ergenliğin ilk halleridir. ha aramızda bunu yabancı ülkelerde olan tanıdıkları vasıtasıyla daha küçük yaşlarda yeni sürümülerini de bulanlar vardır. misal ben.
görmüşüm onu. hayatımda ikinci defa hormanal olarak bişiler besliyorum. kalbim yerinde durmuyor. bana bakınca bakacak yer bulamıyorum yeryüzünde. o an götüme soksam gözlerimi daha iyi olur diyorum. elim kolum. dışardan biri görse "sipastik misin lan elin kolun dursun" der. neyse. adı seldaydı. sarışın, mavi gözlüydü. doğal sarışın. öyle bi sike benzemeyen sarışınlardan da değildi. gerçekten güzeldi. lafı niye bu kadar uzattıysam. aynı ortaokuldaydık. ister istemez ona bakmadan, onu görmeden duramıyordum. teneffüs zillerini iple çekiyordum.
şiirler yazıyordum ona. şiirler. yok ebenin a.ı. şiir işte. ama ne şiir. iki kelime yanyana geliyordu mısra oluşturmak için bi s.ke benzemiyordu ama. o zamanlar şiiri sadece sondaki kelimelerin kafiyesi olsun yeter sanıyorduk.
her yeşil bir filiz bulurda kendine
ben senden başka sen bulamam kendime
öl amk. lan sanki abdurrahman önül'e ilahi yazıyorum. nihat hatipoglunun yanındaki oturma grubu olmuşum, dursun ali erzincanlının şiir klibindeki uzaklara dalan adam olmuşum kızın gözünde bu şiirle. bu ne amk. kendi kendimi kessem daha az canım acırdı yenimlen. bari şiiri verme kıza değil mi? yok amk. verdim şiiri. hem de nasıl vermek ama. markette onu gördüm. yine öyle güzel yine öyle alımlıydı ki o an seçmeye çalıştığı makarnalardan biri olmayı istedim. yavaşça yanına yaklaştım tam giderken omzuna tıklayıp -o zaman tıklama kelimesi tdk'ya girmemişti- bu sizden düştü deyip kaçtım. bu şiirden sonra 2 gün okula gitmedim. nasıl gideyim. sonra kendimi toparladım ve gittim. her gören "nerdeydin olm 2 gündür?" sorusunu yöneltiyor. ne şiirden bahsedebiliyorum ne de sevdiğimden: "kıl dönmesi olmuşum olm, bulanık sıçıyorum 2 gündür götüme diş macunu sürdüm geçer herhalde." neyse gözgöze gelmemeye çalıştım seldayla ama durur muyum yok. nereye gitse peşindeyim. kaşınıyorum abi. düşünemiyorum beynimle.
hoş o yaşlarda bir beynimin olduğundan da emin değilim..
bizim oturduğumuz mahallede evler yakındı birbirlerine ve yürüme yolu vardı. ben ne yaptım ismiyle özdeşsin diye o geçerken çelikten:
ah sevda ah sevda böyle yaman sevda
ah sevda ah sevda başı duman sevda
şarkısını bangır bangır bütün mahalleye dinlettim. öyle kolay değil he o zamanlar mahalleye çelik dinletmek. çelik diyorum ya. babadan kalma eşek ölüsü ağırlığındaki kolonları cama yaklaştırayım dedim kablo yetmedi. cam ile bilgisayar arasında yaklaşık 7 metre vardı. ev ev değil hipodrom amk. hoporleri yapan i.neler beni düşünmemiş olacak ki kolon en fazla ortaya kadar geldi. gemileri karadan yüzdüremesek de kucaklarım felsefesiyle kucakladım kolonu. açısını da tam pencereye doğru tuttum. ayçiçeğinin güneşe olan sadakati gibi ben de pencereye olan sadakatimi gösteriyordum götümden akan terlerle. kucağımda neredeyse boyum kadar bir kolon ama amk bu kız dinliyor mu?, o şiirin özürü olarak çalındığını biliyor mu. lan en kötüsü nakarat kısmındaki en vurucu kelime olan "sevda"daki "v"leri "l" yaparak söylediğimi bilmiyor. hay amk boşa giden bir çaba daha. yalnız düşüncedeki inceliğe dokunmadan geçemeyeceğim. kız bunu dinleyecek, şarkının nereden geldiğini merak edecek ve ben. senin amk. sana bu düşünceyi düşüren yer çekimini de s.keyim. lan kız bir defa bunu görse ayakları götüne çarpa çarpa kaçacak.
neyse ki kolonun kablosu yetişmedi ve o beni görmedi.
bütün mahallenin ana problemi oldu selda. ne yapsam elimde patlayan bir sevda ya da selda. mahallede ne kadar aklı çalışan erkek varsa topladım. o zamanlar bizim de gölgemiz ağırdı ve "mevzu var" dediğimde çivili kramponlarını ve mikasa topunu alıp gelen arkadaşlarım vardı. mikasa topu mu? mikasa deyip geçme dönemin en sert futbol topu. mikasaya vuruken ayağını kaybeden bir çok yakınım var.
konumuz seldaya girişti ya da yeni başlayanlar için selda. bilemiyorum belki de 21 günde nlp'yle selda'ydı. beyin takimim arkamda sapkalarini fizik kurallarina aykiri bir sekilde takip havaya kaldirmis, ellerinde tespih. semt oturusu da bizden cikmistir o donemler yani. epey konuştuktan sonra fikir birliğine vardılar. aralarından bir kefereyi sözcü olarak seçip:
-"medeni cesaretini kullanmalısın ve gidip konuşmalısın" dedi. önce bir durdum. sonra tek tek baktım suratlarına. psikiyatır koltuğunda uzanır vaziyette söylenen cümleyi hazmettikten sonra "bunun için mi çağırdım amk sizi. zaten gelip gelebileceğim en mantıklı yol buydu." dedim. artık onunla konuşacaktım zira başka yolum kalmamıştı benim için. çok güvendiğim beyin takımımda, takımlarım kadar fayda sağlamamıştı bana. hoş beyin takımı diyorum da bunlarla uzun süre konuşursanız ishal olursunuz. neyse biri hapçı, diğeri alkolik, öbürünün ise kendine bile hayrı yok kurabildiği tek uzun cümle "orti bi sigara versene"; ama karar karardı gidip konuşacaktım. konuşacaktım da nasıl konuşacaktım. kızın gözlerine bile bakamıyorken nasıl açılacaktım. –anlatım bozukluğu var lan cümlede- hayatımda bir kıza hiç açılmadım ki. ancak okulun merdivenlerinden çıkarken yukarı bakıp izlemekti en büyük açılımım. onda da kötü olduğum söylenemezdi. bir çok arkadaşıma workshop vermişliğim vardır. geçtim.
kafamda diyalogları kurmaya başladım. okuldan eve giderken nasıl giriş yapabilirim diye düşünüyorum:
-selam selda, çok yakışmış önlük (önlük ne amk sanki ilkokuldasın.. önlük olmaz, okul takımı yok oturma grubu. hey allam ya heh üniforma. evet oldu.
-selam selda çok yakışmış üniforma. çok güzelsin.
–teşekkür ederim
-teşekkür etmene gerek yok. teşekkürler yalancı iltifatlar içindir ben gerçekleri söylüyorum.
hay senin ağzını s.kiym. lan atamadın bir türlü kafandan hakkı bulut imajını. klişelikten öleceksin. senin sonun zaten bu. açılamadan, yalnızlıktan öleceksin. otopsinde götünden uzun namlulu bir şiir, odundan yapılma bir beyin çıkacak. ah ulan ah ibrahim erkal şansı yok ki biz de emine ün gibi kızla aynı dizide oynayalım.
onun yolunu gözlerken bir baktım bizim apartmana doğru geliyor kurmaylarıyla beraber. has.sktr sıçtım beni gördüler. dizlerim titremeye başladı muhtemelen o sıra sesim de götüme kaçtı. yaklaşıyor. tek tek kurmaylarını bırakıyor bana gelirken. sanırsın uzaya gönderilen türk uydusu. yaklaşıyor. göğüsleri küçük daireler çiziyor. biraz daha bakarsam hipnotize olmaktan korkuyorum. ya gözleri beni çocukluğuma götürüyor. -lan zaten çocuksun amk delisi- yaklaştı. şu an önümde:
-merhaba (derken gülümsedi. gözleri süsledi gülüşünü ve beyaz dişleri konuk oldu sonradan bu eşsiz birlikteliğe. sen "merhaba dediğimize bakma, aslında ben de istiyorum ama bilmiyorum" der gibiydi sütbeyaz dişleri.-e be amk çocuğu bir merhabaya bu kadar anlamı nasıl sığdırdın)
-hebelele bipbip çık.. (çıkmadı amk sesi. ses tellerinde düşük yaptı merhabam. zorladım yenisini, çıkarttım hemen.) me-me merhaba.
-konuşalım mı seninle biraz.
aklımdan geçmeyen şey oluyor. meğer o da benden hoşlanıyormuş. yürüyüşüm değişti. dinlediğim müzikler. kafamda çaldığım o plaj gömlekli hakkı bulut imajı amerika'yı keşfeden rafet er romana döndü. o memo, yes memo. sonra önce bir burunumu çektim:
-hee öyle mi? tabi.. yaptığımız şeyler bunlar. biz bu mahallenin çocuğuz. ben bunları anlatmayı sevmiyorum gerçi, arkadaşlar anlatsın attığım golleri. oğlum iki çay söyle, yengeninki açık olsun..
aradan yıllar , selda'nın üstünden kimler geçti bilmiyorum ama o şiir peşimi bırakmadı. bir akşam üstü şiirin devamını internette benim adım soyadımla görene kadar..
yeşil denince mekana göre değişen haller ziyaret eder aklımı: üniversitedeyken devrimci yeşili, askerdeyken Kamuflaj yeşili, iş hayatında sermaye yeşili, aynada gözlerimin yeşili.
her ne kadar sigaradan nefret etsem de beraber sigara icmek istedigim 2 ınsandan biridir kendisi. diğerini daha bulamadım. kim bilir belki ileride adına düzenlenen bir öykü ödülü olur.
görmezden gelinmemesi gereken bir yazar olduğunu düşünüyorum.
kendisi gerçek bir yusuf olup aşka ve yalnızlığa ışık tutmaktadır, bir nevi post modernizmin hazretidir.
çevremde yeterince örneklem üzerinde gözlemleme şansı bulup, anlam veremediğim insan türüdür.
günümüzde kadınları memnun etmek gerçekten çok zor. yani o eskiden söylenen iki gönül bir olunca samanlık 5 yıldızlı otel olur muhabbeti yalan olmuş vaziyette. her zaman ama her zaman bir tık yukarısı isteniyor. elindekinin değerini bilmek uygun bir mezarlığa defnedilmiş, artık herkes daha iyisini nasıl elde ederim derdinde..
ben anlamıyorum arkadaş bu kafayı. ulan bu erkekler insan değil mi ? tamam erkekler de güzel arabalara binip, güzel kıyafetleri giyip, janti ayakkabıları olsun, iyi yerlerde yemek yesin ister vs. ama ben daha parasız kalıp da tavuk döner yiyince ağlayıp zırlayan bir erkek daha görmedim. ya da düğünde istediği damatlığı alamayan adamın dramı diye bir hikayeye şahit olmadım.
hayır işin garibi eğitim seviyesiyle ya da sosyokültürel sebeplerle açıklayamıyorum bu ömür boyu süren tozpembe diziyi. farklı farklı bir çok kişide aynı durumu görmek mümkün.
nedir lan bu prenses sendromu ? ben en iyisine layığım o yüzden her türlü silahı kullanırım tripleri. lan erkek adamın canı yok mu yani. hayatı zehir etmenin ne alemi var ? abi anlamıyorum kadınlar bu kadar kör mü ne gerek var ota boka insanı isyan noktasına getirmeye ? bu kadar zor mu mutlu olmak ?
yok benim düğün arabamda oyuncak damatla, gelin yok; ben hiç böyle hayal etmemiştim, neden düğün yapmadık bak arkadaşlarımın hepsi düğün yaptı..
ben böyle değilim diyen biri varsa hemen gelsin beni annemden istesin.
bu arada güzel sözle, jestle, iltifatla yetinen kadına pek rastlamadım ben ne yalan söyliyim. bunca yıllık iltifatörüm kesmiyor aga bir süre sonra bir tık yukarısı yine. belki ilişkinin bir döneminde. ama genelinde anlayış gösterip yerine göre '' peki hayatım '' demeyi bilen pek yok ya da çok az. heralde hediye de alınır, sevgi gösterilir, iltifat edilir. ama içten gelmesi lazım biraz. devamlı darlamayla,zorlamayla olmaz bu işler. illa bu olsun, almazsam tırnaklarımı yer intihar ederim kafası benim eleştirdiğim.
seni her gördüğümde beliriverir aklımda bağdaş kurmuş bir kaç soru.
Kaç yıldır görmeden yazma isteği duyduğum insan sen miydin? senin mi bu çizgisiz yüz? Sen miydin mümkün’ün düşüncesi? Sen miydin nesli korunmuş acılarımı dindirecek olan? Yüzünde anavatanımın parçası olan sen miydin?
Efendim nacizane bu akşama dair görüş ve gözlemlerimi aktarayım.
Öncelikle uzun bir zamandır göremediğim ve eline bir fazla bilet olduğunda beni arayacak kadar seven ve düşünen arkadaşıma çok teşekkür ediyorum. Eline bilet geçip de aklına bile getirmeyenlere sitemim olsun.
Sonrasında da gün içerisinde arkadaşlarıma yenileceğimizi dahası fark atacaklar diyecek kadar ümitliydim maçtan.
Maç çilesi daha giderken başladı. Herkese normal geliyor olabilir ama bana eziyet gibi geldi. Metroda aktarma yapmak. Stada giden metro durağında labirentvâri güzergâhta döne döne yürümek ilginçti. Bir de eziyet katmerli olacak ya! Hiçbir yöndeki aslında yürüyen ama durum itibari ile çalışmadığı için yürüten merdiven eziyetine anlam da veremedim.
Neyse sonrasında boy turnukesi adı verilen, klostrofobik korkuları tetiklemesi pek de sürpriz sayılmayacak ucubelerden pür dikkat geçtim. Hem de 2 kere. Hâlâ benden bile daha kilolu ve kalıplı insanların oradan nasıl geçtiklerini anlayabilmiş değilim...
Arkadaşımla buluştuktan sonra biletlerimizi alıp ilgili tribünün yolunu tuttum. Fakat o da nesi?! Aynı boy turnikesinden bir tane daha karşıma çıkmasın mı? Neyse sabret dedim kendi kendime... Ama çileden çıkmamak ne mümkün?! ilk arama ve denetimlerden geçen çapulcu, beleşçi, apaçi vb. arsız gürûhunun bileti ya da kartı ile girenlere yapışıp görevlilerin gözleri önünde benim insanların nasıl geçebileceklerini anlayamadığım turnikeden aslında 2 ya da 3 kişinin bile girebileceğini görmeme ve bizzat yaşamama vesile olarak oracıkta bana unutamayacağım bir hayat dersi verdiler. Bu stadda bu kaçak girişler oluyorsa Maldini'nin eski stadımızda yaşadığı ve "beni kimse bu stadda 25 bin kişinin olduğuna inandıramaz, arkadaşımı bir kez bile duyamadım" demesine hak vermemek mümkün değilmiş.
Neyse yerimi bulmak için sıra, koltuk numarası bakarken oranın Pegasus tribünü olduğunu orada yerini aramayıp bulduğun yere oturmam gerektiğini telkin eden deneyimli taraftarlara uyarak hemen güzel manzaralı bir koltuğa kendimi attım. Fotoğrafımızı çeker misiniz? faslından sonra maçın başlamasına 20 dakika kala koreografinin yapılacağını öğrenmemle sevinç ile paniği birarada yaşamaya başladım.
Tabi o arada oyuncularımız ısınma antrenmanı için sahaya çıktıklarında ortalığın ıslık, tezahürat ve alkışlardan yıkıldığına şahit olmak tüylerimi diken diken etti. Hâlâ kulaklatımda geçici bir işitme kaybı ve uğultu var.
Hissi kalbel vûku denilebilecek bir şekilde antremandaki oyuncularımızın pek bir varlık gösteremeyeceklerini o an itibariyle anladım. Hele Drogba, Burak ve Selçuk'un keşke maç olmasa havasında olduklarını gördüm.
Koreografi, takım oyuncularımızı orantısız bir tezahüratla destekleyip, Real Madrid oyuncularını ıslıkladıktan sonra maçın başlaması ile ultrAslan grubunun ağırlıklı olarak toplandığı pegasus tribününün bir diğer kuralı ile karşılaştım. Oturduğun yerden maç izleyemezsin. istisnasız herkes koltuklarının üzerinde maç izledi ve izlemek zorunda kaldı.
Hemen önümdeki biraz kafası dumanlı gençlerden bir tanesi koltuğun oturulacak kısmı yeterli gelmeyip sırtlık kısmına basarak maçı izlemeye başlaması ile ben kendimden geçerek kardeşum bütün maçı böyle izlemeyi düşünmüyorsun değil mi? diyerek hafifçe ittirip bir alt seviyeye indirmemle bu sorun da hallolmuş oldu.
Ve asıl felaketler bundan sonra başladı. Maçı canlı izlediğinde aslında neyin nasıl olduğunu daha iyi anladım. Burak Yılmaz'ın ne kadar kabiliyetsiz, top tekniğinin berbat ve bildiğin düz standart bir futbolcu olduğunu gördüm. Bir tane top stop edemeyip, top sürmeyi beceremedi. Yetenek işte. Aynı zamanda Selçuk'un aslında oynamasa da olur futbolunu, Drogbanın bu maçta oynamak istemiyorum havasına tanık olmak beni sarstı. Fark yaşayacağımıza dair inancımı perçinledi.
Sonrası malum. Drogba abimiz bir pozisyonu bahane ederek oyundan çıktı. Hoş sakatlanmasa da birşeyler yapabileceğine kimse inanmıyordu.
Kaçıncı golde mi çıktım..
Son olarak 4. golü de izledim.
--spoiler--
- Cavendish, Luffy'ye saldırmaya devam eder.
- Chinjao, Luffy'ye teşekkür eder; fakat bunu yaparken yanlışlıkla kafasıyla yeri parçalar. Chinjao, torunlarının jenerasyonunun Hasır Şapka Korsanları'na katılmasını istemektedir.
- Bartolomeo, Loguetown'da Luffy'nin üzerine düşen yıldırımdan sağ çıkmasının ardından onun çok büyük bir hayranı olmuştur.
- Rebecca, Luffy'nin Cavendish ve Chinjao'dan kaçmasına yardım eder.
- Burgess, Den Den Mushi aracılığıyla Teach ile konuşur. Burgess, Teach'e Kuzan'a güvenmediğini söyler. Ardından Luffy araya girer ve Ace'in meyvesini Teach'e kaptırmayacağını söyler.
- Son olarak, Rebecca Luffy'yi öldürmeyi dener; ancak başarısız olur. Mera Mera no Mi'ye sahip olma şansını arttırmak amacındadır çünkü Doflamingo'yu alt edip Öfkeli Kurşun Asker'i korumayı istemektedir.
şimdi spoilera göre yorum yapalım. gerçi daha onaylanmadı ama vira bismillah.
eldeki verilerden cıkarım yaptıgımızda, cavendish ciddi bir sekilde en kötü jenerasyondann nefret ediyor,çünkü karakteri gereği ilginin kendi üzerinde olmasını istiyor her zaman. ilginin paylaşılması istemiyor. ee zaten luffy hiçbir şey yapmasa bile bütün ilgiyi üzerinde toplayabiliyor. lucy adı altında tüm arenayı arkasına aldı. kaldı ki büyük savaşta mihawk luffy'deki bu gücün en büyük güç olduğunu söylemişti. bu durumu hazmedemeyen cavendish hepten dellendi.
sonra chinjaonun müttefik olabileceği gündemde.
barto loguetownda luffy'nin idam olacağı olayı görmesi ve luffynin fanı olması normal.
rebecca,sempati beslemişti zaten konusurken lucye ve yardım ediyor. cavendish ve chinjaodan kacsın diye. cavendish ciddi, chinjao ise yanlıslıkla tabanı delmiş, muhtemelen luffy işini sansa bırakmak istemedi. zaten fabrikayı da chinjao'nun deleceği belliydi.
gelelim zurnanın son deligine: burgess, teachle konusuyor, cümlenin içinde aokiji geciyor,cok pis gaza geldim,üstelik luffynin teach meyveyi rüyanda görürsün demeside muhteşem.
şimdi olasılık su; teach ve luffy savastan sonra, inanılmaz güclenen iki korsandı. rogerın beklemedigi d. ve bekledigi d. . bizimkiler ortadan sırra kadem bastıktan sonra,teachin yükselişi ortada.arkasından duyuyoruzki aokiji,akainuyla vs yapıyor ve ne hikmetse adalet diye ölen akainu,aokijiyi yasatıyor, sivil cocukları bile katletmiş bir adam bu.
yani ; aokiji akainunun emriyle,böyle bir durum sonrası, yeni dünyadaki tüm dengelerin içine sızmıs truva atı olabilir.yer altı dünyasındaki jackte eger aokijiyse, çünkü dofun tüm planına hakim sanırım, smokerı uyarıyordu. çift taraflı ajan gibi hareket ediyordur.ve teachin müttefigi de olabilir. yakında çıkar zaten.
diyalog evde televizyonun karşısında benimle babam arasında geçiyor..
televizyonda spor haberleri geçiyor haliyle real madride bale transferi gündemde. bale'nin görüntüleri verilirken babamın gözüne real madridin reklamı ilişir ve şunun söyler:
-bak görüyor musun emir ateş real madride reklam vermiş.
-(önce bi kaç dakka kalakaldım... sonra) emir ateş kim baba?
-var ya ilahi grubu
-?!?
real madrid reklamı fly emirates
babamın bahsettiği amir ateş ilahi grubu.
şimdi bizim çalışan abilerden biri efsane hapşurur. desibeli yüksek olanlardan. ve hapşururken son saniyede haberi oluyormuşcasına hapşurur.
neyse yine bir gün bu hapşurdu.
ben de hemen bizim alt kattaki abiye mail attım: "erdem'i ara çok yaşa de"
o da hemen arar:
şöyle bir telefon görüşmesi geçer:
erdem: efendim orhan?
orhan: ne yaptın erdem sen öyle
erdem: ne yapmışım abi
orhan: o nasıl hapşurmak öyle, ta buraya kadar geldi. artçı mı yoksa zararsız bir fırtına mı?
ben: aasdafasdasdada kopmuş vaziyetteyim.
tabi bunun bir üst modelini de ankara'dan arattım.
o daha da yarmıştır.
yani şu an işsiz olup da iş arıyor olsaydım muhtemelen pamuk ipliğinden imal evliliğim biterdi, annemin evinin yolunu tutup eski tenya hayatıma dönmüştüm, muhtemelen bütün günümü bilgisayar başında geçirirdim. fm2013'te hile üstüne hile yapıp başarı elde etmenin sevincini yaşardım..
öyle bir hal almış olay referansın yoksa hiç girme bile diyaloğa.
gidip gelmeler boşa. yazık harcadığın yol paralarına.
hay sitiyim siz işçi arayışınıza. yalandan iş ilanları koyuyorsunuz.
hele pegasus 15 tl istiyor iş ilanına başvuru için.
geçenlerde yazmıştım bir daha yazayım: bana refere olabilecek milletvekili arıyorum.
Komedi dizisi, filmi izlemiyorum, TC vatandasi olmak yetiyor!
Ulke'de spordan siyasete her alanda birbirinden trajikomik isler donuyor.
Sike yaptigi TURKIYE CUMHURIYETI mahkemeleri tarafindan belgelenmis, bundan mahkum olmus bir camia puan silme ezasi bile almadan yoluna devam ediyor, hala ne adaletinden bahsedecegiz..
ilk basta "bu adam Fenerli bizi kume dusurmez" diyerek Fenerbahce asigi Aydinlar TFF baskani seciliyor, sonra istedikleri kadar gozlerini kapatmayinca biranda gozden dusuyor.. yerine "bu gorevi ben yaparim, ben gozlerimi bir kapatirim bir daha hic acmam" vaadiyle Demiroren TFF'nin basina geciriliyor, Turk futbolundaki en basarisiz kulup baskani cezaevinden talimatla bir gecede TFF baskani olarak ataniyor.
Digiturk ve Ligtv son 2 senedir sampiyonluk dugumunu gene son 2 haftadaki kadikoy deplasmani ile belirletiyor, su tesadufe bakin, su sansa bakin, gercekten midem bulaniyor..
Daha fazla dekoder, daha fazla olay, daha fazla kavga, ama hepsinden onemli bir getirisi var bunlarin: Para, Para, Para.
Anadolu kuluplerine nedemeli, Fenerbahce dusmesin, duserse kime futbolcu satacagiz diyen Cavcav gibilerine nedemeli..
"Bizde isin icindeyiz ucu bize dokunur" diye panik yapip el birligi ile Fenerbahce'nin isaret ettigi TFF baskanini secenler, hepinizi ayri ayri Allaha havale ediyorum.
Turk futbolunu Ocalan gibi cezaevinden sekillendiren zat'a goz yumanlar, heyecan gelsin diye ligin icine edenler, super mega final mucitleri, sizler hepiniz tertemizsiniz birtek Galatasaray, birtek Fatih Terim kirli oyle mi?
Galatasaraydır Avrupaya açlıan kapı.
Bela okumayi hic sevmem ama bu sefer hak ettiniz..
Simdi utanmadan Terim ve TT Arena'ya sezon sonuna kadar ceza verin bence, size de bu yakisir, sonra eyyamcilik yapip Zan'in cezasini ertelediginiz gibi Dany'nin cezasini erteleyin, bir siz akillisiniz ya!
Biz birkez daha sampiyon olacagiz, sampiyonluklarimiz birkez daha seriye baglanacak, siz simdiden Kadikoy'un isiklarini kapatin, cunku ne yaparsaniz yapin, kupamizi almaya geliyoruz..
en az 20 iş görüşmesine gidip sonuç alamamıştır.
hatta bir belediyeyle yaptığı iş görüşmesinde direkt dayın var mı diye sorulmuştur. yoksa hiç formu bile doldurma denilmiştir.
kura çekimine göre lig maçlarımız bir sonraki emre kadar ertelenmeli , galatasaray günde çift antrenmanla maça kadar durmadan çalışmalıdır, sex başta olmak üzere futbolcular enerji sarfiyatından kaçınmalıdır.
haaa, baktık maç boka sarıyor, lütfen gökhan zan'ı ve sabri reyizi oyuna alıp ve ronaldoyu sabri reyizin tutmasını söyleyelim, en azından bir unutulmazımız olsun.