aşırı uç dindarlığın bir yobazlık olduğu gibi aşırı uç modernlik de bir o kadar yobazlıktır.
genel portre itibari ile dine sarılanlar ile atatürk'e sarılanlar mevcut:
28 şubat sürecinde memuriyet statüsündeki öğretmenlerin, askerlerin ve polislerin aşırı uç modernizm taraftarları tarafından fotokopi, temizlik gibi sırf dindar oldukları gerekçesi ile tenzil-, rütbe edildiklerini gördüm. sırf başörtülü oldukları gerekçesi ile binlerce kız, üniversite kapılarında rezil rüsva edildi ve cemaatlere terk edildi. aynı görüşteki erkeklere ise ne hikmetse dokunulmadı. yapılanların neresinin elle tutulur derseniz, hiçbir yeri. maalesef bu devlet erkini elini bulunduranlar tarafından gerçekleştirildiği için devlete bir düşmanlık doğdu.
rijit dönem sonra erdiğinde ise zulme uğrayanlar, iktidarı ele aldı. cemaatler 28 şubat ile güçlendi. 99 depremi ile de ciddi maddi güçlere ulaştı ve holdingleşmeye başladı. böylece de dış güçlerin dikkatini çekmeyi başardılar. bu dönemde mateessüf bir şekilde aşırı uç modernistlerin aşırı uç dindarlara getirdiği bütün eleştiriler bir bir gerçekleşti. yargısız infazlar yapıldı ve en önemlisi yargı siyasallaştı.
dine sarılanların bir kısmı; para hırslarını, bir yerlere gelme heveslerini, devlet düşmanlıklarını, türk ile olan kavgalarını din ile örtmeye çalıştı.
atatürk'e sarılanların bir kısmı ise devletin kaynaklarının babasının malı gibi gördü, kendi gibi düşünmeyenlere tahammül edemedi, devlet düşmanlığı ve türk ile olan kavgalarını atatürk üzerinden örtmeye çalıştı.
devlet düşmanlığı ve türk ile kavga özelliği taşıyanlar her iki dönemde de zulmeden tarafta olabilmek gibi bir başarı gösterdiler. dün malum kişiye güzellemeler yaparken bugün küfrediyor. açılım döneminde eli kanlı terör örgütüne methiyeler düzebilirken, operasyonlar başlayınca anında rota değiştiriyor, mckinsey olayında da görüleceği üzere fırıldak karakteri gösterebiliyor. maalesef türk televizyonları bu tür yavşaklarla dolu ve bol sıfırlı maaşlar alarak gazete köşelerini işgal ederek kalemşörlük yapabiliyorlar.
bu ülkede her zaman zalim ve mazlumlar var. sadece roller ve kişiler değişiyor. yapılan ise hep aynı...
avustralya'nın sydey ve melbourne kentlerinin ardından en fazla türk'ün yaşadığı şehir. doğası harikadır. fakat türlü türlü zehirli yılan, çiyan, örümcek ve yırtıcılardan timsah gibi afrika'da var olduğunu düşündüğünüz haşerat burada zaman zaman şehir içerisinde görülebilir.
içtiğim çayın boğazıma dizilmesine neden olan haber...
izlanda'nın nüfusundan daha fazla üniversite mezunu öğretmen varken, okullarda lise mezunu olup öğretmen sıfatı ile maaş alan insanların varlığı beni fazlaca rahatsız ediyor.
sorunun çözümü adına emekliliği gelen öğretmenler yaş haddi beklenilmeden "mutlaka" emekli edilmeliler. milli eğitim gerekli görüyorsa bir kısmının tecrübelerinden istifade etmek için seminer verdirebilir ya da bu öğretmenler kendilerine güvenleri varsa özel okullarda da çalışabilir.
sardunya yapraklarından elde edilen garip damlayı 10 damla olarak suya damlatıp içiyorsunuz. (bkz: umca)
birkaç saate sizi zımba gibi yapıyor.
bir daha böylesi bir illete tutulmamak adına nane limon zencefil çaylarını günde bir kere içmek yetiyor. kışı burnunu çekmeden; gripsiz, öksürüksüz geçirmek için birebir.