kafamın güzel olduğu bir gün bir yerde okudum.
daha sonra bir arkadaş fight club repliği demişti. mantıklı geldi. ama ben hatırlamıyorum, kontrol de etmedim. ilk kim söylemiştir bilmiyorum yani
yalnız sarstı bu söz beni. hep bir umut dünyası. beklentiler, hayaller.
yaşamak için başka çare de yok sanki.
umut edeceğiz, hayal kuracağız; hiç biri de gerçekleşmeyecek, yumruk yemiş gibi serileceğiz yere.
belki de kavuşursun hayallerine. muzaffer olursun kürsüye çıkıp şampanya patlatırsın. sonra yeni umutlar yeni hayaller.
zirveye çıkıp şampanya patlattıktan sonra kafama sıkıp ölmek istiyorum ben.
insanüstü/üstüninsan adı neyse artık muazzam öngörüdür. böyle buyurdu zerdüşt kitabı bir boka benzemese de, dönemin şartları içinde baya iyimiş ki bu zamana kadar popüleritesini korumuş. bıyıklı.
insanlığın götünden uydurduğu ayrıştırmacı baş kavramlar.
her zaman sebep sonuç ilişkisi vardır.
sebep sonuç mu deniyordu buna neyse bunu bir düşünün derim.
escobar'ı kötülemek üzere kurgulanmış bir dizi. salt kötü bir karakter portresi çizemedikleri için adamın halkı için yaptığı iyilikleri* kötülüğe giden yolda takılmış bir maske gibi sunmuşlar. özellikle escobar'ın diyalogları, sert, acımasız karakteri ve sürekli şeytani planların ağırlıkta olması işi tamamen gerçeklikten uzaklaştırıyor. izleyiciye de ufak tefek parçalar halinde aileye ve çocuklara olan hassasiyeti gösterilerek sus payı veriliyor. sikmişim escobar'ı. ama yiğidi öldür hakkını yeme. breaking bad bu yüzden dünyanın gelmiş geçmiş en iyi dizisidir. ki breaking bad tamamen kurgudur. iyi bir amaç uğruna çıkılan yolda (bazı değerleri çiğnemek gerekse de) kendini kaybeden bir adamın hikayesidir. aslına bakarsanız escobar da tam budur. dizideki haliyle değil elbette. escobar kendini kolombiya olarak görmüş ve kolombiya'yı amerika'ya peşkeş çekenlere ölüm getirmiş. yoksa escobar öldü de uyuşturucu mu bitti.
7.bölüm itibariyle saçmalıklara dayanamadım ve bitirdim diziyi.
Bu kadro fatih terim, mancini, prandelli, Hamzaoğlu'nu harcamış ve inanıyorum nihayetinde Mustafa Denizli'yi harcayacak virüslere sahip. Bunu kimse göremiyor.
Burak, Selçuk, Sabri, Umut gitmedikçe bi bok olmayacak.
geçen gün caddede bir grup insan toplanmış eylem yapıyordu. üzerilerindeki sarı yelekte bilmem ne sendikası işçileri (affedin hatırlamadım) yazıyordu. tembel gözlerimle ve çatık kaşlarımla ne olup bittiğini çözene kadar, standın arkasında oturan genç bir adam "gel abi sen de bir imza at destek ol" dedi. "destek benim göbek adım" diyerek tekrar martı şeklini alan kaşlarımla standa doğru yöneldim. imza atmadan önce "hayırdır ne eylemi bu" diye sordum. umursuyormuş gibi yaparak sevap point almak istiyordum aslında. bir deri fabrikasından kovulan işçilerin şanlı direnişiymiş. Toplanan imzaları çalışma bakanlığına göndererek sonuç almak istiyorlarmış. "Hayırlısı neyse o olsun" dedim.
adı soyadı, meslek ve imza kutucuğu vardı. Meslek kısmına, işçi, emekçi, işçi emeklisi gibi meslekler yazılmıştı. gözlerim bir ressam, bir avukat, bir doktor ne biliyim en azından bir dişçi aradı. o an bi aydınlanma geldi gibi oldu. bunun bir anlamı olmalıydı sanki. o an bir devinim yaşamalıymışım gibi hissettim. ama konuyu hangi açıdan ele alacağımı bilemediğim için yemeği fazla kaçırdığıma kanaat getirdim. meslek kısmına 'mühendis!' yazdım. ne mühendisi diye sormayın. çok genel mühendis. her boku yapabilmeye mücehhez bir ünvan. sonuna ünlem işareti de koydum ki tokat gibi çarpsın bu imza. tabi o imzaları tek tek kontrol edecek zavallı biri varsa.
eylem bilindik bir havada geçmiyordu. Sıkıcılık hat safhadaydı. Sol cenahın eylemlerini daha renkli bulmuştum her zaman. Kızlı erkekli gençler, yaratıcı sloganlar ve tabi ki artık yurdumuza malolmuş çavbella türküsü. Hadi her şeyi geçtim hiçbir bayanın eyleme katılmamış olması bende tam bir hayal kırıklığı yaratmıştı. böyle de lanet bir semtte yaşıyorum işte. "neyse gençler çoh gürültü yapmayın" dedim ve ayrıldım aralarından. Arkamdan "ne diyor lan bu kamil" seslerine aldırış etmeden.
işçi eylemleri götüm gibi...
eğer bir şekilde indirip kurabildiyseniz çok faideli bir program. hoş, ben daha bir esprisini görmedim ama bunca insanın bir bildiği vardır elbet.
mikrofon kurulumu insanı çileden çıkarıyor. hadi onu da kurdunuz bu sefer dediğinizi anlamıyor program; bir sonraki cümleye geçebilirsiniz ama inatlaşıyorsunuz ve eşşek gibi aynı cümleyi tekrar edip duruyorsunuz. hadi diyelim benim teleffuzum göt gibi, yıllarca amerika'da garsonluk yapmış harlem'deki zenci müslümanlarla enseye şaplak göte parmak olmuş adamı bile takmıyor bu. ama iyi diyorlar işte alın kullanın, ne biliyim. bi sürü dil var. türkçe bile var lan.
fatih terim'in kalitesini ortaya koyan bir maç. fatih terim doğalgazını ihraç etsin, ama galatasaray'dan uzak dursun.
golü yedikten sonra maçı izlemeyi bıraktım, game of thrones indiriyorum. golü yedik diye bırakmadım maçı, bu kadar kaliteli maç izlemeyi hak etmediğim için bıraktım.
farklı olacağım derken sıradanlığın dibine vuruyor. ortada durayım çabası hiç bir insanı bu kadar itici yapmamıştır. samimiyetten çok uzak.
belirli bir konuma gelmiş gazeteciler haberciliğin ötesine geçmeli ve kendi fikirlerini açıkça belirtmesi gerekir diye düşünüyorum, doğru veya yanlış. gözümde bir emin çölaşan, bir yiğit bulut değil. bunlar en uç örnekler tabi, ama en azından adamlar samimi. topluma mal olmuş insanların izleyiciye oynaması zavallıca. özellikle bu tip insanlar üzerlerindeki toplum baskısını atarak düşüncelerini samimiyetle dile getirmeli. bilmem anlatabildim mi?
halk tam organize olmuştu ki, son buldu...
eğer polisler de bu kadar organize ve hassas davranmasaydı, bu gün çok fazla barışçıl şahıs en az aşağıdaki kadar dayak yiyecek belki de canını verecekti.
özellikle bdp ve pkk yandaşlarının kazlıçeşme meydanını kullanmasına devlet izin vermemeli, zeytinburnu halkı her zaman bu kadar hassas olmaz...
gazı bulmuş adamlar. çok acaip gelişmeler olacak yakında.
şimdi türkiye beleşe konup hemen yanında bir kuyu mu açacak?
güney kıbrıs batılı ülkeleri* veya israili* arkasına alıp bizimle savaşmaya hazır bir tutum sergileyecek mi?
veya -tamam tamam kktc'ye de biraz gaz vericez- deyip türkiye'yi uyutacaklar mı?
ne dersiniz?
ülker ve eti'den sonra bir abur cubur markası daha girdi hayatımıza... şölen. nutymax adı altında tadı ve reklamı farklı bir çikolatayla hızlı bir giriş yaptı piyasaya. benim çikolatalarla pek aram olmamasına rağmen merak edip yemişliğim vardır. anlayış olarakta yeniliğe, farklılığa, çeşitliliğe açık bir insanım zaten ;) takdirle karşıladım bu girişi de. ülker ve eti gibi ciroları milyar dolar seviyesine ulaşmış iki devin bulunduğu piyasaya bu denli iddialı bir giriş yapmak her yiğidin harcı değil. öyle ki avrupa'da çok tutulmasına rağmen türkiye'de iş yapamayan onlarca çikolata markası varken.
sonra biscolata falan çıktı karşımıza. bisküvi'den önce reklamını gördük. böyle pislik insanın içini kaldıran bir reklamı var:
"tü allah belanızı versin!" dedim, "bu ne biçim reklam!"... neyse dedim olmuş bir hata, bir daha olmaz. ama adamlar işi çığırından çıkardı, yeni ürünler, yeni yakışıklı kaslı erkekler, gitar çalıp dans ediyorlar falan böyle:
"laan!" dedim. bu işe biri dur desin. rtük'e telefon açtım, onlarca mail attım. reklamları kaldırmadıkları gibi adam yerine koyup bir cevap da vermediler.
kıskandığımdan falan değil. insan fantastik kahramanların neyini kıskanır allah aşkına. süpermenin taytını mı kıskanayım, bırakın bunları. yani ben biscolata reklamları çekilmesin demiyorum, ama standartları yükseltmeyin arkadaşım. sadece erkekler için değil, kızlar için de söylüyorum. beklenti içine giriyorlar çünkü. ister istemez reklamdan etkilenip beklenti içine giriyorlar, ama öyle değil.
kızımız gidip marketten alıyor biscolata'sını, böyle yiye yiye gidiyor evine doğru. köşede mahallenin apaçileri bekliyor. kızı taciz ediyorlar yamyam gibi "beni de yeee!! beni de yeee!!"
şimdi gelin bu kızın psikolojisini düzeltin.
al işte!! ben dedim diyeceğimi al!!....
kafanızın içinde maymunlar seks yapıyorsa, bir şişe için ve hayata geri dönün.
(bkz: yaptım oldu)
adını unuttum ama benimkinin tadı da güzeldi. şuruplar bile eskisi gibi değil...
uzun zamandır çıkmıyordum çatıya. halbuki ne yaşanmışlık vardı kırılmış kiremitlerin her birinde, ve iki parmak toz tutmuş o tavan arasında. güvercinlerimiz vardı bir ara. birinin cinsi miskiydi. ayağına ip bağlayıp uçurmaya çalışıyordum; uçurmuştumda, ama planladığım gibi değildi. ucu boşalmış ip yere doğru süzülürken "aaa... kaçtı lan" demiştim, ebleh ebleh bakmıştım kuşun ardından. 5 virgül bilmem kaçlık depreme de orada yakalanmıştım. allah allah sesleriyle, merdivenlerden üçer beşer indiğimi hatırlıyorum.
bunları düşünürken; bir yandan telefonun ışığıyla, kırdığımdan beri tamir edilmeyen tavan arasının kilidini açıyordum. çok fırça yemiştim bu kilit yüzünden. herkese kolaylık olmuştu ama. hem bize, hem de kuşlarımızı çalan o pişkin hırsıza. neyse...
tavan arasının kesif bir kokusu ve yüz yıllardır girilmemiş gizemli bir oda izlenimi bırakan iki parmak tozu vardı. çatının kapağını kaldırıp yukarı çıktım. sigaramı yaktıktan sonra, sırtüstü yatarak mehtabı seyre koyuldum. küçük ayı, büyük ayı, ayılar da ailecek gökyüzündeydi. sonra bir ses "ateşini verir misin?" dedi. dolunayı arkasına almış, kafasında maskesi olmayan örümcek adam, o bilindik fotojeniklik duruşuyla bizim bacanın üzerinde oturmuş, sağ elini bana doğru uzatıyordu. çakmağı çıkartmaya üşendim, "külünü düşürme!" diyerek yanan sigarayı uzattım. bileğinden ağ fışkırtıp elimdeki sigarayı çekeceğini düşünüyordum. "kapsülüm bitmiş, atı ver bi zahmet" dedi. eliyle de gösteriyordu nasıl atacağımı. karşımdaki örümcek adam değil, erdal bakkaldı sanki. attım ben de. hiç fantastik değildi.
karşımda saçı sakalı bir birine karışmış örümcek adam oturuyordu. belki de pitır parkır demeliyim bilmiyorum. ben abi diyordum. benim çocukluğumda üniversiteye gidiyordu, şimdi kırkında vardır herhalde.
sigarayı çekişinden morelinin bozuk olduğunu anlamak güç değildi. "hayırdır abi" diye sordum. "boşver" dedi. ben de boşverdim. anlamayacak bir şey yoktu aslında. en son okuduğum haberlere göre eski örümcek adamı silip, yeni bir örümcek adam almışlardı. hem zenci hem de gay. hiç bir şey koymaz da gay olması koyardı insana, bunca senelik bir itibar var nihayetinde. olmamalıydı böyle bir şey. kendi kendine söylenmeye başladı oda: "nasıl yaparlar bunu bana! nasıl yaparlar!"
"takma kafana abi, hayat devam ediyor" dedim. "eskiden beni severlerdi, şimdi taşlıyorlar" diye söyleniyordu. "nasııl!?" dedim. "sabah edirne'de selimiye camisinden su içmek için durduğumda çocuklar beni taşlıyordu, zor attım minareden kendimi" "hayır yüksek bina da yok ağ atıp kaçayım"
"şeytan sanmışlardır abi onlar, alışık değiller" dedim. "sen de zıplayıp hoplama, ayağın bi yere bassın"
"haklısın galiba" dedi.
"haklıyım tabi, neyse ben üşüdüm eve gidiyorum. hadi allah'a emanet ol"...