en sinir olduğum insan tiplerinde top 5'e girer bunlar.
çok var bunlardan. sadece kıskanıldığı, herkesin onun gibi olmak istediği için sevilmediğini, nefret edildiğini sanan. yok arkadaşım, ben seni hakiki, safkan bir gerizekalı olduğun için sevmiyorum. ulan adam mallıkta nirvana yapmış, nefret edildiği söylenince "kıskanıyorlar beniii hahaytt ;)" savunmasına geçiyor. alllah belanızı versin be bilader, ne pis insanlarsınız. size diyorum size, hepinize be. rezil iğrenç yaratıklar... öhm, neyse.
abov. ergenliğimizin en büyük travmasının başlığı açılmamış.
çocukluktan ergenliğe geçişte anneyle yapılan alışverişlerde kabinde üst değişirken "oldu mu oğlum?" diye perdeyi aniden çeken annedir, hepimizin annesidir.
şakkk(perde açma sesi)
+ oldu mu oğlum?
- ya anne nopoyorsun ya? (atarlı ergen)
+ olmamış o, değiştir, küçük oldu.
- yo bon boğondoysom sono no? koroşma bono.
bu gibi nice diyaloglar ne çektirmiştir ergen bünyeye. bu çileyi çekmiş koca nesil yalnızken bile tedirgin olur kabinde.
eheh, sorunsal falan dedik de iyice havalı oldu. bu anlatacaklarımı mozart dinleyerek oxford üniversitesi'nde bitirme tezi yazarken değil, aksine evde çaykur didi eşliğinde aynur aydın dinlerken düşündüm. çaykur didi dedik de, ismi neden didi diye soranlar var. didi lazcada büyük demektir, e malum bu şişede baya büyük bir ebatta. çay da laz yöresiyle özdeşleşmiş bir içecek olduğu için olabilir diye düşündüm. kesin öyledir demiyorum. (bilgi içerikli entry)
bahsedeceğim şey farklı. meyve veren ağaç taşlanır diye bir mevzu var malum. hani işini iyi yapan insanlar aşağı çekilmeye çalışılır gibisinden. bence böyle bir şey yok, gerçekten yok. valla yok, yeminle yok. inan bana yok.
işini iyi yapan bi iki isme bakalım mesela. müzik sektöründen olsun bu kişiler. misal sezen aksu, ya da tarkan. siz bu isimlerin yaptıkları iyi işler yüzünden hiç aşağı çekilmeye çalışıldığına tanık oldunuz mu? büyük karalamalara ya da eleştirilere maruz kaldıklarını gördünüz mü? medya önüne çıkıp "önümüzü tıkıyorlar, bizi engellemeye çalışıyorlar, herkes seferber olsun lililililili" diye çığırtkanlıkları dikkatinizi çekti mi? çekmemiştir muhtemelen.
ama bak hülya avşar'a (aklıma ilk o geldiği için kendisini örnek verdim, yoksa piyasada yığınla isim var böyle). internette çoğu kişi tarafından yerden yere vurulur, ki bence eleştirmekte haklıdır insanlar. zira hiçbir konuda vasfı olmadığı halde kendisi her an ekranlarda görülebilmekte, kendisinden yetenekli onlarca kişinin önünü tıkamakta, azıcık güzel şeyler izlemek isteyenlerin sinir katsayısını yükseltmekte. tek başarısı bu kendisinin. ama kendisi eleştirildiği zaman kendisi ya da hayranları şu savunmaya geçiyor:
"kıskanmayınnn, meyve veren ağaç taşlanır!!"
hayır arkadaşım, meyve veren ağaç taşlanır değil olay. sen erik ağacıysan ve elma vermeye çalışıyorsan eleştirir insanlar. futbolculuktan başka meziyeti olmayan sergen yalçın jüri üyeliği yaparsa yerer insanlar. ağaç falan dediğime bakmayın, piyasadaki çoğu kişi ağacı geçtim, ottan farksız.
sen işini efendi efendi yap, kaliteli işler yap bak o zaman taşlanıyor musun taşlanmıyor musun? olmayan yetenekleriniz gözünüze sokulunca asabileşmeyin, dönün, kendinizi sorgulayın.
bazısı "kıskanma zgem, meyve veren ağacı taşlıyorsun, sen ne başardın ki bu hayatta yha :s" diyedursun, ben ikinci didimi açıyorum. (limonlu)
kimi zaman çok vakit alan fakat son derece zevkli olan eylem.
uzun zamandır beklenilen albümün dinlenilmeye başlanılmasıyla başlar bu süreç. çok sevdiği sanatçının çok seveceğini umduğu albümünü dinlemeye başlar birey, ama o da ne, tüm şarkılar aynıdır. hepsi ama. bu nasıl albümdür, neden aldımdır, keşke başka bir şey alsaydımdır.. uzar gider bu sorular. dinleme isteği kalmaz kişide. fakat ilk kez albüm alan babayiğit bilmez ki o şarkılar zamanla serpilecek, büyüyüp baba evinden kocaya kaçan genç kızlar gibi bir bir kopacak albümden, bambaşka anlamlarını açacak kişiye, farklı biri yapacak onu. hele bir de albüm kaliteliyse, yeni şarkıların güzel olduğunu keşfetmenin hoşnutluğu gurur ile karışıp dinleyiciye değişik zevkler tattıracak. (aklınız hemen kötüye gitmesin lan, müzikal zevk)
bir şarkı dinlenip onun kötü olduğu söylenebilir; ama bu yorum albümler için biraz acımasızca olur. zira albüm konsept albüm ise veya albümdeki şarkıların ortak noktası bolsa uzun süre dinlenip albümün genel kalitesine karar vermek daha mantıklıdır.
olm çok kötü bir şey lan bu. en az mastürbasyon yaparken ebeveyne yakalanmak kadar kötü. allaha şükür ikincisini yaşamadım ben.
efendim genelde insan kendi odasında yalnız olunca olur bu. bir film izlenmiştir ya da gaza getiren bir müzik kulakta yankılanmaktadır, insan gaza gelmiştir. tam o anda olaylar cereyan eder.
bana gladiator filmini izledikten sonra olmuştu. yaş 15 falan. hani sonda - izlemeyenler spoiler lan bu okuma - russel crowe'nin öldüğü sahne vardı ya, yere yığılıyor falan. arkada da lisa gerrard now we are free söylemeye başlıyo, ha orda benim kayışlar koptu. kendimi gladiator hissettim o an. tüm köleleri kurtarmanın, o kendi kız kardeşine sulanan orospu çocuğu imparatoru alt etmenin gururunu içimde hissettim. ağır ağır, kendimi maximus zannederek pantolonu çıkardım, altta sadece baksır kaldı ve ben dizüstü yere çöktüm, başımı eğdim ve "intikamın alınacak maximus" dedim. o sırada kapı açılır gibi oldu, aslında gibisi yok, bildiğin kapı açıldı amına koyim. babam gelmiş.
sahneye bak. altta baksırla diz üstü yere çökülmüş, gözler fişek gibi bakıyor. baba geliyor, rezil olunuyor.
senin ben kılıcına çakiyim maximus, çocukluğumu siktin.
ister balık hafızalı deyin, ister cahil deyin ister başka şey. doğruluk payları yok demem eyvallah da bugün olanlar, halkın artık dayanacak gücünün kalmaması, demokrasi adı altında yapılan diktatörlüğe hiçbir şekilde kimseye zarar vermeden tepkisini koyması bambaşka bir hissiyatın ürünü. ne maddiyatın, ne partilerin ne başka şeyin. tamamen içten gelen, dil, din, ırk demeden halkın homojen tepkisi bu.
bazıları "dünyaya rezil oluyoruz :((" edebiyatı yapadursun, tarih bu anı yazacak. belki hükümet devrilmeyecek ama; her kararı başına buyruk bir biçimde alanlara sağlam bir uyarı olacağı kesin. boşuna demiyor ya:
"muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur"
arkadaşım, cem yılmaz filmine gelmişsin, adam ufak bir küfür edince "cik cik, olmamış, hıh" gibi triplere giriyorsun. ne gibi bir düşünceyle geldin anlamadım ki. gösteride akan şelaleleri göstereceklerini, kuş cıvıltılarını dinleteceklerini mi bekliyordun anlamadım ki.
insanları genellemek istemem, haddime de değil ama bunu yapanlar ya cemaatçi ya da entel tiplerden oluyor.
ya gelmeyin, ya da geldiyseniz bazı şeylere katlanabilin.
şimdi şöyle, aslında başlık biraz eksik, zira ikimiz de bisiklet sürüyorduk ve birbirimize girdik.
12, bilemedin 13 yaşındayken bir kızdan hoşlanıyordum. kızı görünce altın görmüş mario gibi seviniyor, onu etkileyebilmek için şu anda bile hatırlayınca yüzümün kızardığı davranışlar sergiliyordum. gel zaman git zaman, kız bir gün yanıma geldi:
+ şey, yarın arkadaşlarımla bisiklet turu yapacaktık; fakat gelemeyeceklerini söylediler. ama ben yarın gezmek istiyorum. müsaitsen gelebilirsin.
- olur tabi ya, gelirim. ne zaman?
ertesi gün oldu, tertemiz bir havada bisiklet sürmeye başladık. o sürekli önüme geçiyordu ve hiç yan yana gelemiyorduk. ben de çocukluğun verdiği gazla benim bisikletin ön tekeriyle onun arka tekerine vuruyor, birazcık dengesini bozuyordum. kendimce kur yapıyordum herhalde, kafama sıçayım. en sonunda biraz fazla abartmışım herhalde, kızın bisiklet biraz olsun bana döndü, ben de allah ne verdiyse girdim onun bisiklete.
yere yuvarlandık. kız altımda kalmıştı; fakat o zamanlar horoz daha ötmeye başlamadığı için hiçbir cinsi çağrışım olmadı bende, hoşlandığım kıza yakın olmanın verdiği mutluluğu yaşıyordum sadece. kalktık, zinciri atmıştı, "yapabilir misin dedi?", yapmazsam önüme oturacağını düşünerek "hayır" dedim. "ama istersen önüme otur, beraber benim bisikletle gideriz, sonra ben döner, senin bisikleti getiririm" dedim.
oturdu, hayatımın en mutlu anlarından birini yaşadığımdan habersiz bir şekilde bisikleti sürmeye başladım. önümde oturuyordu. saçları burnuma giriyordu. şimdiki aklım olsa öyle bir durumda elini beline dolar, öper, kokusunu içime çekerdim. ama yapmadım. iyi ki de yapmamışım aslında, belki çocuktum ama; en saf aşkı, maddi şeylerden arınmış olan hissi bisiklet sürerken hissetmiştim. o günden beri ne zaman zincirim atsa, o an aklıma gelir, gülümserim.
yaşadığım durum. benim bu. inanmıyorum abi. yani olmamalı diye düşünüyorum. koca koca ingiltere, italya gibi ülkelerin olduğu kıtaya andorra'yı yakıştıramıyorum. andorra ismini ilk duyduğumda da sıradan bir afrika ülkesi zannetmiştim zaten. evet.
herkesin hayatında biraz var olup, hiç kimsenin hayatında tam var olamamaktır. insanı eksik bırakandır. telefonun sürekli çalması; fakat istenilen kişilerin aramamasıdır. çevrede bir sürü kişi olduğu halde kimseyi bulamamaktır.
bir zamanların modası, ali kırca'nın bolca ekmeğini yediği kız. olay şöyle gelişir;
ana haberlerde bol bol reklamı yapılır bu kızlarımızın, sonra canlı yayına çıkarılırlar, o çocuk da bağıra çağıra, kanter içinde kala kala, ağlayacak duruma gelinceye dek istiklal marşını okur. "minik ece herkesi gözyaşlarına boğdu" gibi altyazılar da unutulmaz. haliyle insanlar da ekran başına kilitlenir.
yıllar geçse de unutulmayacak nadir şeylerden biridir hiç kuşkusuz.
yok öyle abi burda brad pitt, edvard norton falan. adamlar üstünü çıkarınca kızlar öyle film izler gibi "oovvv" tepkisi vermez, "ıyyy şu kıllara bakk ya barzoo" gibi tepkiler verir.
ayrıca bir süre sonra insanlar birbiriyle dövüşmekten sıkılır, horoz, köpek dövüşü gibi müthiş ekşınlı işlere kalkışırdı.
kavgada dayak yiyen babayiğit gelip öyle "hey dostum tebrik ederim, yarın tekrar dövüşürüz okay" gibi bir tavra bürünmez katiyen, akrabaları toplar, bir köşede kıstırırlar allah muhafaza. pitbull getirir lan, bi yığın adam yığar oraya.
"cem yılmaz fundamentals" çıktıktan sonra artık iyice bayık hale gelen durum.
tamam gittik, eğlendik, anıra anıra güldük eyvallah ama boku çıktı bu işin aga. twitter, facebook, hatta sözlüklerde bile bazen o gösterinin esprileri dönüyor, muhabbeti yapılıyor. yok faruk eczanesi, yok ne vereyim abime yok gurme falan bir şeyler. yanlış anlama sakın, onlara, özellikle de gurme bölümüne bildiğin çatlayana kadar gülmüşümdür. gösteri baştan sona şahane zaten hiç tartışmam ama soğutmayın şu işi be. twitter'da hesaplar açılıyor, espriler paylaşılıyor falan. e hacı gitmek isteyen zaten gidecektir veya gitmiştir, niye aynı şeyleri yazıp yazıp duruyorsun.
her cem yılmaz esprisi paylaşıldığında kafasında bardak kıran caner gibi dil çıkarıyorum yemin ederim, yapmayın şunu be. valla.
çok güzel hareketler bunlar programı üzerinden çok zaman geçtiği halde bir türlü aklımdan çıkmayan durum.
sakin bir şekilde program izlenirken, tam iyi bir esprinin yapıldığı sırada, kameranın yılmaz erdoğan'a döndüğü anda görüyorum abi ben bunu. istisnasız ama. kalemi ağzına almış, suratta şebekçe bir gülümseme ve o sırada yaptığı alkışlama hareketi. resmen taptaze aklımda o görüntüler. senin de aklında biliyorum. ayrıca pis bir şey abi o kalem, yere falan düşmüştür lan, günde kaç kişinin eli değiyordur ona. neyse.
hani soru çözerken falan kalemin ucunu hafiften ısırırsın ya, onun gibi bir şey olsa anlayacam ama yok aga. yılmaz abimiz kalemi deep throat yapan asa akira edasıyla emiyor, ağzına alıyor. garip şeyler bunlar. biz ailecek tv izleyemeyecek miyiz arkadaşlar?
"evde kazak giyilirse klimalar 1 derece az çalışır" diyen enerji bakanını anlarım, ama bu insanı anlayamam abi.
ne yapmaya çalıştığını çözemediğim insandır.
birine karşılık vermek, fikirlerini ifade etmek, yanlışıyla doğrusuyla bir tartışma ortamında bulunmak güzel şey eyvallah ama "troll" imzası taşıyan bir başlık olduğu 21000 kilometreden belli olan bir entry'e ayar vermek bildiğin saçmalamaktır.
geçenlerde rastladım, adam açmış, "diş fırçalayan erkek gaydır" benzerinde bir başlık. onun minvalinde de bi iki bir şey saçmalamış. gözün kapalı anlarsın yani amacın trollük olduğunu, sadece saçmalama amacıyla açıldığını. ama beyefendimiz durur mu aaa, ona ayarı verecek, ona haddini bildirecek! vay efendim "diş fırçalamayan erkekten daha erkektir" "doğrusunu yapan erkek gibi erkektir" falan da filan. arkadaşım bu ne, neyin ispat çabası la bu? biraz ortada bir konu olsa da anlayacağım sizleri tamam ama bu başlığa, böyle bir düşünceye ciddi ciddi oturup ayar vermeye çalışmak bildiğiniz aklın istifa etmesi durumudur.
bu başlığa da gelirler, "cevap vermeyen insandan daha insandır!!" diye ahah.
annelerin başbakan olması durumunda olabileceklerdir.
* ilk iş olarak ülkede genel bir temizlik yapılırdı. nasıl olacağı belirsiz.
* tüm burger king, mc donalds gibi yerler kapatılır. herkes mis gibi ev yemeği yerdi.
* maç izlenmez, sürekli dizi ve sabah programları izlenirdi.
* pazar sabahları herkes ev temizlemek ve perde yıkamak zorunda olurdu.
* bütün hayırsız evlatlar ve kötü dizi karakterleri hapse atılırdı.
* hapiste her gün 5 adet terlik yeme cezası olurdu.
her şeye rağmen ülkeyi mis gibi yönetirlerdi bana kalırsa.*
samimiyet ve laubalilik arasında bulunan ve bu iki kavramı net biçimde ayıran o ince çizgi.
samimiyet iyidir, kişinin hayatta sıkıldığı anlarda samimi olunan kişilerle ilişkileri aklına gelir ve bir mutluluk duyar. ya da geyik yapılan bir ortamda hisseder o sıcaklığı insan. sevdiği kişilerle yakın olur ve diğer kişilerden farklı davranır.
fakat laubalilik çok farklı bir şey. samimiyeti yok eden, işin cılkını çıkaran bir hede. biri görüldüğü zaman sıcak bir gülümsemeden ziyade eliyle kişinin karnına doğru korkutma hareketi yaptırır laubalilik. karşıdaki kişinin insana negatif bakmasına sebep olur.
allah kimsenin çevresine o ince çizgiyi aşan laubalilerden vermesin, ne diyelim.