beylerbeyi hacı sabancı lisesi sırtını beylerbeyi sarayına vermiş denize oldukça yakın fakat sabancı olgunlaştırma enstitüsü kadar yakın ve denize sıfır olmayan ve aslında hiç de dışardan görüldüğü gibi olmayan bir yerdir. eski binanın restore edilmesiyle hayatına devam etmektedir. 99 depreminden sonra o da her bina gibi biraz yaralanmıştı*. yeni okul olmasına rağmen sıraları eskiydi hatta başımıza dam akmıştı ve en üst katta bulunan sınıflar boşaltılığ temizletilmişti. hiç unutmam ilk zamanlar dış yüzeyindeki granit kaplamaların tanesinin bilmem kaç dolar olduğu dedikodusu etrafa yayılınca o hafta okulun dıştan bakıldığından görünmeyen kısımlarında ki granit parçaların yok olduğunu hatırlarım*. bina aslında çok fena olmamasına rağmen ekipman bakımından sürünmekteydi bilgisayar labratuarına çalışmayan bilgisayarları ,o çalışmayan o koca fotokopi makinesini taa yerin dibinde olan bilmem ne laboratuarına arkadaşlarla taşıdığımz o günleri ve hatta okulun sıralarının değiştirileceği vakit taşıyacak kimse olmadığı için bizim taşıdığımız ve bunlar için bütün okul önünde plaket madalya benzeri bir şeyler ile ödüllendirildiğimiz o günleri hiç unutmam. okula yürüme mesafesinde bulunan polis karakoluna rağmen ekşından hiç eksik kalmadığı zamanlar dün gibi sanki fakat eskisi gibi değilmiş duyduğuma göre bizden sonra epey değişim geçirmiş*. her ne kadar kötülesem de çok sevememiş olsamda o zamanlar da ben de pek iyi olmamama rağmen severdim o her sabah gördüğüm, kokusunu aldığım denizi ve durakta ne zaman dikilsem hemen yanımda biten kavgaları, okuldan kaçıp tam boğazda karşımızdaki okulda okuyan sevgilimi almaya gittiğim zamanları özlemeden geçemicem*.
ufak tefek tamir işleri yaparken üstüne yanlışlıkla japon yapıştırıcısı dökmüş ve sileyim derken sildiği bezle birlikte kıllarını birbirine yapıştıran ve burdan geçmiş olsun dileklerimi ilettiğim erkektir*.
kan kalsiyumu yüksekliğine verilen isimdir. özellikle paratrioid hormonu yetersiz ise kalsiyum daha da artarak rahatsızlıkları arttırır ve damar duvarlarına çökerek damar sertliği oluşumuna yol açar.
ya çok iyi organize bir kopya çetesinin elemanıdır veya okula iş olsun diye gelen ya da* bunalımda olan birinin yapacağı davranış denilebilir. sınav sırasında eğer oturduğu yer değiştirilmemişse bir nebze olsun bahtı vardır demektir ve azıcıkta şans ile o dersten geçme olanığı bulunmaktadır.
okulda artan olaylar ve derslerde ortaya çıkan sürüsüne bereket walkman,cep telefonu gibi şeylerden ve kılık kıyafete uymayan öğrenciler yüzünden bir sürü şikayet alan okul müdüremizin sabah tören ve ders saati sırasında yaptığı duyuru:
- öğrencilerin dikkatine okulumuzda genel kontrol yapılacaktır. ben ve ekiplerim sınıflar tek tek dolaşıp basacağız ve kontrol edeceğiz. uygunsuz olan öğrenciler derhal disipline gönderilecektir. saygılar okul müdürü...
tabi sonrasında ki sessizlik ve ardından şok olmuş dimaların puahuahauh şeklinde kopmaları ve o dersin öğretmeninin öğrencileri susturmasına gerek kalmadan müdürün hakikaten ekipleriyle* sınıfı basması .
ne gündü bee sabahın köründe susuz sabunsuz traş olmuş yüzüm kan revan içinde okula gitmiştim ve bu müdire elinin tersini yüzüme sürttükten sonra beni sakallarımı kesmediğim için disipline vermişti.
bir de arçelik reklamlarının maskotu çelik vardır ki onunda sesi akıllara zarardır. içine akerdeon kaçmış gibi sesler çıkarır. bunun da sesinin bir lavabo aç ile giderilebileceğini ve hatta az biraz acı yedirip sesine güç kuvvet verdirip kalınlaştırılabileceğini* düşündüğüm kürü uygulayarak tedavi edilebilecek sesler arasında yer alır.
sabahları daha uyanamamış bünyenin en büyük düşmanlarından olan arabesk müziğin ya eliniz mahkum sabahın o kör saatinde biraz daha erken kalkıp hiç bu sesi çekmeden paşa paşa yüreyeceksiniz ya da uykunuzu olabildiğince son zaman dilimine kadar kullanıp azıcıkta olsa uykudan faydalanıp bu sesi çekeceksiniz. zor bir durum, hangisini tercih edersiniz? tabiki uykudan yana oy kullanmak daha tatlıdır ve bu durumda şoförünün buyruğu altındaki minibüse kendinizi bırakırsınız. yolunuzun kısa veya uzun oluşu pek fark etmez ** uyuma teşebbüsüne giriştiğiniz zaman illaki o müzik tepe noktasına ulaşır ve vücudunuzun her hücresine bir ürperti vererek sizi uyanık tutar. bunun sonucu olarak etrafınızdakilerle bakışmaya başlarsınız herkesin surat ifadesi o saatlerde hemen hemen aynıdır ve minibüs içindeki herkesin de düşüncesi yüzlerinden okunmaktadır*huzursesizlik ve refah* işte en sonunda şoför ve yolcular arasında o gergin diyaloglar başlar. yolcular arasından en uykusuz olanı söylenmeye başlar ve sonunda patlar. eğer şoför mülayim bir şahıs ise ses ya kısılır veya müzik kapatılır. eğer ki değilse işte o zaman curcuna başlar. ama hiç bir zaman şoför galip gelemez çünkü ezici üstünlük daima yolculardan yanadır.
sıkıştığında ilk teşebbüsünü gerçekleştirirken soğuk terler döken, sınav sorularından çok acaba yakalanır mıyım yakalanmaz mıyım korkusuna kapılıp dikkat kaybı ve telaşa sevk olan, sanki yaz ortasında yünlü giysiler giymişçesine kaşıntıdan şekilden şekle giren, sınav sonuna doğru bir sürü saç teleni sınav kağıdının üstünden temzileyen o zavallı ademoğlu. ah be canım daha öğreneceksin inceliklerini, tekniklerini okul hayatının hiç bunlara gerek kalmayacak ve büyüyüp koca adam olduğunda da *çocuklarına tembihlersin bunu yapmamalarını.
başka doğuşlara açılan tek* kapı ama bunun arsızı olmamak lazım alışkanlık yaparsa sakat bi durumdur. çoğu zaman anlaşılmaz nedeni bir anda olur biter sonrasında uğraş dur kendinle kısmı başlar.
canınızın çektiği veya ihtiyaç duyduğunuz anlarda altın bulmakla eş değer bi sevinç duygusu kaplar içinizi. deli gibi aklınıza girmiştir artık eliniz kolunuz kalkmicak olsada, üşüngeçlikten kırılsanızda içinizi kemiren bu çikolata isteği giderek ele geçirir sizi** ve sonrasında aramaya başlarsınız her dolap her çekmece her zula itina ile kontrol edilir fakat yoktur aramalar derinlemesine devam eder artık siz çikolatanın kölesi olmuşsunuzdur. nereye baksanız bir çikolata ambalajına benzetmektesinizdir ama hala kendini büyük bir hazine gibi gizlemektedir ve çıldırmak üzere kendinizi bir koltuğa attığınızda tesadüf eseri elinizi koltuk minderinin altına attığınızda elinize gelen o objenin ne olduğuna baktığınızda ve onun bir çikolata olduğunu idrak edip bir hamlede bitirmek suretiyle kendinizi rahatlamış hissettiğinizi zannederseniz yanılırsınız.
nedenini mi merak ediyorsunuz hemen açıklayayım. çünkü oturduğunuz koltuk veya kanepe evi en iyi biçimde gören bir köşede durmaktadır ve siz çikolatanın bitimiyle gözünüzü açtığınızda evin o halini sanki atom bombası düşmüş bir görüntüyle karşılaşıp yediğinizinde zehir olduğunu boğazınızdaki yanma hisseyle gayet güzel anlarsınız. bu durumda yapmanız gereken şey evi tekrardan toparlayıp harcadığınız eforu geri kazanmak için yemek yemek olacaktır. eğer kendinize bir bahanede arıyorsanız "bunca iş yaptım ama buna değerdi" diye bir züğürt tesellisi ile geçiştirebilirsiniz.
Balığın bir kere ısırdıktan sonra çenesine takılan ve çenesinden kurtaramadığı bu alet ile avcılıkta yem gibi cezbedici maddeler kullanılır. Oltalar, hem profesyonel hem de amatör balıkçıların kullandığı bir el avlama aletidir. Kıyılarda, açık denizlerde, akarsu ve göllerde olta avcılığı yaygın olarak birçok kişi tarafından yapılmaktadır.
Olta sınıfında yer alan araç ve gereçler esas olarak:
1. iğne (kanca),
2. Beden (misina veya sicim),
3. Fırdöndü,
4. Batırıcı ya da yüzdürücü,
5. Yönlendirici
olmak üzere 5 bölümden meydana gelmektedir. Çok çeşidi bulunan bu aletlerin bazıları ya hareket ettirilerek ya da balığın kendi hareketi ile gövdesine takılır ve balık kaçamayacak duruma gelir.
farklı bakış açılarına göre değerlendirebilen bir tabir. kişinin birazda iyi veya kötü olarak değerlendirilmesinin üstü kapalı formu. bir kimsenin karşısındakinin sözlerini derinlemesine algılayıp onu kırmadan veya onun yararına olacak biçimde dile getirmektir. diğer bir yandan da bu ince düşünceler bir hinliğin nasıl yapaılacağına dair keskin fikirlerin doğuşuna neden olur.
Gübre, bitkinin beslenmesinde gerekli olan kimyasal elementleri sağlamak için toprağa ilave edilen herhangi bir maddedir. Hayvan dışkıları, saman ve diğer bitki artıkları binlerce yıldan beri doğal gübre olarak kullanılmaktadır. Eski zamanlarda toprağın asitliğini azaltmak ve kalsiyum temin etmek için kireçli maddeler kullanılmıştır. Kullanılan ilk kimyevi gübreler, sodyum nitrat ve kemikler olmuştur. Gübre, yer sularının nitrat içeriğini arttırır ve suya ağır metal bulaşmasına neden olur. Bugün doğal ve yapay gübrelerin her ikisi de değişik şekillerde elde edilmektedir. Bitkinin beslenmesi öncelikle yapay * gübre dediğimiz azot, fosfor ve potasyum tarafından sağlanır. Genellikle yapay gübrelerin ihtiva ettiği besin, azot (N), fosfor pentoksit ( P O ) ve potas (K O) olarak ifade edilir. Yapay gübrelerin ticari ambalajlarında bir veya daha fazla madde bulunur. Karışık gübrelerin bileşimi ekseriya gübre ambalajlarının üzerindeki bir seri numara ile belirtilir. ilk sayı azotun yüzdesini, ikincisi fosfor pentaoksidin yüzdesini ve üçüncüsü de potasın yüzdesini belirtir.Böylece 5-10-10 şeklinde işaretlenmiş bir karışık gübre % 5 azot, % 10 fosfor pentaoksit ve % 10 potasyum ihtiva eder.
DDT 1874 yılında bir Alman kimyacısı olan Othmar ZEiDLER tarafından bulunmuştur. 1939 yılında isveçli kimyacı Paul MEULLER tarafından böcek öldürücüler araştırlırken bunun böceklere karşı olağanüstü etkili olduğu görülmüştür. Madde kullanıldığı her yerde mücizesini göstermiştir. Bunun bir sonucu olarakta tarihte ilk defa II. Dünya Savaşında yaralanarak ölen askerlerin sayısının, salgın hastalıklardan ölenlerin sayısının daha çok olduğu tespit edilmiştir. DDT sayesinde salgın hastalıklar büyük ölçüde önlenmiştir.
II. Dünya Savaşından sonra da madde tifüs, tifo, lekeli humma, kolera,malarya gibi salgın hastalılara karşı uzunca bir süre kullanılmıştır. Milyonlarca ev ve birçok bataklık ilaçlanmıştır. Bütün bunların sonucu olarak da ilk sentezini yapan Alman Kimyacısı Zeidlere değil, insektisit özelliğini bulan işviçreli Kimyacı Meuller’e nobel ödülü verilmiştir.
DDT nihayet milyonlarca insanı ölümden kurtarmış bir madde olarak tekrar literatüre geçmeye hak kazanmıştır. Seylan da geniş çaplı kullanılması sonucu sadece bir yıl sonra insanlar arasındaki ölüm oranı %34 oranında azalmıştır. Bunlarla da kalmamış, bu madde sayesinde mevye, sebze ve özellikle de pamuk üretiminde önemli ölçüde artışlar kaydedilmiştir. Ancak 1950li yılların sonlarına doğru maddenin kullanılması sınırlanmaya başlamıştır. Bunun başlıca iki nedeni vardır:
1)Madde yok etmek için kullanıldığı canlılar dışındaki canlılar(kuşlar, balıklar, bal arıları gibi hedefi olmayan canlılar) için de çok etkilidir ve onlara da büyük zararlar verir.
2)Bazı böcekler bu maddeye karşı bağışıllık kazanmaya başlamışlardır. Yapılan uzun araştırmalar, maddenin zararlı olmasının daha çok sularla dağılmasından ileri geldiğini ortaya koymuştur. Zira kullanılan bütün DDT nin yaklaşık %25i denizlerde ve okyanuslarda toplanmıştır. Budnan başka göl, nehir, baraj sularında da DDT nin biriktiği tespit edilmiştir. DDT nin sulara toplanması başlıca şu yollarla olur:
a)Madde doğrudan suda üreyen böcekleri öldürmek için su yüzüne spreylenir.
b)Uçakta tarlaların ve ormanların ilaçlanması esnasında kazara sulara karışır.
c)Atmosferdeki toz veya duman halindeki madde; yağmur suları ve karla sürüklenir. Yapılan bir çalışmada yağmur sularından 0.34 ppb DDT olduğu tespit edilmiştir.
d)Topraktaki DDT akıntılarla sulara sürüklenir. Pestisidler suda az çözündüklerinden topraktaki DDT nin hepsi akıntılarla su birikintilerine sürüklenmez, büyük bir kısmı toprakta kalır. Zira madde topraktaki oraganik maddelerde suda olduğundan daha çok çözünür. Bundan dolayı su ve rüzgar erozyonları denizlere ve su topluluklarına büyük miktarlarda DDT taşır.
Denizlerde çok büyük miktarlarda DDT birikmesine rağmen buralardaki konsantransyonu çok düşüktür. Çünkü; çok geniş bir hacme dağılır. Bundan dolayı maddenin bu sulardaki konsantrasyonu milyarda birkaç mertebesindedir. Bu oranlar ilk bakışta önemsiz gibi görünsede gerçekte çok önemlidir. Zira gerek bitki gerekse hayvan dokularının bu maddeyi biriktirme özellikleri vardır. Madde gerek bitkisel, gerekse hayvansal yağda çok çözünürler, her iki türlü canlı dokusunda sudakine göre büyük konsantrasyonlarda birikir. Kısaca söylemek gerekirse, bütün canlı dokularının DDT yi biriktirme özellikleri vardır. Örneğin istiridye bünyesindeki DDT konsantrasyonu 350ppm mertebesine kadar çıkabilir. Bu da deniz suyundaki DDT konsantrasyonunun yetmiş bin katı demektir. Su sinekleri maddeyi daha yüksek oranlarda biriktirebilirler. Bunlardaki biriktirme oranı yaklaşık yüzbin mertebesindedir. Bu da yaklaşık 500ppm lik bir konsantrasyon demektir. Maddenin denizlerdeki ortalama konsantrasyonunun 0.5ppm olduğu kabul edilmektedir. Bu şekilde bir maddenin canlı bünyesinde artmasına biyolojik birikme denir.
Deniz suyunda hayat zinciri içinde DDT konsantrasyonunun artması şöyledir:
Deniz suyu 0.5ppm
Planktonlar 0.05ppm
Deniz omurgasızları 0.1ppm
Deniz balıkları 0.5ppm
Avcı kuşlar 10ppm
Tatlı sulardaki ise:
Tatlı su 1ppb
Su bitkileri 0.01ppm
Su omurgasızları 0.1ppm
Tatlı su balıkları 2ppm
Avcı kuşlar 10ppm
DDT nin balıklar üzerinde de önemli etkileri vardır.
1)Balıkların çoğalmasını önler veya hiç değilse azaltır.
2)Yavru balıklar arasında ölüm oranını artırır.
3)Bazı balık türlerine direkt olarak toksik etki gösterir.
4)Balık dokusunda insana zararlı olacak konsantrasyonlara kadar birikir.
DDT nin yasaklanmanın lehinde olan bilim adamları şöyle düşünmektedir:
1)DDTnin insan üzerindeki zararlı etkisi iyi bilinmektedir. Bu nedenle önceden tedbir alıp yasaklanması önemlidir.
2)Kuşlar ve balıklar DDT den büyük ölçüde zarar görmekte ve üreyememektedir. Böylece doğanın dengesi bozulmaktadır.
3)Yeni bulununan birçok pestisid DDT den daha toksik, ama çabuk bozundukları için çevre sorunu yaratmamaktadır. *
yeraltında ve yer üstünde, kıyıları az çok biçimlenmiş bir yatak içinde akan doğal su kütlesi. Akarsuyu tanımlayan temel özellik, suyun belli bir yatak içinde akmasıdır. Akarsular hidrolojik çevrimin en önemli halkalarından biridir.Ayrıca jeomorfolojik süreçlerin en önemli etkenlerinden biri olan akarsular yeryüzü biçimlerinin oluşmasında temel rol oynar.
Akarsular bir yandan toprakta birikmiş suları kaynaklar ve sızıntılar aracılığıyla toplarken, öbür yandan da eriyen kar örtüsünün ve buzulların suyuyla beslenirler. Doğrudan akarsuya karışan yağışların ise katkısı çok azdır. Buna karşılık akarsular, çakıl, kum gibi geçirgen kayaçlardan suların yer altına sızması ve buharlaşması yoluyla sürekli su kaybına uğrarlar.
asla başını yerden kaldırmayan, ne kişi ne de obje tanıyan, engellemek isteyenleri bir silindir gibi çiğneyip geçen ve duygusu olmayan ve bundan ötürü gayet rahat kafasına göre takılandır ama her zaman olmasada terso davranmakta üstüne yoktur.