bir işin alt patrona ihale edilmesine taşerona verme, bunun bir üretim yöntemi haline gelmesine ise taşeronlaştırma denir. özellikle 60'lı yıllardan bu yana gelişen post-fordist üretim biçiminin bir yöntemi ya da koludur demek uygundur. bu yolla:
1- işçilerin bölünmesi, aynı işletmedeki işçilerin ayrı işverenler (ya da bazı durumlarda görüldüğü gibi aynı işverene ait farklı firmalar) tarafından yönetilmesi
2- işin parçalanarak esnetilmesi, zaman zaman ürünün bambaşka yerlerde üretilmesi
3- işçilerin alanlarına göre sınıflandırılarak ortak kimliklerinin dumura uğratılması
olanaklıdır. tıpkı diğer postfordist teknikler gibi taşeronlaştırmada da ana hedef üretimin ve beraberinde emek gücünün esnetilmesi hedeflenmektedir. taşeronlaştırmayı kapitalist için vazgeçilmez kılan diğer önemli nokta ise post-endüstiriyel üretim ilişkilerinin giderek gelişkinlik kazanması, marjinal üretim eğrilerine sahip alanların karlılıklarının artmasıdır.
günümüz işçi sınıfının mücadelesi önündeki en temel engellerden biri olan esnek üretim modelleri ve taşeronlaştırmaya karşı mücadele yakıcı bir önem kazanmıştır ve herhangi bir ekonomik mücadeleden çok daha fazla siyasal sınıf bilinci gerektirir.
mevzu boy olunca oğuz boyu kökenli genç güruhun durdurulamaz heyecanıdır.
kız boyu olsun, erkek boyu olsun, enstrüman boyu olsun bir şekilde müdahil olunan...
birader, hepiniz dalyan gibi delikanlı, sırım gibi genç kızlarsınız, ama her yerde buna oynamayın yahu, eskiden yonca gibi flört siteleri vardı, onlar da mı öldü artık?
an itibariyle twitter'da yaldır yaldır giden cafer koçbaşı önerisi.
"kendisi ülkenin kurucusu olduğu için atatürk soyadı alsın, reta olsun" denilerek başladı.
zat-ı alleri kabul ederler mi bilinmez ama bu öneri kısa bir zaman içinde gerçekten yapılabilir gibi görünüyor. kanalistanbul'un molozuyla boğazı doldurup saray yapılabildiğine göre...
beri yandan kişi, kitabın yazıldığı dile hakimse mutlaka tercihi bu dilden okumak olacaktır. özellikle son 40 yıldır hem edebiyat, hem de kuram alanında klasikleşen yazarların birçoğunun kendi dillerinde yeni kelimeler türettiğini düşünürsek orijinalinden okunan bir yapıtın zevki bambaşkadır. dolayısıyla böyle yapan adamlara bu derece kinlenmeyin, yalnız böyle yapan adamların tartışmada bunu terazi kefesine koyup ağır tartmalarından dertlenin o ayrı. buna rağmen haklarıdır, söz konusu tartışmanın konusu kitaptan ibaretse ve diğer noktalarda eşitseniz, emin olun sizden daha hakimdirler konuya.
hebele hübele, laf etmekle geçen vakitlerde dil öğrense insanlar, zaten bu mevzuata gerek kalmazdı.
ama son bir örnek: ihsan oktay anar'ı elin ecnebisi ne kadar anlayabilir ki, değil mi?
dünkü seslerin ardından bir anda gökyüzünde beliren siluettir. an itibariyle kemerburgaz taraflarından net olarak görülmekte, giderek istanbul içlerine yaklaşacağı sanılmaktadır.
böyle devasa bir koyunu andıran bir koyu karanlık ve yanı sıra epey parlak çoban figürünü andıran bir resim gibidir.
perşembeyi cumaya bağlayan akşam rivayet olunduğu gibi duyulan seslerden sonra bu görüntü oldukça ürkütücü. dalga geçenler; bunu da açıklayın bakalım!
efendim 25 gencecik çocuk ölmüş, sen boğaza karşı içkini yudumlarken meseleyi sorguluyorsun, bak bu alçaklık!
on yılın ardından boğaza karşı içki yudumlamak pek o kadar kolay değil mirim, ona girmiyorum.
ha bak hediye olarak halısı verilen falan varsa o yudumlar, o başka.
ankara dtcf'de okuyan, sürekli tezgah işleri falan düşünüp "gelsin paralar" dediği için kendi lakabını kendi hazırlamış zamanının efsane öğrencisi.
uzun yıllar cd işi yaptı. emek'teki tezgahı kapandıktan sonra konur'daki pasajlardan birine geçti. eğlenceli karakterdir.