hiç gitmeyeceklermiş gibi hissetmek, hep bir ağızdan konuşulması, o uğultunun içinde televizyon sesi, yetmez gibi bir de bu kediyi odaya kapatın ya da aldığınız yere geri gönderin gibi söylemler, herkesin seri bir şekilde bir şeyler yeyip içmesi, benim ilk bardak çayımın buz olması ama benim o bardağa bile uzanamamış olmam...
Türkiye Gıda Mühendisliği Biliminin önemli isimlerinden Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof Dr Yaşar Kemal Erdem berbat bir trafik kazasında hayatını kaybetti. bu sözlükte başarılarından, tubitak çalışmalarından, tv yayınlarında yaptığı güzel ve faydalı söyleşilerden bahsedilmemiş olmasından daha üzücü bir şey varsa ilk entry sinin vefatına ilişkin olmasıdır. Fakültedeki odası anısı için, ziyaretçi ve öğrencilerine açıktır.
bir de kadın milletine geveze derler.
benim az konuşmaktan ses tellerim kireçlenmiş. * (bkz: larenjit)
iltihabın temizlenmesi dışında uygulanacak tedeviler ise;
-Sigara ve alkol kullanılmaması (sigaranın rolü çok daha fazladır)
-Çok uzun süre konuşmaktan kaçınılması
-Diaframı kullanarak, gırtlak kaslarını çok yormadan konuşulması
-Bol su içilmesi
-Boğaz temizleme hareketini yapmaktan kaçınılması
-Mideden asit kaçağın olan hastalar için akşam saatlerinde çay, kahve, kola, alkol alınmaması, mideyi dolduracak kadar yemek yenmemesi, yemek yiyip hemen yatılmaması, yüksek yastıkta yatılması
-Bulunduğunuz ortamın nemi ve ısısının uygun olmasıdır.
Kocaeli gebze de bulunan 1995 yılında milli park olan bu Doğa harikası yere gitmeden ölünmemelidir. Darıcalı biri olarak daha önce neden gitmediğim hakkında bi fikrim yok ancak Doğa, su sesi, kuş sesi ve o sakinlik her şeye değer, gelip görülmeli olduğunu düşünüyorum.
Giriş günlük 3 tl, otopark 12 tl.
Çocukluğu itibariyle, karşılaştığı her zorlukta bir büyüğün özellikle bir erkeğin yardımını almış kadınlar, ileri yaşlarda ve yardımını alacağı kimse yanlarında olmadığında savunma mekanizmaları çalışmaz hale geliyor.
Saçını çekene seni babama dicem diyen kız çocuğu, genç kadınlık döneminde karşılaştığı zorluklarda önce erkek arkadaşlarına ardından abisine ya da erişkin erkek kuzenlerine sığınır.
Ama artık babalarına değil, bahanelere sığınır.
Son zamanlarda ise katlanamadığım savunma mekanizması dişiliğini kullanma.
Çıkar yol bulmadığında, çıkarı kalmadığında cümleye "ben kadın olduğum için", "ben savunmasız olduğum için", "bana kadın olduğum için", "zaten kadınım" diye başlayan cümleler kurarak kadın cinsini aciz, savunmasız ve haklı çıkamayacağını anladığında dişiliğine başvuran bir imaj çizmeye başlıyorlar.
Bu yüzdendir artık, kadına karşı oluşan ileri derecede hassasiyet, ileri derecede güvensizliğe dönüşmüş durumda.
Örneğin kadın memur; haciz mahallini terk edip zapta bunu geçiyor, ama adliyeye gidince avukat bana sarktı ben de haczi yarıda kestim diyor. Halbuki avukat ona sarkmamış, yalnızca borçlunun gösterdiği mal değil, kabil bütün malları yazması gerektiği aksi halde müdürünü arayacağını söylemiştir.
Kadın paçayı kurtarmak için, bana sarktılar gibi affı asla olmayacak bir çamur atmayı tercih etmiştir.
Örneğin kadın müşteri; oturduğu cafenin artık kapanacak olmasından dolayı kalkması gerektiği yönünde garson tarafından uyarılıp taşkınlık çıkardıktan sonra, polis ve zabıtalar gelince, bu garson bana imada bulundu zaten sabahtan beri göğüslerime bakıyor bana işaret veriyordu diyor.
Sonra da kadın gerçekten taciz edildiğinde ya da gerçekten mağdur edildiğinde bu gibi kendine güveni olmayan, aciz kadın tipi yüzünden inanılmayarak, daha çok mağdur ediliyor.
son zamanlarda duyduğum en güzel giriş cümlesi bir telefon görüşmesi için.
aramıyorsun sormuyorsunculardan, niye meşgule alıp dönüş yapmadıncılardan, şikayet edicilerden gına gelmişken ; bir sesini duymak istedim diyen biri(leri) olmalı hayatımızda.
hiç yalan söylemeden mesela, rüyamda seni gördümcülerden olmaktansa, sesini duymak istedim deyin bahane üretip aradığınız insanlara.
güzel sonuçlar doğacak bak, duyanın yüzünde, içinde , gözbebeklerinde papatyalar açar.
telefonuna asla uygulama yüklemeyen sevgiliye uyguluma yüklettiren eğlenceli uygulama.
sabaha kadar oynanır ve hatta rekora yaklaşırken sevgili çok kesin bir dille bir şık söyler ve o şık yalnış çıkarsa ağzına ağzına vurulur.
oyun sırasında diyalog:
-çok biliyormuş gibi bir de nasıl kendine güvenli d diyorsu ya sana güvenende kabahat.
+ biliyorsan kendin yap ya ben yatıyorum.
Ne bir kadın olarak ne de bir vatandaş olarak böyle saçma bir düşünce görmedim, duymadım,düşünmedim.
Devletin, yasaların benim nasıl doğuracağıma karar vermesini hiçbir koşulda kabul etmiyorum.
Burada hamile kişisi ben isem, doğuracak olan o bebeği taşıyan ben isem sen ne bok yemeye bu işe burnunu sokuyorsun derim adama. Sana mı kaldı tasası.
Belki çok param var, prenses doğumu yapacağım.
Belki çok param var, suda doğuracağım.
Belki acı eşiğim düşük, kaslarım zayıf, doğrumayı beceremeyip, bebeğime zarar vermekten korkuyorum.
inat değil mi lan, sen istemiyorsun diye sezeryan yaptırmak daha cazip geliyor bana.
Normal doğumun, vucütta 20 kemiğin kırılmasına eş değer bir acı olduğu ispatlanmış.
Neyse, yasayı çıkartan, düşünen, yumurtlayan ve onaylayan zatı şahaneler erkek olduğuna göre bu söylediklerimin hiçbir anlamı yok.
yasa dün itibariyle cumhurbaşkanı abdullah gül paşa tarafından imzalanmıştır. canım ya nasıl da tatlı !
böyle sevgiliyi öpmeyi ibadet, sevmeyi tapmak olarak nitelendiren iltifat edeceğim, şairane konuşacağım derken şirk koşan bir sevgilim olsa ağzını yüzünü kırarım.
üniversitede, sınav öncesi sınıfa girip ya da sınav gecesi toplu mesaj gönderen bir arkaşın mesajıdır bu.
sanki sınav test olunca çalışmaya gerek yokmuş gibi düşünülür. yardırıp çalışan herkes sigara çay muhabbetine döner bu mesajdan sonra.
ya da sınava sınıfta beyin fırtınası estiren herkes, gelin la bahçede sigara içelim, sınav testmiş moduna girer.
bu mesajı atan, tellal arkadaş candır da, sınavın test olması çok önemli değildir.
zira eğitim sistemimizin hepimizi mecbur bıraktığı sınavlar testtir.
sebebini asla anlayamadığım bir şekilde, sürekli çiftleri öpüştürmeye çalışan fotoğrafçılardır.
bir kere itiraz edildikten sonra, sonraki pozlarda birden fazla ısrarda bulunup, çiftleri deli ederler.
ailelerin merakla beklediği, düğün hatırası olan bu fotoğrafların ise bu kadar samimi olmasını gereksiz bulan ben ve benim gibiler bu durumdan rahatsız olmaktadır.
öpüşlü fotoğraflarını gördüğün arkadaşların verdiği "seviştik sevişiyoruz imajı" ise tiksintiden başka birşey değil.
insanların, arkadaşlarına, samimi olduğu insanlara kardeşim demesine ifrit olan insan söylemidir.
birbirine kardeşim diyen ama kardeş olmayan, birbirine bu şekilde hitap eden tipere kıl oluyorum.
ağabeyimin doğum günü, aynı zamanda da pazar günü evleniyor.
facebook duvarı baştan aşağı kardeşim, tebrikler, doğum günün kutlu olsun yavşaklığıyla dolu.
bütün tebrik mesajları kardeşimli olunca yine ifrit olduğum abimin eski kırığı bir kıza "hayırdır, siz kaç kardeşsiniz" yazdım.
herkes kardeş oldu anasını satayım.
abisinin ablasının evde suratına bakmayan küçük kuzenim bütün arkadaşlarıyla kardişim, minnoşum ayaklarında. ne yapayım şimdi pazar günü düğünde bu herkesin kardeşi olan eş dost akrabayı nikah salonu kapısında kürekle döveyim mi?
lan ondan bundan kardeş olur mu? kardeş karındaş demek. laf gelişi, karşıdakinin yakınlığını ifade etmek üzere, kardeşim "gibidir" sağolsun denir denmez değil ama bunu yavşaklığa dönüştürmenin anlamı var mıdır?
sözlük yazarlarının sahip olduğu bir fantezidir.
her gece 3te bir atraksiyon olmazsa olmazdır.
birazdan gece 3 te sigarasını yakacak değişik insanlar başlığı canlandıracaktır.
neden 4 değil yada 2?
(bkz: gökhan türkmen/#15488350) gökhan türkmen'den çoşturucu şarkılar bekleyen yazar.
ah be güzel kardeşim en hareketli şarkısı "biraz ayrılık biraz hüzün" olan adamın konserinde melankoli yaşanır. slowun dibine vurulur. sen yanlış gitmişsin.
ben hayatımda bu kadar lanet bir ev görmedim arkadaş.
bu başkalarını bu kadar memnun etme merakını anlamadım, anlamayacağım.
nedir yani bu anneannemin "aç mı gitsin misafirler" paniği.
lan zaten geldiler 20 dakika oturup gittiler. 20 dakika oturacağı eve neden aç geliyor bu insanlar. zıkkımın pekini, kökünü her ne haltsa yesinler yani bize ne?
bu türk milletinin, böyle düğün cenaze gibi telaşesi bol olan yerlerde kıtlıktan çıkmışcasına yemek yemesini, konfor aramasını anlamıyorum ben.
-hadi kızım bilmem kim ablana rahat bir eşofman ver de rahat otursun.(!)
ya madem bu hatun o kıçına giydiği pantolonla rahat edemeyecek ne bokuma giymiş, ben mecbur muyum kıyafetimi onunla paylaşmaya.
hatun afyon'dan gelmiş, dışarda düğünde kınada giymeye envai çeşit kıyafet ayakkabı getirmiş, bacağına giymeye bir pijaması yok.
durduk yere küfredip günaha giriyorum arkadaş nedir bu?
-ay sıkılmasın çocuklar, hadi kızım al da bi istanbul'u gezdir, çarşıyı filan görsünler hiç olmazsa!
sıkılacaksa niye geldiler anane? gelmesinler. ben gidiyor muyum anamın kıçına takılıp onun bunun düğün evine. kalabalığa luzum yok, sen gidiver diyorum.
dayım mı evleniyor, yoksa başka bir durum mu var bilemedim de. lan zaten adamın ikinci evliliği. öncekine de geldiydiniz siz. uğursuzlar sizin nazarınız değdi zaten. *
lanet evdir, insanı hayattan soğutur. kimi vakit ütücü, kimi vakit bulaşıkçı, kimi vakit çaycı olabilirsiniz aman dikkat !
Biz eskiden çok cahildik..
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,
bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş
merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık
içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...
Dışarıda kar...
içeride kanaat...
içeride huzur...
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma
dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine,
geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret
kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,
sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı... Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar...
içeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu,
yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...
Kimin umurunda...
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk...
iliğe ihtiyacı olmadan iyileşmiş eski bir kanser hastası olarak, duyarlı arkadaşlarımın sadece gidip kan vererek donör olması ve belkide bir hayat kurtarılmasında bağışçı olarak en büyük rolü oynaması mümkündür.