(bkz: antichrist) (bkz: lars von trier)
özellikle sahnelerinin makaslanmadığı versiyonu gelmiş geçmiş tüm orjinal filmleri solda bırakıyor. zaten senarist senaryoyu ağır depresyondayken yazmış...
türkiye'nin ilk sosyalist haber ajansıdır. yakın zamanda kurulmasına rağmen gayet profesyonal yapıyorlar bu işi. beğeniyle takip ediyoruz.
ajansın kendi dilinden tanıtımı şöyle:
Önce soru...
Ne? Nerede? Nasıl? Niçin? Ne zaman? Kim? 5N1K hayatın şifresidir. Çünkü haber hayattır, hayat ise soru. Etkin Haber Ajansı daima büyük büyük soru işaretleri olacaktır.
Önce insan...
Haber kültür gibidir, ya iletişimdir ya da hiçbir şey. Etkin Haber Ajansı'nın mekanı hayat, ayarı insan olacaktır. Ezilenlerin ve sömürülenlerin gözü, kulağı, sesi ve kalemi olacaktır.
Önce gerçek...
Medyanın durumu tragedya. Tam bir paramedya: Yalan, dolan... Dedikodu, karalama... Oysa haber ve doğru bilgi, temel insan hakkıdır. Etkin Haber Ajansı, haberin hem etkin hem de etik adresi olacaktır.
Önce haber...
Evde, sokakta... işte, derste... Yorum değil daima haber. Doğru, hızlı, zengin haber. Haberle birlikte özgürlüğü taşımanın çok zor bir şey olduğunu biliyoruz, ama iddialıyız... Dünyanın ve hayatın nabzını tutacak, hayatınızı ve dünyanızı zenginleştireceğiz.
tanım: güzel bir reha erdem filmi.
uyarı: filmle ilgili yorumların olduğu bu yazıda filmden alıntılar vardır.
KOSMOS ve EVREN
Reha Erdem'i bilenler bilir. Kendisi hayatın içinden alınmış kartpostallar tadında sıradışı filmler çeken bir yönetmendir. Onun filmlerini izlerken kendisinin her daim dağda bayırda, bir ağaç altında yaşamakta olan biri olduğu hissiyatına kapılabilirsiniz. Ben de daha önce filmlerini severek izlediğim bu yönetmenin son filmi Kosmos'a bir gazete köşesinde okuduğum yazıya istinaden gittim. Yazıda sosyalist mi, anarşist mi yoksa mesih mi diye soruyordu Kosmos için. Sırf Kosmos'un ne olduğunu anlamak için bile izlenir demiştim.
Filmden çıktığımda tek kelimeyle tuhaf hissediyordum. Çünkü Kosmos ne sosyalist ne anarşist ne de mesihti, o insanı rahatsız eden doğa üstü bir şeydi. Sıfat arasak epey buluruz onun için: hırsız, ağaçlara tırmanan bir kuş, mucizevi, yabancı, kahraman, acıkmayan, eren ve en önemlisi bugünün insanını irkilten bir şekilde aşk arayan...
Korkuyla kaçtığı bilinmez bir yerden bir sınır şehrine yolu düşen Kosmos'un hikayesi kendisi gibi doğa üstü özelliklere sahip Neptün'le kesişiyor filmin başında. Elindeki bir tomar parayı bilinmez bir telaşla taş altına saklamaya çalışırken nehirde boğulan Neptün'ün kardeşine yeniden can vererek şehrin gönlünü kazanıyor asıl adı Battal olan Kosmos. insanlar onu sıradışı bir yabancı olarak görse de çocuğa yeniden can verdiği için ona eren muamelesi yapıyorlar. Ona iş ve kalacak yer temin ediyorlar. Fakat herkesin ölümünün aynı anlama geldiğini düşünen Kosmos'un çalışıp para kazanmakla bir derdi yoktur. Tanrının herkesi düzgün yarattığını ama insanoğlunun kendisini bu hale getirdiğini söyleyen Kosmos para ile kurduğu ilişki yoluyla kapitalizmin eleştirisini yapıyor. Para kazanmak derdi olmadığı gibi paranın insanlara saçtığı kini toplarcasına dükkanlardaki paraları çalarak topluyor. Para ile bir işi olmadığı için elinde biriken tomarlar böyle düzen dışı bir varlık için paranın anlamsızlığını temsil ediyor.
Bir hırsız olmasının yanı sıra Kosmos'un bir vakit sonra hastalara, düşkünlere, sakatlara şifa dağıtan bir özelliği olduğu ortaya çıkıyor. Hal böyle olunca kapısında kuyruklar oluşmaya başlıyor. Fakat kendi içinde bir sürü karmaşayı da içeren Kosmos insanlara ulaşmak istediği gibi bu kalabalıktan kaçmayı tercih edebiliyor. insanlara yardım etmeyi bir görev olarak görmediğinden irkiltiyor kuyruktaki insanlar onu belki de. Çünkü film boyunca onun insanlara yardım etmekte ne denli cömert olduğunu görebiliyoruz. Bunu insanlar kendisine tapsın, kendisini sevdin diye de yapmıyor; onun için 'normal' bu. Bu yüzden ürküyor kendisine tapmaya hazır insanlardan ve zaten kaçarak geldiği bu yerden kaçarak uzaklaşıyor filmin sonunda.
Kosmos'da insanları en çok etkileyeceğini düşündüğüm iki sahne var. Kendisi gibi doğa üstü güçlere sahip Neptün ile ağaçların tepelerine çıkıp değişik sesler çıkararak anlaşan Kosmos'un adeta seviştiği sahneler bunlar. Tabi bahsettiğim sevişme durumu bizim anladığımız tabiriyle gerçekleşmiyor. Biraraya geldiklerinde dünyadan soyutlanıp mutluluktan insanın tansiyonunu yükselten seslerle sevişiyorlar. Kuş olup uçuyorlar; özgürleşerek sevişiyorlar adeta. Açıkça aşk aradığını söyleyen Kosmos'un en mutlu olduğu anlar bunlardı bence filmde. Bu arada Kosmos başka bir mutsuz kadına da aşk vermekten hoşlanıyor. Kadın daha sonra utancından Kosmos'u 'utanmaz' diye bağırarak kovarken Kosmos'un şaşkınlık içinde söylediği şu söz de çok etkileyici bir yerde duruyor: "Bedeninizin istekleri neden ruhunuzun istekleri olmasın efendim?"
Film boyunca arkadan savaş sesleri geliyor. Yerini ve zamanını kestiremediğimiz filmin bir sınır şehrinde çekildiğini anlayabiliyoruz bu yüzden. insanların sınırın açılıp açılmaması konusunda ikiye bölündüğü şehirde ırkçılığın mikro tezahürlerini görmemiz mümkün. Savaş ortamının tam bir yabancı fobisi oluşturduğunu insanların Kosmos'a yaklaşımından anlayabiliyoruz zaten.
Dediğim gibi insanı rahatsız eden bir film Kosmos. Replikleriyle, sesleriyle, görüntüleriyle insanın beynini çağrışım bombardımanına sokuyor. Aralarda sürekli insanların acı çektirdiği hayvanların görüntüleriyle insan ırkının hayvanlar üzerindeki egemenliğini idrak ederken esasen dünya üzerinde kurduğu egemenlik yüzünden kendisi acılar içinde olan zavallı resmini görüyoruz. Savaşın görüntüsü olmadan bile insanları kendilerine ne kadar yabancılaştırdığını izliyoruz. Tek derdi aşk aramak olan bir kişiyi ne kadar garipsediğimizi ve söz yerindeyse tecrit ettiğimizi idrak ediyoruz. Aşkın tek bir dilinin olmadığını görünce irkiliyoruz. Herkesin ölümünün aynı olduğunu duyunca ölümü tepemizde hissedip rahatsız oluyoruz. insan ırkına övgüler, sevgiler, bir takım öneriler sunmayan ve evrenin büyüklüğü içinde insanın dar algısını gözler önüne seren bir film izlemiş oluyoruz.
halka yakın olmak için kravat takmadığını söyleyen kişinin 495 liralık gömlek giyerek sözünün özünü ortaya koymasıdır. 495 liraya bir senelik akbil dolduruyoruz biz...
bir türk,kürt nüfusun ağırlıklı olduğu yerlerde linç edilmiyor da niye bir kürt batıda lince uğrayıp hayatını kaybediyor sorusunu asla kendilerine soramayacak faşist organizmaların (bilimsel olarak beyne ihtiyaçları yok, omurilik yetiyor onlara) adını ağızlarına almaması gereken gençtir.
acılı ailesinin ağzından dökülenler benim için kafidir. baba türk-kürt-ermeni fark etmez oğlumun organları birilerine hayat versin diyebiliyorsa bu insan olanın yüreğine dokunur zaten.
hem aydın'ın, hem ceylan'ın hem de Uğur'un ailelerini görmüş, sohbet etmiş biri olarak birinden nefret söylemi duymadım. aydın'ın babası der ki:'ben acılı bir babayım. daha başka acılı babalar olmasın. ne bir polis ne bir asker babası ağlasın'. uğur'un annesi sadece ağlar hala uğur deyince ve 'aşiti, aşiti, aşiti' der. onlar için çok mu zor nefret, intikam söylemini yükseltmek?
ateş düştüğü yeri yakar. tek taraflı söylemiyorum bunu. asker olan ölünce de o aileyi yakar ateşi. nefret ise ancak o ateşi alevlendirir. sen birinin ölümü için 'oh iyi olmuş' dersen başkası da senin yakının için öyle deme hakkını elde eder.
kaç yıl geçmiş, onlarca şerzan ölmüş, binlercesi doğmuş... haksızca öldürülen kim unutulmuş? çocuk yaşta kurşunlarla, havan topuyla parçalanan çocukları görmenize bile engel olan nefretiniz neyi çözmüş?
ister görün ister görmeyin barış şerzanların yürüdüğü yoldur. şerzanlara duyduğunuz nefret bu yolun yolcularını çoğaltabilir ancak.
ülkedeki histeri halinin kendini ayyuka çıkarmasına neden olan gün imiş meğer.
bu memlekette 89 vicdani retçi var. hepsi de bedelini ödemeyi göze alıp almıyor silahı eline. enver aydemir isimli müslüman vicdani retçi 10 aydır cezaevinde işkence görüyor ama inançları gereği geri adım atmıyor. siz mi büyüksünüz o mu büyük? er askerin eline pimi çekilmiş bomba verenleri yargılamayı aklının ucundan bile geçiremeyen düşünce kıtları ancak ezber yineleyebiliyorlar. işte vicdani retçiler de ezberinizi bozmak için varlar zaten. bir tane general bir tane patron çocuğunun ölmediği, mhp denilen partinin meydanlarda ırkçı söylemler üreten başkanının yapmadığı bu askerlik nasıl bir peygamber ocağı oluyor acaba? enver aydemirin eşinin başındaki örtüye tahammülü olmayan, bizzat halkın değerlerinden uzak bir kurum nasıl kutsal oluyor? kendini diğer uluslardan üstün görüp yok sayan, imha eden tekçi zihniyete itiraz edenler değil mi tek suçlu?
madem çok meraklısınız siz gidin askere. size ne vicdani retçilerden? niye rahatsız oldunuz bu kadar? işkence görmeyi göze alanlara ne hakla korkak diyorsunuz?
ölmeyi öldürmeyi reddetmek suç değildir. esas suç savaşa ortak olmaktır.
1993'ten bu yana dünya üzerinde reddeden, direnen, zorunlu askerliğe hayır diyenlerin günüdür.
bu yıl barış için vicdani ret platformunun organize ettiği 'barış için vicdani ret buluşmaları' kapsamında çok sayıda kişinin vicdani reddini açıklaması bekleniyor.
15 Mayıs 2010 Cumartesi, Saat 13.00 - 17.00, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi/Beyoğlu
15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü'nde 'toplu vicdani ret açıklamaları'na sen de KATIL!
Savaşın ve militarizmin diline, imha ve inkar politikalarına,
her türlü ayrımcılığa, ötekileştirmeye HAYIR!
Barışın diline, diyaloğa, birada yaşam politikalarına EVET!
Savaşa karşıysanız, savaşı istemiyorsanız,
YAPACAK TEK ŞEY VAR! GiTMEYiN!
ViCDANi RETÇi ENVER AYDEMiR DERHAL SERBEST BIRAKILSIN!
Reddet, diren hayır de! ASKERE GiTME!
Askere gitme! KARDEŞ KANI DÖKME!
BARIŞ iÇiN ViCDANi RET PLATFORMU
KATILIMCILAR:
Vicdani retçiler
Şüpheli ölen asker yakınları
Şehit aileleri- Gerilla aileleri- Asker aileleri
Barış anaları
Aydın Erdem-Ceylan Önkol'un aileleri
Diyarbakır'da 2006 yılındaki bombalı saldırıda çocuklarını kaybedenler
Nazan Üstündağ
Ayhan Bilgen
Lale Mansur
Şanar Yurdatapan
Not: etkinlikte 30'a yakın kişi vicdni reddini açıklayacaktır.
kendisine idam kararını veren emekli Tuğgeneral Ali Elverdi 19 Nisan günü nefes borusuna yemek takıldığı için öldü. sessiz sedasız bir törenle gömüldü. kim onun ismini hatırlıyor?
deniz gezmiş bir kişi olmaktan ziyade bir simgedir. bu topraklarda doğrusuyla yanlışıyla devrimci hareketin inşasını oluşturan kuşağın adıdır. insanca değerlerin adıdır. 68 devrimci kuşağının adanmışlığıdır deniz gezmiş. halkların kardeşliği için mücadele eden halk çocukları ayaklanmasının adıdır deniz gezmiş. o yüzdendir ki 38 yıl geçse de 138 yıl geçse de antiemperyalist-antifaşist gençliğin prototipi olmaya devam edecektir.
Yeni bir infaz politikasıdır: Tecrit içinde tecrit
Hak ihlalleri ve işkence ile gündeme gelen Kırıklar F Tipi Cezaevinde sorunlar artıyor. Sayım adı altında hücre baskınları yapılıyor. Disiplin cezaları sayılacak gibi değil. Dünya ile bağları kesilmek istenen mahpusların aileleri de cezalandırılıyor. iHD izmir Şube Başkanı, Kırıklar F Tipinde yeni müdür ile birlikte uygulamaya sokulan konsepti anlatıyor:
"Hayata Dönüş Operasyonu" ile uygulamaya konulan F tipi cezaevleri, artan hak ihlalleri ile 10 yılda gündemden hiç düşmedi. Kapasite üzerinde tutuklu veya hükümlünün ikamet ettiği cezaevlerinde tecrit ile infaz politikası iç içe. Kırıklar F Tipi Cezaevi’ne yeni atanan müdür ile gerginlik arttı. Tutuklu ve hükümlüler sık sık hak ihlallarıne maruz kalıyor.
Öyle ki yaşanan hak ihlalleri, F tiplerinin insan hakları kuruluşlarının eleştiri konusu olan fiziki koşullarını unutturdu. Artık, 8 metrekarelik beyaz hücrenin bir insanda yaratacağı travma değil, uygulanan disiplin cezaları ve şiddet olayları tartışılıyor. 10 yılda dışarı alıştırıldı, şimdi sıra yeniden tutuklu ve hükümlülerde.
DÜŞÜNSEL ÖZGÜRLÜK BiLE ÇALINIYOR
Kırıklar 1 ve 2 No’lu Cezaevinde yaşanan hak ihlallerini insan Hakları Derneği izmir Şube Başkanı Avukat Nezehat Paşa Bayraktar ile konuştuk. Av. Paşa, infaz politikasının artık tedbir amacından çok kısıtlamaya ve tecridin uygulanmasına dönüştüğünü söyledi. ETHA muhabirine konuşan iHD Şube Başkanı, "F tipleri bu ülkenin infaz politikası" dedi, cezaevlerinde yaşanan sorunları iki döneme ayırdı. 19 Aralık 2000de mahpusların F tipine götürüldüğü dönemki hak ihlalleri ile bugün yaşananların farklı olduğuna işaret eren Paşa, "Cezaevlerinde sürekli problemler oluyordu ancak F tipleri ile başlayan ayrı bir infaz politikasından kaynaklı şimdi farklı problemler mevcut" dedi.
Paşa, F tipi sisteminin insan sağlığı üzerinde ciddi tahribatlar yarattığını ifade etti. Gözlemlerini, "Mutlak olarak bir yıl ve üzeri kalanlarda görme bozukluğu ve işitme bozukluğu oluşuyor. iHD’ye yapılan başvurular, doktorların ifade ettiği bu bilimsel olguları doğruluyor. F tipleriyle birlikte mahpuslarda ciddi sağlık problemleri açığa çıktı" şeklinde aktardı.
Avukat Paşa, F tipi hücreleri, "Sistem, fiziksel olarak egemenlik kurduğu mahpus üzerinde bir de düşünsel/düşsel dünyası üzerinde de egemenlik kurmaya çalışıyor" diye tanımladı. Çoğu sorunun bu uygulama anlayışından kaynaklandığını ifade eden Paşa şöyle dedi: "insan özgür bir varlıktır ama cezaevleri o özgürlüğü elinden alıyor. Sadece fiziksel özgürlükler değil, infaz yasası ve uygulamalarıyla insanın düşünsel özgürlüğü de esaret altında."
TESADÜF BiLE ENGELLENiYOR
iHD Şube Başkanı Paşa, cezaevi koşulları ile ilgili uluslararası standartlar olduğunu hatırlattı. "Mahkemenin verdiği ceza infazı, belirli bir yerde tutulmadır. Ekstra uygulamalarla insanların tecrit edilmemesi gerekiyor" diye belirtti. Paşa, Kırıklar 1 ve 2 No lu F tiplerinde üç kişilik hücrenin havalandırma çıkış saatlerinin dahi tecrit uygulamasına göre belirlenmesini örnek gösterdi. "Sohbet sınırlandırılıyor. Koridorda tesadüfen birbirlerini görmesinler diye mahpuslardan biri diğeri geçene kadar kapı arkasında bekletilebiliyor" bilgisini verdi.
Avukat Paşa, Kırıklar'da yaşanan farklı hak ihlallerini de aktardı, aksi yönde karar olmamasına rağmen bazı kitapların idare tarafından keyfi olarak tutuklu ve hükümlülere teslim edilmediğini söyledi. "Bu sadece cezaevi idaresinin kararı değil, genel infaz politikası bu şekilde. Cezaevi yetkililerinin kendi koydukları sözlü kurallar var. Mesela bir kitap üç cilt ise ilkini alıp diğerlerini almayabiliyorlar. Büyük bir keyfiyet yürüyor. Fiziksel tutulmanın dışında içerideki bireyin özgür olması genel bir kuraldır. Bu uygulanmıyor. Bunu bırakın, insana hayat zindan haline getiriliyor" diye konuştu.
GENELGE UYGULANMIYOR
iHD Şube Başkanı Paşa, keyfi uygulama örneklerine şöyle devam etti: "Genelgeye göre haftalık sohbet hakkının 10 saat olması gerekiyor ama uygulanmıyor. En son Ocak ayında 6 saat uygulandı. Eylül ayında gelen yeni müdür Ayhan Çapacı’nın hobi odalarında yapılan sohbet yerini açık görüş yapılan alanlara taşıması, bu hakkı fiziki olarak ortadan kaldırıyor. Hobi odalarının mimarisi lavabo ve tuvalet ihtiyaçları gözeterek inşa edilmiş. Ancak, açık görüş alanlarında bu ihtiyaç gözetilmemiş. Mahpusların gardiyan eşliğinde lavaboya giderken ve gelirken aramalardan geçmesi gibi dayatmalar sebebiyle sohbet hakkı engellenmiş durumda."
AiLELER DE CEZALANDIRILIYOR
Tutuklu ve hükümlülerin akrabaları ile haftada bir defa 10 dakikalık telefon görüşme hakkı da benzer uygulamalar ile ortadan kaldırılmış durumda. Paşa telefon görüşmeleri ile ilgili ise şu bilgiyi verdi: "Mahpuslar telefon hakkını, aileleri tarafından belgelenen telefon numaraları, ikametgâh ve nüfus kâğıdı ile belgeledikten sonra 1 hafta öncesinde hangi saatte kiminle görüşeceklerini yazılı başvuru ile belirtiyordu. Gardiyanların numarayı çevirdiği aramalarda diyelim ki yanlışlıkla çevrilen durumlarda "aradığınız numara yanlış" uyarısıyla karşılaşılıyordu. Yani telefon görüşmelerinde kimin kimlerle görüşeceği bu kadar sabitken şimdi tutuklu ve hükümlülere ad, soyad ve kiminle görüştüğü şeklinde tekmil vermesi, yine karşı tarafında aynı şekilde tekmil vermesi şartı getiriliyor. iki aydır hiçbir mahpus bu dayatma nedeni ile aileleri ile görüşemiyor. Özellikle aileleri şehir dışında yaşayan mahpusların aileleri telefon ya da mektupla iletişim kurabiliyorlar."
12 GÜNDE 40 SORUŞTURMA
Paşa, tutuklu ve hükümlülerin keyfi uygulamaları protesto etmek için attıkları sloganlar ve kapı vurma eylemlerinin iletişim ve görüş cezaları ile karşılık bulduğunu söyledi. Av. Paşa Bayraktar, "Gerginlik iki aydır sürüyor. Günde 3 kere kapı vurma protestosu yapılıyor, 12 gün içinde her bir kişi için 40 soruşturma açıldı. Verilen cezalar, mahpusların dışarıyla iletişimini, neredeyse tamamen ortadan kaldırmaya dönük. Şuana kadar verilen cezalar ile mahpusun 2010 boyunca iletişim hakkını engellemiş durumda" şeklinde belirtti.
Avukat Paşa, cezaevinde yaşanan keyfi uygulamaların duyulmasının da engellendiğine işaret etti. Tutuklu ve hükümlülerin cezaevi yönetimi hakkında suç duyurusunda bulunmak için avukatlarına gönderdiği dilekçelere el konulduğunu hatırlattı. Paşa, "Hukuk dışı bir durum sürüyor. Avukata gönderilen fakslar okunamaz ve bunlara el konulamaz. Başvuru idare hakkında suç duyurusu içeriyorsa, özellikle savcılığa, bakanlığa ulaştırılmalı, ulaştırılmıyorsa neden el konulduğuna dair yazı verilmesi gerekir" bilgisini verdi.
SAĞLIK HAKKI ENGELLENiYOR
F tipinde hasta tutuklu ve hükümlülerin sorunlarına da dikkat çeken Paşa, jandarmanın eşlik etmesi ve muayene sırasında kelepçelerinin yasalara rağmen açılmaması nedeniyle tedavilerin engellendiğini kaydetti.
iHD Şube Başkanı, cezaevinde dağıtılan yemeklerde de sorun olduğunu söyledi. Hijyenik koşullarda yapılmadığına dair sıkça başvurular aldıklarını belirtti. Avukat Paşa, "Mahpuslar defalarca yemekten böcek çıktığını tutanak tutarak ifadeye başvurmuşlar, ancak herhangi bir değişiklik yok. Sağlıklı beslenme hakları göz önünde bulundurulmuyor" dedi.
HÜCRE BASKINLARI BAŞLADI
Paşa Kırıklar F Tipi ile ilgili anlatımına şöyle devam etti: "Arama sıralarında belli belirsiz saatlerde infaz koruma memurları baskın yaparak sayım adı altında aramalar yapılıyor. Çöplerin yere dökülerek arama yapıldığına dair başvurular alıyoruz. Ciddi yönde kaygımız var. Çünkü odalarda şiddet kullanılarak aramalar yapılıyor. Örneğin, intihar ettiği söylenen Mehmet Kılınç olayında çelişkili durumlar var. Yıllar önceki cezaevi anıları bizleri kaygılandırıyor. işkence ve kötü muamelenin tekrar cezaevlerine girdiğini düşünüyoruz. Uygulanan tecrit politikaları ciddi bir boyuta taşındı."
Eylül 2009da Kırıklar F Tipi Cezaevi ne atanan yeni müdür Ayhan Çapacı ile birlikte tecrit uygulamalarının artırıldığını ifade eden Paşa şunları söyledi: "Buranın devlet yönünden çok daha özel bir yerde tutulduğu ve oradaki mahpuslar üzerinden ciddi baskı kurulan bir cezaevi haline getirilmeye çalışıldığı açık. Bunu bize yapılan başvurularla söylemek mümkün. Cezaevi idaresi görevi kötüye kullanıyor. Hak ihlallerine son verilmesi için Kırıklar 1 ve 2 No’lu Hapishanelerinin müdürleri ile görüşmeler yapmayı planlıyoruz. Sorunlar çözülmediği koşullarda suç duyurusunda bulunacağız. Cezaevi önünde eylemler yaparak kamuoyunu bilgilendireceğiz." http://www.etha.com.tr/Ha...asi-tecrit-icinde-tecrit/
serhat yıldızın yapmak istemediği şeydi mesela. serhat yıldız antepte er iken bir gün maltepede oturan ailesini aradılar. oğlunuz intihar etti dediler. bu haberler mardine, diyarbakıra çok gider... istanbula gelmesine alışık değildik... önce intihar dediler, sonra kaza dediler. yüzünü bile göstermeden apar topar gömdüler. babasının zoruyla yapılan otopsinin raporunda g3 ile sırtından vurulduğu yazıyordu.
serhat ölmek öldürmek istemiyordu. emekçi bir ailenin çocuğuydu. mahallesinde herkesin sevdiği biriydi. yaşama dair planları vardı, umut dolluydu. intihar ettiğine inanmadık zaten. kaza olduğunu da düşünmüyoruz. serhatı geri getiremeyeceğimizi biliyoruz. ama başkalarının yüreğine acı düşsün istemiyoruz.
eğitim zaiyatı adı altında yılda 40 jandarma eri ölüyor. davullarla zurnalarla gönderilenler tabutlar içinde geliyor. kana doymayanlar gidip bilmem kaç tane kardeşini öldüreceğini hesaplıyor. nedene değil sonuca bAkıldığı sürece serhatlar ölecek. bu ölümleriyse ancak vicdanlar durdurabilecek...
kimisine göre katil olmak anlamına gelmesi çok insani olan bir durumdur.
aslında verilecek tek örnek var bu memleket için...
milliyetçi müslüman vicdani retçi (bkz: muhammed serdar delice).
bir dava uğruna canını ortaya koyan insanlar vardır. devrim için, kurulu sömürgeci saltanatları yerle bir etmek için ölenlere de devrimciler devrim şehidi der. devrimciler ölür ama devrimler durmaz sürer derken anlatılan tam da budur aslında. devrim öyle canlı bir şey ki denizler, mahirler, ibolar kim ne yaparsa yapsın ölmezler...
müslüman birisi için şehadet başka bir anlam ifade edebilir. şehitlik yaygın olarak islami bir kavram olabilir. ama nasıl ki şehit kavramına bir anlam yüklüyorlarsa devrimcilerin de böyle bir anlam yüklediğini anlamamalarını gerektirmez diye düşünüyorum.
kimse daha güzel, yaşanılabilir bir dünya için idealleri uğruna canını feda etmiş insanların arkasından biraz vicdan sahibiyse geyik döndürmez diye umuyorum.
ilki 2004 yılında gerçekleştirilmiş ve ikincisi bu yıl 27 martta odtü'de gerçekleştirilecek olan konferanstır.
....
2.ÖĞRENCi KADIN KONFERANSI(ÖKK)
Tarih:27 Mart 2010
yer:ODTÜ
Neden Öğrenci Kadın Konferansı?
Öğrenci kadınların biraraya gelip, sorunlarını ve çözüm yollarını tartışacakları bir konferans düzenlemek istiyoruz. Demokratik kadın hareketinin bu ülkedeki önemli geçmişine ve birikmiş deneyimine rağmen, genç kadın hareketinin sınırlılığı ve darlığından yola çıkarak böyle bir birliktelik kurma ihtiyacı hissettik.
Pek çok genç kadın, özgürlük alanı olarak bize sunulan üniversitelerde hem kamusal, hem de özel alanda sorunlar yaşıyor. Cinsiyetçi eğitim, taciz-tecavüz, ayrımcılık bunlardan ilk akla gelenler. Ne yazık ki, öğrenci kadınların sorunlarını tartışabilecekleri, çözebilecekleri, kızkardeşlerinin ellerini tutabilecekleri platformlar yok denecek kadar az. Genç kadınların sorunlarına çözüm adresi olacak bir akıl ve irade birliği kurmak istiyoruz. Konferansımızda ayrıca, her biri tekil ve yerel çalışmalar yapan genç kadın toplulukları olarak, eskiye nazaran çok daha güçlü ilişkiler kurmak, sesimizi ve sözümüzü ortaklaştırmak istiyoruz.
Nasıl bir konferans?
Konferansımız, öğrenci kadınların özgür kürsüsü olmayı hedeflemektedir. Bu bakış açısıyla, sunumlar öğrenci kadınlar tarafından hazırlanacaktı r. Bizimle deneyimlerini paylaşmalarını arzuladığımız kadınlar da konferansımızda konuğumuz olacaktır, ancak konferansın öznesi öğrenci kadınlardır.
Konferansın üst başlığı olarak, bize sunulan kırıntılara kanmadığımızı anlatmak istediğimiz için, ayrıca ilgi çekici, merak uyanrırıcı bir başlık olması sebebiyle, "idare etmiyoruz" sloganını benimsedik.
"Kadına yönelik 'Eğitilmiş' şiddet" üst başlığı altında;
*eğitimde cinsiyetçilik,
*taciz-tecavüz,
*yurt sorunu,
*başörtüsü ve kılık-kıyafet sorunu,
*mesleki yönlendirmeler ve ırkçılık konularını işlemek istiyoruz.
Sonrasında kuracağımız serbest kürsü ile, sözü salona bırakmak istiyoruz.
Biz kimiz? Öğrenci Kadın Meclisi nedir?
Öğrenci Kadın Meclisi, tüm öğrenci kadınların birleşebileceği bir öğrenci kadın örgütüdür. Amacımız, kadın dayanışması temelinde, öğrenci kadınların kadın olmaktan dolayı yaşadığı tüm sorunlara karşı el ele verebileceği, mücadele edebileceği bir platform yaratmaktır. Meclisimiz, tüm kadınların katılımına açıktır.
5 aylık askerken vicdani reddini açıklamış emsal örneklerden biridir. çünkü kendisi enver aydemir'in dini inançları gereği askerliği reddetmesinin ötesinde bir şey söylüyor. bir türk milliyetçisi ve müslümanım diyerek niye askerliği reddettiğini anlatıyor ve kendisine milliyetçi imani retçi diyor. enver aydemir hala işkence altında. bakalım muhammed delice ye ne yapacaklar...
5 aylık askerken vicdani reddini açıklayan Muhammed Serdar Delice nin kendi eylemini tanımlama şekli. enver aydemir den sonra dini inançları ve türk milliyetçisi kimliği nedeniyle askere gitmeyi bu şartlarda reddeden bu ülkedeki 2. kişi.
--spoiler--
Peygamber ocağı"nda içeriden bir gedik
Muhammed Serdar Delice. 5 aylık askerken dini inançları nedeniyle vicdani reddini açıkladı. "Milliyetçi imani retçiyim. O kamuflajı giymeyeceğim" diyor. Bu sözlerle, alışık olunmayan bir noktadan geleneksel anlayışlara, Türk-islam sentezine "içeriden" mütevazi bir gedik açtı. Hem milliyetçi hem dini inançlara sahip hem de vicdani retçi. Merak edilen bu sorunun peşine düştük. Askerliğe devam etmek istememesinin nedenlerini Delice'nin kendisinden dinledik.
Muhammed Serdar Delice, evli ve iki çocuk babası. Giresunlu milliyetçi ve muhafazakar bir ailenin çocuğu. Malatya 2. Ordu istihkam Alayı Köprücü Taburu Köprücü Yüzücü Bölüğü'nde 5 aylık askerken, geçtiğimiz günlerde vicdani reddini açıkladı. Delice, dini inancı nedeniyle vicdani reddini açıklayan ikinci kişi oldu. Ama O'nu diğerlerinden ayıran bir özelliği de milliyetçi bir siyasi kimliğe sahip olması. Delice ile ezber bir kez daha bozuldu. Ordunun kutsal sayıldığı, "Peygamber ocağı" olarak adlandırıldığı bir toplumda, Muhammed Serdar Delice, Müslümanların vicdanla ikinci imtihanı olacak.
Milliyetçi imani ret nedir? 5 aylık askerliği boyunca neler gördü. Vicdani reddini açıklamaya nasıl karar verdi? Delice'nin "yıllardır kandırıldık" dediği gerçekler ne?
Vicdani ret, genellikle savaş karşıtlarına, anti militaristlere özgü bir eylem olarak bilinir. Ama siz ezberi Enver Aydemir'in ardından ikinci defa bozdunuz, dini inancınız nedeniyle vicdani reddinizi açıkladınız. imani ret diyebilir miyiz?
imani redden ziyade milliyetçi imani red diyebiliriz. Çünkü ben bir Türk milliyetçisiyim. Belki komik gelebilir insanlara. Ama insanlar senelerce bu şekildeyse yıllarca kendilerini kandırdılar. işte, vatan, millet... Ben soruyorum, askerde olan bir insan gün sayıyorsa; vatanına milletine ağza alınmayacak laflar söyleyebiliyorsa, bunun nasıl bir milliyetçilik, nasıl bir vatan sevgisi olduğunu sizlere bırakıyorum.
Vicdani ret açıklamanızda "Kendimize hayali düşmanlar yarattık. Kürt kardeşlerimizi hedef aldık. Yıllarca bir takım yalanlarla kandırdık gençliğimizi" dediniz. Bununla ne demek istediniz?
Söylemekten gocunmuyorum; artık hayatım bitti zaten. Bu noktadan sonra birilerine ışık tutabiliyorsam ne mutlu bana. Önemli olan şu; Doğu'da bir yerde bir operasyon olacak. Mehmetçik gidecek vuracak, kıracak. Bir takım yerlerde kendisini gösterecek, birileri oturdukları yerden operasyon maaşı alacak, OHAL maaşı alacak.
SEN NESiN? BiR HiÇSiN!
"Şu anda maskeler düşmüştür. 5 aylık askerlik süresi, neyin ne olduğunu görmeme vesile olmuştur" diye söylemiştiniz. 5 aylık askerliğiniz boyunca neler gördünüz? Bu kararı vermenizde neler etkili oldu?
ilk başta kışladan içeri girersiniz, tepeden tırnağa aranırsınız. Sen bana güvenmiyorsan, beni neden askere alıyorsun? Cep telefonu yasak. Neden? Bilgi transferi olacağı için. Peki, benim bu ülke için tehlikeli olan bir bilgiyi bana vermiyorsun, velev ki vermiş olsan bile bana güvenmek zorundasın. Bana güvenmiyorsan yarın birgün benimle cepheye nasıl gideceksin, omuz omuza nasıl savaşacaksın? Ben vatan hainiysem, cephede düşman aramana gerek yok. Düşman senin kışlanda, yanı başında. Sen askerine tuvalet temizlettiriyorsan, çöp toplattırıyorsan, bulaşık yıkattırıyorsan, böyle askerlik olmaz. Muharip güç olarak kullanacağın askerin bulaşık yıkamamalı. Orda bir değerin yok, bir kıymetin yok. Sen nesin? Bir hiçsin. Askerin tanımı yapılır; Botla kep arasında sıkışan, palaskayla güçlendirilmiş yağ ve et tabakasıdır. Askerin tanımı budur. Orada gördüğüm değersizlik. Ben anamı, babamı, çoluk çocuğumu, yerimi, yurdumu, toprağımı terk edip geldim, bunun için mi diyorsun?
HALKI ASKERLiKTEN SOĞUTAN CEM YILMAZ DIR
Müslüman bir orduda böyle bir şey düşünülebilir mi? Cami var, imamı yok. Kişinin birbirine saygısı ön plandadır. Kimse gelip sana küfür edemez, hakaret edemez. Öyle bir duruma geliyorsunuz ki, insancıl bir insan göreyim diye arıyorsunuz. Hasret kalıyorsunuz. Birisi insani bir kelime kullandığı zaman bir daha söyle diyorsunuz.
Cem Yılmaz her yerde açıkladı bunları. Cem Yılmaz'ın söylediklerini aklı selim bir şekilde düşündüğünüz zaman faciayı görüyorsunuz. Askerlikten soğutan kişi Cem Yılmaz'dır. Bunu ben değil de bir başkası söylese, yargılanır diyor. Doğru söylüyor. Askerlik öyle elinde silah, ne bileyim bazuka falan. Öyle bir şey değil. Kasatura ile tuvalet nöbeti tutuyorsunuz.
Tuvaleti temizliyor vatandaş. Subay giriyor, çıkıyor. "Buranın hali ne?" diyor. Sen yaptın diyemiyorsun. Çabuk temizle! Emredersiniz! insanlar topraklarını terk etmiş, mükafaatı bu mudur? Burada gazilikten, şehitlikten söz etmek mümkün müdür?
Bu ordu benimse, bana böyle davranan kim? Bana böyle davranabilir mi? Bana böyle davranıyorsa, ben neyim? Devamlı böyle sorguluyorsun bazı şeyleri. Bana güvenmiyorsa, benim burada bulunma amacım ne? TSK aslında bir konuda haklı. Bu iş gönüllülük esasına dayansa, kimse gitmez. Bülent Ersoy, çok doğru bir şey söyledi. Çocuğum olsa göndermem dedi. Anneler artık, Allah Allah diyerek göndermiyor çocuklarını.
Bu çelişkilerden doğan psikolojik rahatsızlıklar geçirdim. Halüsilasyonlar görüyorum. Rüyamda birileri talimat veriyor bana. Sıçrıyorum. Aman Allahım, içtimaya mı geç kaldım? Birisinden laf mı yiyeceğim? Kavram karmaşası yaşıyorsunuz. Gece kalkıyorum, bilinçsiz bir şekilde bir yerlere gidiyorum. Bir kendime geliyorum, tugay içtimadayım, alay içtimadayım. 14 nolu kulenin önündeyim. Ben ne yapıyorum burada?
Enver Aydemir'in vicdani reddine kendini islamcı olarak tanımlayan çevreler, basın sessiz kaldı. Ordu hala "Peygamber ocağı" olarak kutsal mı sayılıyor?
Peygamber ocağı denmesinin sebebi sünneti seniyenin yaşanıyor olmasıdır. Eskiden orduda neler öğretilirmiş? Şimdi insanları hep tehditle, cezalarla dize getirmeye çalışıyorsunuz. Ben bu vatanın askeriysem beni hapse atmaktan, bana tutanak tutmaktan utanmalısın. Acemiliği 30 gün değil, 100 gün yap. Salatalık bile ne kadar sürede yetişiyor. Bir asker yetişmez 30 günde. Sonra hadi git. Şehitliğe dayandıracaksan, ne olduğunu anlat. Çanakkale savaşlarında şu söylenir: Ön siperde kurşun atarken, arka siperde Kuran okunuyordu. Allah Allah diye taarruza geçiyordu. Öyle bir inanç yok şimdi. Mesela mesai saatleri içerisinde namaz kılanlar askeri mahkemeye gönderilecektir diyor. Seni namaz kılıyor diye göndermiyor. Kılıfı da bulunmuş; emre itaatsizlikten gönderiyor.
DEVENiN NERESi DOĞRU?
Peki basın neden sessiz kalıyor?
Deveye demişler ki, neren eğri? O da "nerem doğru ki" demiş. Şu anda doğrultulması gereken o kadar çok şey var ki. O kadar çok yer var ki. Basın korkuyor bir takım şeylerden. Askeriyede bir Albay vasfını bırakın, bir başçavuş vasfında birinin yargılandığını duymadım. Hiçbir şey yapamazsa kendi askerini öldürüyor, sanal bir takım şeyler yaratıyor. Şu gün sanal düşmanlarımızı kafamızdan sildiğimizi düşünün? Bu insanlar nasıl revaçta olacak? Bu insanlara kim prim verecek, kim alkışlayacak?
"Kürt kardeşlerimizi hedef aldık" sözünüze geri dönmek istiyorum. Müslümanlar, Filistin'de yaşanan zulüm başta olmak üzere, Bosna'da, Çeçenistan'da ve Doğu Türkistan'da, Müslümanlara yönelik zulme tepki gösteriyor. Kürtler söz konusu olunca sessiz kalınıyor. Ama Kürtler de kendilerini Müslüman olarak tanımlıyor?
Peygamber efendimiz "Müslümanlar ölene kadar tenkit edilmeli, uyarılmalı" der. Devamlı düşünmeliyiz; yapılan ezayı, cefayı. Zulmü düşünmeliyiz. Şehitliğin, gaziliğin belli bir ölçüsü vardır. Müslüman ordularda, cihatlarda şehitlik mertebesi vardır. Müslümanın müslümana yaptığı bir şehitlik değildir. Biz neden böyle yapıyoruz? Nerede hata yapıyoruz? insanların artık şu "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" zihniyetinden kurtulması lazım.
Milliyetçi, muhafazakar kökenden gelen birisinin ailesinin bu tarz bir olayı desteklemesini düşünemiyorum. Ailemden herhangi bir destek görmüyorum. Eşim bu konuya baştan karşı çıkıyor. Bunlarla uğraşmamı istemiyor. insan olarak, bir müslüman olarak ben görevimi yapıyorum. Haksızlık karşısında susan şeytandır. Ben şeytan değilim. Benim gücüm yetiyor, ben dilimle yapıyorum. Elimle gücüm yetse, elimle çeki düzen vereceğim bu düzene, çekeceğim, çevireceğim, şöyle yapacağım, böyle yapacağım. Dilimle karşı çıkıyorum. Yarın birgün beni kışlaya sokmaya çalışacaklar. Elimle karşı çıkacağım. Bana kamuflaj giy diyecekler, giymeyeceğim. Şu an firari görünüyorum ama kaçmayacağım.
ONLARIN NE YAPACAĞINI BiLiYORUM, ONLAR BENi BiLMiYOR
Bir çok vicdani retçi, askerlik yapmama hakkını kullanacağını açıklamasının ardından aylarca tutuklu kaldı, işkenceler gördü. Bunları düşünüyor musunuz?
Bunları düşünmemek elde değil. Ama orda bir açıklama yaptım. Ben onların ne yapacağını biliyorum. Onlar benim ne yapacağımı bilmiyor. Allah yolu nedir? Hak yoludur. Hak nedir? Kişinin özlük hakları. Ben şimdi hakkımı arıyorum. insanlara örnek teşkil edebilecek bir olayı gerçekleştiriyorum. Beni götürecekler, hayali bir takım şeylerden yargılayacaklar. Emre itaatsizlikten, toplum önünde emre itaatsizlikte ısrar, firardan, belki vatana ihanetten yargılayacaklar. Burada bir haksızlık söz konusu. Bir takım şeylerden vazgeçmişim, Cem Yılmaz'ın tabiriyle "şalteri kapatmışım." Falaka ne bileyim disko cezaları. insanların şunu görmesi lazım. Benim nüfus cüzdanımda TC vatandaşı yazıyor, dini islam yazıyor. Bir ulus devletiz. Adı üstünde Türkiye. Bir devlet kendi milletinden, kendi kanından, kendi canından olan bir vatandaşına neler yapabilecek, neler yapacak? Bunu kamuoyunun vicdanına bırakıyorum. insanlar bunu görecek.
DOĞRULARIMI BIRAKIRSAM YAŞAMANIN ANLAMI OLMAZ
Bana hayatını mahvettin diyorlar. Özgürlüğün olmadığı bir yerde yaşamak, zulmün içinde yaşamak zaten bitmektir. 10 ayda benim canım çıkmaz doğru. Kesinlikle kararlıyım, o kamuflajı giymeyeceğim, o hücrede kalmaya razıyım. Benim doğrularım var ve ben bu doğrular üzerinde yaşıyorum. Ben bu doğruları bir kenara bıraktığım zaman zaten yaşamamın bir anlamı kalmaz. Yanlış anlaşılmasın. intihar ederim demiyorum. Buna inançlarım müsaade etmez.
HERKES KADERiYLE YÜZLEŞSiN
Askerlik çağındaki gençlere, askerlere bir mesajınız var mı?
Sağa sola çizikler atarak, şafak sayarak bu işi yapmayın. Eğer gün sayıyorsanız, eğer bunalıyorsanız; kendinize eziyet ızdırap etmeyin. Çünkü buradan çıktığınızda kişiliğinizi, benliğinizi, onurunuzu, haysiyetinizi yitirmiş bir şekilde çıkacaksınız. Özellikle asker kaçakları için bir şey söylemek istiyorum. Kaçmakla olmaz. Herkes kaderiyle yüzleşsin. Bir şey elde edemezler. Çok fazlalar. Kimse tutup da 500 bin kişiyi hapse atamaz. Tutup da yargılayamazlar. Bunları göze alsınlar ve biraz cesur olsunlar.
95 yaşında böbrek sorunundan ölmüş yök mağdurlarının unutmayacağı kişidir.
bilkenti kurmuşmuş, yök ün faydaları varmışmış. nerede yaşayıp okuyor insanlar anlamıyorum. 80 darbesi öyle bir darbe ki insanların beyin hücrelerinde mutasyona neden olduğu çok açık! bakalım kimmiş sermayenin ve cuntanın arka bahçesi ihsan doğramacı:
ihsan Doğramacı, 6 Kasım 1981'de, 12 Eylül faşist darbesi tarafından kurulan Yüksek Öğretim Kurumu'nun (YÖK) kurucu başkanlığına getirildi. Doğramacı'nın ilk işi bütün üniversitelerin demokrat, ilerici yönetim kurullarını tasfiye ederek yerlerine bizzat faşist cuntanın atadığı rektörleri getirmesi oldu. Doğramacı, YÖK başkanlığı sırasında ünlü 1402 uygulamasıyla hiçbir yasal inceleme ve kovuşturma yapmadan üniversitelerden 95 öğretim üyesini uzaklaştırarak sıkıyönetim mantığından geri kalmadığını ispatladı.
Doğramacı, ülkeyi karanlığa gömen 12 Eylül darbesinin bilim dünyasını YÖK kıskacına alarak üniversiteleri içi boşaltılmış ve kışlaya dönüştürülmüş kurumlar haline getirdi. Üniversite öğrencilerini ve onların emekçi ailelerini ciddi sıkıntılara sokan "harç" belasını sisteme yerleştiren de yine Doğramacı oldu.
Üniversitelerin polis devletin bir uzantısı olarak polis-jandarma üsleri haline getirilmesi, kamu arazisi olan ODTÜ ormanlığının bir kısmının gayrımeşru yollarla satın alınarak Ankuva Alışveriş Merkezi, Meteksan Holding Yerleşkesi ve Bilkent Konutları'nı inşa etmek üzere tahsis edilmesi gibi pek çok icraatları da biliniyor.
12 Eylül darbesinin üzerinden geçen 30 yıl boyunca devrimci, sosyalist, ilerici öğrenci gençlik, YÖK kurucu başkanı ihsan Doğramacı'yı, özgür, özerk, demokratik üniversiteyi yok ettiği için protesto ediyor.
...
evet parası olmayanın okuyamadığı bir memlekette ne güzel anadolu çocuklarına burs veriyormuş. derdim bir kişi üzerinden sistem analizi değil ama kimse ihsan doğramacının neyin kuklası olduğunu görmezden gelemez!
aihm'e türkiye'nin 'bizde ayrımcılık yok süper demokratik bir memleketiz' gibisinden abuk sabuk bir ifade verdiği durumdur. ırkçılığın ezilen cinsel yönelimlere yöneldiği, insanlığı yere çalan sahnelerden birisi dahadır. fakat lgbt bireyler politik özne olarak görünür olmayı artırdığı ölçüde değişecek olan durumdur aynı zamanda.
boğaziçi üniversitesinde düzenlenen barış için vicdani red kurultayı na konuşmacı olarak gelirken gözaltına alınmış müslüman vicdani retçi. bu ülkede dini inancını özgürce yaşayamayanlarla antimilitaristlerin kesiştiği noktada duran tek örnek.
(bkz: enver aydemir vicdanımızdır)
türkiye'de 16'sı kadın 87 kişinin söylediği sözdür. azerbeycan ve ülkemiz dışında hak olan bir taleptir. (bkz: total red) (bkz: vicdani red) http://www.savaskarsitlari.org/
bu sözü söyleyenler rahat içinde yaşamak için mi söylüyor sanıyorsunuz? şu an gündemde olan enver aydemir örneğini izleyin derim. "ben allahın askeriyim, dini inancım gereği laik orduya asker olmam" diyen enver aydemir askeri cezaevinde işkence görüyor! zorla asker kıyafeti giydirilip hapiste bekletiliyor. ama o geri adım atmıyor. vicdanının sesini dinliyor. bundan önce de bu böyleydi...
(bkz: osman murat ülke) (bkz: halil savda)
ordu 87 kişiyi bugün görmezden geliyor. antisosyal kişilik bozukluğu tanısı koyup bir kısmını başından savıyor. ama bu ülkede yarım milyon asker kaçağı var! niye mi dersiniz? siz hiç bir general, başbakan, patron çocuğunun askerde öldüğünü duydunuz mu? bir örnek gösterin bana... izliyoruz şehit cenazelerini. apartman çocuğu bile değiller, hep gecekondular çarpıyor gözümüze. demek ki 'niye' diye soran bir yarım milyon var...
39 kiloya düşmüş.
metastazları geri dönülemez aşamada.
Ama gözleri... gözleri aynı gülüyor hala.
bir tutsaktı güler zere. tüm devrimci tutsakların yüzüdür hala o yılgınlıktan eser olmayan bir yıldız gibi parlayan gözleriyle. ölüme inat, bize ölüm yok diyenlerden... zorla nefes alsa kaldırır elini yine zafer işareti yapar. onca zulmün karşısında bu dünyada bazı insanlar dünyayı değiştirme güçleri olduğunu görünce yaşayabiliyor ancak! güler zere yaşıyor. onu ve devrimcileri seven insanlar kendisini ziyaret edince zor durumda olmasına rağmen sağlam bedenleri utandıracak kadar hayat saçıyor...
ve sevmek şiircesine
Yepyeni bir dünya için
değişmek ve değiştirmek hiç durmadan
ve usulca ölmek sonra
-tohuma durmuş çiçek gibi-
iNSAN olmanın sevinciyle
ve sonsuz hüznüyle ardında
aydınlık bir sabah bırakmanın
kuruluş deklarasyonunu geçtiğimiz günlerde açıklayan partidir. şu an parti girişimidir. ilk kongresini yaptıktan sonra parti olacaktır.
Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Kuruluş Deklerasyonu
Ufuktan bir güneş doğuyor
"Devrimi, bütün yüreklerin dönüşmesi ve özgür insan onuru adına bütün ellerin havaya kalkması olarak anlıyorum." Karl Marks
Ezilenlerin Sosyalist Partisi'ni kuruyoruz
Türkiye siyaset sahnesine yeni bir parti çıkıyor. Yıllardır devrim ve sosyalizm mücadelesinin ön saflarında yer alan bizler, Ezilenlerin Sosyalist Partisi'ni kuruyoruz. Emperyalist küresel krizin yerküreyi sardığı, dünyanın pek çok ülkesinde savaş ve işgallerin hüküm sürdüğü; Kürt ulusal direnişinin bölgesel çapta sömürgeci cepheyi bunalttığı; kırdan kente göçün artarak emekçi semtleri birer üretim ve yerleşim havzasına dönüştürüğü; fabrikaların işçi hapishanelerine ve işçi sınıfının üretim tutsaklarına dönüştürüldüğü; Türk egemen sınıflarının “Kürt sorunu” ve “Ermeni sorunu” üzerinden tarihsel gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalarak iç ve dış politikalarını yeniden yapılandırmaya giriştiği; evrensel ölçekte Marksizmin saygınlığını yükselttiği koşullarda kurulan Ezilenlerin Sosyalist Partisi, dünya halklarını Türkiye'deki evrensel mevzisi olarak, işçi sınıfı ve ezilenlerin bağrında devrim umudunu büyütecek, sosyalizmi seçenekleştirecektir. Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Spartaküs'ten Pir Sultan'a, Şeyh Bedrettin'den Dadaloğlu'na, 15-16 Haziran’dan Gazi’ye isyanın ve insanın mücadele partisidir. Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının direniş geleneği, dünya halklarının özgürlük ve eşitlik savaşı, ESP'nin ilham kaynağı ve pusulasıdır. ESP, bu tarihsel insanlık hazinesini, geride kalan yıllar içerisinde yarattığı ve biriktirdiği kendi mütevazı pratikleriyle birleştirecek; açtığı cesur ve inançlı yoldan daha güçlü adımlarla, misliyle büyüyerek ve halklaşarak yürüyecektir.
20. yüzyıl SSCB'nin çöküşü ve Varşova Paktı'nın dağılmasıyla son buldu. Kapitalizmin küreselleşme eğilimini sınırlandıran, frenleyen surlar yıkıldı. Emperyalist küreselleşme eğilimi, görülmemiş biçimde atağa geçti. Eski yapıları dönüştürerek, çözerek, tasfiye ederek büyük bir hızla ilerledi, gelişti. Dünyanın ekonomik, toplumsal ve politik çehresini belirler hale geldi, yeniden şekillendirdi. Böylece dünya devriminin koşulları, sorunları ve güçleri de değişime uğradı. Kimi güçler tarih sahnesinden çekilirken, yeni dinamikler ve yeni güçler açığa çıktı. Kendi iç çelişkileriyle yüklü küreselleşmenin yarattığı emperyalist dünya düzeninin krize yuvarlanması için fazla beklemek gerekmedi. Bilindiği gibi, hâlihazırda emperyalist küresel düzenin krizi sürüyor. Bölgemiz Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu, soğuk savaşın galiplerinin öncelikli av sahası oldu. Emperyalistler ganimeti paylaşırken bölgemizin siyasi haritasını büyük ölçüde yeniden çizdiler. Küresel emperyalist dünya düzeninin başgardiyanı ABD önderliğinde emperyalizmin askeri ve ekonomik saldırıları bir yandan siyasal parçalanmaları derinleştirirken, diğer yandan emperyalist dünya ekonomik düzenine yeniden eklemleyen, bağlayan, birleştiren ve sistemle bütünleştiren bir rol oynadı. Özellikle siyasal parçalanmışlığın derinleşmesinde egemen Sırp, Arap ve Türk milliyetçilikleri emperyalizmin işini kolaylaştıran gerici bir rol oynadılar. Yaşamları ve gelecekleri bütün zamanlardakinden daha çok birbirine bağlı hale gelen bölgemiz halklarının direnişi; özgür ve onurlu, insanca bir yaşam arayışı ve arzusunu büyütüyor. işbirlikçi tekelci burjuvazinin egemenliğini, burjuva devlet düzenini tahkim etmek ve Türkiye'ye dünya ekonomisiyle, emperyalist küreselleşmenin ihtiyaçlarına yanıt verecek tarzda eklemlemek ve bütünleştirmek amacıyla gerçekleştirilen 12 Eylül faşist darbesi, işçi sınıfı ve emekçileri, halklarımızı ezerek, devrimci ilerici hareketi tasfiye ederek büyük ölçüde amaçlarına ulaştıktan sonra, kurduğu ordu güdümlü, yarı askeri diktatörlüğü 1982 Anayasası ile kurumsallaştırmıştır. 20. yüzyılın son çeyreğinde gelişen Kürt ulusal mücadelesi, cumhuriyetin kurucu ilkelerini sorgulayarak hegemonya ve yapısal krize yol açmıştır. Diktatörlük başta ABD ve NATO gelmek üzere emperyalizmin ve bölgemizdeki gerici güçlerin desteği ile 1999 dönemecine karşın, ne Kürt halkının ulusal demokratik mücadelesini bastırabilmiş ve ne de yapısal krizi, hegemonya krizini atlatabilmiştir. işçi sınıfı ve emekçi memurların mücadelesi, demokratik Alevi hareketi, devletin dine müdahalesine karşı müslüman halkın tepkisi ve itirazları vb. hepsi yapısal krizin özgül itici güçleri arasında yerini almıştır. Türkiye, yüz yıllık cumhuriyet gerçeği ve yalanlarıyla; Anadolu ve Mezopotamya toplumlarımız tarihsel gerçeklerimizle yüzleşme ve hesaplaşma yaşamaktadır. Bugün, Türkiye'nin, tarihi ve kritik bir dönemden geçmekte olduğunda hemen herkes hem fikirdir. Bu tarihi anın temel ve ayırıcı bir özelliği de işbirlikçi tekelci burjuvazinin iki ana kampa bölünmüş olması ve keza yönetici sınıfların biriken temel sorunları çözme yeteneğini kaybetmiş olmalarıdır. Burjuvazi ve egemen sınıfların emperyalizmle geleneksel işbirliği yapan kesimleri, keza asker sivil bürokrasisinin, YÖK bürokrasisi ve akademik çevrelerin ana güçleri, CHP ve MHP gibi siyasi partiler statükoda, yani milliyetçi, ırkçı, militarist, faşist çizgide ısrar etmekte, 1982 Anayasası ile kurumsallaştırılan diktatörlük rejiminin ve her tarafından dökülen, köhne ve despotik cumhuriyetin devamı için canhıraş biçimde çabalamakta, kirli savaşın devamını sağlamak için yanıp tutuşmaktadırlar. işbirlikçi burjuvazinin emperyalist küreselleşmenin atılımına bağlı olarak palazlanan ve yükselen, neoliberal programın uygulayıcılığını üslenen, Müslüman Sünni halkın dinsel inançlarının ve taleplerinin istismarında ustalaşmış diğer ana grubu ve siyasal temsilcisi AKP; bir yandan toplumun değişim isteğini arkalamakta, diğer yandan ABD ve AB emperyalizmiyle geliştirdiği ittifak ve işbirliğine de dayanarak, AB'ci değişim çizgisini izlemekte, faşist rejimi ayakta tutan asker sivil bürokrasi ile uzlaşarak, iktidar payını büyütmeye çalışmaktadır. Halkın değişim, özgürlük ve siyasi demokrasi, barış ve kardeşlik talebiyle oynamakta, güç ve iktidarını büyütmek için kaldıraç olarak kullanmaya çalışmaktadır.
Tarihin içinden geçmekte olduğumuz anında; Bölgemiz halklarının emperyalist barbarlıktan kurtulma; direniş ve dayanışma; birlik, barış ve özgürlük, insanca ve onurlu bir yaşam isteğini, Türkiye siyasal coğrafyasında işçi sınıfı ve ezilenlerin, Anadolu ve Mezopotamya halklarının değişim isteğini, Kadınların erkek egemen sistemin çifte sömürüsü, baskısı ve şiddetinden kurtulma isteğine, Bölgemizin ve toplumumuzun en acil ve yaşamsal talep ve sorunlarının köklü çözümüne yöneltmek, Bizzat işçilerin ve ezilenlerin, halklarımızın kitlesel politik seferberliği biçiminde, onları özneleştirerek, iradeleştirerek devrimci demokratik iktidar alternatifini yükseltmek, devrimci eylemin acilen çözmekle yükümlü olduğu ana sorundur.
Halklarımızın gelecek ve kaderinin belirlenmekte olduğu içerisinden geçmekte olduğumuz tarihsel karar anında gelişmelere ve gidişata daha etkin bir şekilde müdahale edebilmek için, halklarımızın kurtuluş yolunu döşeyecek devrimci demokratik iktidar için mücadelede devrimci sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirebilmek için, Ezilenlerin Sosyalist Partisi'ni kuruyoruz.
Marks, devrimi şöyle tanımlamıştı; “Devrimi, bütün yüreklerin dönüşmesi ve özgür insan onuru adına bütün ellerin havaya kalkması olarak anlıyorum.” Çok duygusal, çok insancıl ve çok romantik, değil mi! işçiler ve ezilenler devrimi her şeyden önce kendileri için bilinç ve alışkanlıklarını, yargılarını değiştirmek için yaparlar. Devrimci bir partinin işi, görev ve sorumluluğu tam da budur. Ezilenlerin Sosyalist Partisi; işçi sınıfı ve ezilenlerin politik sınıf bilincini aydınlatmayı, siyasi bir ordu olarak birleştirip örgütlemeyi, sermaye egemenliği ve diktatörlüğe karşı politik iktidar mücadelesinde özneleştirmeyi, iradeleşmeyi varlık nedeni ve devrimci ve sosyalist misyonu kabul etmektedir.
işçilerin ve ezilenlerin söz, basın, toplantı, örgütlenme ve eylem özgürlüğünün faşist zorbalık altında tutulmasına, Ulusal eşitsizlik, inkâr ve zulme, Kadın cinsinin erkek egemenliğin köleliğine, şiddete uğratılmasına ve politikada yok sayılmasına, Emperyalist boyunduruğa, Kapitalist sömürüye, işsizliğe, yoksulluğa, evsizliğe, ağır ve adaletsiz vergilere, Sendikal örgütlenme ve grev hakkına vurulu prangaya, iş güvencesinden ve iş güvenliğinden mahrumiyete, Sağlık hakkının ticarete dönüştürülmesine, Sosyal güvenlik hakkından yoksunluğa ve mezarda emekliliğe, Topraksız köylünün toprak sorununa ve emekçi köylü tarımının yıkımına, Esnaf ve sanatkarların iflasa sürüklenmesine, Ezberci, ırkçı, şoven, cinsiyetçi, baskıcı ve paralı eğitim sistemine, Sanat ve edebiyat üzerindeki sansüre, yasakçılığa, dağıtım tekellerinin cenderesine, Doğal çevrenin yıkımına, Kıyıların yağmalanmasına ve yoksullara, emekçilere kapatılmasına, Kentsel dönüşüm adı altındaki yıkımlara ve sürgünlere, Vicdan ve dinsel ibadet özgürlüğüne konulmuş ipoteklere, ayrımcılıklara, Milyonlarca engelli insanımızın çektiği kahra, zorluğa, mahrumiyete yol açan politikalara,Irkçılık ve şovenizme, Farklı cinsel tercihleri olanların aşağılanmasına, ayrımcı baskılara maruz kalmasına, işkenceye, yargısız infazlara, faili meçhullere, gözaltında kayıplara ve devlet terörünün grevler, gösteriler, direnişler karşısında sergilenen biçimlerine, Hapishanelerdeki zulümlere, Ve toplumsal adaletsizliklere karşı mücadele etmek için Ezilenlerin Sosyalist Partisi'ni kuruyoruz!
Mücadele içinden geliyoruz, meşru mücadele çizgisinde ilerleyeceğiz
ESP'yi kuracak işçiler, kadınlar, gençler, kent ve kır emekçileri, aydınlar, sanatçılar, emekliler, yoksullar uzun yıllardır özgürlük ve sosyalizm için mücadele ediyorlar. Onları yaşamın tüm alanlarındaki çetin savaşımlardan tanıyorsunuz. O yüzdendir ki, ESP senelerdir yürütülen devrimci mücadelenin yasal formda en üst örgütsel biçime kavuşturulmasıdır. ESP, TiP'ten başlayarak, kendinden önceki tüm ilerici, antifaşist ve yurtsever partilerin deneylerinden öğrenecektir. Yaratılmış olumlu birikimleri mücadelenin gelişimine katkıda bulunan bir enerjiye dönüştürürken, içe dönüklük, bürokratizm ve parlamentarizm biçimindeki geriliklerin ise kader olmadığını gösteren bir pratikle ilerleyecektir. ESP'nin mücadele anlayışı, meşruiyet bilinci üzerinde yükselecektir. Bahar eylemleri döneminde işçiler, sendikalarını yaratma ve diktatörlüğe kabul ettirme sürecinde emekçi memurlar, ilk serhildanlardan itibaren ulusal demokratik kitle hareketi bunun parlak örneklerini yaratmıştı. Meşru mücadele hattından ilerleyecek olan ESP, kendini bu çizgide var edecektir.
ESP milyonların siyasi eğitimini ve yüzbinlerin örgütlenmesini hedefleyecektir
Kitlelerle etle tırnak gibi ayrılmaz bir bütünlük kurmayı esas alan ESP, politik kitle ajitasyonunu siyasal bir ordu gibi yürütecek, işçilerin ve ezilenlerin örgütlü gücünün büyütülmesi için sınır tanımaz bir enerjiyle çalışacaktır. Burjuva ideolojisinin, gericiliğin, şovenizmin, cehaletin etkisi altında, sınıfsal ve toplumsal çıkarlarına yabancılaştırılmış, boyun eğmeye ve kaderciliğe alıştırılmış, örgütsüzlük içinde tutulmuş, demokratik bilinçten mahrum bırakılmış, çeşitli milliyetlerden işçilerin, kadınların, gençlerin, kent emekçilerinin, köylülerin siyasal bakımdan aydınlatılması, örgütlenmesi ve mücadeleye seferber edilmesi ESP'nin temel hedefidir. ESP, kitlelerin yaşam alanlarında, fabrika ve işletmelerde, okullarda kesintisiz bir örgütlenme faaliyeti yürütecek, sokak sokak, ev ev emek harcayarak, gecesini gündüzüne katacaktır. Milyonların siyasi eğitimi ve örgütlenmesi hedefiyle çalışacak olan ESP, Anadolu ve Mezopotamya'nın her köşesinde var olma kararlılığıyla hareket edecektir. Bunun ne kadar zor olduğunu biliyor ve apaçık görüyoruz. Fakat mesele de bu zorluğun üstesinden gelmek değil midir? işçi sınıfı ve ezilenlerin hâlihazırda örgütlü olmayan bütün dürüst, namuslu, cesur ve mücadeleci güçlerini saflarında toplamak, ESP'nin asla vazgeçmeyeceği bir niteliği olacaktır.
ESP kendine dönüklükten, kibir ve sekterlikten uzak duracaktır
içe dönüklük, kendi ihtiyaçlarına-durumuna göre politika, takvim devrimciliği ESP'nin işi olmayacaktır. ESP, işçi sınıfının ve ezilenlerin sorun, talep ve özlemlerini gündemleştirecek ve böylesi gündemlerle kendi dışında gelişen mücadelelerin bileşeni olacaktır. Kitlelerden, antifaşist, devrimci, yurtsever hareketten, dünyadaki ilerici, devrimci güçlerden ve sınıf mücadelelerinden öğrenmekte duraksamayacak olan ESP; antifaşist, devrimci, yurtsever partilerle-gruplarla eylem, güç ve cephesel birlikler konusunda mücadelenin genel çıkarları doğrultusunda hareket edecektir. Kadın devriminin partisi
Bu parti ezilen kadın cinsi kendisine katılmaya çağırıyor. Kadın özgürleşmesine bir kadın devrimi fikrinin eşlik ettiği parti örgütlenme sürecimiz, kadınları politik mücadelenin aktif unsuru ve partinin yarısı olarak örgütleme, harekete geçirme çizgisinde yürüyecektir.
Aydın birikimi ESP için değerlidir
'60'lı yılların sonlarından başlayarak aydınlarla devrimci hareket arasında ortaya çıkan, "lafazan, pratikten kaçan aydın-teoriyi küçümseyen devrimci" biçimindeki güvensizliğin aşılması ESP'nin amaçlarından biridir. ESP, demokrat ve devrimci aydınların, bilim, sanat, edebiyat insanlarının gerek kitlelerin aydınlanmasına ve devrimci uyanışa, gerekse de teorik gelişim ve mücadeleye katkıda bulunmalarının kanallarını oluşturacaktır.
Faşist rejime, ulusal inkâr, eşitsizlik ve baskıya, kapitalist sömürüye ve emperyalist boyunduruğa karşı mücadelenin bir işçi-emekçi iktidarıyla zafere ulaştırılması, ESP'nin varlık nedenidir. Uzun programatik açıklamalardan kaçınmak için, işçi-emekçi iktidarının politik, ekonomik, toplumsal, kültürel hedeflerinden bazılarını kısaca dile getirirsek: Burjuva cumhuriyetin değil, halklar cumhuriyetinin ifadesi olacak işçi-emekçi iktidarı: işçiler ve ezilenlerin söz, basın, toplantı, örgütlenme ve eylem özgürlüğünü ve halk demokrasisini gerçekleştirecek, Ulusal kaderini tayin hakkının önündeki engelleri kaldıracak; Türk ve Kürt halklarımızın tam hak eşitliğine dayalı özgür, gönüllü birliğini; Ermeni, Laz, Rum, Çerkes, Gürcü, Abhaz, Arap, Roman, Süryani, Boşnak ulusal toplulukların demokratik haklarının eksiksiz uygulanmasını sağlayacak, Kadınlarla-erkekler arasındaki hukuksal eşitsizliğe derhal son vermekle kalmayacak; ekonomik, devletsel, siyasi, toplumsal, kültürel alanlardaki fiili eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları ortadan kaldırma mücadelesine girişecek, Emperyalist boyunduruğu kıracak, borç ve faiz yükümlülüklerini reddedecek, NATO'dan çıkacak, başta incirlik olmak üzere ABD ve NATO'ya ait üs ve tesisleri kapatacak, emperyalist devletlerin topraklarımızda ve kıyılarımızdaki tatbikatlarına izin vermeyecek, Vicdan ve dinsel ibadet özgürlüğünü güvence altına alacak, din-devlet, din-okul işlerini birbirinden ayıracak, dinsel inancı bireyle inandığı kutsallık arasında bir mesele kabul edecek, halklarımızın Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Alevi, Ezidi din ve inanışlardan kesimleri arasındaki eşitsizliklere, ayrımcılıklara ve düşmanlaştırıcı politikalara son verecektir. işçi-emekçi iktidarı: Herkese iş, iş güvencesi ve iş güvenliği, Kadın cinsine dönük erkek egemenliğinin çifte köleliği ve kadına yönelik şiddetin son bulması, Bilimsel, demokratik, anadilde ve parasız eğitim, Parasız sağlık ve sağlık hizmetlerinde eşitlik, Herkese sosyal güvenlik, Sendikal örgütlenme ve grev hakkının önündeki engellerin kaldırılması, Çevre yıkımının durdurulması, Dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarla birlik ve dayanışma yolundan ilerleyecektir.
işçiler ve ezilenleri ESP'nin kuruluşuna ve saflarına katılmaya çağırıyoruz
ESP, Mustafa Suphi ve Ethem Nejatlardan, Mahirlerden, Denizlerden, ibrahimlerden devralınan bayrağın sosyalizme ulaştırılması mücadelesinde halklarımızın birleşik partisi olarak kuruluyor. ESP'yi kurma girişimini başlatarak büyük ve çetin mücadelelere girmek üzere çok anlamlı bir adım atmakta olduğumuzu biliyor ve inanıyoruz. Politik sınıf bilinci uyanan, birleşme ve mücadele etme arzusuyla tutuşan işçileri, kadınları, gençleri, kent ve kır yoksullarını, tüm ezilenleri, işçi sınıfının, ezilenlerin ve halklarımızın çıkarlarına, özgürlük, kardeşlik ve mutluluğuna bağlı aydınlarımızı, sanatçılarımızı, Kuruluş aşamasından başlayarak Ezilenlerin Sosyalist Partisi'nde birleşmeye çağırıyoruz.
EZiLENLERiN SOSYALiST PARTiSi GiRiŞiMi http://www.espgirisim.com e-mail: esp.girisim@gmail.com irtibat tel: 0533 242 4643
'ezilen' kavramını ancak kapitalizmin dayattığı algıyla anlayabilen sınırlı beyin hücresi sahiplerinin anlamaması çok çok normal olan oluşumdur.
'ezilen' kavramı sosyalistler için salt işçi sınıfını kapsamanın bir adım ilerisidir marksist terminolojiye göre. ezilen cinslerin, halkların, azınlıkların temsilcisi olmayı ve türkiye için yarı kapalı faşist dikatatörlülüğü yıkmak için tüm bu güçleri birlikte mücadeleye çağırmayı hedefleyen bu örgütün öncü kadroları odtü, boğaziçi gibi üniversitelerden mezun olanlardan işçilere kadar değişir. ne ilginç değil mi? bir insanın dünyadaki zulme karşı sınıf intiharı yapıp ezilenlerle birlikte hareket etmesi ve insanca, yoldaşça sevinçlerde çoğalması ne ilginç değil mi...
15. yılını harbiye açık hava tiyatrosunda binlerce insanla coşkuyla kutlamış ezilenlerin sosyalist alternatifidir. esas örgütlenmesi semtlerdedir. işçi sınıfının öncüsü, kadınların, gençlerin, emekçi halkların temsilcisidir.
atılım gazetesi adında haftalık yayın organı vardır. bu gazetenin yazarı ışık kutlu'nun cenaze törenine katılan üyeleri marksist leninist komünist parti sempatizanı oldukları gerekçesiyle 8 eylül günü gözaltına alınıp tutuklanmıştır. tesadüfe bakın ki aynı gün gazi mahallesinde baz istasyonlarını talan eden halka öncülük eden esp'liler de gözaltına alınıp tutuklanmıştır. bir de sosyalist gençlik dernekleri federasyonu üyelerinin yaz kampında korsan eylem hazırlığı (!) yapmak iddasıyla aynı gün gözaltına alınıp tutuklanması vardır ki bu örgütün devlet için ne ifade ettiğini anlamayan bir garip yazarlar topluluğunun komik halleri şu durumda bu örgüt için hiçbir anlam ifade etmemektedir diye düşünüyorum...