akla reşat nuri güntekin'in akşam güneşini getiren başlık. Hangi yazar açmaya meylettiyse şüphesiz, buhrana yatkın bünyesiyle daha çok batan güneşlerin ardından bakakalacaktır.
Belki, akla çocukluktan kalan 'akşam ezanı okunmadan eve gel' parodisini getirdiğinden anlamsızca burkulur eşek kadar olmuş yazarların içlerinde bir yerler.
Belki de tamamen doğanın estetiğiyle alakalıdır bu hissiyat. Bir yaz akşamüzeri, simaları güzelleştiren, saç tellerini kızıla çalan, deniz kıyısında durulmuş deniz suyuna aşk hikayeleri anlatan güneşin güzelliğidir ya da sonbaharın kararsız yağmurlarından sonra gökyüzündeki
çelimsiz bulutların arasından süzülen son gün ışığıdır suçlu olan.
böyle başlıklar açmayın, içimdeki reşat nuri bir canavara dönüşüyor.
evimizin karşısında gri, yer yer beyaz boyalarla lekelenmiş bir duvar vardı. Buz zannederdim o gri duvarı. Birgün dikkatlice uzun uzun baktım duvara. O gün acı gerçekle yüzleştim. Kocaman ve hiç erimeyen o buzdan kütle meğer sıradan boyasız bir duvardan ibaretmiş.
gerek oklarıyla gerek giyim tarzlarıyla ve tabii ki stratejik ve istatiksel planlamayı iyi yaptığınız takdirde şampiyonluğa en çok yakışan karakter.
(bkz: ashe)
bir de atari oynayanlar bilir, adını hatırlayamadığım araba yarışı vardı. Belli bir hızı aştığınızda ekranın sol köşesinden hızlıca superman kılıklı bir karakter geçiyordu. O karakter, umarsızlığı ve oyun içinde heyecanla beklenen done olarak özenilecek seviyededir.
ortaköyde gittiğiniz bir mekanda boş yer bulamayıp tam geri dönecekken, fularlı kasketli entel bir amcanın gülümseyerek size yerini vermesi.
Hızla giden otobüsün açık penceresinden içeri süzülen sonbahar yaprakları.
sokak hayvanları için soğuğa karşı dayanıklı, el yapımı yuvaların, temiz su ve mama dolu kapların mahallenizin çeşitli köşelerinde belirmesi.
Kış akşamları bir zamanlar okuduğunuz ilkokulun çıkışına rastgelmek ve öğrencilerin kararan havada evlerine gidişlerini izlemek.
Peşine takılıp miyavlayan kediye "ne istiyorsun evladım, hadi geri dön çocuğum. Geri dön ulan!" diyen ama dayanamayıp evinden getirdiği yemek artıklarını kedinin önüne bırakan dedeyle aynı mahallede yaşamak.
dünyanın çeşitli ülkelerinden posta kartı almanızı sağlayan güzel bir oluşum. Ne kadar kart yollarsanız o kadar kartı posta kutunuzda buluyorsunuz. Sitede oluşturduğunuz profilde almak istediğiniz posta kartı tasarımlarını (anime, müzik, tarih, turizm vs. içerikli) belirtebiliyorsunuz. Aldığınız ve gönderdiğiniz kartları arşivleyebiliyorsunuz. Pul isteyip istemediğinizi, hangi dilde iletişim kurabileceğinizi belirtebiliyorsunuz. (genelde ingilizce oluyor yazılanlar. Ama eğer farklı dillere meraklıysanız, gönderenin ana dilinde bir şeyler yazmasını isteyip çeviri yeteneğinizi geliştirebilirsiniz.) En güzeli de çok farklı kültürlerin yetiştirdiği insanların el yazılarına dokunabiliyorsunuz. ilk postakartımı çin'den almıştım. çinlilerin, kanji alfabesinden kaynaklanan doğal bir yeteneği olduğu kanısındayım. Harfleri oluşturan çizgiler çok muntazamdı çünkü.
Tek sorun, diğer yazarların da belirttiği gibi posta kartı tasarımlarının türkiye'de pek de yaratıcı olmaması. Ama ilginç kartlar ararken, değişik sahaflar keşfedebiliyorsunuz iyi yönden bakarsak.
Ekonomik olarak da çok uygun bir eylem. Ptt'den ortalama üç lira karşılığında posta kartınızı yollayabiliyorsunuz. Eğer pul da istiyorsanız bir iki lira fark atıyor. Mektup, el yazısı, farklı kültürler vs. Bu tür şeylere merakınız varsa gerçekten doyurucu bir uğraş.
ilkokulda kaynaştırma eğitimden faydalanan, muhtemelen otistik mavi gözlü bir kız vardı. çocuk açıksözlülüğüyle "neden böylesin?" diye sormuştum. Bisikletten düşmüş, araba çarpmış. Doğru muydu bilmiyorum. Korumaya çalışıyordum onu çoğu zaman. Acımak mıydı yoksa farklı olanı içinde barındırmayan insanlara karşı oluşturduğum içsel bir tepki miydi benimkisi onu da bilmiyorum. Ama dersin birinde adını bile hatırlamadığım öğretmen, ödevini eksik yaptı diye onu azarladığında, gözlerinde saf üzüntüyü gördüğüm halde hiç sesimi çıkarmadım. O günden sonra da hiç görmedim onu.
Lisenin ilk senesinde arka sıramda oturan bir çocuk vardı. Eve bırakırdı beni. iyi anlaşan iki ergendik. Babasından nefret ederdi. Soyadını değiştireceğini söylerdi. Sokakta kaldığını, parkta yattığını söyleyince bizde kalmasını önerdim. Kabul etmedi. şaka yapıyor diye düşündüğüm için üstelemedim. Aynı sene sınıfta kalınca başka bir okula gitti. nerede, ne yapıyor hiç bilmiyorum. Facebook hesabında hala altı sene önceki fotoğrafları duruyor.
kaç gecedir uyanıp babanın garip huyları başlığındaki entryleri okuyorum. bazı yazarların babalarına özenmiyor değilim fakat daha çok sevdiğim eski bir diziyi (mesela sıdıka ) bugün izliyormuş gibi oluyorum. gecenin karanlığında kendi kendime gülüyorum.
geçenlerde eve giderken markete uğradım. gazete, dergi vs. aldım bir şeyler. kasaya yaklaşırken de sepete attım iki tablet milka oreo. ödedim hesabı, eve doğru gazeteye bakarak gidiyorum ki kaldırımda bir çocuk oturmuş, dinleniyor belli. hemen yanına bisikletini bırakmış. üstü başı da dağınık. belki annesini kızdırdı, kıçına terliği yediği gibi sokağa fırladı. Olabilir. Ya da arka mahallede arkadaşlarıyla top oynadı doyasıya, şimdi dinleniyor. Olabilir. Her neyse. Bir şekilde çocukluğumu hatırladım. Hava da kararmaya yakın. önünden geçtim bir iki adım attım duraksamalı. Geri dönüp çikolatayı uzattım. kardeşime almıştım al senin olsun dedim. istemedi. Kötü bir niyetim yok dedim. Uzattı elini aldı çikolatayı. çok mu önemli bir şey şimdi bu? Hayır ama ben sanki mutlu oldum.
Soğuk bir sonbahar akşamüstünü hatırlatan insan. Anlaşılmaz bir şekilde değer barındıran.
''Ey, iki adımlık yerküre
Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!''
bir blog yazarı. bdsm hakkındaki düşüncelerini, tutarlı ve sistemli bir tarzla yazmaya çalışıyor. okunmaya değer biri.
Edit: geçenlerde bir tweet okudum, rastgele. Tweetin sahibi genç kız, dinlediği bir şarkıda aklına red dominum'un ve dişi köle'nin geldiğini yazmıştı. Sanırım şarkı, hüsnü arkan'ın hoşgeldin parçasıydı. Güldüm.
bir zamanlar, tekstil sektörü çökmeden kriz patlak vermeden önce tıp sıralamalarıyla neredeyse yarışan bölüm. şimdilerde sadece lisans eğitimi pek bir işinize yaramıyor. kıçınızı yırtmanız gerek.
yalnızlık. ama böyle kendim bile terk etmiş beni. ne gidebiliyorum, ne kalabiliyorum. geriye dönüş zaten yok. utanç, kıskançlık, pişmanlık ne ararsan. başımı ellerimin arasına alıp yüzümü dizlerime kapasam, ağlasam. ondan da sıkılırım.