sosyalist arap ülkelerini ziyareti sonrası kaleme aldığı islamlık, ulusçuluk ve sosyalizmadlı bir kitabı daha vardır; kütüphanelerde kur'an'ın yanında marx-engels kitaplarının bulunduğunu, hz.muhammed'le marx'ın birlikte anıldığı onlarca kitaba rastladığını anlatır.
hacioglu salih memleketimdendi;
karadenizden,
kocaman gözlü, kocaman burunluydu,
dazlakti.
komunistti on dokuzda
dövüştü.
hapislere dustu.
yatti ankarada, kirsehirde.
sonra, gecti bu yana,
yani ikinci vatana.
baytardi, kirofobat koylerinde hasta kecilere bakti.
yillar egirilen bir yun ipligi gibi akti
namuslu caliskan parmaklarindan.
sonra kirkdokuzda martin onuncu gecesi
oturmus engelsi okuyordu
geldiler, goturduler
surduler altay bucagina.
ne bir dag devrildi icinde
hatta ne bir toprak parcasi kaydi,
yalniz inme indi sagina,
altmis yedi yasindaydi.
alti yil hacioglu salih
kutladi devrimin yildonumunu
tel orguler ve kurt kopekleriyle cevrili
ve oldu bir bahar gunu
elli kisilik barakasinda.
bu aksam moskova`da bayram eyledik,
kutladik devrimimizin yildonumunu.
dolasti turku soyleyerek alanlari
marks, engels, lenin.
ve temize cikma kagidi salih`in...
Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle
daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra
sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.
Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle...
Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular
O çelenk onbin yıllıktı, taşıyıp getirdiler
Ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler
Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi,
"Tanrıtanır kadınlar ve cumhuriyetçiler
piyangocular, çiçek satın alanlar,
balıkçılar ağlarını, paraketelerini, ırıplarını, oltalarını
zokalarını, çevirmelerini ve kepçelerini topladılar.
Sigaralarını yere atıp söndürdüler sigara içenler."
Bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında, kesip biçtiler
Patron çıkardılar, karşılaştırdılar,
Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
Şarkılara başladılar ölmüş bir at için
Makaslarını bırakmadılar
Bekleniyorlardı.
"Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
Ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!
Sen açardın,
Otuzüçbin at türünün tek kaynağıydın sen!
Tüylerin karaparlaktı. Koşumların,
-kokulu yağlarla ovulup parlatılan-
nasıl yakışırdı sağrılarına ve göke.
Göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at!
Toynaklarını liflerle ovardık
Senin karaya boyanırdı koşuşun
Uyandırırdı bütün karaları ve denizleri.
Çılgın kişnemeni duyardık sonsuzun yanıbaşından
Ne güzel gözlerin vardı Kara at!
Binlerce kişi,
-çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut
darmadağın giysileriyle herkes
körler ve cüzzamlılar,
bütün kutsal kitaplar kalabalığı,
ermişler, kargışlılar ve günahlılar
gebe kadınlar, vâz edenler
ve dondurmacılar ve at cambazları ve
tecimenler ve kıralcılar ve gemicilerle
Tanrıtanımazlar ve tefeciler ve
yalvaçlar...-
ormanlardan ve kıyılardan ve kıraç yerlerden gelmiş
senin mutlu ovanı doldurup
haykırırlardı.
Büyük sesler içinde sen, geçerdin..."
Terziler geldiler. Bu güneşler odaların dışındaydı artık.
Herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız evlerinde
Gazeteler yazmadı, dükkânlar dönemindeydik
Yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar
Parmakları uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, eskimiş durmaktan
Yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacakları
Her şeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler
Beğenip gülümsediler.
"Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
Senin eyerin ne güzeldi.
Dişi keçi derisinden, ofir altınıyla süslü
Nasıl yaraşırdı belinin soylu çukurluğuna
Seninle öteleri ansırdık.
Öteler, baklanın ve pancarın duyarlığı
Kedinin varlığı erişilmez kişilik
Güneşli bir damda
içimizden gemiler kaldırırdın,
Suyunu büyük şölenlerle tazelerdik
Bayramımızdın. Kuburlukların
bütün kişniş ve badem doluydu.
Şimdi dar dünya
Ölümün büyük hızı kesildi."
Terziler geldiler. Ateş ve kan getirmediler.
Hüzünleri kan ve ateşti ama. Uğultulu bir şey
Ekspresler garlarda kaldı, ilâçlar çıldırdılar
Kenti bir baştan bir başa dolaştım, tıs yok
Bütün odalara dağıldılar. Sürahiler tozlu, pabuçlar kurumuş
yerlerde kırpıntılar,
kasıklarına kadar çıkmış, en ufak bir ölüm bile yok.
Tarafsız bir aşk çağlıyordu onların solgunluğunda
Mutfaklarını kilitlediler, büyük atsı giysiler kestiler,
"Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
Koşuşun büyütürdü dünyayı senin!
Sen nasıl da koşardın.
Biz güneyde yatardık, sen koşardın
Hangi at güzelse ondan da güzeldin
Kuyruğun parlak savruluşuyla bölerdi
bir karaya göğü
ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.
Gemin güzel sesler çıkarırdı güzel
ağzında,
herkesi sevinçle haykırtan.
Başın yaraşırdı düşüncemize ve
gözlerine saygıyla bakardık..."
Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri
Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler.
Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
iğnelerine iplik geçirip beklediler;
"Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
En güzeli oydu işte, yüzünün
savaşla ilişkisi.
Boydanboya bir karşıkoyma, denge
ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.
O ağaç senin kanınla beslenirdi,
hepimizi besleyen.
Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
senin karşında,
alışveriniş, alfabenin, iplik döküntülerinin ve
her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği..."
allah huu! allah huu! allah huu!
allah huu! allah huu! allah huu!
malik ul mulk lashareeka lahoo
wahadahoo laa ilaahaa illaahoo
allah huu! allah huu! allah huu!
allah huu! allah huu! allah huu!
yeh zameen jab na thii yeh jahaan jab na thaa
chaand suraj na thay aasman jab na tha
raaz-e-haq bhi kisi per ayaan jab na tha
tab na tha kuch yahaan tha magar tu hee tu
allah huu! allah huu! allah huu!
allah huu! allah huu! allah huu!
sana bashar k liyeah bashar sana k liyeah
tamaam hamd sazawaar hai khuda k liyeah
ata k samnay yarab khata ka zikar he kya
tu ata k liyeah hai bashar khata k liyeah
allah huu! allah huu! allah huu!
allah huu! allah huu! allah huu!
kiyoon piyaa ibn-e-haidar nay jaam-e-fanaa
khaal khichwai tabraiz ne kiyoon bhala
daar per charh ke mansoor nay kia kaha
sab banatay khilonay lay raha tu he tu
allah huu! allah huu! allah huu!
allah huu! allah huu! allah huu!
laa ilaahaa teri shaan ya wahdahoo
tu khayaal-o-tajassus tu he aarzoo
aankh ki roshni dil ki awaaz tu
tha bhi tu! hai bhi tu! hoga bhi tu hee tu!
allah huu! allah huu! allah huu!
allah huu! allah huu! allah huu!
kaan arslanoğlu romanı. usançtan olsa gerek, yakın zamanlarda 'devrim için evrimsel bir sıçrama gerekir' diyen psikiyatrist arslanoğlu'nun sanırım en başarılı işi. türkiye'deki devrimci harekete özgü zaaflar, açmazlar, sekterlikle nihayetlenen marjinal tutumlar, örgütün ortalama profili dışına taşanların birey olma sancıları, geleneği sahiplenme adına türetilen dogmalar vs. vs. romanın omurgası.
yine türk edebiyatında işkenceyi bu denli iyi anlatan roman sayısı bir elin parmağını geçmez; sayfalarca süren yoğun anlatım sahiciliği koyultuyor. bunda mesleki kavrayışı da etkilidir sanırım arslanoğlu'nun. keşkelerimi çoğaltan bir yazar olmasıyla kaan beyin edebi üretimini daha çok önemsemekteyim.
murathan mungan'ın güzelim ilk hikayelerinin çiçeklendiği kitap. 'şahmeran'ın bacakları', 'ökkeş ile cengaver', 'binali ile temir' gibi has edebiyat namına anılacak eşsiz hikayelerle başucu kitabım idi.(idi: kayıp kitaplar)
yine demlenip gaza gelen ve susmak bilmeyen kişileri dinlemekle mükellef enstrumantal şahıs. rivayet odur ki ıv.murat'ın içki ve tütün yasağı sürmekteyken, sultan, tebdil-i kıyafet salaş mekanları teftişe çıkar; yasağın hükmü var mı, diye. izbe bir yerde küçük bir masaya konuşlanmış iki kişi dikkati çeker. içlerinden biri kana kana şaraba vurup sakalını ıslatırken diğeri de boynunu büküp karşısındakini dinlemekte, tabakları süpürmektedir. sultan kendisini uzaktan izleyen muhafızlarına işmar edip zuhur ediverir. masadakiler şaşkına döner. sultan, demlenene sorar,
-ulan bunu yasak etmedim mi ben? niye içiyorsun?
+sultanım ne yapayım, dayanamıyorum içiyorum...
diğerine sorar aynı şeyi, o da,
*vallahi sultanım ben içmiyorum, ımmm, ee, ben mezeciyim, magfiret* dilerim padişahım...
sultan muhafızlarına döner,
-alın bu melunları götürün, dayanamıyorum içiyorum diyenin boynunu urun, diğerini de fiili livataya amade edin.
muhafızlar 'melun'ların koluna girip sürüklerken 'mezeci' şahıs sayıklayıp durur,
-abi karıştırmayın ha, ben mezeciyim. aha bunun kellesi vurulacak ha, kurban olim karıştırmayın...