beyinsiz sensin sana bir şey diyen yok. adam eşinin kendisini aldattığını paylaştığı için söyledim onu. "kendini şair zanneden birinin" diye başlamışım demek ki başlıktaki müteşairden bahsediyorum. cümle azıcık uzayınca su kaynatıyorsanız ve düzgün cümleleri anlayamıyorsanız birilerine beyinsiz demeden önce bir iq testi falan yapabilirsiniz.
"(...)
Şiirler yazdım, kitaplar okudum
Elime bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
Söylesin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum." *
"(...)
işte! ben dolaylarında hayatını kaybeden eşim
önce aşk, sonra ara sokağında taş taşıyan şüphe yani
bilinsin ve süssüz siyah bilinsin istiyorum;
yok kimseye –makilerin orda- anlatacağım bir şey
demişken diyelim ve öyledir,
hala şüphe taşıyor her taş
süslü cami avlularında yalın ellere tapıyorum
öldüğünü bilmeyen iplerden
hala süslü siyah mektuplar alıyorum
günlerdir –makilerin ordan- yazıyorum;
sigara ve kahveyi saymazsak evde yalnızım
günlerdir söylüyorum;
sigara ve kahveyi saysak da evde yalnızım
aslında günlerdir çok ileri gittiğim de söyleniyor
ısrarla yüzündeki kışa benzediğim ya da
kış dediğim aynamızın önünde elek
günlerdir hoh taşıyorum
taş topluyorum deliklerine
yani ısrarla kuyuları güldürüyorum kendime
işte! ben dolaylarında hayatını kaybeden hayat
önce aşk, sonra ara sokağında taş taşıyan şüphe yani
bilinsin ve süssüz siyah bilinsin istiyorum;
yok kimseye –makilerin orda- anlatacağım bir şey *
isim soyisim baş harflerini kendi kısaltması olarak çok fazla kullanan sağa sola yazan insanlar genelde biraz salak oluyor. bu markalaşma çabası salak gösteriyor.
senin fetişini biz niye kabul etmek zorundayız? herkes kendi fetişini kabul etsin ya da tedavi olsun. freud'a sorun isterseniz hep erken çocuklukla ilgili bunlar.
yazarı agatha christy değildir öncelikle bunu söylemek isterim. agota kristof'a ait üçlemenin ilk romanıdır.
büyük defter kanıt ve üçüncü yalan üçlemesi beni yerle bir etti. hayatım boyunca unutmayacağım romanlar arasında olduğu için yazmak istedim. aslında ayrı zamanlarda yazılmış üç ayrı kitabın aynı kitapta toplanması çok iyi olmuş çünkü kitaplar sırası karıştırılarak okunamayacağı gibi birinin ardından hemen diğerine de geçilmesi gerekiyor.
üç kitapta savaş travması, yalnızlık, yoksulluk, kimlik, göçmenlik, ensest, pedofili gibi çok zor ve acıtıcı konuları işliyor. üçüncü kitap sanıyorum bütün olanların psikolojik etkilerini yansıtmak için diğer ikisine göre çok dağınık bir kurguda yazılmış.
ilk kitap büyük defter'in otobiyografik bir roman olduğunu duymuştum. yazarı agotha kristof'u tanımıyorum fakat bu ilk kitabı savaş travmasını yaşayan birinin yazdığı okuyunca anlaşılabiliyor.
her cümle çok sarsıcı. sarsıcılığı edebiyatın gücü de değil her şey çok sade cümlelerle anlatılmış.
bazı trajedileri edebiyatla acılaştırmaya gerek olmuyor. bence yazar bu mesajı vermek için en vurucu anları bile böylesine sade bir dille anlatmış.
yanlış hatırlamıyorsam ikici kitapta roman yazan bir karakter "bir kitap ne kadar hüzünlü olursa olsun bir hayat kadar hüzünlü olamaz." diyordu. agota kristof kendi kitabıyla ilgili en güzel yorumu böylece kendi kendine yapmış.
benim için en etkileyici olan ilk kitaptı: büyük defter. kendilerini acıya alıştırmaya çalışan, acıya bağışıklık kazanmaya çalışan iki küçük çocuk...
artık acı çekmemek için kendilerine kötü olmayı bile öğreten "işkence alıştırması" yapan çocuklar...
bir gün de "dilencilik alıştırması"yla nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istediler gurursuzluğun. para için değil, yemek için değil gururun yükünden kurtulmak için bütün gün dilendiler sonra şöyle dediler:
neyse canımı çok acıttı.
bugüne kadar da elif şafak, harry potter falan okumuş insan değilim.
bir kitabın insanın dengesini ne kadar bozabileceğinin, roman okumanın başka diyarlarda gezelemek, aşk maceralarına atılmak gibi bir çocuk eğlencesi olmadığının çok kez farkına vardım. yine de beni dünyadan tiksindiren bu kitabı en sarsıcı, en rahatsız edici eserlerden biri olacak hatırlayacağım.