bak yine eskisi gibi yağmurda toprak kokusunu çekmek istiyorum ciğerlerime. ama olmuyor, toprağı sevemiyorum senelerdir, kokusu dahil.
her şeyin netleşmeye başladığı zamanlar bunlar. yaşın oturduğu, herkesteki gibi geçmişte kaybedilen şeyler mezarlığının nüfusunun arttığı, güçlü duruştan taviz vermediğim, net ama zor zamanlar. sahi ne kadar hayal, ne kadar insan, ne kadar küçük değerli oyuncak var orada... bakamıyorum. baksam sayarım. saysam her birinde düşer suratım. oysa ne çok emek var onlarda ne çok sevgi, hatta bazılarında biraz göz yaşı.
doğrudur pek anlaşılamadığım. insanları ilk cümlelerinden itibaren tanıyabilen ama içindeki cümleleri diline ulaşmadan değiştiren bir insan. içi farklı dışından, çünkü tanınırsan herkesçe savunmasız kalırsın bu hayatta. gözlerinde perde var içi görünmez. "çok zor birisin." dediler defalarca. defalarca onayladım. çünkü ben birinin yanında zor dururdum. inanmazdım, güvenmezdim. zordu. zordum. derler ya hani "ne kadar görülüyorsan aslında sen o kadarsın." diye. umrumda olmadı. çünkü yeterdi tek kişi bana ölüme dek. hem kalabalıkları da pek sevmem ben.
her olayla eksilen masumiyeti ne kadar tutabiliyor insan içinde? bundan 4-5 yıl önceyi hatırlıyorum da ne kadar az bilip ne kadar çok masum olunuyormuş oysa. insanoğlunun laneti gibi kendi türünü öğrenmek. öğrendikçe eksiltmek masum bir ruhu, öğrendikçe büyümek. insanın kendisine yaptığı en acımasızca şey aslında çocukluğun masumiyetini yıllara satmak mecburen. ama aslında o hiç yok olmuyor da. öyle bir zaman geliyor ki kalan tüm gücüyle, adeta can havliyle doğrulup hükmediyor tekrar her zerreye. bazen aşkla geliyor, bazen bir çocuğun gülümseyişiyle. bazen kalıyor bazen dayanamıyor.
bazen duruyorsun tüm benliğinle birinin yanında, ama o gidiyor. bazen seviyorsun, çok seviyorsun ama bir şeyler eksik oluyor. yani bazen sevsen de olmuyor. insanın en büyük yanlışlarındandır aşkı, sevgiyi tek başına düşlemek. kol kola değillerse sadakatle, cesaretle, inançla, güvenle bir şey ifade edecekleri tek şey acı oluyor. bazen insan bile bile yaşıyor o acıyı. bu da türümüzün mantıksız ama asil bir davranışı gibi.
şimdi okuyorsan bunları, sev. aşık ol. ama güven ver ve güven. cesur ol çünkü neler neler çıkar karşına aşamazsın cesaretin yoksa. risk almak zorundasın bu hayatta, korkma. inan çünkü bir dirhem inanca muhtaçtır tüm umutlar. ve sadık ol günün başında da sonunda da yanında ol sevginin. kaçmak dünyadaki en basit işken biraz onurlu ol. kötüysen susma. ne olursa olsun sakın susma. sadece huzurun yanında sus. ona teslim ol.
tüm bunları istemek fazlasını beklemek değil. sende varsa o masumiyetten bir damla ve inanıyorsan yaşatabileceğine, hiç değil.
kal.
seviyorsan onla kal.
seviyorsan benle kal, için dışın bir.
seviyorsan sabahları çıkma yatağından.
hep sevdiğin şeyin yanında kal, mümkün olduğunca ama.
hep yatarsan aç kalırsın çünkü. açlığı da sevmezsin bak.
biraz gülümse arada.
Göğü delen şimşeklerin aydınlattığı o ıssız sokakta, yağmur damlaları şakağından sakallarına akarken usulca, o otuz beş yıllık hayatının ilk sigarasını yakmış, yürüyordu.
Mayısın yirmi yedisiydi. Saat gece 1. Dolunay hiç bu kadar göstermemişti sanki güzelliğini. Adeta bu şehr-i azamın tacı oluvermişti o gece. Ve yağmur yıkıyordu tüm caddeleri, tüm duvarları. Günahlarını akıtıyordu denize.
Ama bir melek olamazdı istanbul. O, insanoğluna benzediği için yüceydi. Bir insanın olabileceği kadar yumuşak, merhametli ve bir insanın olabileceği kadar da gaddar, umursamazdı. Rıhtımına vuruyordu dalgalar. Yollara kadar taşıyordu deniz. Sahil bugünü yalnızlığa ayırmıştı sanki. Dalgaların ninnisiyle uyumak istiyordu. Belliydi.
Ve bir adam hayatına dair her şeyi ardında bırakıp ölüme yürüyordu. Dumana alışık olmayan ciğerleri yanıyordu. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Attı yarım sigarasını bir mazgaldan aşağı. iki adım daha attı. Sokak bitti. Duraksadı bir an. Lacivert gömleği sırılsıklam olmuş, gövdesine yapışmıştı. iliklerine kadar sızıyordu sanki ılık bahar yağmuru.
Saatine baktı. 01:10.
Başını kaldırdı. Gözleri koyu kahveydi. Derin derin baktı etrafına. Omuzları genişti ama o gün çökmüşlerdi. Sanki yanından biri geçse onu göremez diye düşünüyordu. O denli silikti bugün. O denli buğulu görüyordu gözleri. Gerçekten uzaktı. Başkaydı.
Rıhtımın önündeydi. Denize yaklaştı ve arkasını dönüp seyretti şehri. Bu gece o da istanbul gibiydi.
Yağmurda yıkanmasına rağmen yüreğinden atamıyordu şeytanı. Derisine tırnaklarını geçirmiş tutunuyordu günahları.
O ölümü, aşkı, nefreti ve sevgiyi tatmıştı. Güçlüydü de.
Tek sorun, artık güçlü durmaktan yorulan omuzlarıydı
Bir toshiba kullanıcı olarak söyleyebilirim ki kesinlikle toshiba değildir. Üstelik aynı segmentteki bilgisayarları diğer markalardan çok çok pahalıdır. Değer mi? Değmez. Oyun bilgisayarı için msi, gündelik kullanım için lenovo iyidir. Oyun oynayayim ama çok da pahalı olmasın diyorsan lenovo'nun sli'lı y500 veya y510 modellerine bakılabilir.
Sen gelmiştin gökyüzünden ince uzun kanatlarınla. Ağzında bir damla ateş vardı, ama öyle bir ateşti ki o, cebrailin cehennemden aldığı nara benziyordu sıcağı. 7 kere yıkasan da kül ederdi beni. Dokunsan, yüreğim erirdi belki.
Sen öyle bir gelmiştin ki saçlarına tac olmuştu Samanyolu. inerken bulutların omuzlarına basıyordun sanki. Parmak uçlarınla dokunuyordun dünyama. Hissediyordum. Nazik davranıyordun bana. Batırmıyordun tırnaklarını, yırtmıyordun perdemi.
Ve ben bir adım atmak istiyordum. Aslında sana doğru gelmek isterdim ama inan o an umrumda değildi nereye gideceğim. Bilirsin sen de, durmaktan bıkmıştım işte. Ufak bir rüzgar yeterdi belki de beni itmeye.
O an o uçurumun kenarında rüyamın keyfini çıkarıyorduk senle. Aşağıda kuzey denizi, yukarıda sen, aranızda da ben kalıyordum işte
Gel-gitlerle olmayacak dedim de açtım gözlerimi. Çünkü ben senin suretin ve ruhuna bu alemde rastladım çoktan. Ve ardından sevdim de, kaçınılmaz olarak. onu da gözlerimi kapadığımda görüyorum sadece, sen gibi. Benziyorsunuz da bak. Ama bir gün o uzaklardan gelip uyandıracak beni. Ben geldim deyip kokusunu yayacak evimin her yanına. Ve bana sinecek, tüm benliğiyle.
vekaleten kaldığın bu rüyayı artık terk etme vaktidir sana bence. Hoş kal seni azad ettiğim cennette. öldükten sonra görüşmek üzere.
aşırı polarize olmak. türk milletinden bahsediyorsak asıl sıkıntı budur. ikisinin ortak paydaları olmasına karşın kutuplaşmaları. aralarında tartışma değil daima çatışma yaşamaları.
hakkında ileri geri konuşulmaması gereken kişi. bir geçmişin varsa güzel anıların da vardır kötülerle karışık. hayatında bir süre de olsa sevmişsindir o insanı. o yüzden zarfa koyacaksın. ağzını mühürleyip açılmamak üzere arşive ekleyeceksin onu. orada burada arkasından ağzına geleni söylemek adamlık değil. susmayı da allah mutlu etsin demeyi de öğrenmek gerek.
gerilim değiştirmenin haricinde izolasyon sağlamaya yarayan elemandır. izolasyon trafosu sayesinde çıkışta bulunan yük girişten bağımsızlaşır. genellikle ups sistemlerinde kullanılır. herhangi bir aşırı voltaj* durumunda ups'e bağlı yükün zarar görmemesini sağlar.
mantık mı kalp mi? çok zor seçim değil mi? ağır bir yük. ben de bazı bazı kaldım böyle seçimler ortasında. ama seni bilirim başarırsın atlatmayı her şeyi. iki türlü de mutlu olursun. özgür hisset kendini ve seç. fon müzik olarak da kalp atışı eklemek isterdim buraya ama sözlük henüz o kadar gelişmedi. bir de mutlu kal nasıl olursa olsun. bunu hak ediyorsun. beni de sorarsan aynı işte yaa... yalan söylediğim belli oluyor değil mi? biliyorum koca kafalı...
şiirleri boş kağıtlara yazıp yazıp sonra da buruşturup atmak gibi seni aramak. her dizenin başı sen gibi oluyordu da sonuna nokta koyunca anlıyordum yanıldığımı. sen noktalanacak kadar basit olamazdın asla. senin sonun olmamalıydı. sen... sen üç noktanın sonsuzluğunda devam etmeliydin yankılanmaya. ve seni sadece ben duyabilmeliydim.
aramak hep bir çabanın azmini beslemek gibi. aramak şimdinin emeğini yarının huzurundan az görmek gibi. seni aramak aslında bazen seni bulmak kadar kıymetli.
çünkü hayatımda özne olduğun kadar bu cümlede de nesne sensin.
seviyorum deyip de sevginin gerektirdiği hiçbir eylemi yapmadan, karşıdaki insandan bir şey beklemeyin kardeşim. çünkü siz sevmiyorsunuz aslında. önce hissiyatınızı görün, belleyin.
bazen bulunması gerekir. yoksa bile oldurulması gerekir. çünkü zaman duruma, konuma bakacak değil hep. bazen küçük bir adımla o uçurumdan atlamak gerekir. düştüğünde en dipte seni tutacak birileri varsa, düşerken feda edilecekleri çok da umursamamak gerekir.