bulabilirsiniz kendinizi. postmodern metni, metnin postmortem döneminin tezahürü olarak gören geniş bir okur kesimini irrite edebilecek (okunulan satırların özniteliklerinden olan) verili bu üslûbun, müellifin sadece içerikte değil, formda da risk alma kapasitesinin oldukça yukarılarda seyreden seviyesine işaret etmesi bakımından, önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum.
....................................
....................................
....................................
(22): bu bahis altında tartışılanları derinleştirmek adına okunabilecek eserlerden derlediğim kısa bir liste:
1-varoluşçu psikoterapi, irvin yalom; 2-bir psikiyatrisin anıları, irvin yalom; 3- varlık ve zaman, martin heidegger; 4- bir alman üstat heidegger, rudiger safranski; 5- husserl, david woodruff smith; 6- akılcılıktan varoluşçuluğa varoluşçular ve 19. yüzyıldaki kökenleri, robert c. solomon; 7- kierkegaard, alastair hannay; 8- varlık ve hiçlik, jean-paul sartre, 9- varoluşçuluk, richard appignanesi - oscar zarate, 10- varoluşçular kahvesi özgürlük, varoluş ve kayısı kokteylleri, sarah bakewell; 11- birlikte ve başka ı ve ıı, ahmet soysal.
(23): türkiye toplumsal formasyonu'nun önemli grafik sanatçılarından birine, ne ekşi sözlük'te, ne de katkı verdiğim diğer sözlük platformlarında ve milliyet blog'da yer verilmemişti. bu eksikliği seve seve giderdim.
iki değerli dostumun, Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun kaliteli entelektüelleri ve esaslı bibliyofillerdir, Facebook'da başlattıkları, sürecin bir yerinden sonra, bilimin bir 'Kutsal inek', râm edilecek bir put, tapılacak bir ilâh olup olmadığı konusuna evriliveren sohbetlerine, diğer birçok kişinin yanı sıra, ben de katıldım ve katkı verdim. Orada dillendirilenlerin bir kısmıyla bana ait olan argümantasyonların tamamını, önemlerine binaen (ilâveten de, son zamanlarda pek moda olan bir tabirle söyleyeyim: 'tarihe not düşmek adına') bloguma da dercetmenin faydalı ve anlamlı olacağını düşündüm.
Linkine 'dipnotlar ve bibliyografya' faslında(1) erişilebilecek olan mezkûr tartışmanın (yukarıda sohbet kavramını kullanmıştım; aslında birbirini bütünleyen antiteler bunlar) tamamını okumanın, işaret ettiğim bağlamdaki bir fikir mücadelesinin meraklılarına enteresan geleceğini, hatta bu kabil bir okumanın faydalı bile bulunabileceğini düşünüyorum doğrusu.
O mezkûr tartışmadan yaptığım seçkiye geçmeden önce, katılımcılarını, onlara nispet ettiğim mahlâslarla, takdim ediyorum:
- 'bir dost' : sohbeti başlatan o ilk paylaşımı yapan kişi,
- 'bir başka dost': 'bir dost'un paylaşımına yorum yapanlardan biri,
- 'bir katkı veren': 'bir dost'un yaklaşımını eleştiren bir katılımcı,
- 'bir dost daha': tartışmaya katkı veren bibliyofil bir dostum,
' 'bir dost': Yapay kornea "icat"eden, yani olmayanı mevcut olanlardan yaratan insan uygarlığı, 10 yıldır kör olan 78 yaşındaki bir adamın gözüne yapay kornea yerleştirerek adamın körlüğünü gidermiş.
Ne müthiş değil mi?
Devrim mi ? Al işte kocaman devrim...
Doğuştan ya da sonradan kör olan milyonlarca insanın gözleri açılacak, renklerin binbir çeşidini, ışığın binbir tonunu görecekler, kitap okuyacaklar, standart eğitim alacaklar, toplum içindeki engellilik durum ve statüsünden kurtulacaklar.
Toplumsal işbölümünde eşit olarak yer alacaklar. Ticarete, ekonomiye, eğitime, bilime, milli hasılaya, entelektüel toplumsal sermayeye ilh.. katkıda bulunacaklar, Ailelerin üzererinden kimbilir kaç ton maddi ve manevi yük kalkacak? Kendilerine özgürce iş, eş bulacaklar, aile kuracaklar, çoluk çocuğunu dünya gözüyle görüp sevecekler ? Ve akla gelen gelmeyen ne çok şey değişecek
Kimbilir kaç milyon kişi yararlanacak, dua edecek ?
Al sana devrimin daniskası.
Böyle haberleri görünce
Bir düğme ile aydınlandığı elektrik ampulünden, elindeki cep telefonununa, otomobilinden buzdolabına kadar kadar hayatının ayrılmaz parçası olan ama bunların geliştirilmesinde en küçük payı olmayan, bu bağlamda bugün insan uygarlığına olan katkısından bahsedilemeyecek olan bir ülkenin insanının bundan hiç rahatsızlık duymadığı, ama ırkından, milliyetinden, dininden bahisle kendi kendisine karşılaştırmalı üstünlük bahşettiği, dev aynasında gördüğü, böylece hiç bir şeyi sorgulamadığı,
üstüne üstlük insanlığa yapılan bu müthiş katkıları yapanlara dua edeceğine,
cahilleri düpedüz nefret söylemi olarak "gâvur" deyip ayrımcılık yapan,
eğitimlileri 12. Yüzyıla kadarki karşılaştırmalı üstünlükten dem vuranlar,
Ya da işçi sınıfının diktatörlüğünden, emperyalizmden bahsedenler aklıma geliyor...
Dış mihraklar, eyyy Avrupa, tek yol islam, tek yol devrim...
kahrolsun bağzı şeyler...
Falan filan.
- 'bir katkı veren': Uğur bey, Nasıl bir öfke bu yapay gözü malzeme yapıp yine biryerlere bağlandınız. Bari bir kere de ama bizde Çağ değiştirdik, hemde dünyanın en aydın isimlerinden bir komutanla deyin. Veya biraz Endülüs emevi, ve bugüne ulaşan ilimlerden dem vurun da içimiz aydınlansın. Bilim kutsanır ama zerre bir virüse de teslim olur. ilim başka bir dünya, başka kapılardır. Biraz da o kapıları aralasanız ya !
- 'bir dost': Size ancak yazdıklarımı zihin kapılarınızı açarak daha dikkatli okumanızı önerebilirim. Bir de ipucu: Olay 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde ve farklı bir coğrafyada geçiyor.
- 'bir katkı veren': Zihnimi ilim kapıları ile aydınlatıyorum.
BiLiM, / iLiMdeki ve mevcud da zaten mevcud gerçekleri farkedip araştırmak ve sırrına ermek için vardır. Einstain (O deha zekası ve zihni ile ve bu nedenle ) ;
" Bir kum tanesinin sırrını çözmeyi başarsaydık, bütün dünyanın sırrını öğrenmiş olurduk.'' dedi. Bugün o kum tanesinin sırrına BiLiM ile erebilirsek mevcud iLMiNE de vakıf olmuş olacağız. Bilmem anlatabildim mi ?
- 'bendeniz': Ayşe Hanım, EinstEin'ın külliyatından ingilizce ve Türkçe, ne bulduysam kıraat ettim. Üstadın müktesebatının ve telifinin basılmış ve kamuya açık olan kısmının tarafımdan tetkikinin itmamına pek az kaldı diyebilirim. israil devleti ve oradaki akademik yapılar tarafından korumaya alınan basılmamış özel notlarına ise, mâteessüf erişemedim, bunlar basılıncaya değin de erişebilme imkânım yoktur diye düşünüyorum. Durum böyle iken, ifade buyurduğunuz o merkezdeki bir Albert EinstEin beyanına hiç bir sahih kaynakta ne yazık ki şu ana değin tesadüf edebilmiş değilim. Lütfedip iktibas ettiğiniz ifadenin kaynağını da paylaşırsanız medyûn-ı şükranınız olurum efendim. Sağlıklı günler ve bâkî selâmlar...
- 'bir başka dost': Oysa insanlık, sıfırın bulunması ile ne de güzel başlamıştı işe. Yıllar yılları kovaladı, atom çağı vs derken milyonlar ultra modern silahlar ile öldürülmeye devam etti. Keşke sıfırın bulunduğu zamanda kalsalardı.. Konumuz bu değil farkındayım da, yine de bilim denen puta secde edemem.
- 'bir dost': Seyfettin yahu secde et diyen mi var? Takdir etmek yeterli. Sen de mi "eyyy Avrupa"
- 'bir başka dost': Uğur Güracar yazılı bi takdirname göndereceğim (2)
- 'bir dost': Seyfettin Ünlü Karl Popper'dan önceydi o bilimin kutsallığı falan. Neredeyse 100 yıl oldu kutsallık mutsallık kalmadı. Bilim ölçülen, gözlemlenen, yanlışlanabilen bir şey.
- 'bir başka dost': Uğur Güracar anthony standen'de onu diyor zaten de..
- 'bir dost daha': Seyfettin Ünlü doğası gereği yanlışlanabilen bir şey nasıl put olabilir ki?
- 'bir başka dost': Murat Can Mutlu yanlışlanana dek, başka bir puta evrilmeden yani
- 'bendeniz': iki münevver dostumun muhaveresine destursuz girmediğimi umarak katkı yapmaya çalışacağım: inanca müteallik olguların inanlıları, devraldıkları canonique mirasın sadece yanlışlanması teşebbüslerine değil, yanlışlanmasının teklif dahi edilmesine aşırı sert tepkiler verir. Öyle ki, bu tepkiler, canonique varlıklarına karşı mezkûr tutumları alanları yok etmeye kadar varır.
Bu dün böyleydi, bugün de böyledir. Yarın ne olacağını ise, kelimenin en hakiki manasıyla God knows!
Öte yandan, 'bilime inananlar'ın şu ana değin, 'inanmayanları' tehcire zorladıkları, engizisyon işkencelerine maruz bıraktıkları ya da öldürdükleri henüz görülmemiştir, öyle değil mi.
Bu bakımdan muhterem dostlar, bilimin bir inanç sistemi ve bir örgütlü / ya da örgütsüz din olduğu tam manasıyla koca bir safsatadır, tam bir insanı salaklaştırma operasyonu enstrümanıdır, post-modernizmin, ancak hunili cinsten delilere yakışacak olan bir zırvalığıdır, anlayacağınız bu perspektif, ne bir eksik, ne bir fazla, 'totally bullshit'tir.
Bütün bu 'bilim dindir, yeni puttur' zırvalıklarının hiç kuşkusuz vardır bir maksadı. O da, hiç kuşkusuz, bilime olan güveni yok ederek, insanlığı bilimin imkânlarından yoksun bırakmak ve bu suretle de (bir yıldan fazla bir zamandır yaşadığımız pandemi sürecinde olduğu üzere) bir çare arayışında olduğunda, onu bilim dışı sahalara mahkûm etmektir.
inanın bana mon camarades, istimal ettiğim lâkırdı, safahatına şahit olduğunuz argümantasyon silsilesi nihayetinde serimlediğim hipotez ve sürecin nihayetinde vardığım bahse konu hükm, 55 yıldır yaptığım bilim okumalarından temellük ettiğim en önemli kazanımlardandır.
Muradımı özetleyen ve uluslararası entelektüel arenada çok yüksek kredibilitesi olan iki yapıt Post-modern zırvalıkların bilime ettikleri ihanetin ipliğini pazara çıkarmak hususunda fevkalâde başarılı olmuştur:
1 - Son Moda Saçmalıklar - Postmodern Aydınların Bilimi Kötüye Kullanmaları, Alan Sokol - Jean Bricmont; ve bu eserin devamı mahiyetinde olan
2 - 'Şakanın Ardından - Postmodernizmin Bilimsel, Felsefi ve Kültürel Eleştirisi, Alan Sokol(3), (4).
Okumuş olma ihtimalinizin yüksek olduğunu düşündüğüm eserleri eskaza ıskalamış iseniz muhterem efendim, onları okumanızda naçizane musrırım.
Ezcümle - epilogue - nihayet - exeunt omnes: Anthony Standon halt etmiştir, hem de en vahiminden olmak kaydıyla. Zirâ, bilim bir kutsal inek değildir, bilim kutsala dair hiçbir şey değildir, bilim, yanlışlanmaya açık hipotezlerin hayat / deney / olgu ile doğrulanmadığında terk edilip, yerine yenilerinin teklif edildiği, metodik şüphenin esas olduğu bitimsiz, sonsuz bir süreçtir,
quod erat demonstrandum
- 'bir başka dost': Ziyaver Şencan sorun burada değil ki üstad. Sorun "bilim var , geri kaldınız " yaklaşıminda . Engizisyon ise devlet denen aygıtla yürüdü hep. Tabi hepsi çook uzun hikâye. Ikna olmaya gerek yok.
- 'bendeniz': Seyfettin Hocam, Bilim Kutsal Bir inektir'i okuyalı tam 30 yıl oldu. Çıdam Yayınlarından çıkan ilk baskısıydı ve her satırının altını çizerek, yazarıyla adeta korakor tartışa tartışa ve çarpışa çarpışa okumuş, epeyce de etkisinde kalmıştım.
Hemen ardından, taş çatlasa bir yıl kadar sonra, kuramsal fizikçi akademisyen bir dostumun önerisiyle, aslında epeydir başlamayı düşündüğüm Karl R. Popper külliyatına daldım bodoslama. Takip eden 10 yıl boyunca ne bulduysam okudum üstadın yazdığı.
Bilim tarihi, bilim felsefesi ve bilim sosyolojisi ile ilgili okumalarım sonunda Anthony Standen, Paul Fayrabend ve Thomas Kuhn'dan çok şeyler öğrenmeme karşın, mon camarade'ımın Popper olduğunu anlamıştım: o benim adeta ruh ikizim, fikirdaşımdı.
Senin 'bilim putunun karşısında eğilmem' ifadenin altını imzalarım ve Standen'ın fikirlerine bu bağlamda iştirak de ederim; lâkin, onun mezkûr eserini yayımladığı 1950'den yana köprülerin altından öyle çok su aktı ki. Her şeyden önce ortodoks pozitivizm geriledi; bununla birlikte Viyana Çevresi / Viyana Circle, Anglo-Sakson ampirizmi ve Analitik Felsefe ekoleri büyük ölçüde kan kaybetti ve popülarite yitirdi. Termo-nükleer silahlar ve toplama kampları gibi ileri teknolojiyle mücehhez yüksek düzeyde örgütlenmiş kötülüğün insanlığa nasıl büyük zararlar vereceği idrak edildi. Ve en önemlisi de; bilimi sorgulanamaz bir yere taşıyarak mutlaklaştıran, bu yolla da ondan modern bir ilâh yaratan bahsettiğim düşünce ekollerinin karşısına Poppercı bilim felsefesi yaklaşımı dikildi.
işte bu yüzden de an itibarıyla ilâhlaştırılarak tapılan bir bilim antitesi nâ-mevcuttur.
Anlayacağın dostum, korkacak bir şey yok, referans gösterdiğin eser 70 yıl öncesine ait eskimiş bir zihni idman teşebbüsü derekesindedir artık.
Ezcümle: bütün bu saydığım gelişmelere karşın, birileri halâ bir yerlerde bilimi sorgulanamaz kılıyor, bilimsel iddiaları mutlaklaştırıp onları ilâh mertebesine terfi ettiriyor ve tapıyor ve insanlıktan da benzer bir tutumu bekliyorsa şayet, merak etme, seninle birlikteyim, popperyen külliyattan aldığım kuvvetle o münafıklara karşı kutsal bir mücadeleye girmeye hazırım. Sağlıklı günlerde görüşmek ümidiyle, bâkî selâmlar...'
(2): Bilim Kutsal bir inektir, Anthony Standen, Çeviren: Burçak Dağıstanlı, Çıdam Yayınları, istanbul, 1990, 203 sayfa.
(3): Son Moda Saçmalıklar - Postmodern Aydınların Bilimi Kötüye Kullanmaları, Alan Sokol - Jean Bricmont; çevirenler: Mehmet Baydur & Ongun Onaran, iletişim Yayınları, istanbul, 2002, 321 sayfa.
(4) : 'Şakanın Ardından - Postmodernizmin Bilimsel, Felsefi ve Kültürel Eleştirisi, Alan Sokol, çeviren: Gülsima Eryılmaz, Alfa Yayınları, istanbul, 2011, 530 sayfa.
Bir tivit okudum ve olaylar gelişti.
Giriş cümlesini, Orhan Pamuk'un kült kurmacası Yeni Hayat'ın ilk cümlesine nazire olarak yazdığımı gören edebi oyunlar meraklısı okur, onu niçin 'Bir gün bir tivit okudum ve bütün hayatım değişti' şeklinde kurmamış olduğumu da sorgulamıştır diye düşünüyorum.
Öyle yapmadım, zirâ, o denli abartılabilecek, duygu durumlarıyla düşünme pratiklerinin uçlarında deneyimlenen dramatik bir antite değildi o tivite muhatap olmamın akabinde yaşadığım / eylediğim süreç. Lâkin, mezkûr tivitin beni kapsamlı bir okuma - araştırma - düşünme - yazma faaliyetine teşvik ettiği (mecbur ettiğini desem daha uygun olurdu sanırım) ve nihayetinde de bu metnin oluşmasının pimini çektiği de inkâr edemeyeceğim bir vakıadır.
Columbia Üniversitesi'nde Klasik islâmik Arap Tıbbı, Grek - Arap Filolojisi ve Klasik islâmik Çalışmalar alanlarında öğretim üyesi olan Profesör Elaine van Dalen'ın, ibn Sînâ (ibn-i Sînâ)'nın 13. asır - 17. asır dönemine damga vuran medikal kanonu 'Canonis Medicinae (el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb / القانون في الطب)'nin Arapça ilk baskısı hakkındaki (dipnotlar bahsinde linkini verdiğim) Twitter paylaşımından bahsediyorum(i). Bahse konu tivite muhatap olduktan sonra, şu soruların cevabını aramaya başladım:
***Profesör Doktor Esin Kâhya tarafından eksiksiz olarak dilimize kazandırılan Türkçe edisyonu 6 cilt ve 3,422 sayfaya baliğ olan eserin söz konusu Arapça baskısı tam metin midir, yoksa el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb'ın sadece bir kısmını mı içermektedir?
***Kitabın kapağında yer alan ''Kütübü kanuni tıp. Bazı telifleriyle birlikte ilmi mantık, ilmi tabii (ilmi tabiye) ve ilmi kelam" ifadesi, mezkûr baskının, sadece el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb'ı değil, ('kütüb / kitaplar' kavramından hareketle) ibn Sînâ'nın tababet alanındaki birden çok metnini hâvî olduğuna mı işaret etmektedir?
***Kezâ, ifadenin devamından hareketle, söz konusu çevirinin, Üstad'ın kelâm, mantık, felsefe, metafizik ve fizik gibi tıb ve eczacılık haricindeki disiplinlere dair görüşlerini de içerdiğine hükmedebilir miyiz?
***Eğer böyle ise, mercek altına aldığım çeviri için 'ibn Sînâ'nın oldukça geniş bir entervale yayılmış olan müktesebatının çeşitli branşlarına ait katkı ve görüşlerinin özet bir koleksiyonudur' denilebilir mi?
Bir tividin zihnime perçinlediği sezgilerin muharrik etkeni / ateşleyicisi olduğu zikrettiğim bu soruların peşinde gerçekleştirdiğim cehdin nihayetinde, bir taraftan içerisinde ilerlenilen bu satırlar neşv ü nemâ bulurken, öte yandan da yukarıdaki sorular bazı başka soruları da bilinç alanıma taşıdılar ve beni konuyla az ya da çok alâkalı çok sayıda tâlî patikada ilerlemek ve keşifler yapmak durumunda bıraktılar. Bu metin daha çok o yan yollarda yaşadıklarımla irtibatlı ve iltisaklı oldu(ii).
Ve fakat, bahse konu soruları cevaplamadan önce, ibn Sînâ'nın hayatına, müktesebatına, tesirlerine dair bazı detayların da altını çizmekte fayda var diye düşünüyorum. Öte yandan, ilerleyen bölümlerde dillendireceğim bahse konu antitelerin, başta TDV islâm Ansiklopedisi olmak üzere, referans verdiğim kaynaklardaki bilgilerin, klasik nakil tekniğiyle yapılmış birebir tekrarı - klonu - replikası olmayacağını söylemeliyim. Bu metnin iddialarının muhkem kılınması adına onun gövdesine gömülmüş, temel ya da tâlî savlarını desteklemek için mimarisine eklemlenmiş olan bazı malûmatın ise, bir kısım okur tarafından unconventional - spekülatif - provokatif - irritative olarak değerlendirilmesi mümkündür. Mahiyetinin bu unsurları bakımından bu deneme, bibliyografyasında yer alan (Burchard Brenties - Sonja Brenties'in müellifleri oldukları eser hariç) kaynaklara hâkim olan resmi tarih tezlerinden ve ana akım kültürel kodlardan ayrışmaktadır. Bu da bana göre onu öne çıkaran orijinalitesidir, topoğrafyasının tezahür ettiği 'uzay-zaman sürekliliği'dir.
1 - Hipokrat, Galen, Avicenna
ibn-i Sina (Abū ʿAlī al-Ḥusayn ibn ʿAbd Allāh ibn Al-Hasan ibn Ali ibn Sīnā; 370/980 (981) Buhara - 428/1037, Hamedan) sadece islâm aleminin değil, bütün insanlık camiasının en yaratıcı ve üretken beyinlerinden birisidir. iştigal - meşguliyet sahaları saymakla bitmez. Bunların en bârîz olan ve öne çıkanları: tababet, eczacılık, fizik, metafizik, felsefe, ahlâk felsefesi, psikoloji, mantık, astronomi, müzik, hendese ve ilm-i hesap gibi branşlarının toplamı olarak riyaziye, kelâm ve teolojidir. Bu metnin oluşturulmasında çok faydalandığım (yukarıda da referans verdiğim) TDV islâm Ansiklopedisi'nin ibn Sînâ maddesinin başına, onu çok iyi karakterize eden ve düşünme tarihindeki yerini, ağırlığını ve önemini çok iyi özetleyen şu tespit kırmızı hurufatla manşet olarak yerleştirilmiştir: 'islâm Meşşâî okulunun en büyük sistemci filozofu, Ortaçağ tıbbının önde gelen temsilcisi'
Yeri gelmişken, altını çizmekte fayda görüyorum: 1999 - 2010 periyodunda yazı kurulunda olduğum Hedef Sağlık Dergisi'ndeki 'Sektöre Kanat Gerenler' başlıklı yazı dizim çerçevesinde, 2008 başlarında okuruyla buluşan, bir ibn-i Sîna etüdü yapmış idim. Mezkûr metnimi, bu blogun 'bibliyografya ve dipnotlar' faslında paylaştığım kaynakları kullanarak - okuyarak inşâ etmiş idim. Toplamda 3,000 sayfaya erişen okumalar nihayetinde yaptığım bu biyografik çalışmanın, bahse konu kaynaklara erişme ve/veya onları okuma noktasında (zamanının olmaması, uzun metinlere muhatap olduğunda odaklanma problemi yaşaması vb. gibi) bazı problemlere dûçâr olan konunun potansiyel meraklıları için, güvenilir bir komprime kaynak ve alternatif bir özet bilgilenme fırsatı olduğunu düşünüyorum(iii). Pek tabii ki mezkûr metin, zikrettiğim kaynaklarla mukayese edilemeyecek denli mütevazi bir gayrettir. Paylaştığım kaynaklar, meselâ, TDV islâm Ansiklopedisi'ndeki o mükemmel biyografi, söz konusu olduğunda, o metnimin esamesi dahi okunmaz. Bir diğer deyişle o, bibliyografyadaki diğer kaynakların ancak (tavşanın suyunun suyunun suyu... misali), özetinin özetinin özetidir. Dedim gibi, bahsettiğim kaynaklara erişim sorunu yaşanıyorsa, şahsın okumakla arası iyi değilse, yânî, uzun ve savlı metinlere muhatap olduğunda konsantrasyon problemi yaşıyor ya da sıkılıyorsa; lâkin, bütün bunlara karşın, ibn Sînâ hakkında da özet - komprime - hap - konsantre nitelikte de olsa, bilgi sahibi olmak istiyorsa, işte, esas olarak bu gibi hallerde bahse konu özet metin fonksiyonel ve faydalı olacaktır.
ibn-i Sîna'nın insanlık aleminin fikir hayatında, özellikle de tababet ve eczacılık sahalarında ne derece önemli bir sîmâ, ne kadar merkezi bir figür olduğunu kanıtlayan Orta Çağa ait aşağıdaki gravür, konuya dair yüzlerce sayfa dolusu metne bedeldir doğrusu. Bahse konu gravürde ibn-i Sîna, 'Batı Tıbbın ve eczacılığı'nın kurucu babaları sayılan Hipokrat (460, Ελλάδα / Yunanistan, Kos / istanköy - 370, Ελλάδα / Yunanistan, Larissa) ve Galen'in (129, Bergama - 216, meçhûl) ortasına yerleştirilmiş, başına da bir taç konulmuştur. Bu suretle de onun tababet ve eczacılık sahalarındaki merkezi ehemmiyet ve ağırlığına, yüksek düzeyde sembolizma içeren bir yaklaşımla, işaret edilmiştir(iv). Bu resim esasen, ibn-i Sîna'ya 'Tıbbın hükümdarı', 'Hekimlerin Kralı', 'Büyük Üstat' diyen Batılı bakış açısının pitoresk bir ifadesi, grafik bir özeti gibidir(v).
Aşağıdaki gravürde ise ibn-i Sîna Tıbbın ana gövdesi, Hipokrat (kâdîm islâm düşüncesinde Bukrat diye anılır idi) sağ, Câlînûs (islâm Medeniyet Havzası'nda Galen böyle çağrılırdı) ise sol kolu olarak resmedilmiştir. TDV islâm Ansiklopedisi'nden iktibas ettiğim görsel 17. asra ait olup 'Habit de Medecine' başlıklıdır(vi). Bu görsel de, yukarıdaki gravür gibi, ibn'-i Sîna'nın Batı'nın fikir dünyasındaki önemine işaret eden sayısız örnekten sadece birisidir. TDV islâm Ansiklopedisi'nin (bu metinde sık sık kendisine gönderme yaptığım) ibn-i Sîna maddesinde yer alan (metnin sağ tarafında yukarıdan aşağıya doğru akan) renkli ve siyah - beyaz (yukarıdaki gravürün de arasında olduğu) 23 görsel, onun hayatına, ilmine, dönemine, kariyerine, mirasına ve tesirlerine dair zengin bir görsel boyut - algılama - anlamlandırma - kavrayış sağlamaktadır izleyicisine, okuyucusuna(vii).
Yukarıdaki gravürlerin gösterdiği üzere, Batı Dünyasında Avicenna diye mâruf ve meşhur olan ibni Sina'nın asırlar boyunca hem Doğuda ve hem de Batıda kanonik (kural koyan, gündemi belirleyen, rehber addedilen...) ders kitabı olarak okutulan El-Kânûn fi't-Tıbb (Tıpta Kanun) kitabının, 13. -17. asırlar arasında yapılmış, Latince 10 çevirisi mevcuttur. Bu eserin asırlar boyunca istinsah edilen çok sayıdaki yazma nüshalarından günümüze kalanlar Dünyanın çeşitli arşivlerinde muhafaza edilmekte ve araştırmacılara hizmet etmektedir. Eserin Arapça ilk baskısı ise 1593'de Roma'da yapılmıştır. Bu blogun girişinde görselini paylaştığım kitap işte bu ilk baskı edisyondandır. Yanındaki ibn-i Sîna portresine gelince, bu ikononik illüstrasyonun, ihtiva ettiği sembolizmasının aksine, temsil değeri - hakikatle mutabakatı - konusunda ciddi şüphelere sahibim. Bir diğer deyişle, üstadın gerçek görünümünün, bu illüstrasyonun iddia, imâ ve nispet ettiğinden farklı olma olasılığının da masada olduğunu düşünenlerdenim. ibn Sînâ'yla âdeta özdeşleşen bir başka ikonik illüstrasyona gelince, hem onu, hem de onun kısa bir açıklamasını dipnotlar ve meraklısı için ileri okumalar başlığı altında bulabilirsiniz(viii).
2 - Canonis Medicinae
Bu metin için çalışırken eriştiğim kaynaklara göre, ibn-i Sîna'nın El-Kanun fi't-Tıb'bının bahse konu baskının künye sayfasında şu bilgiler yer almakta:
'Avicenna, Libri V. canonis medicinae Abu Ali principis filii Sinae, alias corrupt. Avicennae quibus additi sunt in fine physicae et metaphysicae Arabice nunc primum impressi, Roma 1593.
Anlayacağınız, Arapça eserin sadece kapağında değil, künye sayfasında da Latince izahat bulunmakta.
Araştırma yaparken kullandığımız temel vasat / medium haline gelen internet'in sunduğu imkânlar ve fırsatlar dünyası gerçekten de ucu bucağı olmayan bir ummanı andırmakta. 1593 baskı çok nadir bir eserin metnine erişmek için 'pre-internet süreci'nde, ülke ülke, kütüphane kütüphane, arşiv arşiv, üniversite üniversite, manastır manastır, sahaf sahaf, enstitü enstitü dolaşmamız gerekiyordu. Şimdilerde ise aradığımız (her şey olmasa da çok şey) parmaklarımızın ucunda, o popüler metaforik ifadeyle, bir tık uzakta artık. Ne yazık ki, El-Kanun fi't-Tıb'ın şu dipnotta paylaştığım link üzerinden pdf'ine (mezkûr link onu içermesine karşın) erişmeyi ve ortaya çıkan sayfaları tetkik etmeyi beceremedim(ix). Bunu yapabilmiş olsaydım, eser hakkında daha ayrıntılı konuşabilecektim. Bu satırların muhatapları bunu gerçekleştirdiklerinde, bu blogun altındaki yorumlar kısmına bunu nasıl yaptıklarının algoritmasını paylaşırlarsa, çok sevinirim. Böyle bir paylaşımı kuvvetli bir şekilde hayata geçiren Facebook'taki izleyenlerime şükranlarımı sunuyorum(x).
3 - Litera ve TTK yayınları
Litera Yayınları fevkalâde hayırlı bir işe girişerek ibni Sina külliyatını basmaya başlamış ve bu alanda da büyük ölçüde mesafe kat etmiş idi. Öte yandan, bu kitapların bazılarının baskısı tükenmiş durumda. Bunların yeni baskılarının en kısa zamanda yayınevinin programına alınması, sadece bir yayımcının ticari aksiyonu değil, ülkemiz kültür hayatında önemli bir gereksinimi karşılamak adına atılmış bir adım olarak değerlendirilmelidir(xi). Tam da burada, insanlık aleminin bu büyük evlâdıyla ilgili olarak Türk Tarih Kurumu'nun (TTK) - armağan kitap / mélange tarzında - bastığı iki abidevi eserden bahsetmemiz faydalıdır ve elzemdir.
1 - 'Büyük Türk Filozof ve Tıb Üstadı ibni Sina, şahsiyeti ve eserleri hakkında tetkikler, 900.üncü ölüm yıldönümü armağanı'': ilk tâbî 1937'de istanbul'da yapılan eser 9 farklı matbaada basılmış ve sayfa sayıları 4 ila 88 arasında değişen 23 ayrı çalışmanın tek cilt birlikteliğinde toplanmasıyla oluşmuştur ve toplam tirajı da 1,500 nüshadır. Bunlardan 100 tanesi özel baskı olup satış dışı tutulmuş ve dönemin devlet ricaline dağıtılmıştır. ibn-i Sîna'nın ölümünün 900. yıldönümü olan 1937'ye yetiştirilebilmesi için hazırlıklarına yıllar önce başlanan eser başta Cumhur Reisi Atatürk, Başvekil ismet inönü ve Maarif Vekili Saffet Arıkan olmak üzere, dönemin devlet ricalinin oluşturulma sürecine nezaret ettikleri sıra dışı bir başyapıttır. Geniş bir yerli ve yabancı ilim insanları ve akademya mensupları heyetinin teliflerinden oluşan armağan kitap, baskısının kalitesiyle de göz doldurmaktadır. Eserin, döneminin cildindeki (popüler edisyon denilen 1,400'lük kısmına ait olan) yüksek kondisyonlu bir nüshası, şu aktüel uğrakta, sahaflarda ve müzayedelerde 600 - 800 Lira aralığında bir ederle el değiştirebilmektedir. Bu edisyondan 3 nüsha, bu satırları yazarken, Nadir Kitap'ta satıştaydı. Bunlardan kondisyonu en iyi olan nüshaya satıcısının biçtiği eder 500 Liradır; nadir eserlerin ilk baskılarını koleksiyonuna, arşivine katmak isteyenlere duyurulur. Mezkûr eserin devlet ricaline dağıtılmak üzere 100 adet yapılan ful deri ciltli, altın varaklı, kapak içleri orijinal - ıslak ebrulu, her şeyiyle çok özenli ve çok özel edisyonu uzun süredir ne sahaflarda ve ne de müzayedelerde görülememektedir. Bu edisyonun muhammen ederi ise 2,000 - 3,000 Lira aralığındadır. TTK bu önemli ve çok nadir eserin 2000'lerde yeni baskısını yaptı. Meraklısı, TTK sitesinden ya da Nadir Kitap platformundan 50 - 60 Lira civarında bir bedelle edinebilir bu önemli kaynak eserin yeni baskısını(xii).
2 - ibn Sînâ doğumunun bininci yıl armağanı: ilk olarak 1984'de tâb edilen eserin söz konusu baskısı, üstelik oldukça makul fiyatlarla olmak kaydıyla, Nadir Kitap platformunda ve sahaflarda bulunabilmektedir. TTK, bu armağan kitabın da, yukarıdaki kitapta olduğu gibi, yeni baskılarını 2000'li yıllarda yapmıştır. Bu yüzden de, isteyen yeni baskısını, isteyen de ilk baskısını temin etmekte zorluk çekmemektedir. Burada enteresan olan husus, - kitap kurtlarının gözdesi, hatta bazı durumlarda da 'arzu nesnesi' olabilen ve tam da 'şömine üzeri'ne yakışacak nitelikte - nadirattan bir ilk baskının birçok nüshasının yeni baskılarından daha hesaplı ederlerle satışa sunulmasıdır(xiii), (xiv). Bu önemli armağan kitabın editörü / derleyicisi Ordinaryüs Profesör Doktor, PhD. Aydın Sayılı'dır. Ülkemizin kültür, bilim ve eğitim alanlarında çok önemli bir sîmâ olan Aydın Sayılı, bizzat Atatürk tarafından takdir edilmiş ve yurt dışına eğitime gönderilmiştir. Sadece Türkiye'nin değil, Dünya'nın da ilk Bilim Tarihi Doktoru olan Aydın Sayılı'nın biyografisine, müktesebatının önemine binaen, dipnotlar kısmında yer verilmiştir. Bu bahsi bir sitemle kapatıyorum: karar vericilerin yerinde şayet ben olsa idim, Aydın Sayılı'nın resminin olduğu banknot 5 Lira değil, hiç olmazsa 50 Lira olurdu. (xv).
4 - TDV teşekkürü hak ediyor
Türkiye Diyanet Vakfı'nın yayınladığı 46 ciltlik islâm Ansiklopedisi, bu topraklarda üretilmiş en kaliteli, en kapsamlı, en derinlikli, en özgün telif ansiklopedidir. Şimdiye değin dünyanın onlarca dilinde yayınlanmış olması gereken bu önemli külliyatın, henüz belli başlı dillere çevrilmemiş olması, bir taraftan Dünya'ın ilgisizliğiyle, öte yandan da daha çok yayıncı kuruluşun bu doğrultuda yapması gerenleri yeterince yapmamış olmasıyla açıklanabilir diye düşünüyorum. islâm Medeniyet Havzasına dair diğer pek çok konuda olduğu gibi, ibn-i Sîna ile ilgili olan (yazının önceki bölümlerinde görsel galerisi nedeniyle link verdiğim ibn-i Sîna biyografisi başta olmak üzere) çeşitli maddeleriyle de bu külliyat, konuya dair ileri okuma ve araştırma yapmak isteyenler için, vazgeçilemez mahiyette bir kaynaktır.
Bu metni, mezkûr eseri hak ettiği üzere, yabancı dillere kazandıramamış olduğu için az önce eleştirdiğim Türkiye Diyanet Vakfı'na, şimdi de can-ı yürekten ve de kucak dolusu teşekkürler ediyorum. Bu sitayişimin, bu pozitif nümayişimin sebebi, bahse konu kurumun mezkûr ansiklopediyi hem pdf, hem de orijinal sayfa düzenlerini aynen yansıtan tarama usulüyle internette bilâ-bedel paylaşmasıdır. Hem çok kaliteli bir yayımcılık ve kültür aksiyonuna imza attıkları, hem de bunu meccanen insanlıkla paylaştıkları için Diyanet Vakfı, okuyan, araştıran, sorgulayan, yeni terkiplere - orijinal sentezlere - aktüel çözümlere erişmeye çalışan (aralarında bu satırların hakir müellifinin de olduğu) herkesin gönlüne taht kurmuştur vesselâm. Katkı verenlerin ellerine, emeğine, yüreğine sağlık.
5 - tarih - mitoloji - ideoloji; ya da, mesele hiç de söylendiği gibi olmayabilir!
Tarihi gerçekler, ana akım bilimin ve hakim kültürel kodların vaz'ettiklerinden farklı, hatta onlarla taban tabana ters olabilir. Gündelik politik ihtiyaçlar ve aktüel sosyolojik zaruretler, tarih denilen anlatının bazı bahislerinin kimi yorumlarını öylesine gerçeklikten koparır ki, onların esasen mitoloji disiplinine ait olan normlarla şekillendiğine ikna olmamız işten bile değildir. ibn Sînâ bahsinde de, işaret ettiğim bu 'hakikat deformasyonu'na, bu 'gerçeklik inşâsı'na verilebilecek karakteristik örnekler mevcuttur. işte onlardan bazıları:
*) ibn Sînâ'ya Avicenna, ibn Rüşd'e ise Averroes diyor Batılılar. Niçin orjinal isimlerini zikretmiyorlar? 'Ne var bunda, bu yazıda sen islâm aleminde Galen'in Calînûs, Hipokrat'ın ise Bukrat diye anıldığını yazmamış mıydın?' Evet yazdım, ama aynı şey değil bunlar. Biz söz konusu eşhası orijinal isimleriyle de anmaktayız. Hele de modern zamanlarda eski anma şekli terk edilmiş, Calînûs ve Bukrat adlandırmalarından neredeyse vaz geçilmiştir. Oysa Batılılar mezkûr islâm alimlerini halâ da - büyük ölçüde - orijinal isimleriyle anmamaktadır. Bu, Edward W. Said'in işaret ettiği üzere, oryantalist bir zihniyetin tezahürü müdür, yoksa, dilin dönmemesinden - telâffuz edememekten - rahatça diyememekten kaynaklanan ve arkasında da başka bir düşüncenin - plânın - amacın olmadığı basit bir adaptasyon eylemi midir? Doğrusu ben buna bir türlü karar veremedim. Bu noktadaki hükümlerinizi, yorumlarınızı, görüşlerinizi merak ediyorum; onları yorumlar kısmında paylaşırsanız çok makbule geçer, bilesiniz muhterem kârîm(xv). isim koymak, adlandırmak en önemli iktidar yöntemlerinden biridir. Yukarıda mercek altına aldığım problematiği 'vahim bir mesele' olarak görmem ve dillendirmem bundandır.
*) ibn Sînâ Türk müdür? ibn Sînâ'nın Türk olduğunu iddia ederiz ezelden beri. Bu metnin ortaya çıkmasında faydalandığım temel kaynaklardan birinin ismi, hatırlanacağı üzere 'Büyük Türk Filozof ve Tıb Üstadı ibni Sina, şahsiyeti ve eserleri hakkında tetkikler, 900.üncü ölüm yıldönümü armağanı' idi. Milli mensubiyet, Fransız ihtilâli sonrasında, 18. asrın son yıllarıyla 19. asrın başlarında, Napoléon Bonaparte'ın biçimlendirdiği Dünya'da, güçlenen burjuva sınıfının teorisyen ve ideologları tarafından icat edilen bir sosyolojik normdur. Bu bakımdan, ibn Sînâ gibi tarihi aktörlerin milli mensubiyetlerinden ziyade, hangi dilin kültür kozmosu içinde yaşadıkları ve ürettiklerini tartışmak esas alınmalıdır. Bilindiği üzere ibni Sînâ bilimsel eserlerini, bilimin bütün disiplinlerinde döneminin 'Lingua Franca'sı sayılan Arapça yazmıştır, bu bakımdan da o Arap dilinin domine ettiği kültür dairesinin bir mensubudur. Genç Cumhuriyet rejiminin bir millet inşâsı sırasında başvurduğu bu propagandif yöntemin, 21 asrın ilk çeyreğinin tamamlanmak üzere olduğu şu aktüel uğrakta, artık terk edilmesinde fayda vardır. Bir diğer deyişle, millet, ulus gibi kavramların esamesinin bile okunmadığı, aslolanın aile, kabile, kavim olduğu bir tarihsel dönemde yaşamış tarihi figürlerin milli aidiyetlerine, etnik mensubiyetlerine takılmak yerine, onların hangi dilin evrenine ait olduklarına, hangi lisanın içinde ikamet ettiklerine, hangi ifade sistematiği içerisinde düşüp konuştuklarına - yazdıklarına kenetlenmek doğru yaklaşımdır.
*) Ya ibn Sînâ günümüzde yaşasaydı?!? Siyasal islâmın selefi yorumlarının öne çıktığı son üç on yılda, islâm dünyasının düşünsel kodları, zihniyet mekanizmaları, argümantasyon süreçleri ve bunların nihayetinde inşâ edilen söylem ve eylem pratikleri fevkalâde olumsuz bir mecrada geliştiler ne yazık ki. Özellikle de 11 Eylül 2001'de ABD'de gerçekleştirilen terörist eylemlerle zirve yapan selefi aksiyon zinciri, sadece islâm Dünyasının kültürel kodlarını menfi manada derinden domine etmekle kalmadı; zaten var olan global ırkçı, faşist, islâmofobik reaksiyoner damarın daha da gelişmesine, güçlenmesine ve Dünyanın bir çok devletinin resmi politikalarını belirler hale gelmesine neden oldu. Önceki asırlarda hoş karşılanan, ya da en azından tekfir edilmeyen eleştirel düşünce temelli söylem ve eylemlerin, artık islâm düşmanı olarak nitelenerek bu inanç dünyasının düşünce kozmosundan sürülmeleri şeklindeki temelindeki tezahürler, - ağırlıklı olarak - bahsettiğim son 30 yılın hasılasıdır. Buradan hareketle 'islâm alemine aktüel olarak hakim olan zihniyet onların dönemlerine de damgasını vursaydı şayet, başta ibn Sinâ, ibn Rüşt, Râzî, Fârâbi olmak üzere 8 -12. asırlar arasında islâm düşüncesine altın çağını yaşatan kanaat önderleri, fanatiklerce tekfir edilir, yerlerinden yurtlarından sürülür, hatta canlarına bile kast edilebilirdi' tespiti yapıldığında, bunu çürütecek argüman bulmakta gerçekten de çok zorlanırsınız doğrusu.
6 - prologue - final - nihayet
Blogun ilk kısmında ateş hattına atarak okurun menziline soktuğum, bu suretle de dikkatine sunduğum sualleri bir kez daha gündeme getirmenin tam sırasıdır. Öyleyse gelsin o mezkûr sorular:
'Profesör Doktor Esin Kâhya tarafından eksiksiz olarak dilimize kazandırılan Türkçe edisyonu 6 cilt ve 3,422 sayfaya baliğ olan eserin söz konusu Arapça baskısı tam metin midir, yoksa el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb'ın sadece bir kısmını mı içermektedir? Kitabın kapağında yer alan ''Kütübü kanuni tıp. Bazı telifleriyle birlikte ilmi mantık, ilmi tabii (ilmi tabiye) ve ilmi kelam" ifadesi, mezkûr baskının, sadece el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb'ı değil, ('kütüb / kitaplar' kavramından hareketle) ibn Sînâ'nın tababet alanındaki birden çok metnini hâvî olduğuna mı işaret etmektedir? Kezâ, ifadenin devamından hareketle, söz konusu çevirinin, Üstad'ın kelâm, mantık, felsefe, metafizik ve fizik gibi tıb ve eczacılık haricindeki disiplinlere dair görüşlerini de içerdiğine hükmedebilir miyiz? Eğer böyle ise, mercek altına aldığım çeviri, ibn Sînâ'nın oldukça geniş bir entervale yayılmış olan müktesebatının çeşitli branşlarına ait katkı ve görüşlerinin özet bir koleksiyonu mudur?'
Bu metin (dipnotlarıyla birlikte) okunduğunda, kolaylıkla görülecektir ki, bu soruların cevabı yer almamaktadır içinde. Oysa bahse konu kitabın hem pdf'ini ve hem de 80 sayfasının (taranmak suretiyle oluşturulmuş) imajlarını içeren çok önemli bir linki paylaşmıştım 9 numaralı dipnotta. Bunların içeriğinin incelenmesi, dillendirdiğim bütün soruların kesin ve net bir şekilde cevaplandırılması için kâfidir aslında. Lâkin, daha önce de işaret ettiğim üzere, pdf'i açmaya muvaffak olmadım. Okurun bu noktada benden çok daha becerikli olacağına dair inancım tamdır. Metnin taranarak bize sunulan 80 sayfasına gelince, bunların bazıları 'içindekiler' bahsine aittir (bakın burası çok önemli işte!). Bu kadarı bile, mezkûr soruların sağlıklı bir şekilde cevaplanması için yeterli miktarda bilgi içeriğine sahip olduğumuz anlamına gelmektedir. Ne yazık ki ben Arapça bilmediğimden, cevaplarının peşinden koştuğum sorular karşısında bana bir aydınlanma - bilgilenme - farkındalık edinme imkân sunamamaktadır eriştiğim bu sayfalar da.
Arapça bilen okurlardan ricam, söz konusu linkin içerdiği bilgiler üzerinden, altını çizdiğim soruların cevaplarını bu blogun nihayetindeki yorumlar bahsine girmeleri ve benim gibi Arapça bilmeyenleri de bu paylaşımlarıyla bilgilendirmeleridir. Bu doğrultuda adım atacak olanlara peşine teşekkür ederim. Onların da, kelimenin hakiki manasıyla, medyun-i şükranı olacağımı beyan etmekte bir beis görmemekteyim efendim.
Evet dostlar, görüldüğü üzere, epeyce lâkırdı istimal etmeme karşın, maatteessüf, cevaplarını aradığım sorular olduğu gibi durmaktalar oldukları yerde. Tesellim şudur: insan düşüncesinin en soylu faaliyetlerinden olan felsefede aslolan yeni - orijinal - hayati - ehemmiyetli soruları koymaktır ortaya. Cevaplar nasıl olsa bulunur, verilir; siz yeter ki sorulmamış soruları icat edin ve atın insanlığın eyleme podyumuna, ramp ışıklarının altına, söylemlerin ve fiillerin sahnesine. Bu az bir gayret değildir, inanın bana. işte bu yüzden, yola çıkış amacını realize edemeyen bu metni yine de faydalı ve işlevsel buldum. Öyle olmasaydı paylaşmazdım zaten.
Metni tamamlarken, konunun ilgilisinin, ibn-i Sîna gibi önemli bir başka islâm bilim ve felsefe insanına, Bîrûnî (Beyrûnî)'ye dair yaptığım biyografik etüde(xvi); kimya, tıp, eczacılık, biyoloji, felsefe ve ahlâk alanlarında çığır açan çalışmaların müellifi olan Râzî'ye dair (onun materyalist - ateist, deist olduğuna dair iddiaları da mercek altına alan) bir biyografik çalışmaya(xvii); modern akıl sağlığı anlayışıyla sinir (akıl, ruh) hastalıkları teşhis ve tedavi metotlarının geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerinde yerleşmesini sağlayan Mazhar Osman Usman'ın kapsamlı yaşam öyküsüne(xviii); Eczacılık tarihi ve farmasötik bitkiler alanlarındaki çığır açıcı çalışma ve eserleriyle Türkiye bilim tarihinde kalıcı izler bırakmayı başarmasına karşın, Türkiye Toplumsal Formasyonu entelijansiyasının kadri bilinmemiş ve unutulmaya yüz tutmuş kıymetlerinin ön sıralarında yer alan eczacı - kimyager Naşid Baylav'ın hayatına dair yazdığım metne de (xix) göz atmasında fayda var diye düşünüyorum(*), vesselâm / quod erat demonstrandum
bibliyografya ve dipnotlar / meraklısı için ileri okumalar(**):
Illustrations from the 1556 edition of Iranian physician Avicenna's The Canon of Medicine, a translation by medieval scholar Gerard of Cremona. Avicenna treated spinal deformities using the reduction techniques introduced by Greek physician Hippocrates. Reduction involved the use of pressure and traction to correct bone and joint deformities. The Reynolds Historical Library, Lister Hill Library, University of Alabama at Birmingham.(i): https://twitter.com/linaa...52214841502728192/photo/1
(ii): ***el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb ile ilgili ayrıntılı açıklama içeren ve bu eserin tam metin bir Türkçe çevirisini de yapmış olan Prof. Dr. Esin Kâhya'nın müellifi olduğu TDV islâm Ansiklopedisi'ndeki el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb maddesi için: https://islamansiklopedisi.org.tr/el-kanun-fit-tib , TDV islâm Ansiklopedisi, cilt: 24, sayfa: 331 - 332, 2001, istanbul.
***el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb / القانون في الطب'ın Profesör Esin Kâhya tarafından gerçekleştirilmiş 6 ciltlik ve 3,422 sayfalık Türkçe çevirisiyle ilgili izahat için:
1 - https://www.facebook.com/...ya/posts/1631409453672838
2 - https://www.kitaptakipcil...E65vQ_dbmnIjf_9owC38h-2nE
***el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb / القانون في الطب'ın geniş bir özeti için: http://www.inonu.edu.tr/m...t-t%C4%B1b_%C3%96zeti.pdf
***Ömer Mahir Alper, Ali Durusoy ve Arslan Terzioğlu'nun kendi uzmanlık alanlarında katkı verdikleri son derece kapsamlı ve kaliteli bir biyografik çalışma için: https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-sina , TDV islâm Ansiklopedisi, cilt: 20, sayfa: 319 - 358, 1999, istanbul.
***Bu blogda mercek altına alınan hususat hakkında çok kapsamlı ve vazgeçilemez mahiyette - her ikisi de, ibn Sînâ çalışmaya başladığı 2008'den bu yana bu satırların müellifinin başucu kitapları olan - iki önemli referans kaynak:
1 - Büyük Türk Filozof ve Tıb Üstadı ibni Sina, şahsiyeti ve eserleri hakkında tetkikler, 900.üncü ölüm yıldönümü armağanı, Türk Tarih Kurumu Yayını, istanbul, 1937.
2 - ibni Sînâ doğumunun bininci yılı armağanı, Derleyen: Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı, Türk Tarih Kurumu Yayını, istanbul, 1984.
Her iki kitap hakkında da, blogun ilerleyen satırlarında ayrıntılı izahat yer almaktadır.
***Bu da insanlığın düşünce macerasının önemli mecralarından / antitelerinden / kaynaklarından olan Encyclopædia Britannica'daki ibn Sînâ maddesi: https://www.britannica.com/biography/Avicenna/Legacy
***Konuya dair popüler bir kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Avicenna
***Önemli bir düşünce insanı olan üst düzey bir masonun bakış açısından ibn Sînâ:
Cemil Sena, Filozoflar Ansiklopedisi, ibn Sinâ maddesi, sayfa: 21 - 28, Remzi Kitabevi, istanbul, 1976.
***Yukarıda zikredilen ana akım kaynaklardan farklı olan bir yaklaşım arayanlar için şu komprime çalışma doğru adreslerden birisidir diye düşünüyorum:
ibni Sina (Avicenna); Burchard Brenties - Sonja Brenties, Pencere Yayınları, 103 sayfa, istanbul, 1997; https://www.kitapyurdu.co...amp;manufacturer_id=10028
Avicenna's recommended spinal manipulations, 1556 edition, The Canon of Medicine Illustrations of Muslim physician Avicenna's recommended spinal manipulations, from the 1556 edition of Avicenna's The Canon of Medicine, a translation by medieval scholar Gerard of Cremona. The Reynolds Historical Library, Lister Hill Library, University of Alabama at Birmingham(iii): https://ziyaversencan.blo...am-altn-cagnn-harika.html
(iv): 'Batı tıbbı ve eczacılığı' ifadesinin ciddi manâda problemli olduğunu teslim ediyorum. Lâkin, buradaki soruna, dipnotlar bahsinde de olsa, işaret etmek adına, kullandım onu. Batılılar (Avrupa ve Kuzey Amerikalılar olarak da okunabilir), medeniyet adına insanlığın ürettiği - yarattığı ne varsa, bunların kendi marifetleri ve eserleri olduğunu savunur. Asırlardır da bunun propagandasını büyük bir başarıyla yaparak 'ikna' etmişlerdir insanlık âlemini. Oysa durum hiç de öyle değildir. Klasik dönemde, antik çağlarda Grek ve Roma Medeniyetlerinin ortaya koyduğu total müktesebata Çin, Hint, Mezopotamya, Mısır vd. kâdîm medeniyet havzalarının çok önemli ölçüde telif katkısı söz konusudur. Dolayısıyla da, insanlık tarihinin hakikatiyle mutabık olmayan 'Batı Medeniyeti', 'Batı Tıbbı ve Eczacılığı',... gibi sorunlu ve taraflı ifadeler yerine 'Dünya Medeniyeti', 'Dünya Tıbbı ve Eczacılığı' gibi kavramsallaştırmaları kullanmak icap eder.
(v): Bu gravür, el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb’ın 1510'da Pavia, italya'da yapılan Latince baskısının kapağını illüstre etmiş bir görseldir (bknz. TDV islâm Ansiklopedisi, ibn Sînâ maddesi, görseller kısmı) Kaynağına dair yaptığım araştırmada, bahis konusu gravürün Paris Üniversite'nin girişinde yer aldığı bilgisine işaret eden, doğruluğundan emin olamadığım, bir sosyal medya paylaşımına tesadüf ettim: https://www.facebook.com/...a-1037-h/670798526426534/
(vi): Habit de Medecine: pre-modern dönemde (tarihsel dönemlerin tanımı, başlangıç ve bitiş yılları konusunda umumi bir konsensus olmamasına karşın, kabaca 1850 - 1950 periyoduna Modern Çağ denilebilir), bir diğer deyişle, yaklaşık olarak 28 asır (MÖ 1,000 - MS 1850) boyunca, tababette ve eczacılıkta (aslında modern döneme değin bu ikisi birbirinden ayrılamaz faaliyetlerdi; doktorsanız aynı zamanda da eczacı idiniz, ya da vice versa!) uygulanan teşhis ve tedavi metotlarıyla, koruyucu hekimlik uygulamalarına damgasını vuran alışkanlıklar, inançlar, kabuller, davranışlar ve protokoller toplamıdır .
(vii): Metnin sağ tarafında, yukarıdan aşağıya doğru akan zengin içerikli görsel galeriye erişmek için tıklayın lütfen: https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-sina
(viii): Tarihe mal olmuş şahsiyetlerin görsellerinin, mezkûr eşhasın yaşadıkları çağla, onları mercek altına alan araştırmacının zamanı arasındaki makas açıldıkça, güvenilir - tercihen ilk elden - kaynaklarda yer alan ve dönemin şahitlerinin tanıklığına dayanan ayrıntılı bir tarifi, yapılmış bir resmi ya da çekilmiş bir fotoğrafı yoksa, bu imajların kurmaca olma olasılığı artar, hakikatle mutabakat ihtimalleri zayıflar. Güvenilir tariflerine ve resimlerine sahip olmadığımız tarihi aktörlerin görsellerinin, onların ismi etrafında oluşturulan efsaneye destek olmak adına imal edilmiş unsurlar olması hali sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Bunun en önemli örneklerinden birisi Hz. isa'dır. Sâmî milletinden olan bahse konu yalvaç'ın, sarışın ve mavi gözlü çok sayıda tasviri olmasına karşın, onun buğday tenli, koyu renk gözlü ve siyah saçlı olma olasılığının bir hayli yüksek olduğunu bu vesileyle hatırlatmış olayım. Bu antitenin konumuzu ilgilendiren kısmı ise şudur: Ruslar 1978'de, yâni Sovyetler Birliği döneminde, 'antropolojik araştırmalara dayanarak' (iddia Ruslara aittir) ibn Sînâ'nın (hemen aşağıda yer alan) temsili bir resmini yaptılar. Müessir ve musavvirlerinin, resmin bilimsel temeline vurgu yaparak, onun, hakikatiyle mutabakatına işaret etmelerinin yanı sıra, TDV islâm Ansiklopedisi'nin ibn Sînâ maddesinde de bu imajın kullanılması, septisizmi metodik bir stil olarak kuşanan bu satırların müellifini, bu görselin otantisitesi konusunda bir miktar mutmain etmiştir doğrusu.
(ix): ***El-Kanun fi't-Tıb'ın bahse konu Roma, 1593 baskı Arapça edisyonunun pdf'ne erişmek için bir imkân: https://reader.digitale-s...ay/bsb10141160_01087.html
(x): Facebook ahalisinden, bu metnin en üstünde yer alan El Kanun fi't-Tıb'bın kapak görselindeki Arapça ifadelerin çevirisi konusunda yardım talep etmiş idim. O çağrıma aldığım cevaplar için kelimenin en hakiki manasıyla medyûn-i şükrân olduğumun bir kez daha altını çizmekte faide mülâhaza etmekteyim efendim. işte o katkılara erişmenizi sağlayacak köprü: https://www.facebook.com/...an/posts/3436800709713461
(xi): Litera Yayınları'nın bastığı ibni Sina eserleri için bknz. https://www.kitapyurdu.co...e=ibni%20sina%2C%20litera
(xii): Eserin nadir ve kıymetli olan (1,400 adetlik popüler edisyondan, sonradan yapılmış cildinde) ilk baskısına erişim için: https://www.nadirkitap.co...kitabi-kitap12184409.html
(Mezkûr kitabın bulunabilitesi ve alınabilitesi mümkün ve makûl olan yeni baskısı için: https://emagaza-ttk.ayk.g...i-hakkinda-tetkikler-2014
(xiii): Kitap Müzayedesi münadiliğim ve moderatörlüğüm sırasında, eylediğim faaliyetin kıdemlilerinin, üstatlarının birikimlerinden faydalanmış, onları kendimce geliştirip sitilime ve yeteneklerime adapte ederek uygulamıştım. Bu arada, müzayede pratiklerine ve söylemlerine bazı mütevazı katkılar da yapmadım değil doğrusu. Aklıma ilk gelenler, kitapseverlerin edinmek için yarıştıkları bir kitap için 'arzu nesnesi' deyişini; cildi ve görselleri gibi formel özellikleriyle göz dolduran eserler için ise 'şömine üstü' nitelemelerini kullanmamdır meselâ. Bu tabirler önce muhataplarınca garipsenmiş, akabinde ise kanıksanmış ve benimsenmişti. Öyle ki, müzayede işine daha sonra katılan genç meslektaşlarımın da repertuvarına girdi ve kullanılır oldu bu kavramlar. Sözün burasında, her iki deyişle de her fırsatta tatlı talı dalga geçen, müzayedelerin renkli ve sevilen simâsı Pınar (Dudaksızoğlu) Abi'yi muhabbet, hürmet ve özlemle anmadan geçemeyceğim doğrusu. Onunla ve kitap müzayedelerinin diğer bütün müdavimleriyle en kısa zamanda yeniden birlikte olabilmeyi can-ı gönülden diliyorum efendim.
(xiv): Kitabın ilk baskısına erişim için bknz. https://www.nadirkitap.co...0&siralama=sepetegore
Kitabın son yıllarda yapılan baskıları için tıklayınız lütfen: https://emagaza-ttk.ayk.g...tr/detay/918/product.html
(xv): Aydın Sayılı (1913 - 1993) ordinaryüs profesör doktor ünvanını taşıyan son bilim insanlarımızdan olup, Türkiye'nin akademik ünvanlı ilk bilim tarihçisidir. Bilim tarihi ve bilim felsefesi eğitimi almamasına karşın Abdülhak Adnan Adıvar (1881, Gelibolu – 1 Temmuz 1955, istanbul), bu alanda verdiği eserlerle öncü bir rol üstlenmiş ve kendisinden sonra gelen Aydın Sayılı gibi akademisyenler için de rol modeli olmuştur. 1942'de Harvard Üniversitesi'nde bilim tarihi doktorasını tamamlayan Aydın Sayılı, bu yola, Atatürk'ün, ve, Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey'in yönlendirmesi ve destekleriyle girmiştir. 1942'de, Harvard'dan hocası George Sarton'un jüri başkanı olduğu doktora sınavını, 'islâm Dünyasında Bilim Kurumları' başlıklı teziyle, ve, iyi dereceyle vermeyi başarmıştır. Bu doktora, sadece ülkemizde değil, aynı zamanda dünyada da bilim tarihi alanında alınan ilk akademik ünvandı.
1943'de Türkiye'ye dönen Sayılı, AÜDTCF Felsefe Bölümü'ne öğretim üyesi olarak girmiş, 1952'de de bilim tarihi profesörü olmuştur. Ordinaryüs Profesör ünvanını aldığı 1958'e kadar, ABD'de çeşitli üniversitelerde hocalık yapan Aydın Sayılı, birçok muteber dünya üniversitesinden teklif almasına karşın, 'bana kefil ve destek olan Gazi'ye, Reşit Galip Bey'e, ve, tabii ki Türk milletine olan borçlarımı eda etmek için memleketimde kariyer yapacağım' demiş, ve, bu düstura uygun davranmıştır. Başyapıtı olan, ve, bilinmeyen birçok hususu gün ışığına çıkarırken, doğru sanılan birçok yanlışı da tahsis eden 'islâm Dünyasında Rasathane ve Genel Rasathane içindeki Yeri' adlı eserini 1960'da yayınlayan Sayılı, üniversiteden emekli olduğu 1983 yılına kadar Felsefe Bölüm Başkanlığını yürütmüştür.
Yurt içindeki ve dışındaki birçok kurum, enstitü ve üniversitenin de fahri ve eylemli üyesi olan Sayılı, ilmi ve akademik çalışmalarına emeklilik döneminde de sürdürmüştür. Polonya başta olmak üzere, çeşitli ülkelerden madalya ve onur belgesi alan Aydın Sayılı, 1990'da UNESCO onur ödülüne de lâyık görülmüştür.
Aydın Sayılı, hocası George Sarton gibi, başta Mısır ve Mezopotamya olmak üzere, Batı dışı kâdim medeniyetlerin Batı Medeniyeti üzerinde derin ve tayin edici etkilerine vurgu yapan ilmi çalışmalarıyla temayüz ederken, Türklerin ilme katkısını öne çıkarmayı da ihmal etmemiştir. Onun, çeşitli yabancı dillerden Türkçeye giren farklı disiplinlere ait çok sayıdaki bilimsel terime karşılık teklif ettiği Türkçe karşılıklar, bugün yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu arada, Bîrûnî'nin Türk olduğu iddiasının altını, ileri sürdüğü sağlam argüman ve kanıtlarla dolduran da Aydın Sayılı olmuştur.
(xvi): https://ziyaversencan.blo...1-asra-damgasn-vuran.html
(xvii): https://ziyaversencan.blo...iyoloji-felsefede-ve.html
(xviii): https://ziyaversencan.blo...umuze-akl-hastalklar.html
(xix): https://ziyaversencan.blo...i-nasid-baylav-fatih.html
(*): Bu mecranın sadık okurlarından olan bir dostum, son bloglarımdan birinin linkini paylaştığım bir sosyal medya platformunda - dm marifetiyle - şu mesajı attı:
'Ziyaver, pandemi sürecinde üretkenliğinin iki yönlü - hem niceliksel bakımından, hem de bloglarında işlediğin konuların önemi, derinliği ve kalitesi anlamında - arttığını sevinerek müşahade etmekteyim. Bu vaziyet, yazdıklarından istifade eden çok sayıda okurunu da mutlu ediyor olsa gerek. Doğrusu, o okurlardan birisi olarak ben, hem çok memnunum ve hem de fevkalâde ümitvarım bu gelişmeden. Sen ve senin gibi kültür insanları, düşünce adamları, omuzladığınız ve deruhte ettiğiniz misyon çerçevesinde, ülkenin eğitim seviyesine, giderek de küresel ölçekte insanlık camiasının aydınlanma düzeyine olumlu katkı yapıyorsunuz. Bu da her aklı başında, vicdanlı, insaflı, irfanlı, sorumlu insanın esasen katılması gereken - bağnazlığa, önyargılara, cehalete karşı yürütülen mukaddes savaş manasındaki - o kutlu mücadeleye senin elinden geldiğince destek verdiğin anlamına gelir. Bu bakımdan sana kendi adıma teşekkür eder ve bu misyonu aynı şevk, heyecan ve enerjiyle yerine getirmeye devam etmeni yürekten dilerim....(mesajın takip eden kısmını - konumuzla doğrudan alâkalı olmadığı için - almadım buraya)'
Arkadaşıma aynı mecrada ve aynı metotla verdiğim cevabın bu metni alâkadar eden kısmı şöyleydi:
'Mültefit ifadelerine teşekkür ederim dostum. Hemen akabinde de şunu eklemeliyim: kültür insanı ve düşünce adamı mıyım gerçekten de, bundan emin değilim. Olduğumdan emin olduğuma gelince: blogger'ım, okurum, araştırmacıyım, arşivciyim, koleksiyonerim, kitap müzayedesi münadisi ve moderatörüyüm, kitabiyat ağırlıklı kültür sohbetleri eyleyicisiyim. Bunlarla marufum, dediğinle değil. Mesajının - okurumu, insanları aydınlatma misyonu gibi bir görevle mücehhez olduğum merkezindeki - ana temasına ise ne yazık ki katılamıyorum. Özel de okurumu, genelde ve Büyük Resim düzeyinde de insanlık alemini aydınlatmak gibi bir misyonum, bir vazifem, bir mükellefiyetim olduğunu hiç bir zaman düşünmedim, bundan böyle de böylesi bir zehaba kapılacağıma ve bunun doğal bir sonucu olarak da 'öğreten adam', 'aydınlatan aydınlanmış' kiplerini kuşanacağıma doğrusu zerrece ihtimal vermiyorum. Böylesi bir düşünce taşımam, en hafif ifadeyle, müstekbir bir anlayışla mücehhez olduğum manasına gelir ki, bu kabil bir hadsizliği ne ben ve ne de sen yakıştır(a)mayız bana, öyle değil mi? Gerek işaret ettiğin yazımı ve gerekse de onun gibi belli bir entelektüel iddia taşıyan diğer metinlerimi, esas olarak öğrenmek için, öğrendiklerimi içselleştirerek kalıcı zihni mülküm haline getirmek için, öğrendiklerimden hareketle sentezler yapabilmek ve bu süreçte gerçekleştireceğim argümantasyonlarla da yeni
fikirlere erişmek için yazdım. Bir diğer deyişle, benim için en iyi öğrenme metodu, öğrenmeye çalıştığım konuda yazmak olduğu için yazdım ve yazıyorum ve yazacağım. Bunların yanı sıra, paylaşmak da yazmamın önemli bir sebebidir. Öğrendiklerimi paylaşarak muhatabımı da yaşadığım mezkûr süreçlerden geçmeye özendirmiş olduğumu düşünüyorum. Muhatabım da benim gibi yaparak sorularının peşine takılabilir, akabinde de yazarak öğrenebilir, bilâhare paylaştığında ise, o da başkalarını yazmaya ve paylaşmaya motive edebilir. Bu sayede, geometrik ve hatta üstel olarak büyüyen entelektüel bir hasılanın ve zincirleme bir reaksiyon mahiyetini kazanmış bir müktesebat genişlemesinin olmazsa olmazları olan sinerji ve ortak aklın serpilip gelişmesine el birliğiyle katkı vermiş oluruz. Yazdıklarımı paylaşmamın altında yatan saiki blogumun mottosunda yıllar yıllar önce şöyle formüle etmiştim: 'olan biteni zerre miskal mertebesinde anlayabilmek adına, mütemadiyen yüksek sesle düşünüyor, benzer duyarlılıkları paylaştığını sandıklarıma, bu blog benzeri, işaret fişekleri yolluyorum. bütün debelenmem bir 'NiÇiN!' uğrunadır anlayacağınız...' Yazma maceram bundan böyle de bu temelde ilerleyecek, bu hedeflerle güdülenecek, motive olacak ve sevk ve idare edilecektir sevgili dostum.'
'Sosyal medyada dm marifetiyle bana yürüyen' mültefit dostuma verdiğim cevabın ana gövdesi böyleydi işte. Birbirini besleyen - doğuran - boğazlayan fikirler zincirinin bizi getirdiği bu aktüel uğrakta, yazma ve paylaşma edimlerimin mutfağını, kamera arkasını, perde gerisini, kulis bilgilerini, satır aralarını özetlemesinin yanı sıra, bunlarla irtibatlı ve iltisaklı başka bazı enteresan hususata daha vurgu yapan bir metnime götürmek istiyorum meraklısını şimdi de. Ezcümle, bir metnin inşâ sürecine dair olan pratikleri konu alan 'kalem teşebbüsleri'ni kıymetli bulanlara hitap edeceğini düşündüğüm bir görüşler manzumesidir bu. Evet, mezkûr eşhas, şu linkle erişebileceği blogun 10. dipnotuna bir göz atıversin lütfen: https://ziyaversencan.blo...bris-intikam-tanrcas.html
(**): Dipnotlar bahsindeki iki gravür el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb'ın Orta Çağın önemli alimlerinden olan Cremonalı Gerard tarafından yapılmış Latince bir çevirisinin 1556'da gerçekleştirilen baskısından alınmıştır. Mezkûr eser The Reynolds Historical Library, Lister Hill Library, University of Alabama at Birmingham'ın arşivinde muhafaza edilmektedir.
Gravürlerin ingilizce izahatı şöyledir:
ilki: Illustrations from the 1556 edition of Iranian physician Avicenna's The Canon of Medicine, a translation by medieval scholar Gerard of Cremona. Avicenna treated spinal deformities using the reduction techniques introduced by Greek physician Hippocrates. Reduction involved the use of pressure and traction to correct bone and joint deformities. The Reynolds Historical Library, Lister Hill Library, University of Alabama at Birmingham.
ikincisi: Avicenna's recommended spinal manipulations, 1556 edition, The Canon of Medicine Illustrations of Muslim physician Avicenna's recommended spinal manipulations, from the 1556 edition of Avicenna's The Canon of Medicine, a translation by medieval scholar Gerard of Cremona. The Reynolds Historical Library, Lister Hill Library, University of Alabama at Birmingham,
vesselâm / exeunt omnes
'Amicus Plato, amicus Aritoteles, magis amica veritas' serbest bir çeviriyle, Türkçesi:
'Plato dostum, Aristoteles dostum, ama asıl dostum hakikattir'.
Paylaştığım söz, (bilenler bilir, bilmeyenler ise bunu okuduklarında bilmiş olacaklar) kültür hayatının, bilim tarihinin en önemli matematikçi, fizikçi, astronom ve kozmologlarından olan Sir Isaac Newton'a aittir.
Üstadın bu lâfı şundan mülhemdir:
'Amicus Plato sed magis amica veritas'
Yine mealen olmak kaydıyla şu anlama gelir:
'Plato dostum olsa da hakikat daha iyi bir dosttur'.
Aristo'nun sözünün kaynağı:
Nicomachean Ethics, 1096a 11–15
Newton alıntıladığım sözü, matematikle ilgili tuttuğu notlarının 88. sayfasının başına eklenmiş olup, öğrencisi & Lucasian Matematik Profesörü olduğu Cambridge Üniversitesi arşivinde muhafaza edilmektedir.