po chan isimli hakkında bir şey bilmediğim ancak bu kısa filmiden sonra kesinlikle araştıracağım yönetmenin, canon eos 5d mark ii ile çekilmiş kısa filmi. Film baştan sona kadar öznel çekime sahip.
tam adı tamron sp af17-50mm f/2.8 xr di ii ld asph. if lens. *
* 13 grupta 16 optik eleman
* 78°45'-31°11' görüş açısı {aps-c için}
* 7 bıçaklı diyafram
* min. f32
* 0.27m min. netlik
* 1:4.5x büyütme oranı
* 67mm filtre çapı
* 430g
fiyat/performans oranı yüksek, her aralıkta 2.8 sabit diyaframa sahip müthiş tamron lensi. yalnızca canon'larda değil, alternatif lenslerde iyi performans vermeyen nikon'larda dahi çok iyi sonuç verir. bir de titreşim engelleyicisi olan modeli çıkmıştır ki, onun eski versiyona göre daha yumuşak sonuçlar verdiği söylenir. ayrıca zaten 2.8 gibi bir diyaframa sahip olup hem de bu aralıkta titreşim engelleme özelliğine gerek yoktur. *
bu aralıkta l serilerine yakın f/p uygun bir lens arıyanların kesinlikle çantalarında bulunması gereken bir lens. ikinci el fiyat aralığı 500/600 civarıdır. *
yaklaşık 16 aydır uzattığım saçlarımı, çok azıcık kısaltıp, biraz toplatmaktı tek isteğim. berbere, son derece anlaşılır ve düzgün bir türkçeyle, saçlarım çok dağılıyor, birazcık kısaltın, dedim.
berber saçlarımı kesmeye başlamıştı. söylediğimi anladığından emin olmak için, çok kısaltmayın yani, dedim. bir nevi önlem amacıyla söylemiştim bunu.
- tabi abi, nasıl istersen, dedi olabildiğince esnaf tavırla.
ufaktan ufaktan muhabbetimiz de başlamıştı. akp hakkında konuştuk, amerika hakkında konuştuk, obama'nın çok iyi adam olduğunu, rusların pis bir millet olduğunu, üçüncü dünya savaşının herkesin düşündüğünün aksine israil değil çin yüzünden çıkacağını söyledi. onun söylediklerini ben kabul ediyordum. o ise benim kabul etmeme aldırmadan devam ediyordu.
muhabbetimiz ilerlerken, sürekli aynada kendime bakıyordum. normalde, aynada kendime çok uzun süre bakmam. bu yüzden, berberlerde hayatı çok sorgularım, kendime uzun süre bakmak zorunda kaldığım için.
şu an üniversite öğrencisiyim, kırmızı-sarı karışımı keçi sakalım, uzunca bıyığım ve darmadağınık saçlarım var(dı). aynada lisedeki kendimi görmeye başlamıştım berber bana amerika'yı kötüledikçe.
- abi, dedim.
daha da hararetlendi ve kürt açılımının akp'nin yaptığı en yanlış politika olduğunu söyledi.
- abi saç, dedim.
mhp'nin akp'nin oylarını alacağını ve başa mhp geldikten sonra kürt-ülkücü çatışmasının çıkacağını, iç çatışmaya düşeceğimizi söyledi.
- abi saçları çok kıs-... "abi saçları çok kısaltma" diyecektim. ama bu ülkedeki olacak her şey daha yüz yıl önceden planlanmıştı dedi, yüksek bir ses tonuyla ve noktayı da koydu.
her şey önceden planlanmıştı...
- haydi sıhhatler olsun abi.
16 aydır uzattığım saçlarımın üzerine basıyordum. tıraş bitmişti.
- ee, nasıl olmuş aabbiiicim. daha iyi di mi?
samimiyetimiz de vardı artık.
parayı uzatıp, hayırlı akşamlar da diledikten sonra evime doğru yola çıktım. rüzgar, artık saçlarımı dalgalandırmıyor, direkt kafa etime şap diye çakıyordu. kötü huylu bir lise arkadaşının yaptığı, boktan bir el-kol şakası gibiydi rüzgar. tüm nostaljisi gitmişti, adeta çektiği otuz biri anlatan bir yavşağa dönmüştü.
yaklaşık bir haftadır telefonumu açmıyorum. sokağa da çıkmamaya çalışıyorum. gerçi geçende bir arkadaş beni bim'de gördü. olm ne yaptın saçlara, diye sordu. o an nasıl olduysa, çok moralim bozuk olum, hiçbir şey yolunda gitmiyor saçlarım bile ağır geliyor artık, diyerek, sanki bunalımda olduğum için saçlarımı kestirmişim gibi bir imaj bıraktım.
bazen dışarı çıkıp, berberin olduğu sokaktan geçmem gerekiyor. göz ucuyla, gizlice içeriye bakıp yine onu görüyorum. başka bir müşterisine yine bağıra bağıra bir şeyler anlatıyor. müşterinin suratındaki ifadeye bakıyor, kendimi görüyor; ağlıyor ve koşa koşa eve geliyorum.
bim'de, an itibari ile 3,95 olan üründür. diğer simbat ürünlerinde olduğu gibi, ürünün bayatlamaması için ürünün paketi kilitlenebilen pakettir. ayrıca, bir zamanlar plastik-kavanoz şeklinde, özel kap ile satılıyordu bu ürün. https://galeri.uludagsozluk.com/r/34198/+
piyasaki diğer kaju markalarından fiyat olarak kat be kat düşük olmasına karşın, lezzeti oldukça güzeldir.
eski adı british english olan kurumun, bölünerek bazı şubelere geçen yeni adı. * kadıköy'de 2, bakırköy ve şişli'de de birer şubeleri mevcut. diğer ingilizce eğitim kurumlarından çok da farklı olmayan, genelde iddia ettiği şeyleri çok beceremeyen, yine de kimi iyi türk ve yabancı hocalarıyla iyi eğitim verebilen kurum. bilmiyorum diğer kurslarda sistem nasıl işlemekte fakat intermediate seviye 2. üniteden başladığım için sertifika vermemişlerdir. yine de çok farkı olmadığı için mühürlü farklı bir bitirme belgesi vermişlerdir. özetle eğitimi ortalama olan bir kurstur. sizi üzmemeye çalışırlar. kurlarınız bittikten sonraki 1 sene içinde kursa gelip beleş speakinglere, grammerlere falan katılmanıza fırsat tanırlar. siz değerlendirdikten sonra ortalamanın üzerinde bir şeyler alabileceğiniz ortalama eğitim mekanı...
belediyenin metalcileri düşündüğünün kanıtıdır. ayakta yahut oturuyor olun, hiç fark etmez. körüklü otobüs sizi sağdan sola sallayarak metal ruhuna uyan her türlü hareketi tek bir anda yapmanızı sağlar. üstelik sadece 1 akbil basmanız yeterlidir bu tadı alabilmek için.
belediye yalnızca metalcileri düşünmemiştir, bir de yeni model otobüslerdeki sağlam yay sistemleri sayesinde zengin rapçiler oldukları yerde yukarı aşağı sallanabilmektedirler. *
insanı hayata küstüren, iğrenç bir durumdur sözlük. sen bebekleri çok seversin, oysa onlar sana bakıp bakıp ağlarlar. çok acı şeyler yaşadım bununla ilgili çok...
misafirliğe bir tanıdığın gelmiştir. annen 'oğlum gel misafirlerimize bir hoş geldin de' diyerekten seni misafirlerin yanına çağırır. * içeri girer, insanların yüzüne bile bakmadan hızlı hızlı selamlaşırsın. sıra kucağında 3-4 yaşında bebek olan misafire gelir. misafire selamını verirsin, biraz kibarlık biraz da 'bak bebek sevgisi var içimde' der gibi bebeğe eğilir 'aa ne tatlı şeysin sen öyle' dersin. bebek başlar zırlamaya. 'aa abiyi beğenmedin mi bakayım sen?' der misafir. senin anneciğin hemen oradan 'niye beğenmemiş bakalım benim oğlumu' diyiverir. herkes güler, sen de yalandan gülersin falan. oysa çok kıllanmışsındır. tekrardan çocuğa yanaşıp güldürmeye çalışıp iyice şaklaban olursun. tipten kaybetmişsindir bir kere. düşün, dünyayı henüz kavramaya başlayan bebek seni görüp ağlamaya başlıyordur. işte şimdi, misafirlerin yanından odana gidip hayatı sorgulamanın tam vaktidir.
biliyorum hepimiz yaptık bunu aziz dostlarım, hepimiz babamızdan, dedemizden, amcamızdan; bizden büyük birilerinden ısrarla istedik bizi kaldırıp tavanı elletmelerini. yetmedi, tekrar istedik tavanı ellemeyi. beş parmağımızı, avucumuzun içini sürmek istedik tavana. tavanda yücelik gördük belki. dev gibi gördüğümüz babamızdan daha yüksekteydi o tavan. evet evet, yüceydi tavan bizim için. zaten yere çok yakın kıçlarımız, küçücük bedenlerimiz bizi daha da fazla uzaklaştırıyordu tavandan. yatak odasındaki gardropların üstüne tırmandık elledik tavanları; hiç olmadı annemizin oklavasını aldık tavana zar zor ucunu değdirdik. büyüdükçe de işimiz bitmedi o tavanla, geceleri lazerle resim çizdik o tavanda. lazer başlıklarından, çıplak kadın başlığını taktık baktık meraklı gözle. daha da büyüdük, boş boş baktık tavana hüzünden, bakacak başka yer bulamadık belki. annemizin astırdığı perdeyi takarken hiç ellemedik tavanı çocukluğumuzdaki gibi; ama tavanı elleme hevesi olan milyonlarca çocuktan biriydik biz de.
evet evet, karıncalar gibi yürümek istedik tavanda.
ne lanet olası bir şeymiğş denemek zorunda kalınca anladım: evdeki bilgisayar küçük kardeşler pc başında oturmasın,i ders çalışsınlar düşünceasinyle sobası olmayan soğ*ukl odaya alınır. ve yetişkğin sayıan ağabeyler montları bereleri eldivenleri giyip geçerler pc başına:;::
evet dikkat ettiğiniz üzere bazı kelimelşeri yanlış yazaktayım. ziraü, eldivenle entry girince böyle oluyort:
hele şu tek noktayuı koyamadım bir türlü ona yanaarım: yoık anasını satıyım noktaya basındca ya iki nokta çıkıyor ya da ç ile birlikte nokta çıokıyor misal: ç.
ispanyolların gülerken çıkarttıkları ses. kısaca bizdeki hahaha, hehehe yerini tutuyor. niye hehehe değil de jejeje der isek, ispanyollar ve ispanyolca konuşan ülkeler j'yi h olarak telaffuz ettikleri için bu durum ortaya çıkıyor.
efendim malümunuz ülkemizde gece ve gündüzün ardalanması pek bir mühimdir. herbirimiz küçükkene en az bir kere "yatçaz kalkçaz yatçaz kalkçaz şuraya gitçez" tipi laf sarf etmiştir. toplumda yer etmiş mübarek geceleri de unutmamak lazım. ve pek tabii okullardaki sabahçı-öğlenci muhabbetleri. ilginç diyaloglara girilir, ilginç şeyler yaşanır idi.
not: türkiye'de 6 ay gece 6 ay gündüz yaşanıyorsa kıyamette de koptu demektir. apayrı mevzu.
bir cüneyt, önce basit bir cüneyt'tir.
daha sonra bu cüneyt, samimi bir dost olur ve kendisi artık cücü'dür.
aranız bozulur, cücü tekrar cüneyt'tir.
kıl olursunuz, cüneyt artık cüneyit'tir.
çişim geldi, sıçasım var demeyi kaba bulan kibar insanın kullandığı laftır. ortamdan müsadenizle diyip ayrılmak varken, tuvalet bir yerlere getirilir. *
trafik ve ilkyardım bölümünde eski soruların sorulduğu, motorda ise çok kişinin endişeye düştüğü ve şimdiden kaldım mı lan acaba diye kendine sorduğu sınavdır.
ayrıca ilk 45 dakikadan sonra koca okulda kimse kalmamıştır.
bu işte tecrubeli kişilerin bolca şey yazmasını beklediğim başlıktır. zira, burs başvuruları, şehir dışına gidenler için yurt başvuruları ve yurtlar, karşılıksız burslar, krediler... onlarca öğrenilmesi gereken şey. universiteye yeni baslayacaklara tavsiyeler başlığından eşsiz farkı işin kayıt ve öncelik kısmıdır.
kulaktan duyulan, olum yaşadığın şehirde üniversite kazanırsan karşılıksız burs başvurusunda bulunamazsın, cümleciğinden sonra kafamın karışması başlığa sebep oldu.
ismail yk'nın o eşsiz * sesinin şarkı içinde en az duyulduğu anlardır. tahminimce gurbetçi hatunlar tarafından söylenmektedir. aslında ismail yk'nın paçayı yırtmasının sebebidir.
t-shirt üzerine baskı yapmak için üretilen özel yazıcı kağıdı. tek sayfası, normal kağıtlara olanla daha pahalı. kağıda çıkarılan desen, t-shirte ütü ile basıldıktan sonra t-shirtte baskı olarak kalıyor.
alplerin balkanlardaki uzantısına verilen özel ad.
Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk'ta bulunur. Sırasıyla bakıldığında Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ ve Arnavutluk güzergahını izler.
mavi tabanlıdır. sol üst köşesinde büyük britanya bayrağının -büyük britanya'ya bağlı birçok devlette olduğu gibi- küçük hali vardır.
avustralya'dan yıldızlar çok iyi gözüktüğü için, bayrakta yıldızlar vardır. altı yıldız olmasının sebebi avustralya'nın altı siyasi bölgeye ayrılmasından kaynaklanmaktadır. yıldızlar yedi uçludur.
osmanlı devleti'nde ilim, bilim, hukuk ve din alanındaki görevlilere verilen ad. bu sınıftaki görevliler medreselerden yetişmişlerdir. kazasker, şeyhülislam, kadı, müderris gibi görevliler ilmiye sınıfındandır. en yüksek dereli görevli şeyhülislam'dır.
efendim osmanlı devleti'nde zamanla bazı politikalar uygulanmıştır. bu politikalar xx. yy'da uygulanmaya başlanmış, uygulanma sebebi de osmanlı devleti'nin toprak kaybetmesini önlemektir.
osmanlıcılık uygulanmış. osmanlı sınırları içindeki türk, kürt, ermeni, yunan, macar, arnavut, arap(...) ne var ise osmanlı vatandaşıdır denmiş. kocaman bir bağlaç; ancak balkanlarda isyanlar çıkması, azınlıkların azması, şu an ab için köpek olduğumuz avrupalı devletlerin azmışları desteklemesi osmanlıcılık fikrini söndürmüştür.
peşinden sırbistan'ın, karadağ'ın, romanya'nın osmanlı'dan ayrılması bu fikrin ne derece geçerli olduğunu ortaya koymuştur.
islamcılık uygulanmış. tüm müslümanları bir çatı altında toplayalım diye düşünmüş aziz padişahlarımız yahut sadrazamlarımız. lakin sonuç belli, olmamış.
daha sonra, bize kurtuluş savaşı'nı kazandıran türkçülük fikri ortaya atılmış. osmanlı'yı kurtarmadıysa da türkiye cumhuriyeti'nin kurulmasına sebep olmuştur bu fikir.
şimdi, başlığa bakıyorum da ve sonra düşünüyorum "ahmet türk" gibi bir ad ve soyada sahip insanı düşünüyorum da...
sonra bakıyorum da dağdakilere vatandaşlığı bırakın türk olduklarını görüyorum da...
acaba, acaba aziz atalarım; türkçülük diye bir şey yok mu?