Temmuz içinde Bulunduğumuz yaz Ay'ı. Aklıma nerden geldiyse.Türk ve Altay mitolojisine de Tamız (Tamus, Tammus, Tamıs, Dumuz, Dumıs) Han olarak geçmiştir. Sümer kökenlidir. Türk coğrafyasının büyük kısmında adı yaz aylarından birisine verilir; Temmuz, Tamız, Tamıs gibi… Çoğu zaman Ahır hayvanlarının ve/veya Çobanların ya da kırsal hayatın, ekinlerin ve hasadın koruyucusu olarak görülür. Damızlık sözcüğü, Damız (ahır) sözcüğüyle olduğu kadar bu isimle de bağlantılıdır ve Tamız Han için ayrılan hayvan demektir. Sümer mitolojisinde çoban görünümlü olarak betimlenir.
Aşkı isteme sözlerinin sesli olarak söylenip Vücutta bulunan noktalara vurularak tekrarlanan bir teknik uygulamadır. Mesaj niteliği bilinçaltına gider. Zaten bütün meditasyonlarda amaç bilinçaltını kodlamaktır.
Her kafası karışık insanın yaptığı iki yolculuk vardır; gitmediğin yolları keşif ve yüzündeki nemsiz arazileri ıslatma ilerleyişleri...
Yorulmuştur kadın, yolun kenarında durup karşıdan gelen ilk adamı durdurur tam önünde. Ayaklarının uçları birbirine değecek kadar yaklaşır adamın suretine, konuşacak hiçbir şeyi yoktur. Söyleyecek hiçbir kelime kalmamıştır, her iki yolculuğunu da yarılamıştır ancak. Kaşif bilginliği ve ağlamanın verdiği dinginlikle sığınmıştır işte tanımadığı bir yabancının sözcüklerine. Ondan bir söz bekler, yüzüne bile bakmadan kendisini tanıdığını duymak, birkaç satır kelam etmek ister.
Adam şaşkındır, ayaklarına dayanan bir çift rugan pabucun sahibine bakmaktadır. Başı önde, dudakları titreyen, gözünün yaşını yeni silmiş bir kadın durmaktadır karşısında. Kadın sustukça, konuşası gelir, kadın anlatmadıkça kendini anlatası. Ama nasıl başlanır ki söze, yarım kalmış bir keşfin ortasında?
Kadın çekinerek kaldırır yüzünü, adam başladığı her kelimenin ilk hecesinde vazgeçerken söyleyeceklerinden kadın konuşmadan anlatır düşündüklerini. Yalnızım der, sadece durdum, hayatta, yolculukta, ağlamakta, susmakta hep yarım kaldım. Bak, sussam da konuşuyorum hala…
Adam anlar, kadın yalnızdır, onca yolculukta hep yarım kalmıştır. Oysa kendisi de bilmez tamamlanmanın ne demek olduğunu, kadının dudakları ne kadar kapalıysa gözleri o derece konuşkandır. Adamın cesareti yoktur konuşmaya, ne ileri ne geri gitmeye…
Kadın gözlerini kaçırır birden, önce sesini, sonra rugan pabuçlarını alır ilerler… Geride yarılanmış bir yol, sessiz bir konuşma ve parmak uçlarına değen sıcaklığı soğutan bir rüzgar bırakarak keşfetmeye devam eder.
Adam gecenin bir vakti gördüğü kadının bir rüya olmasından şüphelenerek silkinir, arkasına bakar, kimse yoktur. Ayakkabısının ucunda bir leke dışında hiçbir izi kalmamıştır giden kadından.
Kadın görmüş, susmuş, sessizce konuşmuş, adama dayanıp güç almış, karşılık bulamayınca yoluna devam etmiştir. Adam ayakkabısının ucunda kalan bir lekeden başka gördüğünün gerçek olduğuna inanmayarak düşünü hayra yormuş, aklının bir köşesinde ‘onu anladığını bir türlü anlatamadığı’ bir kadın resmiyle bakışmıştır uzunca.
Sonunda yeni rüzgarlar geçmiştir ikisinin de hayatından, yollar da yaşlar da hep kaşif kalmış, her zaman adımlanmamış bir kara parçası bırakmıştır yollarında. Kimi gece, kimi gündüz onlarca anı kalmıştır geçti dedikleri onca düşün sabahında. Yarım kalmış rüyalar hep hayra yorulmuştur, yarım kalmış yolculuklar yeni yollara, dilekler tamamına…
Bana eksi verdiğini mesajdan ileten yazar. Hiç umurumda olmaz. Hüseyin ismine Kızmış . Paranoyaklıkta zirve yapmış herhalde. Ben ona eksi bile vermeye tenezzül etmiyorum.
Sosyal bilimler hocalarının çoğu edebiyat fakültesinde özellikle siyaset yapanlar grubu içinde olanları var ki kızlar uzak durun ama kızlar kaldırılmaya müsait ya da No mot Master vs ayağına yalakalık hat safhada. Ava giden avlanır. Uzak durun dicem. Dersinizi alın ama samimi olmayın. Entrika mı arasınız adamların çoğu zaten boşanmış zamanında karısına şiddet uygulayanlar var. Kadınsa garip makam entrikaları içinde. Yok mu buraları temizleyecek mekanizma. Heyhattt. Yazık bu ülkenin bu güzel gençlerine.
Yürüme, gezme, seyretme, yola girme, yol tutma, mutasavvıfın Allah'a ulaşmayla sonuçlanan manevî yolculuğunu belirten bir tasavvuf terimi. Aynı anlamda sefer ve seyahat kelimeleri de kullanılır. Bir tarikata girerek seyr-ü süluke başlayan mutasavvıf ise; "salik", "ehl-i süluk", "sair", "saih", "seyyar" ve "müsafır" gibi isimlerle anılır.
Seyr-ü süluk, kişinin kendi başına yapabileceği bir iş değildir. Önce bir tarikata girilmesi, bir mürşide bağlanılması gerekir. Bu bağlanma seyr-ü sülukün vazgeşilmez şartıdır. Salik, Süluku boyunca dünyevî ilgi ve ilişiklerden kesilerek nefsini arındırır, kötü huylardan kurtularak ahlâkını güzelleştirir; böylece Allah'a ulaşma (vusul) yeteneği kazanır.
Mutasavvıflar iki farklı seyir üzerinde dururlar. Bunlar "seyr-i nüzulî" ve "seyr-i urucî" isimleriyle anılır. Seyr-i nüzuli (iniş seyri); mutlak varlığın mukayyed varlığın var olması, zuhuru için yaptığı seyıdir. Başka bir deyişle Ahadiyet (Teklik) mertebesindeki Allah'ın mümkün çokluklar (kesret) mertebesine; vacib'in imkan mertebesine; küll'ün cüz'e nüzulü, inişidir. Bu seyre "seyr-i inbisatî" veya "seyr-i zuhuri" da denir. Varlıklar dünyası ve insan bu seyrin bir sonucudur. Seyr-i urucî (yükselme seyri), mukayyed varlığın mutlak varlık'ta yok olmak için yaptığı seyrdir. Diğer bir ifadeyle cüz'ün küll'e, mümkün varlığın mutlak'a, insanın Allah'a seyridir. "Seyr-i şuurî" de denilen bu seyr, tarikatlarda amaçlanan manevi seyri, yolculuğu meydana getirir. http://samil.ihya.org/ansiklopedi/seyr-u-suluk.html