"Ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem,
Boğazımda düğümleniyorsa lokma,
Buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa
Alınıyorsam, geçimsiz ve işkilli,
Yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa,
Denize bile iştahsız bakıyorsam,
Hep bu boyu devrilesi bozuk düzen,
Bu darağacı suratlı toplum!"
bizi kendisine ilikleyen bir alper gencer şiiri. aşk olsun:
"selam japonya
selam metroların deştiği yeraltları
ve kutsal kanalizasyon
ve bir ada olmanın iflah olmaz yalnızlığı
ve led ışıklı reklam tabelaları
ve sularına bandığım ayaklarımdan
boynunda gezdirdiğim dudaklarıma
selam tükenen pilim
gücüm yok seni
susamıyorum sevgilim
çünkü havada sesimi doğuran bir esîr var
bütün çilingirleri sofralara çekerek
kapıda kalanlarla konuşmak istiyorum
kapısında kaldıkları sahiden evleri mi?
bir kilidi açmak kolay değil o kadar
hırsızın belki de yoktur kabahati!
selam britanya
selam insanların deştiği yerüstleri
ve aziz tesisat
ve sömürülen esmer halklar
ve nümayişle öpüşen kaldırım taşları
ve bu irinli düzenin içinden bularak
sinesine türküler yaktığım sevgilim
burada bulduğum her şey gibi seni de kaybedeceğim
sirkeci yokuşunda tramvaydan ineceğim
ineceğim ve sert kapılar kapanacak ardıma
sen kalacaksın tramvay çıldıracak
iskeleden denize boşalacak tüm yolcular
sen sevineceksin ben ağlayacağım
ölüm güzel sevgilim hayat giderek berbat
selam seyşeller
selam tatile birlikte çıkılan valiz
ve tropik vertigo
ve bölünmüş madagaskar
ve yeşile tüneyen türkuaz
ve dört mevsim yaz nereye kadar!
ekvator da yalnız değil şömineler de
insandan gayrı kimse yalnız kalamaz
çünkü sevgilim alıkoydukça kendini
ulu modern hayatın yasaklarından
yani iş saatlerinde ulaşamıyorsam sana
kefenine özenle diktiğin cepten
ölüme vardığın zaman beni ara
neyi sual ediyorlar o toprağın altında?
münkere ve nekire ve azap çekene selam!
selam grönland
selam buzulları eriten kıyamet
ve yüce ısınma
ve global panik
ve evlerinde penguen besleyen eskimolar
ve bilim adamları sanki aşık olamaz
çünkü onlar süremez alkol alıp bir uçak
sen ki beni baştan yoldan çıkardın
anlamayı senin için koydum kenara
o kadar üşüdük ki ne güzel yüzüyordu
kuzey buz denizinin dibindeki çipura
önce sessizlik vardı bir ara bozuldu o
sonra giyindik işte mahrem tünedi tene
sonra açlık ve olta ve soframızda tuz
doygunluğa ödenen bir ömürlük kapora
selam zelanda
selam balta giren ormanlar
ve mübah döşemeler
ve uzak diyarların iyi ki de uzak oluşu
ve bir aşk için söndürülen mumlar
ve gündüzken başka yerde gece olan her yer
bu defa ne olur dön demeyeceğim sana
hiç durmadan git, çünkü giden
varacaktır sonunda ayrıldığı kovana
her ölüm döşenir yeni bir yaşama
vedalardır başlatan ve her başlayan tükenir
selam sularla ayrılan kara selam sevgilim sana
selam ile insan insana iliklenir
başında ortasında ve sonunda yine selam
çünkü aranızda selamı yayın demiş efendim"
tüm üzülen karışan bulanan ifadeler şimdi hep burada ve ben istatistik sınavı için hiç dua etmedim allahım, biliyorsun. şimdi burada isa heykelinin önüne geçip hes smiliiinnggmmmmmmmhhhhhmmhh gibi boğuk kısa bi konuşmayla mercimeği fırının 175 derecesine kaldıran film hristiyanları gibi konuşmak istemiyorum. hem zaten bizimkiler o sahneleri hep zaplardı ve itiraf ediyorum ki ben de o zaman bi olay var zannederdim. ama yani işte canlı kanlı örnek: evleri için açılır kapanır masalar alan annem babam ve koridorun sonundaki odada mandalinaya "balloon ranger" yazan ben. girişim kahramanları ortada, ben ortada aynanın gözlüklü solisti olsaydı tam burada müzik azalır ve içli bi sesle kimse yok işime karışan derdi ama neyse ki, hastane kapısından telaşla giren ve uuupuzun yoğun bakım koridorunu koşarak katedip sevdiğinin ölüm haberiyle dağılan bir ayna solisti değilim. ama belki de ikimizin de benzer bi istatistik tarihi vardır, bilemiyorum. öyle olsaydı istatistiği anlamayı daha da çok isterdim çünkü o zaman ölüm dili ve edebiyatı üzerine bir sıfır hipotezi oluşturması için kendisine yardım edebilirdim. belki de null hipotezi reddebilir ve standart sapmayı bir armut sapı kadar bile önemsemeyerek sevdiceğin ölümünü olasılık dışı gösterebilirdik. ama ne yazık ki zscore yanım alfadan şirinimin kenarı diye bahsediyor, sütlü mercimek iddialarım beta hatalarından geçilmiyor ve kafam çok karışık. zaten şu an aynadan bahsediyor olmam yeterince uncool, bi de sen istatistik istatistik gelme üstüme william bak rica ediyorum çok karışıyorum ben ya of!
eğer bahar olmasaydı, iman edemezdim sözlük. ama ben çok bekledim baharı, o çok geç kaldı sözlük. en sonunda dayanadım; ben dedim bahara, hişt, dedim sözlük:
theodoros angelopoulos bir gün ciğerlerimizi sökmeye karar verir ve gider 1997'de işte bu filmi çeker.
şair alexander'in son gününü anlatan film, o hollywood işi flashback ve flashforward olaylarına hiç girmeden geçmişi, bugünü ve geleceği aynı karede anlatır ki, işte ben burasına vuruldum.
sonra derin bir nefes aldım ve sadece o nadir anlarda evindeymiş gibi hisseden alexander mülteci çocuğu polislerden kaçırdı.
o mülteci çocuk selim'in yanı başında alnını eline dayayıp bir ağladı ki, işte ben orada da dağıldım.
aman dur toparlanayım derken çocuk gitti solomos'un yarım kalan şiirini tamamlayabilmesi için şaire iki tane kelime* sattı.
sonra da hep beraber otobüse bindiler ve otobüsten bir solomon, bir ayrılık, biraz anarşizm ve bolca karaindrou geçti, ben kendimden geçtim...
öyleyse şimdi, filmin 39.dakikasından 30 saniye geçe, kafeterya sahnesinde arz-ı endam ederek bizlere selamı çakan angelopoulos'a selam ederim!
*exiles: nerede olursa olsun sürgünde olan.
*argadini: çok geç.