kendisine sayılıp sövülmesine sebep olan söz konusu sohbet kaç dakika sürmüş, neler konuşulmuş tam olarak yazılmadı ve konuşulmadı. sanki uzun bir sohbetin içinden cımbızla seçilmiş bir iki cümle medya malzemesi yapılmak üzere servis edilmiş gibi duruyor.
adam zor anlaşılacak bir şey söylemiyor. "içimizdeki atatürk'ü öldüremeyiz" diyor. bunu peşinen söylüyor. "90 yıldır ona tapıyoruz çünkü biz imgelere, simgelere ve isimlere tapmaya bayılan bir toplumuz" demeye getiriyor. söz konusu kişi atatürk olmayabilir, başka bir isim de olabilirdi. demografik ve zihinsel yapıya kızıyor adam. aslında bu lafın gittiği yer tayyip bile olabilir. onu da idolleştirip peşinden koşma güdüsüne kızıyor adam. tam olarak demokrasiyi içine sindirebilen bir toplum olamadığımızı anlatmaya çalışıyor.
şu konuda kendisine kızabilirsiniz. titanik ortadan bölünmüş denize gömülürken seni rahatsız eden tek şey bacadan çıkan dumanın rengi midir? memleketin her şeyi boka batmışken seni rahatsız eden ve problemlerin kaynağı olarak gördüğün en önemli husus atatürk'ün insani - tüzel kimlikleri arasında yaptığımız tercih mi? eleştirilecek daha önemli konu yok mu bu memlekette?
ama dediğim gibi. adamı bir sohbet içinden çekilip servis edilmiş bir cümle için yargıladığımızda böyle bir sonuç çıkıyor ortaya. kendisinin bu hükümet, ideolojik görüşü, taşıdığı komprador kimliği, yer aldığı işbirlikçi projelere sevecen bakan bir adam olduğunu söylemek abukluktur.
bir ırkçıları sevmem bir de türkleri sözünü hatırlatan cümle. zamanında bir de şöyle bir cümle kurmuştu göt kılları : "her türlü milliyetçilik aslında güzeldir. türk milliyetçiliği ise ırkçılıktır".
bu başlığa milliyetçilik aleyhinde yazanların büyük çoğunluğunun derinlerde kürt ırkçısı olduğunu görmek zor değil. kimseye yediremeyince de hiddetlenip kızıyorlar ya ona gülüyorum. tayyipin psikonevrotik narsist triplerine benziyor.
devrimcilik ayaklarında kürt ırkçılığı yapmanın ucuz yöntemi. soruyu soranın soru cümlesinde kendini ifşa ettiğinin farkına varamayacak kapasitede olması ise ayrı bir ironi.
ama bana öyle geliyor ki, bu eline erkek eli değmemiş beton hatunu yola getirecek beton kırıcı yanıbaşındaki yamaktır. adını hatırlamıyorum. biri kadınlığın ne olduğundan bihaber, öbürü üç fahişeyi aynı anda nirvanaya ulaştıran kobra ustası.
burada hakkında yorum yapanlar kaç yaşındadır, kaç yıldır bu arkadaşı takip eder bilmiyorum. 2000'lerin başından beri tvlerde basketbol yorumculuğu yapar. 90'ların sonundan itibaren nba maçları şifresiz ve şifreli kanallar arasında o kadar çok gitti geldi ki, hangi kanallarda yayınlandı, bu arkadaş hangilerini anlattı karıştırdım. şu anda nba maçı yayınlayan kanal var mıdır onu bile bilmiyorum. birkaç yıldır maçları internetten takip ettiğim için kafam rahat.
şimdi gelelim bu arkadaşa. 2000'lerin başlarında ntv'de murat kosova ile beraber sunduğu maçlarda aşırı derecede rahatsız edici bir hali vardı. maç boyunca tek yaptığı şey önünüdeki notebooktan nba resmi sitesindeki istatistikleri okumaktı. o kadar alakasız ve ipe sapa gelmez şeyler söylüyordu ki, ne maçla ilgisi var, ne seyircinin ilgisini çeken bir ayrıntı. rastgele bir miami oyuncusunun son 5 yılda sadece deplasman maçlarında lakers'a son çeyrekte kaç sayı attığı, kaçını posttan attığı gibi insanlık tarihine hiç bir katkısı olmayacak ayrıntı istatistikleri sanki ezbere biliyormuş gibi saydırıp dururdu. önündeki bilgisayardan ayıklayıp bulduğu bu gereksiz şeyleri sanki kafasından anlatıyormuş sanan izleyici de bu adama hayran kalırdı. bu arkadaşın sahip olduğu "nba'i yalayıp yutmuş" fenomenliği böyle bir aldatmacadır. onu söyleyelim en baştan. ingilizce telaffuzu çok zayıftır, kendisini "süper ingilizcesi var" diye tanımlayanlara kıçımla gülerim. şunu da ekleyelim, 10 küsür yıl boyunca nba-basketbol ile ilgili bir işten iyi para kazansa 65 yaşındaki teyzem bile nba istatistiklerini sular seller gibi ezberler kardeşim. kısacası bu adamı öyle putlaştırmayın. murat murathanoğlu gibi profillerin yanında çok sönük kalır kaan kural. hem teorik, hem pratik, hem altyapı, hep entelektüel derinlik. hangisinden bakarsanız bakın.
ilk kez 2001 yılında araştırdım bunu. nedir, ne değildir, nasıl olup da sadece istatistik yumurtlayarak nba maçlarını yorumlayabilir. cevabı çok basitti. dost, kanka, tanıdık bildik muhabbeti. memlekette spor medyası olmadığı, var olduğu iddia edilen gudik kanalların %99 futbol merkezli olduğu düşünülürse, basketbol konusunda açlık sınırının çok altındaki izleyici için kaan kural bile bulunmaz nimet olmuştur. kısacası abdurrahman çelebi durumları. hani ömer üründül için yapılan bir sosyal medya geyiği vardır ya, "tvler mute olarak izlenir" diye. şaka değil, 2002-2010 arasındaki 8 yılda bu arkadaşın olduğu bütün maçları mute olarak izledim. şaka değil, geyik değil. çok şükür birkaç yıldır nba maçlarını türk kanallarından izlemiyorum.
şimdi gelelim tehdit edilme, haddini aşan yorum yapma konusuna. hangi kulübün hangi yöneticisi ne demiş beni ilgilendirmez. kaan kural veya başkası. seni yoktan var edip şu an bulunduğun konuma getiren bu medya başkası değil. yani patronu fenerli, yöneticileri, sunucuları, yapımcıları, prodüktörleri fenerli bir grup. diğerine git o da aynı. kanal sahibi, yapımcılar, sunucular, yakın arkadaşları bir günde fenerli olmadı. hep öyleydiler. yıllardır bu insanlar sayesinde ekmek yedi. hiyerarşinin ve kuralların yıllardır farkında. bu ülkede spor medyası diye adlandırılan pislik mekanizmalarını merkez noktasından gördü, her şeyini öğrendi. her şeyi biliyor. 10 küsür yıldır sahip olduğu her şeyi bu mekanizma sayesinde kazandı.
önündeki laptoptan istatistik okuyan adamı "nba kütüphanesi" diye pazarlayan o medya. nba kütüphanesi'ni bir saniyede "önündeki laptoptan istatistik okuyan adam"a çevirebilen güç yine o medyadır.
adam bunu da biliyor. ağlayıp sızlama hakkının olmadığının çok farkında. size ne oluyor ki?
cumhurbaşkanlığı adaylığı biraz "tavşan" izlenimi veren şahıs. hani böyle 3-5 tur koşsun sonra kenara alırız asıl yarışmacı işi götürür tadında.
muhalefet tarafından "adayımızdır " diye açıklandığını hatırlamıyorum. adı geçen şahıslardan yalnızca biridir. seçime kadar nice aday adayları gidip gelecek. basın bu adam üzerinde çok duruyor.
kamuoyu tepkisi ölçülüyor. daha çok tayyip ve tayfasının tepkileri ölçülüyor. seçimler yaklaşınca hem chp hem mhp "kafamıza yatmadı" diye bu tavşan adayı kenara alıp yerine daha mantıklı bir aday çıkaracaklardır. o zamana kadar kamuoyu kendiyle başbaşa bırakılıyor. bilinçaltındaki duvarlar yıkılsın diye.
h264 başlığına x264 için "çakmadır" yazılmış, yanlış. x264 başlığına "xvid gibi açık kaynak kodlu codec'tir" denmiş, yanlış.
codec olan, yani görüntü sıkıştırma algoritması olan şey h264'tür. x264 ise herhangi bir görünütüyü h264 algoritmasıyla encode yapan serbest lisanslı uygulamadır. yani encoder'dır. biri algoritma, diğeri onu kullanarak işlem yapan uygulamadır. tıpkı ffmpeg gibi. o da h264 algoritmasıyla decode-encode işlemi yapan bir başka uygulamadır.
beni yıllardır kararsız bırakan şey, ffmpeg ve x264 arasındaki tercih. hem sony avc, hem mainconcept ve apple h264 codecleri ile her katmanda yüzlerce 1080p deneyi yapmış biri olarak, ffmpeg ve x264'ü diğerlerini bir kalemde silerek zirveye yerleştiriyorum. çünkü open source olmanın verdiği esneklik, onlarca farklı arayüze destek verme ve h264 sınırlarını zorlayabilecek tüm fonksiyonlara erişme rahatlığı. x264'ün high profildeki h10 desteği onu bir adım öne geçirse de, bu profilin flash benzeri container içinde tayf hatalarına yol açması durumu tekrar eşitliyor.
h264'ün medya dünyasında standart olması 10 yıl aldı. piyasadan silinip yerini h265'e bırakması bir 10 yıl daha sürecek gibi görünüyor. ffmpeg-x264 savaşı tam gaz devam.
gereğinden fazla anlamlar yüklenen takımdır. overrated demiyorum. ama o tanıma yaklaşacak kadar idealize edilmekte olan takımdır.
tamam geçen turnuvayı kazandılar. avrupa futbolunda elle tutulur sistemi, oyun kurgusu ve takım bütünlüğü olan 3-5 takımdan biri. tamam oyuncu kalitesi belirli bir çizginin bir hayli üstünde. yeterli mi? esip gürleyecek, önüne gelene saydıracak bir takım mı? hayır. asla olmadı. hiç bir zaman da olamayacak. geçtiğimiz yüzyılda ispanya milli takımı bütün turnuvalarda hayalkırıklığının en önemli temsilcisi olmuştur. çünkü ispanyol futbolunun karakteri budur.
şimdi şunu bir analiz edelim. kulüp bazında avrupa futbolunda söz sahibi elit ispanyol takımları hangileri? real madrid, barcelona, atletico madrid. şimdi elinize kağıt kalem alın, yazın. bu üç takımdan, takımı sırtlayan, bütün yükünü çeken, olmadığı zaman takımı sıradan hale getirecek üçer oyuncu yazın. her takımdan 3 oyuncu, toplam 9 oyuncu.
o 9 oyuncu içinde kaç tane ispanyol var? benim kişisel görüşüm 2 tane zor girer o listeye.
ya da tersten düşünelim. ispanyol milli takımında oynayıp da, ispanya dışındaki kalburüstü liglerdeki elit takımlarda yıldız sıfatıyla top oynayıp takımını sırtlayan kaç ispanyol oyuncu var? 5 tane sayabilir misiniz?
işte ispanyol futbolu budur. milli takımı da o kadar olur. "ispanyol futbolu" denilince insanların aklına hep kulüpler geldiği için milli takım da ulaşılmaz bir noktada değerlendiriliyor. ispanya milli takımı tarihin hiç bir döneminde ispanyol kulüplerinin çizgisine çıkamadı. "ama geçen turnuvayı kazandılar" falan demeyin. yunanistan da zamanında avrupa şampiyonu oldu.
tamam ispanya milli takımı iyidir güzeldir, bakarsın bu turnuvayı da kazanabilir. ama abartmayın. maksimum noktası budur bu takımın, daha fazlası imkansızdır.
futbol ekolü derseniz, almanya'ya bakın. brezilya'ya bakın. dip noktasında olmasına rağmen "ilk 4'e garanti gerer" dediğimiz italya'ya bakın. ekol budur.
yunan mitolojisinde dokunduğu her şeyi boka çeviren tanrı olsaydı kesinlikle adı "microsoftis" olurdu.
bu uygulamayı msn messenger birleşmesinden yıllar öncesinden beri kullanırım. yurtdışı telefon görüşmelerimi sıfır maliyete düşürdüğü için yıllarca hayır duası ettim bunu yazanlara. kullanılan sistemler günün şartlarına göre 256mb hafızalı pentium 3 düzeyi aletlerdi. gün geçti sistemler ve os versiyonları değişti, gelişti. bu uygulamadan şikayet eden görmedim. şikayete konu olabilecek her şey internet bağlantısının yavaşlığı veya yetersizliği olduğu için sorunun kaynağı olarak bu uygulamayı gösteren kimseye rastlamadım, görmedim, duymadım. hatta, internet üzerinden video konferans denilince akla gelen en mükemmel çözüm olarak bu uygulama gösterilirdi. çünkü video-ses bant kullanımı ve kalitesi messenger gibi gudik şeylerle kıyasladığınızda açık ara kusursuzdu.
ta ki microsoft denilen totoş kavram bu muhteşem uygulamayı satın alana dek.
şimdi açıyorsunuz uygulamayı, evrenin başlangıcından beri kaydedilmiş bütün geçmişi ekrana getirebilmek için bilgisayarınızı kilitliyor. güncellemeleri devredışı bırakmak çözüm değil. geçmiş kaydı tutma, geçmişi de sil demeniz bir şeye yaramıyor. listenizde bulunan yüzlerce kişinin de aynı ayarları yapması gerekiyor. yoksa uygulama bütün geçmişi onların geçmiş kayıtlarından alabilmek için yine kullanılmaz duruma geliyor.
kısacası, mümkünse pidgin gibi çoklu platform desteği bulunan açık kaynak kodlu mesajlaşma uygulamaları kullanın. üzerinde microsoft yazan her şeyden uzak durun.
bu adam beşiktaş'a gelene kadar ciddi takımlarda forma giydi. hepsi kalburüstü kulüpler, dünya çapında tanınmış saygın kurumlar. hiç birinde tutunamadı. kötü topçu olduğu için değil. onun yolunu beşiktaş'a getiren şeylerin bir tanesi bile bu adamın futbolu ile ilgili değildir.
umursamazlığı, vurdumduymazlığı, insani ilişkilerdeki pasifliği, içinde bulunduğu, sorumluluk aldığı tüzel kişiliklere ve kurumlara yakışmayacak kadar gevşek kişiliği. verim konusunda dünyanın en kalitesiz oyuncuları arasındadır. verdiğinle aldığını kıyaslarsan bunu görürsün. beşiktaş'tan öncekiler çok net gördü, beşiktaş çok daha net gördü. gittiği yer de görecek. orada da tutunamayacak. çünkü ne kadar profesyonel zeminde olursa olsun, futbol futboldur. biraz özveri, biraz kalpten oyun, biraz ruh ister.
vurdumduymaz bir adamın bu dünyada yeri yok. bu adam bu şekilde milyonlar kazanıyor, sen oturup klavye dövüyorsun diyenleriniz olabilir. o adam on milyonlar kazanacakken neden yaprak gibi oradan oraya savrularak kendine ihanet ediyor bunu anlatmaya çalışıyorum. hem de yaş olarak kariyerinin henüz orta noktasına bile gelmemişken.
bu tür bir yaşam, kazandığı para, kariyerindeki ivme oyuncu olarak ona yeterli geliyorsa bilemeyiz. izleyici olarak futbolun tarafıyız, bize yeterli gelmiyor. gittiği yere de yeterli gelmeyecek.
ilk yayınlandığı zamanlar bunu absürt bir komedi dizisi sanmıştım fakat ciddiymiş. daha sonra insanların bunu ciddiye alarak takip etmesini ve hayran kalmasını izleyerek yıllarım geçti.
memleket insanı hakkında yorum yapınca elitist oluyoruz.
fantastik bir edebiyat eseri olan a song of ice and fire bir alegori midir? sorusu başlı başına tartışma konusudur. öyle olduğunu sanmıyorum fakat binde bir ihtimal öyle ise, bu adam ingiliz dış politikasının ve emperyalist siyasetinin kısa bir özeti, ete kemiğe bürünmüş halidir. duygusuz, pragmatist, arka planda kalmayı seven, strateji ve analiz manyağı, ileri görüşlü ve çoğunlukla kazanan. çocuklarının aksine daha tutarlıdır. izleyicinin gözünde en küçük oğlu olan tyrion lannister zirvede olsa da, bu ezilene ve haksızlığa uğrayana duyulan koruma hissinden kaynaklı bir yargıdır. kanımca en sağlam karakterli lannister, ailenin tepesindeki karakterdir. ama evet, genel anlamda en iyi lannister ölü lannister'dır.
içeriğinden çok rgb ayarlarıyla insan beynini kilitleyebilen kanal. hani 80'li yıllarda renkli televizyonların renk seviyesi sona getirilirdi renkli olduğu daha belli olsun diye. aynen böyle bir renk ayarı vardır bu kanalın. isterse şampiyonlar ligi finalini canlı yayınlasın, o renk tutarsızlığına bakıp ne kadar dandik bir kanal olduğunu anlamanız en fazla 3 saniye sürer.