uyku ve ölüm, karanlık kartallar
gece bu başın çevresinde uğuldar:
insanın altın sureti
yutsun buz gibi dalgasını
sonsuzluğun.korkunç mercan kayalıklarında
parçalanır erguvan renkli vücut
ve iniltisi yükselir karanlık sesin
o deniz üzerinde.
fırtınalı hüznün kızkardeşi
yıldızların altında
bak ürkek bir kayık batıyor,
gecenin suskun yüzüne. ~georg trakl
~
Sevda tılsımları esmiş doğarken
ismimi erenler aşk'tan koparmış
Sevmesine sevecekmişim lâkin
Bahtımda çöllerden bir yanık izi
Göbeğimde hicran yarası kalmış
Suya benziyormuş ilk bakışlarım
Hüznümü aydan sağmış ebeler
Gülmesine gülecekmişim lâkin
Bir ceylan kaçırmış gamzeleri
ilk ağız' süt diye gam emzirmişler
Bin bir gece sürmüş ilk masallarım
Yer yer beşiğimi sıtma sallarmış
Susmasına susacakmışım lâkin
Kulağımda acemaşiran ninniler
Şehla bakışımda bir ateş kalmış
Nice derin uykularda kalmışım
Kekik koklatmışlar nar içirmişler
Uyanmasına uyanmışım lâkin
Yüreğimde Torosların sarplığı
Dilimde kan gibi bir allık kalmış
Hekimler suskunmuş ayakucumda
Annem ağlıyormuş babam sorguda
Ölmesine ölecekmişim lâkin
Bir Yasin yeşermiş ak kundağımda
Sırtımda annemin duası kalmış.
karlı soğuk havada paltosuz bir çocuk durakta bekliyordur. çocuğu paltosuz gören bir çok kişi kendi paltosunu çıkarıp çocuğa giydirir. kimi eldivenini verir kimi de şalını üstüne örter.
aynı test türkiyede yapılsa bizim halkın tepkisi ne olur diye düşündüm. sanırım kimse paltosunu çıkarıp çocuğa giydirmez. Cep telefonuyla ilgilenir, görmemezlikten gelir felan.
film baştan aşağı simgesel anlatımdır ,scorsese düzene ve sisteme küfreder. shutter island dünyadır, mahkumları da bütün insanlık. teddy'nin adaya giderken gemide kusması, scorsese'nin nefretinin dışa vurumudur.
filmin sonunda teddy'nin "bir canavar olarak yaşamaktansa iyi bir insan olarak ölmeyi yeğlerim." sözü aslında herkes gibi kaçınılmaz olana razı gelmesini - lobotomiyi- başka çıkar yol olmadığını anlatır.
lobotomi de bir simgedir, insanların isteyerek köleleştiği düzene atıfta bulunur.
denize bakan küçük balkona çıktığında yıldızlar gökyüzünde tek tük belirmeye başlamış,alacakaranlığın o derin koyu mavisi semanın kızıllaşmış bulutlarıyla birbirine karışmış, sonsuz bir sükutun huzuruyla onu başbaşa bırakmıştı.
elindeki çay bardağını plastik masaya bırakıp saldalyesine oturdu ve bir sigara yaktı. ulvi anın sessizliğinde, uzaklardan bir evden çalınan sanat musikisi nağmeleri kulağına doldu. sessizliği inceden inceye bölen bu nağmeler ne gariptir ki onu çocukluğunun unutulmuş bir hatırasına götürdü.
küçük bir çocuktu, mutfakta tahta bir taburenin üstüne çıkıp bulaşık yıkarken gözlerini tezgaha dayalı teneke tepsiden alamazdı. tepsideki resimde büyük geniş ve beyaz , çiçeklerle bezenmiş bir taraça ve deniz manzarası vardı. devasa taraçanın sütunları önünde beyaz tülden bir tuvalet giymiş bir kadın sırtı dönük denizi seyreder, bulaşıkları yıkayan küçük çocuk ise o kadının yüzünü merak eder ve deterjanlı minik elinden bardak kayıp lavaboya düşerdi.
yüzü görünmeyen kadını hayalinde taraçada dolaştırır, saksılardaki çiçeklerinden koklatır, denizden geçen gemileri seyrettirir, sonu gelmez olasılıklar kurardı.
böylesine dalmışken annesi mutfağa gelir, onu dirseklerine kadar deterjan köpüğüne batmış halde bulur, ince kollarını çeşmeye doğru iyice uzatıp durular ve herzamanki narin sesiyle yumuşak bir sitemde bulunurdu. Annesi ona hiç yüksek sesle bağırmazdı, sanırım o büyüklerinin bir bakışından etkilenip üzülen naif çocuklardandı.
tepsiyi odada gördüğü vakitlerde kucağına alır, resimdeki beyaz tuvaletli kadının yüzünü kendisine döndüğünü hayal eder , yüzünün tıpatıp annesine benzeyeceğini , ona doğru koşup sarılacağını , o çiçekli taraçada sonsuza dek birlikte kalacaklarını ve hep mutlu olacaklarını düşünürdü. annesi onun tepsiye kenetlenmiş bakışlarını tebessümüyle ayırır , o da bütün gizli hayalleri ortaya çıkmış gibi utanırdı.
hafıza denizi üstünde bir anda sıçrayarak kanatlanan gümüşi bir hatıra, teneke tepsideki resmin boyalarının yer yer sırrı dökülüp yok olmaya yüz tuttuğu zamana kadar saklı kalmamıştı. o yaşadığı sürece var olacaktı.
kucağına düşen sigara külünü slkeleyip çocukluk anısını dağıttı.
"üzerine işenen kapalı kadınlar derneği" adlı iğrenç başlığa ve bu başlığa yazan iğrenç yazarlara ses çıkarmayan moderasyondur. sizden utanıyorum, yazık size!
dizideki sultan Süleyman'ın mustafa'yı öldürtmesinden ziyade Cihangir'i kandırmasına üzüldüm. gözlerim doldu. ah, neden Süleyman, neden Cihangir'e yalan söyledin? sen ne yaptın?
değerli dostum yine çaylak edilmiş. Hallac-ı mansur misali taşlanmaktadır. O ise doğru bildiği yoldan zerre sapmamıştır. kendisiyle gurur duyuyorum. yıllar önce yazdığım entry'i kendisine ithaf ediyorum;
iki lafından biri "manipülatör" olan ve önüne geleni manipülasyonla suçlayan yazar, şahsıma "fake" diyerek manipülasyon ve halüsinasyon bağımlılığını gözler önüne seren bir iftiraya imza atmıştır.