Telsizden anons yapılması nedenli muhtemel yarım içilecek çorbadır. Herhalde boğa burcu olmam nedeniyle öyle düşünüyor olabilirim ama behzat komiser ve diğer arkadaşlar ile ilgili anlamadığım tek şey yemeklerini yarım bırakıp koşa koşa cinayet alanına gidiyor olmalarıydı.
Bir adam 99 kişiyi öldürsün ben yine yemeği bitirmeden kalkmam oradan. Beklesinler çünkü.
Salonun ortasına koyulmuş pembe cadillac eldorado içine oturmuş hafif uyuşmuş halde içki içerken, fazıl say'ın bana özel verdiği konseri dinlemek ve aynı anda taner ceylan tarafından bu anın ölümsüzleştirilmesini istiyorum.
Ayrıca geçenlerde ayaklarına tüylü kar botu giymiş gibi görünen 3 metrelik at gördüm, bence bahçenin içinde gezmek için oldukça ideal hayvan. Kendisinin üstüne çıkıp sakura ağaçları ile dolu bahçemin içinde gezmek niyetindeyim. Ara ara kraliyet ailesinden biri gibi giyinip en ünlü ressamların karşısında oturmayı yine planlıyorum.
Bu kadar zengin olup, ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler diyebilecek noktaya gelmek için çok milyon dolara ihtiyacım var. Kismet bunlar hep.
Yakınında olan biriyle flört edince yasamak istediğin çoğu şeyi kolayca gerçekleştiriyorsun. Kahvaltı için bir mekana gidiyorsun, oradan film izlemeye gidiyorsun, aranız kötü olunca mahalleye gelip tarık akan gibi bekliyor, barışmak daha kolay oluyor, ortak arkadaşlar işleri çoğu zaman kolaylaştırıyor. Her anlamda kolay. Çoğu zaman arkasında şunu yapamadık üzüntüsü bırakmıyor.
Uzak mesafe ilişkisi ise her anlamda eksik kalma hissini yaşatıyor. Beraber bir yerlere gidemiyorsun, sarılıp film izleyemiyorsun, oturup denizi izleyemiyorsun, yeni işe giriyorsun ama bir kez bile orada otururken göremiyor seni. Arkadaşların ile tanıştıramıyorsun. Çok nadir zamanlarda görüştüğün zaman çoğu şey için zaman kalmıyor. Üzüldüğün zaman yüzünden anlamıyor mesela, bir şeyleri uzun uzun konuşmak istediğin zaman eğer çok sık konuşamıyorsanız paylaşmak istediğin o kadar çok şey birikiyor ki hiçbir şeyi doğru yansıtmak ve konuşmak mümkün olmuyor. Hep bir özensizlik ve özlem..
işin en zor tarafı özlem ve şehveti çok fazla hisseden çiftlerin kavga sonrası ayrılması, çok uzun sessizlikleri yasamak zorunda kalması. Çünkü bu iki duygu fiziksel ne varsa onları ister. Böyle sakinleşir. Eğer onlara istediğini vermezsen ayrılırsın, aklın kalır, hep bir eksiklik hissi oluşur. Bu anlamda zordur uzak mesafe ilişkisi. Yazık.
Osuruk böceği bence. Bu şerefsizin bir ismi pis kokulu yeşil böcekmiş. Bence bu önemi haketmiyor bunlar. incelik göstermeye, gönül almaya gerek yok. Osuruk böceği en ideal isim.
Odama giriyor. Gördüğüm an, ateş altında kalmış michael corleone gibi yerlerde yuvarlana yuvarlana odadan çıkıyorum. Üstüme falan gelmesine tahammülüm yok.
Sürekli ışığa vurup ses çıkaran bir böcek. Amacın ne? Hiç mi canın yanmıyor arkadaş? 60 saniyelik sürenin tamamını 30 kez ışık kaynağına kendini vururken harcıyorsun. Anlamsız. Bi de sinsi. Ses çıkardığı yetmezmiş gibi çok hızlı şekilde bir yere konuyor, sonra bul bulabilirsen. Bulmak kendi içinde riskleri olan bir eyleme dönüşüyor, öldürdüğün zaman arkasında koku bırakıyor.
Bu nedenle oyumu bu karaktersizlerden yana kullanıyorum.
Son derece iyi niyetli bir uygulama. Zamanla iyileştirilmesi lazım gelir ama.
Aynı ortamda yaşayan kadınların ne kadar yaygın bilemiyorum ama adet dönemleri aynıdır. Sanıyorum bilimsel bir açıklaması var. Bu da muhtemel alınan izinlerin aynı dönemde toplanacağı anlamına gelebilir. Bakın emin değilim. Gelebilir. Aynı evde yaşayan 4 kadının aynı hafta bu durumu yaşadığını biliyorum mesela. Hepsinin tarihi farklıydı, bir gün bir baktılar aynı haftaya denk gelmiş.
Bunun yanında erkekler bu durumu şımarıklık olarak görüyor olsalar bile çok ağrılı bir süreçtir bu. Ağrılı adet görme denilen bir durum var. Bacak ağrısı, eklem ağrısı, mide bulantısı ve bilmiyorum, bir sürü şeyi yasamak zorunda kalır kadın. Yapması gereken hiçbir şeyi yapamaz. Dinlenmeye ihtiyaç duyar. Bu da kadının seçimi değildir. Her ay bir gün izin bu durumu yaşayan kadınlar için son derece ideal. Süreci ağrısız atlatan kadınlar var, onlar izin kullanmayı tercih edecekler mi? O da meselenin çok başka bir konusu.
Şimdi gelelim konunun erkek tarafına.
Kadınların izin alması erkeklerin iş yükünü arttırabilir. Özellikle aynı hafta kadınların çoğunun ilk başta belirttiğim durum nedenli izin alacak olması erkeklerin daha fazla yorulmasına neden olacaktır. Bu nedenle adaleti sağlamak için erkeklerin 12 gün izin alması gerekli.
Bence erkekler kadınlar izin almasın diyip ortalığı yıkmak yerine iş yükümüz artıyor izin istiyoruz demeli ama nedensizce kadınlara saldırıyorlar, anlam vermek zor.
insanların çoğunluğunun beyni yalnız kalınca küçülür. Sosyalleşme ihtiyacı vardır. Yoksa aptallaşır. Okul dediğimiz o yerler insanların sosyal şekilde yaşaması, disiplini öğrenmesi, toplumun içinde kalabilmesi ve yetişkinlik döneminde toplumun içinde kalmaya devam edebilmesi için gereklidir. Disiplini öğretiyorlar. Bunu uzaktan eğitim ile sağlamak mümkün değil.
Arkadaş okul eğitimine ihtiyaç duymayan insanlar adına konuşuyor sanıyorum. Beyni yalnız kalınca küçülmeyen bir grup var. Bu insanlar sosyalleşme ihtiyacı duymuyor. Aptallaşmıyorlar. Doğuştan disipline edilmiş haldeler zaten. Tutku denildiği zaman akla bunlar geliyor. işe bir odaklanıyorlar, açlık bile hissetmiyorlar. Okuma yazmayı genellikle zaten kendileri öğreniyorlar ve okul hayatına kesinlikle adapte olamıyorlar.
Niçünüz? Çünkü disiplin anlayışı çatışıyor, daha önemlisi zaten okula öğrenmiş şekilde başlıyorlar. Okula başlamadan 2 sene önce okuma yazmayı öğrenip, her gün bir kitap bitiren bir çocuk zaten kendi başına okulda verilecek her tür bilgiyi istediği şekilde öğreniyor. Bunlara verilen özel eğitim farklı. Kişisel eğitim veriliyor. Çocuğun karakterine ve ilgi alanlarına özel bir program tasarlanıyor.
Ve bu çocuklar toplumun yüzde 1 hadi 2 olsun, oluşturuyorlar. Bu çocuklara bakıp geri kalan çocukların eğitimi adına konuşmak bize düşer mi? Hayir.
Yine üstün zekaya eşlik eden tanılar vardır. Asperger sendromu, disleksi ve dehb.
Yani okula ve bir başkasına ihtiyaç duymadan bir şeyleri öğrenen, disiplin anlayışları sağlam ve tutkulu çocuklar kendilerine özel eğitime yine ihtiyaç duyuyorlar.
Bu bizi hangi sonuca götürür. Tüm çocukların eğitime ihtiyacı var.
Ben, başka kadınlardan eşini kıskanınca adama yapışıp sarılacak, aldatıldığı zaman kadının saçına yapışacak ya da bir başka kadınla eşim nedenli tartışma yaşayacak biri değilim, olmadım. Benim için o kadının bir önemi yok.
Ama eşimin var. Böyle bir durumda, yani laf atıldıktan sonra kendisinde herhangi bir cıvıklık, hoho ulan ne denk geldi ya kıskansın dursun benim hanım gülüşü, ne güzel kadınmış tek olsak ne biçim götürürdüm sinsiliği görürsem muhtemel hayatının en şiddetli kavgasını benimle yaşar ve o kavga son kavgamız olabilir.
Şeytana taptıkları düşüncesi nedenli öldürülen ve dışlanan topluluk. Bu düşünceyi hâlâ besliyor olmamız korkunç.
Şeytan üzerine düşündüğünüz zaman hâlâ ona kızmaya devam ediyorsanız kibre kapılıyorsunuz demektir. Dislektik olmanın kötü yanlarından biri bu işte. Kibire mi acaba? Türkçe çok zor.
Şeytan neden lanetlendi? Kibirliydi.
Peki, Allah, çamurdan yarattığı insana herkes secde etsin diye çağırdığında ve yarattıkları arasında bir kast sistemi oluşturduğunda, bunların yaşanacağını bilmiyor muydu? Buradan şu sorulara ulaşırız.
1. Allah gelecekten haberdar değil mi?
2. Allah yarattığı duygulardan habersiz mi?
3. Kibir lanetlenmeye neden olacak kadar korkunç bir duygu ise Allah neden kibir denilen o şeyi yarattıklarının içine koydu?
4. Allah kibirin ne denli güçlü olduğunu biliyorsa neden şeytanı lanetleyip ona kendini affettirmesi için hic şans vermedi?
Eğer her şey gerçekse Allah bizlerin hiç sahip olamadığı, ismini bile bilmediği, hissetmediği bir duyguya sahip demektir. Kibirden bile üstün bir duygu. Nedir bu? Ben bilmiyorum.
Allah duygulardan bağımsız diyorsak ki biliyorum diyeceksiniz, şeytan, adem ve Allah üçgeninde yaşanan her şey duygusaldı. Neden şeytanın duygularına kapilmasi bizi bu denli rahatsiz ediyor gençler.
Ve siz şeytanın Adem'e secde etmesini istiyorsanız insan olmakla ilgili korkunç bir kibire sahipsiniz demektir. Ben mesela şöyle düşünüyorum. Ben neden beni yaratmış o mükemmel gücün karşısında bir başkasına secde edeyim? Kendimi tanıyorum. Etmem.
Şeytan onu yaratan karşısında neden bana gelip secde etsin?
Bence orada Allah'ı en çok seven varlık şeytandı. Allah oradayken kimsenin karşısında eğilmedi ve eminim Allah bana secde et deseydi, hiç çekinmeden ederdi. Beni ateşten yarattın dedi, haklıydı. Onu çamurdan yarattın dedi, haklıydı. Ben onu kandırabilirim, ondan güçlüyüm dedi. Yine haklıydı. Dediğini yapabildi mi? Yapabildi.
Arkadaşlar biliyorum hepiniz möhemmelsiniz siz böyle şeyler yapmazsınız ama ölümden sonra şu düşündüklerim nedenli dur şunu bir deneyelim diyip şu sahneyi tekrar canlandırsalar, şeytana olanları bildiğim halde yine Allah'ın karşısında kimseye secde etmem. Beni 500 yıl taşlasınlar yapmam. Niye? Çünkü Allah beni böyle yarattı. Bildim bileli böyle biriyim ve kendimi çok denedim, düzeltemedim. Yaradılış işte. Ve sanıyorsunuz Allah beni böyle yarattıktan sonra, beni karakterimin altında ezmeye çalışacak. Ben sanmıyorum.
Konuyu toparlarsak, yezidiler bir zamanlar bunları düşünmüş ve benden daha iyi insanlar oldukları için şeytanın Allah ile hiçbir sorununun olmayacağına inanmışlar. Zaten şeytan onlara göre cezasını çekti.
Size göre neden cezasını çekemedi siz onu sorgulayın. Bir put belirlemiş durumdasınız ve onu taşlayıp bi de bu nedenle ölmeyi göze alıyorsunuz. Allah'ın gözüne girmek için ne garip bir çaba.
Üstüne günahların suçunu şeytana atıyorsunuz. Neymiş şeytan yoldan çıkarmış. Arkadaş yine çelişiyorsun. Sen şeytanın secde etmediği insanın soyundan geliyorsun, şöyle demen gerekir. Şeytan kim? O kim beni kandırıyor?
Bak bunu diyemiyorsan şeytan yine haklı demektir. Bu kim ya dedi, secde etmedi.
Ve sona geldik. Yezidileri hiç suçlamayın bence. insanlar hiç olmazsa sorgulamış bir zamanlar. Bu yüzden yezidiler kalp ben.
Ben 99 kez kontrol ediyorum ve yanlış yazdığım kelimeleri 3 ay sonra tekrar okuyunca belki fark ediyorum. Analog saati öğrenemedim, çarpım tablosuna lanet olsun, merdivenden hâlâ inemiyorum. Merdivenden inmek çok zor değil mi?
Hepimiz için üzgünüm ve bizi seviyorum. Kalp biz ben.
Vallahala sizi bilemiyorum ama ben kıskanç insanım. Benim olan her şeyi severim, benim olmayan şeyleri umursamam. Ayrıldıktan sonra sessiz sessiz sevmeye devam edebilirim birini, hatta konuşmasak bile yine kendi içimde sadık kalırım o kişiye. Her an barışacakmış gibi yaşarım. Ama başkasıyla beraber olduğunu duyduğum ya da gördüğüm an biter her şey benim için, anında hayatıma kaldığım yerden devam ederim. Çünkü başkasını sevecek, öpecek, ne bileyim aşkitellom seni yalarım falan diyecek, ben böyle şeyleri sahiden kaldıramam.
insan neleri kaldırıyor ama bunun oluru yok bana göre.
2017 yılında adanalı bir hanım ile evlendim. Severek evlendim. Ben ailemden uzak yasamak istemiyorum dediği için taşındık. Bunu evlendikten 4 saat sonra değil öncesinde söylemiş olsaydı neler olurdu bilmiyorum. Birkaç kez öyle sessizce düşünmek istedim bu konuyu, artık hissetti mi bilmiyorum bana dönüp "benim dedem 4 kişiyi bıçakladı, 3 sene yattı çıktı biliyor musun" gibisilerinden bir şeyler diyince düşünmeyi hızlıca bıraktım.
Ha korktun mu lan cikcik diyip dalga geçen arkadaşlar mutlaka olacaktır. Sorun değil, dalga geçebilirler. Size tek bir örnek vereceğim adanalı ailenin damadı olmak ile ilgili.
7 ay önce hanım annesinde kaldı, sabahında aradı anamlara gel akşam dedi. Sen oradayken kafa dinleyeyim biraz daha diyemedim. Gelirim hanımım dedim. Akşam oldu, bir büyük rakı aldım, kapının önüne çektim aracı. Ayaklar geri geri gidiyor ama yapacak bir şey yok dedim, yol belli, ey başını usul usul yürü şimdi. Yürüdüm. Çaldım kapıyı. Baldız açtı. Çıkardım ayakkabıları. içeri girdim, yüzler bana döndü, derin bir sessizlik oldu.
Herkes ayaklarıma bakıyordu şoka uğramış gibi bir ifade ile. Tamam ayakları kokan adamız ama hindistan değilim, koku buram buram o kadar kısa süre içinde yayılamaz. Başka bir şey vardı. Kafayı indirdim, ayaklarıma baktım, aynı saniye iki el silah sesi duydum. Sonrası derin bir acı.
Gözleri açtım, hastanedeyim. Kısa süre sonra bir hemşire geldi, neden buradayım bana noldu diye sordum, iki topuktan vurulduğumu söyledi. Yormayin kendinizi diyip seruma yalandan bakıp gitti. Derken polisler geldi, onlara sordum, namuslarını temizlemişler bize öyle denildi ama siz anlatın bi de denildi. Dedim ben bir şey bilmiyorum.
Sonra ortaya çıktı, kayınpeder babet çorabı giyiyorum diye vurmuş beni.
Ben şikayetçi olmadım kendisinden ama yok dedi mahkeme sırasında, ben balerin gibi çorap giymiş adamın insafına kalmadım. Hanım boşanma davası açtı, onun davası görülüyor, bu arada hanımın kardeşleri senin yüzünden ailemiz dağıldı diyip pembe tütü giydirip meydana çıkardılar beni.
Meydan dayağı yedim erkek adam tütü giymez bahanesi ile. Yolda kendi halinde yürüyen adamlar tek bir şey söylemeden gelip vurmaya başladılar.
Yine şikayet etmedim bakın. Aynı gün hem hanımın kardeşleri hem de meydan dayağı atan 12 adam gidip suçu itiraf etmişler. Polisler şikayet yok diyip bunları göndermiş, döve döve yoğun bakımdan çıkarıp zorla şikayet etmeye götürdüler beni. Millet korkudan sikayet etmez, ben korkudan sikayet ettim.
Sonra yine geldim istanbul'a. Dedem çok deli adamdır, bu olanları duyunca intikam almak için adana'ya gitmiş, kavga sırasında ikinci kattan atlamış, hanımın akrabaları sen bizi mi korkutacaksın diyip dedemin üstüne 5 katlı evin çatısından atlamış. Hepsi ölü.
Yani azıcık sinirli insanlar ona dikkat edebilirsiniz arkadaşlar.
Nerdeyse herkesin yaptığı ama başkası yapınca katlanamadığı şey.
Türkiye'de yaptığınız iyilikten bahsetmek yasaklanmıştır. Ayıp sayılır. Hiçbir şekilde yaptığınız iyiliğe başka insanları özendirmezsiniz.
Ama en pahalı telefonu kullandığınızı anlatabilirsiniz. Gittiğiniz ülkeleri, anlatabilirsiniz. Pahalı zevklerinizden bahsedebilirsiniz. Kıyafet için tercih ettiğiniz pahalı markadan yine bahsedebilirsiniz. Bunu yapanlar iyilikten bahsetmenizi yasaklayanlardır.
Oysa iyiliğin nedeni insanları özendiği hayata biraz daha yaklaştırabilme mecburiyetidir. Eşitlenmektir. Başkalarını hayatına özendir ama iyiliği yasakla. Olur.
Türkiye'de her tür sistem çarpık çünkü insanında bir çarpıklık var. Şunu anlamak çok basit olmalı. Başka insanlar senin hayatına bakıp kendi hayatından mutsuz oluyorsa gösteriş yapıyorsun. Bu kadar basit. Kimse başkasına taş atmasın.
Herkes gücünün yettiğinin üzerinden gösterisini yapıyor bi de o var. Birine saldırırken ne söylerse söylesin bazı insanlar şunu duyuyor. Bak ben öyle değilim arkadaşlar, ben bu insandan tam tersiyim, bu öyle biri ama ben asla öyle biri değilim. Benim çoğu arkadaşım şu an eleştirdiğim insan gibidir ama onlara gücüm yetmiyor. Bu insanla çirkinleşecegim. Evet.
insanların bu kadar mutsuz olmasının, mutlu rolü yaptıkça dibe batmasının, en son mutlu olduğu yıl için 2009-2015 bilmem ne yazmasının sebebi gerçek bir karakter olarak artık yaşayamıyor olması. Eskiden güçsüz ve düşkün olanın çoğu zaman önünde duruyordun ki başkaları ona zarar vermeden önce seninle çarpışsın, şimdi o insanların karşısında duruyorsun. Niye? Daha güçlü, daha iyi, daha namuslu, daha onurlu ya da bilmem ne olduğunu ispat edebilmek için. Herkes başkasının üstüne basarak kendi gücünü ispat etmeye çalışıyor.
Gördüğüm kadarıyla kimsenin şöyle güçlü bir karakteri kalmadı. Düşünme ve idrak gücü zaten bitmiş durumda. Al sana dışarıdan nasıl göründüğünü bile anlamayan bir sürü insan.
hâlâ bunu nerdeyse herkesin öyle ya da böyle yaptığı konusunda iddialıyım. Ben insanda samimiyet ararım. Sinsi sinsi tüm hayatının gösterisini yapacağına çıksın ortaya göstere göstere yapsın. Fark yok.
böyle göstere gostere övünemezsin. Türkiye'de insanlar böyle yapmaz. Telefonunun markasını uygun başlığa yazar ya da fotoğrafını atarsın. Gittiğin yerleri uygun başlığa yazarsın. Harcadığın parayı çaktırmadan milletin gözüne sokarsın. Arabanın markasını, hobilerini ve diğer detayları. Her şeyi çok çaktırmadan ortaya sereceksin. Sen yapıp tepki çekmek istemiyorsan arkadaş edineceksin, o senin yerine yapacak.
Eğer açık açık yapıyorsan o zaman seni linç ederler. Yapma.
Herkes aşırı hassas, çok narin bir çiçek ya da çok delikanlı bir adamdır ama avuç avuç ilaç içmek zorunda kalanlara katlanamazlar.
Haliyle öğreneceksin diyorum. Zamanı var. Biraz seyret bizleri, oku, nasıl yapılıyor iyice anla. Hadi bakalım. Güveniyorum.
facebook yaygınlaşmaya başladıktan sonra çoğu arkadaşım eşini orada fingirderken yakaladı. Erkekler ya yeni biriyle tanıştı ya da eski aşkları ile konuşmaya başladı. Kadınlar ise hayatlarının ne kadar mükemmel olduğunu göstermek için zaman harcamaya başladı. Türkiye'de evlilik denilen bu kurum en büyük darbeyi o zamanlar almaya başladı. Zamanla farklı uygulamalar ile devam etti insanlar yaşamaya. Artık yanında olan için değil, seni izleyen için yaşamaya başladın.
Kendi adıma en unutamadığım anlardan biri şu. Hiçbir sosyal medya hesabım yoktu o zamanlar ki oyunlar hariç hâlâ yok. Evlenmeyi düşündüğüm ve planladığım eski erkek arkadaşım bir kadının hesabını incelemiş, ailesi ile olan fotoğrafları varmış. Oradan o kadının ailesine bağlı bir kadın olduğu izlenime kapılmış. Artık nasıl heyecanlandıysa ya da artık benim bunun altında bir şey aramayacağımı mı düşündü bilemiyorum ama uzun uzun başka birini anlattı bana.
Başka bir kadının hayatı benim hayatımdan daha cazip geldi. Çünkü aile üyeleri ile fotoğrafı vardı. Ben başkaları için cazip durumdayım çünkü sosyal medya hesabım yok. Ancak yine elde edildiğim an erkek arkadaşım başka kadınları merak etmeye mutlaka başlayacak.
insanlar bu sebeple evlenmiyor aslında. 2000 başlarında yaşasaydık evlenmeyi düşünecektik çünkü ne kimseye kendimizi begendirme amacımız vardı ne de başkalarını istediğimiz gibi beğenebiliyorduk.
Sosyal medya uygulamaları için her zaman aynı şeyi savunacağım. Nasıl bir erkek beni sokakta gördüğü an tıklayamıyorsa, akın akın gelip beğenileri dile getiremiyorlarsa ve bu elbette anormal karşılanıyorsa, sosyal medya onlara yine benimle istediği an iletişim kurma hakkını veremez. Bir yerde fotoğrafım olması nasıl başka bir adamın rahatca bana mesaj atma hakkı verebilir?
buradan bakınca durumun ne kadar anormal olduğunu görebiliyor musunuz bilmiyorum ama sosyal iletişim denilen şey bu değil, olmamalı. Bu kolaycılık ilerleyen zamanlarda bireyi daha geniş ve olabildiğine kötü anlamda etkileyecek. Şu an olanlar aslında hiçbir şey. Son zamanlarda sosyal medyadan, beğenilme arzusundan ya da begendirme arzusundan uzak kalıp şöyle kaliteli bir iletişim kurup aşk yaşayabilen var mı? Çoğu zamanını sevdiği insana ayıran var mı? Muhtemel yok.
iste benim evlilikten korkma nedenim bu. Sevdiğim adamın benden sıkıldığı an başka kadınlar ile hangi şehir olduğu önemsiz, tanışmak isteyeceğini biliyorum. Birini seviyorum en az 5 farklı sosyal medya hesabı var. Bu adam ilişki rutine binince o hesapları aktif kullanmaya başlayacak.
Haliyle güvenmiyorum. Güvenen nasıl güveniyor onu hiç anlamıyorum.
pastayı, çok beceremesem bile böreği, hamburgeri ve pizzayı evde yapıyorum. Yine çoğu yemeği zamanım varsa kendim yapıyorum. Hazır tüketmiyorum.
Tabii gözlerden kalpler çıkıyor böyle yazınca ama Çoğunuzun belli mutfak masraflarından haberi yok. Şimdiye kadar hiçbir şeyi daha ucuza getiremedim. Ne yaptıysam çok daha pahalıya geldi.
Bak hamburger örneği vereyim.
Ekmeği evde yapıyorum. Un ve tereyağı fiyatları yüksek. Kıyma çok pahalı. Bunun köftesi ekmeksiz olur. Peyniri 20-25 tl. Pekmez yoksa bi de bu sevda uğruna o alınıyor. karamelize soğan yapıyorsun, bir avuç çıksın diye en az 6-7 büyük soğan doğruyorsun. Patates ve kızartmak için yağ parası bi de. Dışarıda gel al kampanyası ile 20 lira verir iki kişi doyarız, evde 100 lira ödemeden yiyemiyorsun.
Börek yine aynı. Ben boşnak usulü bir börek yemek için iç malzemeyi fazla koymalıyım. Yine hamur açılıyor. Dışarıda 10 liraya yerim, evde yine iç malzemesi ile geliyor en az 50-60 liraya.
En son bir davet için pasta yaptım. içine antep fıstığı aldım 20 tl, 5-6 paket beyaz çohalata aldım en az 40 tl, pastacı kreması, pandispanya, muz ki çok pahalı, derken şöyle düşündüm, bizim buradan fırından alsam 60 tl öderdim, acaba artık bu yemek işini abartıyor olabilir miyim?
Pizza ise en pahalısı. Peynir, salam, sosis, mısır, başka ne katılacaksa artık, hamur açma falan derken bir ton para gidiyor.
Haliyle bunu ucuza nasıl getirdiniz ve maliyeti düşürdünüz ben anlamıyorum. Bunu satan adam hem toptan alıyor her şeyi, hem en ucuz kıymayı kullanıyor hem de muhtemel o kıyma tavuğa aittir. Sen mis gibi dana kıyma alacaksın ama daha ucuza gelecek?
Ya ben yemek işini aşırı abartıp her şey güzel olsun, tam olsun diye uğraşırken pahalıya getiriyorum ya da sizin mutfak masraflarından haberiniz yok.
Ha benim pide anlayışım sulu bir iç harç ve ekmek hamurundan ibaret diyorsanız onu da anlayabilirim. Dediğim gibi belki ben abartıyorum.
Şimdiye kadar hazır tüketmemek için hem oradan buradan ucuza malzeme getirmeye çalışan hem de çok fazla yerden kısarak tasarruf yapmaya çalışan biri olarak pideyi evde daha ucuza yiyen herkesi kutluyorum. Haliyle her zaman olduğu gibi ben değilim ve bu sebepler ile evde kaldım.
Bazı düşünceler çok garip. Yatağı ayıran kadın aldatılmayı hak eder gibi konuşulmuş. Evliliği bu kadar basit algılayacaksak, kadın erkeği şu sebeple aldatabilir.
Sonuçta dışarıda cinsel ilişkiye 50 dakika devam edebilen erkekler var. Madem her şey cinsellik, kadın gitsin başka erkekle beraber olsun? Niye 4 dakikalık eşi ile devam etsin?
Kadın kadınlığını bilecek, yatağı ayırıyorsa aldatırım abiii diyen erkekler biraz dikkat etsin bence. Ne olacağı belli olmaz.
Edit: lenova cevabımı sildirmişsin. Tekrar yazayım. Dışarıda erkeklerin saatlerce evire çevire seks yapabildiğini bize annen haber verdi. Sadece kronometre tutmamış bi de. Yani tuttuğu sadece o değilmiş.
Ben çirkin, sıradan ve basit bir adamım. Kadınları elde etmek için uzun yıllar peşlerinde gezdim, karakterimden ödün verdim, meriç olmayı göze aldım, dışarı ise elbette karizmatik erkek imajını yansıtmaya devam ettim.
Onlar yine beni seçmedi. Hep başka erkekleri seçti. Bu yüzden öldürülüyorlar, oh oluyor. Benimle yatmadı, başkasıyla yattı, yatmasaydı. Ohhhhh. Ne güzel öldürüldü.
Var ya niyetinizi bilmesek. Kurs açılacakmış, kadınlar erkekleri tanımayı bileceklermiş. Üzülmek yerine hâlâ kıskançlık ve nefret ile hareket eden tiplerin kendilerini potansiyel katil olarak görmüyor olması tam anlamıyla korkutucu. Bence kadınlar öncelikli bu tiplerden uzak dursun.
Bana göre bunun ilk ve en net belirtisi hizmet edene olan tavrı.
Benim dönemin çocukları sokaklarda büyüdü. Sokak kültürünü acayip severim. Yaşımdan dolayı sokaklarda büyümüş biriyle flört ediyor oluyorum. Sokak nedir? Dostluktur, kavgadır, iletişimin en kaliteli halini öğrenmektir, kabadayı abilerdir, top oynarken düşmektir, ilk ağız dolusu küfürü öğrenmektir, paylaşmaktır. Kısacası samimiyettir.
Adam karşıma bir oturuyor sanki fransız dadılar ile piyano dersleri eşliğinde büyümüş gibi bir tavır. Adam köyünden eğitim nedenli 5 sene önce gelmiş, bir evin en az 2 milyona satıldığı tamamen yeşil ve mavi olan yaşadığım yer için köy diyor, beğenmiyor. Burada mı yaşıyorsun yaae diyor. Mecidiyeköy var ya dünyanın merkezi, hiçbir yere değişmem diye konusuyor yanımda. Sizin köy 76 nüfusa sahip bir yerdi arkadaşım, neden geçmişinden bu kadar utanç duyuyorsun ve bu nedenle başkalarının hayatlarını küçümsüyorsun?
Garsona davranışlarından utanç duyduğum çok insan oldu. Ben eziliyorum garsonun karşısında. Yaaaa ne kadar erkek şuna bak mı diyeceğimi zannediyor bilemiyorum. Oooo başkalarını nasıl küçümsüyor devam et erkeğim diyip kaslarını falan mıncıklayacağım?
Daha 4 sene önce, dayı şuradan 2 köfte ekmek versene diyen ve para yetişmeyince hakkını helal et diyen insanların, yemek, hizmet ve garson beğenmeyen tavırlarına sahiden aşırı kıl oluyorum. Bi de çoğalıyor bunlar.
Benim patron 30 yaşlarında genç bir adam. Altında bir araba var muhtemel ikinci eli 300-400 bin. Adam şirket sahibi, yemek yediğimiz zaman nasılsın kardeşim diye soruyor önce garsona. Garsona bakıyor, gülümsüyor, memnuniyetini dile getiriyor. Yanında 4-5 bine çalışanlar yemek yapan ablanın serdiği masa örtüsünü beğenmeyip olay çıkarıyor, ablayı ağlatıyor.
Daha zengin, daha kültürlü, daha zeki, daha bilmem ne gözükmek için kaba davranan insan net olarak kalitesizdir. Diğer detaylar bundan sonra gelir, bana göre nazik biriyse de çoğu önemsizdir.
insanların sorunu dünya üzerinde sadece nörotipiklerin yaşadığını zannetmesi. Oysa otizmliler var. Empati yapalım. Otizmlisin.
Sesleri perdeleme yeteneğin yok. Bir ortama giriyorsun ve seslerin tamamını duyuyorsun. Yani bıçak ve çatallar tabaklara sürtülüyor, aranızda 10 metre olan adam ağzını şapırtadıyor, kapı açılıyor, dışarıda köpek havlıyor, korna sesleri birbirine karışmış ve aynı anda karşında oturan kişi seninle sohbet ediyor. Tüm bunları aynı anda duyuyorsun.
Isıya karşı ayrıca daha duyarlısın. Güneş adanalı amca gibi sana ateş ediyor.
çoğu otizmli insanlardan uzak durma sebebinin onları hissetmek olduğunu iddia etmeye başladı. Yani aslında öyle kuvvetli bir empati yetenekleri vardır ki hiç tanımadığı şurada duran kadının acısının şiddetini hissediyor ve o kadınla ortak bir acının içinde buluyor kendini. Benim iddiam ise çocukluktan itibaren vücut dili okuyamayan otizmlilerin bir noktadan sonra insanları izleye izleye bunu öğrendiği ve insanların vücut dilinden çoğu şeyi çözdüğü ancak bunun adını koyamayıp rahatsız hissettiği. Bu nedenle bi de kalabalıktan kaçma hali var.
Ayrıca sesleri daha şiddetli ve en net hali ile duyduğun için endişelisin. Artık yanından araba geçince çığlık atmıyor gibi görünüyorsun ama bazen içinde bir çocuk çığlık çığlığa bağırıyor, bu dışarıdan fark edilmiyor.
Bi de dokunmaya karşı duyarlısın. başkası o dokunuşu kuş tüyü gibi hisseder, sen ise bıçak yarası gibi hissedersin.
Ve zaten her şey böylesine zorken biri geliyor ve seni gördüğü an sarılıyor. Yetmiyor yanaklarını sıkılıyor. Omzuna elini koyuyor. Bunun adı samimiyetmiş.
Yeterli bulmuyor, bi de göz teması kuruyor. Hayvanlar aleminde şöyle baksa 2 dakika içinde parçalara ayırırlar bunu. Ama insanlar aleminde böyle iletişim kuruluyormuş. Göz kirpmadan bakmak. Seni çok iyi dinliyorum anlamına geldiğini düşündükleri için gözlerini kaçırarak konuşan insanların yalan söylediğine karar veriyor şerloklar.
Bak tüm bunlar zaten yetersiz gibi bi de konuşurken dürtüyor. Her 4 kelimenin arasına abartılı bir gösteri sıkıştırıyor.
23 nisan'da beni şu ülkenin başına getirseler, sadece 8 saat kadar, çok bir şey istemiyorum, o gün sokağa çıkma yasağı ilan eder, interneti kapatır, televizyonlarda otizm üzerine bilgilendirme şeysleri izlettiririm. Dokunarak, dürterek, insanlara vahşi hayvan gibi bakarak iletişim kurmayın, bunu size kim öğrettiyse yok öyle bir şey reklamı döner tüm gün. Gereksiz korna çalmayın, bir ortama girince daha sessiz davranın, dünya sadece size ait değil der bir çocuk kameraya bakmadan.
Valla sabah sabah gerildim. Şu yazıyı küfür etmeden bitirebildiğim için ayrıca kendimi kutluyorum. Lütfen elinize, dilinize, gözlerinize sahip çıkın. Reca ediyorum.
Evde kilitlemiyorum. Odamın kapısını yine kilitlemiyorum. Yıllar önce, çok net olarak, kapıyı çalmadan içinde olduğum herhangi bir yere giren insanın gördüklerinden sorumlu olmayacağımı belirttim. Daha önce yaşadığımız mükemmel bir an sonrası zaten cesaret edemediler. Ben utanmam çünkü. Niye ben utanayım? Utanması gereken kendi alanında giyinen, soyunan ya da çişini yapan mıdır? Ya da tamamen normal sayılan süreçlerin devamını getiren midir? Yoksa bu anlara şahit olan mıdır? Televizyon ve teknolojinin gelişmesi nedenli izlemeye alıştığımız için bize tam tersi gibi geliyor ama yok öyle bir şey. Utanması gereken o alana giren ve şahit olandır.
Bir yerleri kilitlememe sebebim ise gıcıklık değil. Çoğu şeyi bu sebeple yapıyorum belki ama bunun basit bir mantığı var. Banyoya girdigim zaman düşebilirim, beyin kanaması geçirebilirim, kalkıp kapıyı açma gibi bir durumum olamayacağı için zaman kaybetmeden müdahale etmelerinin tek yolu benim o kapıyı açık bırakmam.
Bir ara banyo yaparken bir genç kız cayır cayır yandı, kapı kilitli olduğu için müdahale edemediler. Kaza ihtimaline karşı aslında ebeveynlerin çocuklara kapıyı kilitlememesi gerektiğini öğretmesi gerekiyor. Kapı tıklatmak bence çok enfes bir zeka gerektirmiyor. El ile kapıya vuruyoruz. Basit.
Gayet haklı. Hâlâ annelik kutsaldır diye geziyorlar. Eğitmek mümkün değil.
Bakin gayet basit bir durum var. Seks sonrası ortaya bazı zamanlar bir çocuk çıkıyor. Kadın Bu şekilde hamile kalıyor. Bir cinsel birleşme sonrası hamile kalacağının bilincinde. Genellikle 9 ay sonra bir bebek doğuruyor. Yani hem kadın hem de erkek, korunma yöntemlerinden uzak durdukları için anne ve baba olacağının sorumluluğunu o birleşme öncesi, sırasında ve sonrasında almış oluyor.
Bunu yazmama aslında gerek yok ama yazayım. Bebekler kendi başlarına yemek yiyemezler, temizlenemezler ya da bazen gaz bile çıkaramazlar. Yine yürüyemiyorlar. Gönül ister doğduğu an gidip yemek ısıtsın, su koysun, içsin. Bunları yapamayacağını bildiğim bir canlının bakımını üstlenmek mi beni kutsal yapıyor şimdi?
Anneler kutsaldır düşüncesi bu toplumun çocuklarının çoğunun canını çok yaktı. Annedir döver, annedir aç bırakır, annesi başında diye diye her şeye göz yuman bir toplumun içinde büyüdük.
Bakin çok basit bir örnek vereyim size. Yıllar önce bir kadın çocuklarını eve kilitleyip gidiyordu. Altına kaka yapmış, ısınma ihtiyacını bile karşılayamayan, aç birkaç küçük çocuk sabah başlıyordu ağlamaya akşama kadar çığlık çığlığa yıkıyordu ortalığı. Bir tek komşunun polisi aramamasının ya da kapıya dayanmamasının sebebi anneliğin kutsallığına inanılmasıydı. Seks yapmayı çok seven ama çocuklarının sorumluluğunu bile alamamış o fahişe hâlâ anneliğin ekmeğini yiyor. Ben anneyim diye geziyor ortalarda. Sor bakalım çocuklarına kaç ay hatta yıl aç kalmışlar. O çocuklar neden gelişemişler? O çocuklar neden hâlâ kabus görüp çığlık atarak uyanıyor 20 yıldır?
Yani bırakın şu tripleri. Kutsal olan çocuktur. Bakıma muhtactir, saftır, temizdir, doğmayı kendisi seçmemiştir. Anne ve baba ise ebeveyn olmanın seçimini yapmış, bebeğin sorumluluğunu almayı kendisi istemiştir.
Bir insan sorumluluk alıyor ya da seviyor diye kutsal olamaz, hiç olamayacaktır. Evet.
Hayatıma arkadaş, sevgili, tanıdık ya da artık her neyse aldığım insanların ne kadar kitap okuduğu ile hiç ilgilenmedim. Ortak zevklerimiz var mı Yok mu bu da umurumda olmadı. ilgi alanlarım hakkında bir şeyler biliyor mu sorgulamadım bile. Kültür denilen şeyler bunlar ise net olarak benim için bir önemi olmadı. Ben ne biliyorum onunla ilgileniyorum. Bir şeyler biliyor olmak yine mesele değil. Bildiklerimin üzerine düşünürken zaten kim ne kadar biliyor onu düşünmeye fırsatım olmuyor. Kimseye bir şey öğretme niyetinde ayrıca değilim, bilgiye ulaşmak artık çok kolay. Açsın, okusun isterse. Ben biliyorum ve siz bunlara saygı duymuyorsunuz hali çok aptalca. Sen bilgileri nereden öğrendiysen o da oradan öğrenebilir. Ne bu zorlama onu hiç anlamıyorum. Ben biliyorum ve bildiğim her şeyi bilmek zorundasın!!111 yoo değilim.
Her gün belki 400-500 sayfa kitap okuyan, en az 4-5 dil bilen, ilgi alanı hakkında üstün bilgilere sahip, sürekli araştırmaya çalışan arkadaşlarım var. Oturup sohbet etme şansın düşük. Senin zeki biri olmadığını düşünürse sohbeti bitirir, göz temasını keser ve onun için sandalyeden farkın kalmaz. Şimdiye kadar hiçbirinin karşısında aptal durumuna düşmemiş biri olarak söylüyorum, böyle birini tercih etmek yerine futbol maçı izleyen, olaylara çok düz bakan, her maç sonrası oturup özet görüntüleri izleyen, bir sanat eserini bu ne acaba diye izleyen birini tercih ederim.
Hiç olmazsa bir yere gidince merhaba diyebiliyor. Çocukların başını okşayabiliyor, sokak kültürünü biliyor, uyanık, garsona karşı kibar, ikili ılişkiler üzerine düşünüyor, sosyal hayata özen gösteriyor. Herkesle bir şekilde iletişim kurabileceği bir konu bulabiliyor. Ben özellikle bu duruma çok dikkat ediyorum. Doğulu taksici öylesine konu açınca katılabiliyor mu, saatler sonra eski istanbul teyzesi onu bir sohbetin içine sokunca uzun yıllardır tanışıyor gibi sohbeti sürdürüyor mu, bir roman geldiğinde muhabbete devam ediyor mu? Aradığım en önemli şey sahiden bu. Ben çok biliyorum, iyi bir mesleğim var ve siz kimsiniz dercesine insanlardan kaçan biri yerine herkesle konuşabilecek ortak bir konu bulabilen insanları tercih ederim. Konunun ne olduğu önemsiz. Sohbetin kalitesi daha önemsiz. Gönül almayı ne kadar biliyor benim için önemli olan bu.
insanlar bunun yerine kendi ilgi alanları üzerinden değerlendiriyor insanları ki o da bana saçma geliyor. Bir ilgi alanı belirliyor adam, oradan bir sohbet açmaya çalışıyor, ben sohbete katılamayınca yaa diyor kültürsüz çıktı kız. Tek bildiğin, üzerine çalıştığın ve fikrin olduğu konuyla mı sınıyorsun sahiden beni? Bu mu kültür seviyen? Kültürlü kız anlayışınız bildiğinizi düşündüğünüz konuya hakimiyet mi?
Kültür sahiden böyle bir şey değil. Bence herkes konuşabileceği ortak konular üzerinden ilerlesin işte. Ben biliyorum diye bu kadar zorlamak saçma.
Ben kendime her konu hakkında güvenemiyorum. Güvenmediğim konular hakkında garip şekilde utangaç, güvendiğim konular hakkında ise inanılmaz edepsiz davranıyorum ki ortasını bulacak kadar ne zaman olgunlaşacağım hiç bilmiyorum. Sanıyorum çocukluk denilen şey bu işte. Arsızlık ve utangaçlık arasında durmak.
Hâlâ öğrenmeye devam ediyorum. Bilmediğim çok şey var, işin kötüsü bildiğimi düşündüğüm çok şeyin yanlış olduğunu öğreniyorum. Karakterimin çoğu yönü hakkında kendime güveniyorum ama ilginçtir Yaş ilerledikçe karakterimin çoğu tarafı törpüleniyor. Sivrilen bazı taraflar yine var.
Sanırım benim isler karışık. Sanki her konu hakkında insanın kendine güvenmemesi lazım gelir gibi geliyor bana ama siz bilirsiniz.
Linç kültürünü sevmem ama ara ara son derece doğru şekilde yapılıyor, haksızlık etmemek lazım.
9-10 yaşında kendi bedenlerimizi keşfetmeye başladığımız bir döneme girmiştik mahalleden kızlarla. Biz mankenlere çok özenirdik ve çok sık hayali podyum üzerinde yürürdük. Zamanla bu oyunun içine olabildiğine çıplaklığı kattık. Etekler yukarı çıkıyordu, frikik veriyorduk, atletlerimizi bikini üstü haline getiriyorduk. Biz bunu yaparken çok fazla erkek bizi izliyormuş. Bazılarını biz zaten görürdük ama anlamazdık niyetini çünkü bizim aslında bir niyetimiz yoktu. Sadece mankendik. Arkadaşlarımızın evlerine gittiğimizde bazılarının babaları mahrem yerlerimize dokunurdu. Oradan anlıyorum çok fazlasının bizi izlediğini.
Ben büyüdüm, mankenler artık yok, yerine duygu gibi kadınlar geldi. Şimdi etrafımda 9-10 yaşlarında kız çocukları ona özeniyor. Daha ince bir vücut hayal ediyorlar. Baygın gözleri ve aralık dudakları ile poz veriyorlar ve yarı çıplak poz vermeye çalışıyorlar. Annelerin ve babaların ilgilenmediği çocuklar bunları eminim yayınlıyor. Bizi zamanında nasıl izliyorlarsa o çocukları aynı öyle izliyorlar.
Kimsenin kimseye iyi örnek olma mecburiyeti yok ancak nereye kadar kötü örnek olabilirsin? Bunun üzerine düşünmek lazım. Takipçilerinin 16 yaşından küçük çocuklar olduğunu bilip, her an mükemmel vücut, pahalı kıyafetler, çıplaklık ve farklı bir hayat sunuyor olmak ne kadar doğru? Bu çocuklara tüm bunları normal göstermek çocukları sapık bir toplumun önüne atmaktır.
işte duygu bu yüzden sevilmiyor. Ben hiç olmazsa bu yüzden sevmiyorum. O kadar kötü ve iğrenç bir örnek ki hatta tiksiniyorum onun gibilerden. Kendisi böyle devam ederse daha çok linç yiyecek o da var.
Her linç için yerimi almayı planlıyorum ve duygu popon kocaman. Askelr.
Sokakta etrafa salça olup küfürler eden ve toplum tarafından deli olarak görülen insanlar ile çok rahat sohbet eden biriyim. Korkmam. Şimdiye kadar iki bipolar bozukluğa sahip insan gördüm, korktum. Bu rahatsızlığa sahip arkadaşlardan özür diliyorum, fikrimi dile getiriyorum. Muhtemel her hasta bir diğerinden farklıdır, belki ben çok zorlu iki insan gördüm, bilemem.
Bazen çok sevimli davranıyorlardı, iletişim kuruyorlardı, gülüyorlardı. Bazen ise korkunç şekilde saldırgan davranıyorlardı. Daha önemli olan şu, etrafta bir anda nerdeyse çıplak şekilde gezmeye başlıyorlardı. Daha farklı şeyler elbette gördüm ama bunları konuşmak bana düşmez.
Haliyle ben bipolar bozukluğa sahip olduğunu söyleyen insanların yaptığı davranışları anlıyorum. Kontrol edebiliyor olsalar emin olun öyle davranmazlar. Yaptıklarından nereye kadar onları sorumlu tutabiliriz konusunu tartışmamız gerekiyor. Onları tartışmak saçma çünkü dediğim gibi kontrolü yitirmiş durumdalar.
Yine tartışılması gereken bir konu var. Ben ailemde asperger sendromu olduğu için çocuk sahibi olmayı düşünemiyorum. Daha önce belirtmiştim. Çocugun sosyal zorluk yaşamasını istemedigim için mecburi bir seçim yapmak zorunda kaldım.
Bipolar bozukluğa sahip olduğunu bilerek çocuk sahibi olmuş birini bu sebeple kusura bakmasın ama anlamıyorum. Bence hanımefendi kadın bedeni üzerinden anne ve çocuk haklarını korumaya çalışmak yerine şunun cevabını vermeli.
Bedenimi teşhir etme isteğimi kontrol mu edemiyorum yoksa sahiden bir amaç uğruna mı bedenimi teşhir ediyorum?
Ve tekrar ediyorum. Neden genetik bir hastalığı çocuğa aktarmaya bu denli hevesliyiz? Sahiden. Biraz mantıklı düşünmek lazım.
Edito: bu arada ilginçtir, çocukluğu boyunca uykusuzluk, yüksek enerji ya da farklı olduğunu hissetmek benim tüm aspergerli arkadaşlarımdan duydugum şeylerdir. Ya asperger sendromuna bipolar eşlik ediyor ya da kadın asperger sendromluların yanlış teşhis almasına kurban gidiyor olabilir. O da var.
Edişimini: tatlışkom buraları okuyorsan şunları söylemek istiyorum. Yaklaşık 26 sene uğraşıp, belirtileri tek tek anlattığı halde hiçbir teşhis alamamış ve en sonunda onu en iyi tanıyan hekim sayesinde asperger sendromu teşhisi alan bir kadın ve yine 31 yaşında asperger sendromu teşhisi alan bir kadın tanıyorum. 31 yaşında olan uzun yıllar bipolar tedavisi görmüştü ki asperger sendromu gözden kaçmıştı. Diğeri hiçbir teşhis alamamıştı 26 sene.
Çocukluk boyunca öfke, duygusal tepkiler, uykusuzluk, senin hâlâ yaptığın gibi sürekli eller ile oynamak, okul öncesi okuma yazma öğrenmek, krizler ve birçok şey aspergerli kadınların yaşadığı sorunlardır. Rutinlerinin değişmiş olmasının adını koyamayıp bunları öfkeye dönüştüren çok fazla aspergerli kadın var. Bunlardan birine bu öfke nöbeti sonrası travma sonrası stres bozukluğu teşhisi kondu. Düşün teşhis konusu ne denli sıkıntılı. Bazen mutlu ve çok umutlu uyanıp sesleri ve fiziksel etkileri aşırı hissetmek nedenli kendini aniden üzgün hissedip günü öyle bitiriyor bile olabilirsin. Sorun sesleri ve diğer şeyleri ne kadar fazla hissettiğini bilmiyor olmak. Bilince bunu kontrol edebiliyorsun çünkü.
Yani 67 yaşında bir ablan olarak önerim asperger sendromu konusunda uzman olan genç bir hekim ile görüşmen, varsa asperger teşhisi alman, asperger sendromunu anlaman ve daha sonra bipolar bozukluğun etkilerini düşünmen. Asperger sendromu yoksa bunu elemiş olursun o da iyi bir şey.
Bilgiler doğruysa kendisinin yayınlanmış 1826 makalesi var ve bu makalelere 12658 atıf yapılmış. Sanıyorum 12 kitap yazmış. Bildiğimiz kadarıyla 10 ödül almış. Ki 200 makale yazmış ve 3 ödül almış olabilir. Yine bu onun başarısını gölgelemiyor.
Ve insanlar onu hâlâ bok ile hatırlıyor.
şaşırmıyorum. Türkiye; markete, hastaneye ya da kaldırım kenarına kakasını yapan insanların görüntülerinin servis edildiği, insanların toplanıp onları linç ettiği ve yaklaşık 4 ay boyunca kaka yapan insanın gündem olduğu bir ülke. Askerini bir terörist canlı canlı yakarsa 1 saat, bir insan hastaneye kakasını yaparsa 4 ay gündem olur.
Bu nedenle celal şengör'ün kaka ile anılması aşırı normal. Sanıyorlar ki sorun celal şengör'de, bu da sahiden çok ciddi bir sorun.
Konuya dönelim. Bir heykelinin olması ya da olmaması mühim bir mesele değil.
Bazı insanlar kalemi görür ve şöyle der. Bu bir kalem. Kalem hakkında farklı bir bilgi vermezler. Bu yüzden oldukça tutarlı görünürler. Kalem dedikleri an kalemi düşünmeyi bırakırlar.
Ama başka bir insan kaleme bakar ve şöyle der.
- bu bir kalem. Kalem mi acaba? Dur iyice bakayım. Eskiden buna benzer bir silgim vardı. Kalem şeklinde silgiler var. Belki de bu bir silgidir.
Kalem tabii örnek ama kişi kalem ile ilgili anılarına gider, bazı şeylerin o kalem ile ilgili olduğunu bilir, bazı şeylerin kaleme bağlı gibi gözükse bile tamamen bağımsız olduğunu keşfeder ve hâlâ şunun üzerinde durur. Bu bir silgi mi acaba?
Sonucunda kalem hakkında fikirleri tamamen karmaşık ve tutarsızdır. ilk gün söylediği şeyin tam tersini söyleme sebebi kalemi düşünmeye devam etmesidir. 9 gün sonra fikrini sorun tamamen farklı bir şeyi önünüze getirir. Çünkü aslında her şey böyledir. Kesin olmaktan uzaktır ama her şey nedense çok belirgin ve kesin görünür.
Bilmiyorum, ben seviyorum bu yüzden bir dediği bir dediğini tutmayan insanları. O kafa karışıklığı yorucu ama son derece öğretici geliyor bana.
Olayı bilmiyorum ancak Bu nedenle cinayet işlediğine inanmıyorum.
Ergenlik döneminde istismara uğrayan ya da sorunlu ailelerin çocuklarıyla vakit geçiriyordum. En yakın arkadaşlarımdı hepsi. içlerinde baba, abi, amca ya da artık hangi akrabasıysa onun tecavüzüne uğramış kadınlar ve hatta erkek vardı. Tabii hepsiyle aynı yıl tanışmadım.
Bu insanların hepsinin özelliği sadece istismar değildi.
1. Tecavüz anne tarafından biliniyordu
2. Aman başkaları duymasın diye olayın üstü örtülüyordu
3. Tecavüz eden kişinin mağdura karşı sürekli olarak öfkesi ve kıskançlığı oluşuyordu
Ben sürekli olarak en ufak bahane ile şiddet uygulamasının sebebinin cinsellik olduğunu düşünüyorum. Bu da bir tür cinsel ilişkiye girme şekliydi onlar için. şiddet ne zaman büyüyordu biliyor musunuz? Mağdurun hayatına bir erkek girince. işler sahiden korkunç boyutlara geliyordu.
işte bu nedenle elbette kimseyi zan altında bırakmayalım ama, ne zaman namus adı altında bir akrabası tarafından öldürülen bir kadın görsem hep farklı bir acıma hissiyle doluyorum.
Umuyorum gerçekler ortaya çıkar ve hiç olmazsa bu genç kızın ruhu biraz rahata erer. Başka diyecek bir şey bulamıyorum.