Biliyorsun, ben senden önce kahveyi seven bir adam değildim. Tutturmuştun oysa, epicenter'da, dandik bir kafede adım atmıştık bu yola. Çok sıcaktı hatta hatırlarsın, seni yadırgamıştım içten içe, anlamış gibi solgun bir gülümseme bıraktın ve "ne kadar koyu olursa rengi, o kadar güzeldir" demiştin, "bunu unutma." Bak unutmamışım, zaten unutacak olsam kendime kızarım, bilirsin; ben geçmişi yeniden yaşamayı severim.
Yıllar geçti, daha iyisini içtim bu kahvenin, gün oldu bağımlısı oldum, hiçbirinin tadı seninle doksan sente içtiğimiz gibi olmadı/olmayacak. Ne kadar geçti bilmem, elinde o üzerinde deniz kızı olan fincanla çıkıp geldiğinde, içine küçük bir notla "gün ışığıma" diye yazdığında; bunları hak edecek ne yapmıştım, bilmiyordum. Bak bu gece oldu, hala bilmiyorum.
Sabah kalkar kalkmaz, deniz kızına bakıyorum, o sana benziyor ve gülümsüyor, onunla konuştuğum ve delirdiğim zamanlar oldu; şimdi daha iyiyim. Tek eksik kahve de değil hem, senin olmayışın, daha acıtan ise olmayacak oluşun. Geçenlerde fark ettim; o kahve fincanını bana hiç vermeyecektin.
Hoşlandığın insanın online olduğunu gösteren ve ekranın sağ alt köşesinden çıkan pop-up,bu andan itibaren başlayan kalpteki çarpıntı hali ve size yazıp yazmayacağını düşünerek duyduğunuz endişe/heyecan karışımı o tarifi zor duygu... ne günlerdi be.
Bugün akşam bulunacağım semt. Hafif tırsmıyor değilim, en son gittiğimde darbe olmuş, köprü kapatıldığı için geriye denememiş ve arkadaşın çalıştığı şirkette yatmak zorunda kalmıştık.
Birkaç bira için idealdir, insanı nezihtir. Herkesi beklerim.
Ülke gündemini takip etmek eskiden sinir bozucuydu. Şu an gelinen nokta ise tiksindirici. Nasıl bir akıl tutulması böyle bir şeye izin verir, onu geçtim, koca toplumda nasıl kimsenin sesi çıkmaz anlamıyorum.
Sabahtan beri dışardayım, kimsenin ağzında bu mesele yok, herkes keyfine bakıyor. Hatta öylece durmuş, bakıyorlar. Yazıklar olsun.