baskın oran'ın radikal gazetesindeki saçmalıklarını okuduktan sonra açmayı planlayıp bkz. verdiğim konudur. yalnız bkz.,'ı da kıçından anlayanlar olmuş.
gelelim devlet sistemlerine. birincisi bu konu siyaset biliminin değil anayasa hukukunun konusudur. baskın oran ise siyaset bilimci (bu bir). bir konuyu yarım yamalak anlatmak ya bilmediğinize ya da kötü niyetli olduğunuza delalet eder (bu da iki).
prof. oran'ın yaptığı hata ise devlet sistemlerinin geçerli sistematiğini değil kafasına göre çarpıttığı sistematiği vermesi. tüm anayasa hukuku literatüründe üçe ayrılan devlet biçimlerini ikiye ayırıp aktarmanın bir amacı olduğu açık. federalizm ile ünitarizm kavramları konusunda kafa karışıklığı yaratmak.
üç temel devlet sstemi var;
* üniter
* federal
* bölgeli
bu üç sistem kamusal erklerin merkez-çevre arasında nasıl bölüşüldüğüne göre ayrılıyor. yani yasama-yürütme-yargı'nın tümünün merkezi yönetimin inhisarında olduğu sisteme "üniter" diyoruz, her üçünün de federal anayasa çerçevesinde federe ve federal devletler arasında paylaşıldığı sistemlere "federal" , üç erkten en az birinin münhasıran merkezde kaldığı sistemlere "bölgeli" diyoruz.
bu bağlamda hoca'nın üniter diye tanımladığı ingiltere ve ispanya üniter değil bölgeli devletlerdir. ispanya'da bölgesel devletlerin yasama ve yürütme erkleri elerinde bulunurken yargı tüm ispanya'da tek merkezlidir. ingiltere'de ise yürütme ve yargı tek merkezliyken yasama bölgesel devletlerle merkez tarafından paylaşılır.
uzun lafın kısası ingiltere ve ispanya üniter devletler olmadıkları gibi anayasa hukukunda "özerk" diye bir devlet tanımı bulunmadığı için fransa'nın britönya bölgesi bir devlet değildir. dolayısıyla fransa üniter bir devlettir. bu durum fransa'nın kamusal erkleri britönya ile paylaşmamasından kaynaklanır.
latin amerika ve filipinler gibi geri kalmış katolik ülkelerinde köy papazlarının "isa bizi marks'a yönlendiriyor" diye savunduğu hristiyanlıkla sosyalizmi sentezleyen dinsel-siyasal akım.
tarihsel sosyoloji bilimine göre sosyo-ekonomik gelişme dizgesi üzerinde köleci tarım toplumu ile ticari kapitalizm arasındaki basamak.
insanlık avcı-toplayıcı sosyo-ekonomik örgütlenmenin hemen ardından m.ö 5000 civarında tarım devrimini gerçekleştirdi. bugün bu olgu tarihsel açıdan sümerliler ile sembolize ediliyor ancak öncesi vardır. insanlık dünyanın her yerinde nehir kenarlarında toplanıp tarımla uğraşan topluluklar olarak yapılanırken bu tarz toplumsal örgütlenmenin en gelişmiş biçimi sümer'de gerçekleşti. sümerliler bu başarıları yanında yazıyı icat etmek gibi ekstra teknolojik gelişmelere de imza atmış olsalar da tarım devriminin esası "karasaban"ın icadıydı.
işte karasabanla birlikte topraksal rantın avcı-toplayıcılıktan çok daha büyük bir birikim potansiyeli sağladığı anlaşıldığı an "geleneksel tarım toplumu"na giden yolun kaçınılamaz başlangıcına ulaşmış oldu, insan medeniyeti.
kabaca iskender'in yarı-özgür tarım toplumu ve roma'nın köleci tarım toplumu deneyimleri sonucunda feodal sistem batıda kendi adıyla feodalizm olarak doğuda benzer ama daha merkeziyetçi biçimlerde yerleşti.
feodal toplumların doğuda ve batıda aldıkları birbirinden farklı biçimleri ve ve yine bu sosyo-ekonomik örgütlenmenin psikolojik etkilerini ifade etmek için "geleneksel tarım toplumu" deyimini kullanıyoruz ki bu deyim belli başlı bazı standart yapısal özellikler taşır.
* kişilerin dinsel ve etnik kökeniyle ilgilenmeyen çok etnili imparatorluk biçiminde siyasal yapılanma. (osmanlı'nın hoşgörüsünü bu açıdan değerlendirirsek helen imparatorluğunda veya roma'da da aynı şeyin olduğunu görürüz. yine çarlık rusya'sı orta asya müslüman-türklerini hristiyanlaştırmaya hiç girişmediği gibi kırgız-kazakların müslümanlığını çariçe ii. yekaterina romanova'ya borçluyuz.)
* kurumsal din anlayışı. toplumun genelini örgütleyen dinin bir kurum ve kurumun dogmaları belirlemesi olayı ki en karakteristiği katolisizm olsa bile bugünlerde emevi arabizmi diye isimlendirilen ve islam dininden rey ekolünün tasfiyesini içeren değişim de bu minvalde değerlendirilmelidir.
* pazar ekonomisinin imhası ki bu olay batıda roma'nın çöküşü ile kendiliğinden doğu'da ise fatih'in düzenlemeleriyle bilinçli bir şekilde gerçekleşmiştir.
clinton döneminde abd'de "saygın" liberal teorisyenlerin insanlık için öngördüğü örgütlenme biçiminin türkiye'ye uyarlanmasıdır.
"savaşlar çok kötü, acılar durmalı" teranesi üzerine dökülen marksist "post-modern toplumun kendine has örgütlenme biçimi olmalı" sos ile servis edilmişti. önerilen şey bu yeni sistemde "topluma yarar" katsayısı değil kapitalist "bireysel başarı" katsayısının kişinin değerlendirilmesinde birincil kriter olması gereğiydi. bu gereklilik uyarınca acizlerden oluşan geniş kitleleri kışkırtarak toplumsal güç edinen klasik siyasi/askeri seçkinlik birreysel gişimciliği sayesinde zenginliği yaratan ve (elbette) sahiplenmesi gereken seçkinlere terk etmeliydi toplumsal ve ekonomik olanaklarını. bu teori 80'lerde fransa ve almanya merkezli kıta avrupasında ırtaya atıldı ancak kültürel olarak daha yatkın olan anglo-sakson ülkelerinde yankı buldu ve dediğim gibi clinton döneminde iktidara geldi. bu dönemde bil gates, george soros tipi toplumsal sorumluluk üstlenmeyen yeni zengin sınıf klasik amerikan seçkinleri olan "vahşi batıyı fetheden" kovboy tipi seçkinlere saldırıda bulundu. temel argümanı ise "insan hakları"ydı.
insan hakları doktrini bu dönemde klasik doğal hukuk teorisi çerçevesinde kamu otoritesinin alanını sınırlandırmak için kullanıldı. gözlerden kaçan bu doktrinin getirdiği özgürlükten sadece yeteri kadar maddi gücü bulunan yuppie'lerin yararlanabilmesidi.
bu anlayışın bush iktidarıyla defedilip abd'ye ulusal güvenlik bürokrasisinin el koymasının 11 eylül sonrası hep beraber seyrettik.
bugün abd'nin başında yine bir demokrat var ve periferide "insan hakları" doktrini güç kazanıyor. her zaman söylenile gelen "abd'de demokratlar iktidara gelirse türkiye'de terör zıvanadan çıkar" argümanı gerçeklik kazanıyor. çokça eeştrilen bush döneminde minimuma inen terör hadiseleri yine günlük haber olarak gündemimize düştü.
bu bağlamda 1 milyonluk tsk'nın her zaman görülebilecek aksaklılkları ve rutin olaylar topluma karşı yapılıyormuş görüntüsü verilmeye çalışılıyor. çünkü merkezi finans-kapitalin en büyük düşmanı ulusal devletler ve onların ana güç kaynağı olan ordularıdır. tek ve en önemli hedef ordu. eğer ordu çökerse belki malezya değil ama tayland oluruz. o zaman neden "aynı maddi büyüklüğe sahip olmamıza rağmen tayland dünyanın kerhanesine döndü de türkiye kör topal olsa da idare edebiliyor?" sorusunun yanıtına uygulamalı olarak ulaşabiliriz.
bilge kağan'ın yüz yılların önce ortaya koyduğu gerçek hala değişmemiş görünüyor. "çin'in yalanlarına kanarsan kızlarının cariye, beylerin köle olacak!"
habere göre türkiye cumhuriyeti gibi büyük bir ülkenin takibinden kurtulabilmesi için cem garipoğlu'nun bir desteğe ihtiyacı varmış ve bu destek de mossad'mış. bunu da adını veremeyecekleri bir emniyet görevlisine dayandırıyor ilgili site.
bu haberde iki temel varsayım var.
1) olur böyle vakalar türk polisi yakalar.
2) mossad ezelden kötüdür, oluşu kötüdür. mossad'dan hayırlı bir iş çıkmaz.
ulan türkiye'nin aradığı bir çok adam elini kolunu sallayarak fink atıyor dünyanın her yerinde. uyuşturucu kaçakçıları, teröristler vs. türkiye'nin en büyük sermaye gruplarından birinin sahibinin yeğeni "kolay lokma" öyle mi?
cem garipoğlu'ndan mossad'a ne? ne yapacak mossad bir psikopat katili koruyup? benim bildiğim mossad israil devletinin güvenliğini sağlamak için istihbarat yapan bir kurum. para için mi, şöhret için mi, ne için mossad cem garipoğlu'nu korur?
bu haberi yapanların yatacak yeri yok. hem canice öldürülmüş bir kızcağızın üzerinden yalan haber yapıyorlar, hem de türk polisi ve devletinin beceriksizliğini hatta bilerek ve isteyerek zengin bir adamın yeğeninin peşine düşmeyişini halkın büyük kısmının "düşman" diye tanımladığı bir başka devletin üzerine atarak ucuz komplo teorisyenliği yapıyorlar.
ps. ben internet özürlü olduğum için bir tek msn'de var sanmışım halbuki her yerde var bu terane.
yağmalama hakkı ile ilgisi yoktur. esası yeni fethedilen bir bölgenin feodal egemenliğinin o yeri fetheden komutana verilmesi anlamındadır.
örneğin sudan eyaletini fetheden özdemir bey'in oğlu osman paşa babasının ölümü sonrası doğrudan yeni vali atanmış oldu.
yukarıdaki gibi istisnai örnekler verilebilecekse de osmanlı devleti'nin sıklıkla uyguladığı bir yöntem değildir. çünkü osmanlı feodal hakları tanımamak var olanları kaldırmak gibi bir genel politika izlerdi. verdiğim örneğin sudan gibi çok uzak bir bölge için uygulandığını da göz önünde bulundurmak gerekir.
her ikisinin de mevcut kanunlara aykırı demeçler verip bu suçların cezası son derece hafif olduğu ve tecil edilme olanağı bulunduğu halde türkiye'den kaçıp gitmeleridir.
gören de bir şey oldu sanacak. gidicen bir cezaevine daha hela nerde, duş nerde öğrenemeden orada kurduğun eşi bulunmaz dostlukları anlatmak üzere dışarı çıkacaksın.
biri bu yolda oralarda öldü diğeri on senedir türkiye'ye uğramıyor. ne oluyorsunuz oğlum "the oz" amerikan hapisanelerini anlatıyordu.
bunu en başından söylemiştik. öcalan denilen eli kanlı şerefsizin tek amacı vardır; serbest kalmak. linkteki konuşmada herkese veryansın edip en yakınındakilere bile "benden rol çalmayın" diye taş koyabilecek yapıda bir adam göze çarpıyor. ver yansın ederken kayırdığı kimse yok. herkese eşit mesafede.* dtp beni temsil etmiyor, ahmet türk beni temsil etmiyor. söylediği şey onları dinleyecekseniz dinleyin ama beni unutmayından başka bir şey değil. kendi döktüğü kanı şimdi paçayı kurtarmak için kullanma çabası içinde.
bu kadar lafın arkasında paçayı sıyırır bir af elde edebilir miyim kaygısı var. kendisinin derdi kürt halkı falan değil. kendi sefil varlığından başka bir derdi yok.
terör yandaşları, bunların şakşakçıları ve bilumum kerameti kendinden menkul özgürlük savaşçısının söylemi.
dediklerine göre pkk'nın söylenişi "pe ke ke" imiş ve bu tdk sözlüğü'ne göre böyleymiş. arkadaşım o sözlük allah kelamı değildir. formel kullanımı budur diye yazması genel informel* kulanımların da bulunamayacağını göstermez. nitekim dil canlı bir organizma olup zaman içerisinde değişim gösterir.
nasıl ki pkk "pekaka" diye okunuyorsa tdk "tedeka", mhp de zaman zaman "mehape" diye kullanılır. sert ünsüzlerden "h ve k"yı böyle okuma eğilimi vardır türk insanında.
bari açıkça terör sempatizanı olduğunu söyle de ilkokul bilgileriyle ayar vermeye çalışma
islamcı cenahın kendisine kimlik olarak yakıştırdığı terim.
oysa anayasaya göre "türkiye cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlanmış herkes türktür". işbu anayasal kimliğin kabullenilmesinde kürt ayrılıkçılığı neyse "müslüman" kelimesini de kullanmak odur. sivas'taki orospu çocukları* da gerici kalkışmaları öncesi "türkiyeli müslümanlar" diye bildiri dağıtmışlardı.
bin yıllık kimliklerini idrak edememiş hıyar ağalarıdır bunu kullananlar. kalkıp "öz vatanında zenci" ajitasyonuna baş vurmasınlar. kendi kendilerini ötekileştirip ülkeyi dinsel bağlamda böldükten sonra.
yazarlar diger yazarların oruç tutup tutmadığını, cennetten kovulsalar ne diyeceklerini, rte'nin okuduğu kitapları vs daha bir çok şeyi merak edip birbirlerine sormaktadırlar.
o kadar çoktur ki ancak iki tanesine tanım girdikten sonra fark edilmiştir. neye el atsam anket çıkıyor.
bir çok örneğini türk interaktif sözlük camiasında ve sözde entelijansiyasında gördüğümüz kimselerdir.
hoş görmek lazım tabi bunları. ne de olsa bu ikisini ayırt etmek bayağı bir yetenek ister hem de eğitim. herkes de bu ikisine sahip olamayacağına göre... ancak söyleyince de anlamamanın bir mazereti yok.
sosyoloji bilimine göre insanoğlu tarihin her döneminde "ulus" biçiminde yaşamadı arkadaşlar. kapitalizmle birlikte oluştu ulus dediğimiz şey. ondan önce var olan şeyin adı "etni"dir anthony d. smith'e göre ki başka uzmanlar da içinde etnik kelimesi geçen çeşitli tamlamalar kullanırlar. tek kelimelik olduğu için smith'in isimlendirmesini tercih ediyorum ben.
ulus; bir ülkesi, halkı, toprağı olan bir yapı olup en önemli özelliği dış dünyadan başkalaşmasını sağlayan ekonomik yapısıdır. söz konusu bu ekonomik yapı kendi kendini beslemek, siyasal karar alma mekanizmalarını dış etkilerden korumak ve en önemlisi de var olmasını sağlayan dengelerin değişmesiyle kısa sürede imha olmamak için gerekli bir unsurdur.
günümüzde bu özelliklere haiz bulunmamakla birlikte etni ve ulus kavramları birbirine karıştırıldığı için kurulmuş ve zorla yaşatılmaya çalışılan ülkeler bulunmaktadır. bu zorla yaşatma kavramı emperyalistlerin garip gureba takımı için ellerini ceplerine götürmeyeceklerine göre bizzat insan kaynağının iç savaşlar ve/veya açlıkla belli bir denge haddine inene kadar imha edilmesiyle sonuçlanmaktadır. eğer bu ülkeler ulus olsalardı bu duruma indirgenmeyi kendi karar ve siyasetleriyle önleyebileceklerdi.
bu tarz ülkelerin en önemli örnekleri afrika'da birkaç bin km2'lik ülkeler olmakla birlikte topraksal büyüklüğün bu durumu engellemek açısında yeterli kaynağı sağlayamadığı aşağı yukarı türkiye büyüklüğündeki ve yer altı kaynakları açısından zengin somali örneğinde görülecektir.
eğer somali bir ulus olsaydı bu ulusun bir "etnik kökeni" olacaktı. bu köken teriminin pek kökenle ilgisi yoktur. anlatılmaya çalışılan şey ilgili ülke halkının hepsinin boyun eğmeyi bilip zorla veya güzellikle kabullendiği bir güruhtur.
örneğin bu türkiye de "ordu"dur. ordu'nun türkiye'de bulunan başka hiç bir kişi ve/veya kurum tarafından alt edilemeyeceği herkesçe bilindiği gibi halkın büyük çoğunluğunun gözünde yüksek bir prestiji vardır. ancak etnik kimliğini ulusal kimliğin yerine koyup yapaylıkla var edilmiş ülkelerde böyle bir güruh olmaması nedeniyle iç savaş çıkmaktadır.
türkiye açısından güncel örnek muhtemel kürdistan'dır. bu kurulduğu takdirde etnik kimliklerinden başka hiç bir ortak değeri paylaşmayan çeşitli grupların paylaşım savaşına konu olacaktır. hepsinin barzani'ye boyun eğmesi imkansız. barzani bir aşiret reisi barzini'ye boyun eğdirecek bir başka güç de yok. dolayısıyla "ulus" olmayan kürtlerin devlet olma yeteneği de bulunmamaktadır.
yapılacak en iyi şey kürtlere kendi ülkelerine kurşun sıkmayı bırakıp feodaliteden kurtulmalarını salık vermeleridir. kürtlerin önündeki en büyük engel türkiye değil kendi geri toplumsal yapılarıdır. "senin kültürel hakların var" diye gaz verdiğiniz bu cahil halka yapıyorsunuz, ne yapıyorsanız.
ekseriyetle kişinin kanındaki alkol oranının düşüklüğünden meydana gelir. ama düpedüz ibneliğinden oluştuğu da vakidir. kimseleri beğenmemekle kendini gösterir ki tedavisi ıslatıp ıslatıp dövmekle eşzamanlı olarak gırtlağından aşağı votkayı boca etmek suretiyle gerçekleştirilir.
inkarı halinde kişinin taksonomi biliminin verilerini inkar etmek yoluyla evrimi reddeden adanan hocacıların seviyesine düşeceği gerçek.
antropoloji insan topluluklarının kafatası yapısının kökenleri için birebir veri oluşturacağını kabul ediyor. benim arkadaşlarım arasında yaptığım amatörce ölçümlerde hepsi brakisefal veya mezosefal çıkıyor. hiç dolikosefale rastlamayışım tesadüf mü yoksa söz konusu popülasyonun ilk örneğini m.ö 20 bin yılında andronovo kurganında gördüğümüz yuvarlak kafa anomalisine sahip yeni bir tür homo sapiens'in kanını taşıdığına delalet mi? bilimsel açıdan cevap ikincisi.
aslında atalarımız bu kafatası anomalisine sahipti bizim bugün farklılık göstermemizin nedeni geçmiş 22 bin yılda çeşitli halklarla karışmamız. ancak ana kol andronovo kurganındaki kültürün devamıdır. yani araştırıldığında türk genetiğinde bulunacak olan iranlı, yunan, slav kalıntıları ancak asıl soya karışma olduğu şeklinde değerlendirilebilir. netice itibariyle biz kendimize "türk" diyoruz değil mi?
ki bu isim ms. 6. yüz yıl ortalarında kendisiyle akraba kabul ettiği halkları bir çatı altında toplayan bir hanedanın ismidir.* öncesinde atalarımız kendilerine "kun" derdi ki muhtemelen anlamı "kan" olup yine muhtemelen "can" yani insan demektir. netice itibariyle bir çok ulusun adı kendi dilinde insan anlamına geliyor. bu özellikle tarih öncesi etniler için geçerli. bilindiği gibi hunlar da tarih öncesi* bir etnidir. "etni" ulustan farklı bir kavramdır.
yani türk ırkının doğuşu mö. 20 bin, türk etnisinin doğuşu mö. 400'ler, türk ulusunun doğuşu ms. 6. yüzyıl. bu size yeni gibi gelebilir ama avrupa'daki tüm uluslara 4 yüzyıl civarında takar. sadece çin, yunan, iran gibi erken çağlarda yerleşik kültüre geçmiş bir kaç ulustan eskidir. herhangi bir etnik yapıyla karşılaştırılırsa tarih mö 20 bin'e kadar geri götürülebilir ki kuzey asyanın savaşçı nomad lordlarının kimlik açısından en eskilerden biri olması mantıken de en olası görülendir. netice itibariyle bu halkın ekonomik gerçeği kendilerinin üstün olduğu inancından hareketle yek vücut olarak savaşıp ganimeti paylaşmak.
ve biz kimliğimizi türkler olarak da kesintisiz olarak söyleye geldik. osmanlı'nın türklüğü aşağıladığı saçmalıktan başka bir şey değil. osmanlı'nın kuruluştan yıkılışına kadar tek resmi dili türkçe'dir. karlofça antlaşmasının iki resmi metni vardır. osmanlı nüshası türkçe, avusturya nüshası latince'dir. bu anlayan için bir çok şeyi açıklar. kanuni'nin viyana'yı muhasara ederken götürdüğü toplarda kayı aşiretinin damgası vardı, iv. murat defnedilirken tıpkı andronovo'luların yaptığı gibi has ahırından üç tay kurban edilip yanına gömüldü. bu adamlar türktür. evet anneleri içinde rum, ukran, sırp vs vardır ama o tahta oturmuş olmaları o kadınların soyundan gelmeleri değil babalarının soyundan gelmeleri.
aynı şekilde dedeniz bir akıncı olmuş olsa ve rumeli'ne ilk geçişte bir bulgar veya ulah kızını köyünden kaçırıp evlenmiş olsa sonrasında bunun torunlarından biri de bir ukran veya polonyalı kızı kaçırıp evlenmiş olsa, ki bu sık sık olan bir şeydi, bugün söz konusu kişinin genetiğinde %25 gibi bir oranda başka uluslardan kalıntı bulunur peki siz buna dayanarak bu kişi türk değildir diyebilir misiniz?
yapıan araştırmalara göre topu topu 600 bin km2'lik bir ülke olan almanya'nın genetik haritasında %15'lik germen kanı çıkarken moğolistan'dan başlayıp slovakya'da biten bir tarihsel hikayenin ürünü olan günümüz anadolu halkının genetik mirasının %25'i türk çıkıyor. bu çokça yüksek bir oran.
bu bağlamda standart türk genetik özelliklerini taşımak tam anlamıyla türk olmak demek olamaz ancak fizyonominizin en belirgin bazı özelliklerinin 20 bin yıllık bir maeradan miras kaldığını bilmek kişisel olarak kıvanç verici bir durumdur.
siyasal sonuçlar çıkarıp çıkarmamak sizin elinizde. isterseniz saf ırk safsatası uyarınca bunu olumlamak veya değillemek amacıyla kullanırsınız -her ikisine de müsaittir- veya 20 bin yıl boyunca bir kum yığını altında kalan kemiklerin akrabanız olduğu gerçeğini bilimsel olarak ilgi çekici bulursunuz. paşa gönlünüz bilir.
sosyo-ekonomik açıdan yuppie'lerle hiç bir alakası olmasa da tv'de çokça tartışma izleyip. "adamlar haklı olm" sonucuna varmıştır.
işsiz güçsüzdür; parası yoktur işe dolmuşla veya servisle gider; kariyer mariyer hak getire asgari ücretin az üstüne çalışır. özünde faşist olması gerekirken imalat hatası kabilinden "müdür" dediği götlerle aynı ideolojiye inanır.
en önemli özelliği sert mizacıdır. müslüm dinler maç seyreder ama çin'deki pandaların yaşam standartlarını kendisine dert edinmiştir. agresiftir, komplekslidir, ulusözlük yazarıdır ama perdelerini indirdiğinde kedi gibi uysaldır.
bahis mevzuu klavye liberali kişisine "liberalizmle marksizmin düşünsel kökeni aynıdır" derseniz öküzün trene baktığı gibi bakarlar. devreleri yananı bile görmüşlüğüm var. genel fikirsel seviyesi "nietzche ibne olm"un* ötesine geçemez.
ama saygı duymak lazım. bunlar liberalizmin çilesini çekerken bir çok başarılı yuppie ve bunlardan çok daha fazla miktarda patron oğlunun partilerden karı kaldırmasına zemin hazırlayarak iyi iş çıkarırlar. birilerinin işin ameliye kısmını yapması lazım, değil mi ama?
ps. işbu tanım ideolojik kimlikler ile sosyo-ekonomik sınıflar arasındaki korelasyon gözetilerek yapılmıştır. okunduğu takdirde anlaşılamaması olağandır alıcınızın ayarlarıyla oynamayın. bozarsınız.
nurculuğun; üyelerinin davranışları açısından çözümlenmesiyle ulaşılabilecek sonuçtur.
bilindiği gibi faşist partiler halkı kriz durumlarında mobilize ederek hızla örgütlenir en sonunda anlı şanlı bir darbe ile iktidara gelirler. eğer başara bilirlerse.
nurculuk ise bir faşist hareketin lidere tapma, bağnazlık, etnosantrizm, katı hiyerarşik örgütlenme gibi tüm ögelerini barındırdığı halde diğer faşist hareketlerin eylemciliğine sahip değildir.
metodu kaçak güreşmek olan bir hareketten bahsediyoruz ki kendi iç sohbetlerinde kadrolaşmalarından başarı olarak bahsettikleri halde dışarıya karşı bunu kesinlikle redederler. cemaat içinde hocaefendi'lerinin "öğretmen olamıyorsanız doktor olun" sözü üniversiteye hazırlanan gençler için hocaefendinin dünya işlerinden pek anlamamsına yorulursa da aslında açık bir kadrolaşma çağrısıdır.
bütün bunlara rağmen siyasal arenaya çıkamama cesaretsizliğinden yola çıkarak kendilerine faşist değil ancak "faşistin yandan yemişi" diyebiliriz.
balkan göçmenlerinin suyunu içmek için yaptığı yabani armut turşusu.
tadı bira gibidir. artık yapanı pek yoktur. en azından bizim köy ve manyas taraflarında ben bulamadım. vaktiyle babaannem sağken yapardı ekşi diye içmezdim. çocukluk işte, içilmez mi o. şimdilerde arayıp da bulamadığımdır.
ps. aynı şekilde %10 keçi %90 koyun sütü karışımından mamul kelle peynirini ve beli bağlı patlıcan turşusunu da bulamıyorum. bilen varsa sevabına...
sözlükteki nurcuların açtıkları saçma sapan başlıklar veya girdikleri yine aynı saçmalıktaki tanımlar yüzünden kafama takılan soru.
öyle şeyler yazıyorlar ki anca "ne içtiysen aynısından istiyorum" bkz'ı verebiliyorum.
ps. bu durumun ortaya çıkmasında zeka geriliği veya türk diline hakim olmama gibi nedenlerde bulunabilir. hemen kendilerinin zındıklığına da vermiyorum, inanmış bir müslüman olarak.
yurdum solcu geçinen azınlık ırkçılarının resmi devlet ideolojisi ve/veya milliyetçi kesim hakkında kendi türettiği varsayımlara bir süre sonra sanki karşı taraf söylemiş gibi inanarak karşıt söylem geliştirmesi saçmalığıdır.
bunların en çok görülen "bırakın herkes namusuyla bu memlekette yaşasın" söylemidir. sanki türkiye'de elde tabanca, bıçak kürt aranıyormuş da bulunduğu yerde linç ediliyormuş gibi.
bunların yüz sene önceki muadili anayasa nedir bilmeden "kanuni esasi" diye dağa çıkıp en sonunda vatanı böldüren ittihatçılardı.
en gelişmiş demokrasi örneği ingiltere sien fenn milletvekillerini westminister'da yemin dahi ettirmemişti. bizimkiler de "eğer barış gelecekse apo'nun söyleyeceklerini dinleyelim" diyorlar. madem barış gelecek dtp binlerce kişinin ölümünden sorumlu bir adamı öne sürmesin. olamaz mı bu?
halk istiyor diyorlarsa; o halk da içinde yaşadığı ülkeye düşman değilse açıkça devlet güçlerine saldırılara girişmiş birilerini değil sicili daha temiz adamları öne sürsün.
şart mı teröristle masaya oturmak? birileri çıkıp "ben teröristle masaya oturmam. onunla masada karşı karşıya geleceğime dağda karşı karşıya gelirim" derse ne diyeceksiniz?
sovyetler yıkılınca kendilerine bulgarya adını alacaklardı, tatar moğol demek olduğundan, bulgaristan'la karışır diye vaz geçtiler.
türk milliyetçiliğinin doğduğu yerdir. yeryüzündeki tek modern müslüman ülkedir. türkiye'yi yarı yarıya modernleşmiş sayarsak ki öyle %47'si orta çağı benimsediğine göre.
rusya federasyonu içinde egemen cumhuriyet statüsüne sahip tek cumhuriyettir. ekonomik açıdan çok güçlüdür. rusya'nın en gelişmiş bölgesidir. moskova, st. petersburg falan hikaye.
bugün çorlulu ali paşa mederesesinin önünden geçerken gördüğüm hadisedir.
mttb bir pankart asmış. hem de doğu türkistan ile ilgili bir pankart ve atatürk döneminden beri amblemdeki ay-yıldız'ın içinde bulunan "koşan bozkurt" figürü yerinde değil. ne oluyoruz anasını satayım? belki sen kurttan çekinebilirsin de 70 yıllık amblemin içine etmek ne demek?
madem bozkurdu çıkardın ay-yıldızı da çıkar o da menfi milliyetçiliğe yol açabilir. insaniyetçi, hoşgörücü, şakşakçı bir şeyler koy onun yerine tam olsun.
zannedilir ki başkent olma özelliğini kurtuluş savaşı sırasında almıştır ankara istanbul'un elinden. tamamen tarihsel perspektif yoksunluğunun göstergesidir başka bir şey değil.
anadoludaki ilk müslüman başkenti ankara'dır. seyyit battal gazi'nin babası ahmet gazi'nin de başkenti ankara'ydı. ahmet gazi de dediğim gibi anadolu'daki ilk müslüman siyasal varlığının kurucusuydu.
o varlık emeviler döneminde olağanüstü savaş durumunun sürdüğü sınırları değişken ve kendi iç işlerinde bağımsız özellik gösteren serhat eyaletidir.
bu siyasal yapı ise anadolu halkı tarafından daha ilk günlerden beri türkiye'nin kökeni olarak kabul edilir. niye sanıyorsunuz hacı bektaş anadoluya gelir gelmez bir emevi komutanının mezarını ziyaret edip ona "suyun başı" diye hitap etti?
başkan muro'nun daha kötüsüne dili varmadığı için "menfaatlerini müstevlilerin menfaatleriyle tevhit edenlere işgüderlik yapan"*** şerefsizler için uygun bulduğu sıfat.
düşün komprador zaten "emperyalizmin uşağı" anlamına geliyor. uşağın uşağı yani...
kitabın tam adı "diktatörlüğün ve demokrasinin toplumsal kökenleri; uygar dünyanın oluşmasında soylunun ve köylünün rolü"dür.
tarihsel sosyoloji alanının en önemli eseridir. tarihi kişiler ve idealler gibi ikincil unsurların belirlediği bir kör döğüşü alanı olmaktan çıkararak toplumsal sınıfların mücadelelerinin doğasını incelemeye yönelik yazıldığı tarihlerde yeni yeni oluşan literatürün tepesine konumlanmıştır kitap.
das kapital'de böyledir yalnız karl marks'ın eserlerinin hilafına moore burada soylu ve köylülere ideolojik yakınlık duymadan ve olumlu bir rol yüklemeden tartışır konuyu. hatta soylu ve köylülerin şiddete yaktın doğasının vahşetini ortaya koyar ama ulaştığı bilimsel sonuç bu doğanın taşları oynatması sonucu batı avrupa'da modern dünyaya giden yolun açıldığıdır.
"şiddetin ılımlı değişmeciliğe katkıları" olarak isimlendirdiği bu olgu aslında var olanı koruma isteğiyle güdülenen soylunun nasıl gelişmeleri engelemek yerine tetiklediğini, her şeyi yıkma isteğiyle güdülenen köylünün ise devrimleri kısa bir süre sonra burjuvaya kaptırdığını gözler önüne serer.
kitabın ana bölümleri fransa, almanya, ingiltere ve rusya'nın modernleşme tarihidir. bu ana bölüme sonraki baskılarda hindistan, japonya ve çin modernleşmeleri de eklenmiştir.
önsözündeki şu satırlar devrimlerle ilgili söylenmiş her sözün üstündedir; "sosyalizmle sonuçlanan köylü devrimleri, liberalizmle sonuçlanan burjuva devrimleri, faşizm le sonuçlanan başarısız burjuva devrimleri..."
keban ve karakaya'nın sovyet finansmanıyla yapıldığı yıllarda söylenmiş sözdür.
süleyman demirel'in incirlik hariç tüm amerikan askeri üslerini kapattığını, abd ile yapılmış askeri anlaşmaları "neyin ne olduğu belli değil şunları bir düzene sokalım" diye kodifiye ettiği, ırak'ın sovyetlerden satın aldığı mig'lerin revizyon amacıyla rusya'ya giderken türk hava sahasını kullanmalarına izin verdiğini, u2 uçuşlarının sona erdirilmesiyle birlikte bütün bu saydıklarımın abd'nin demirel'in ipini çekmesine neden olduğunu, general muhsin batur'un 12 mart'tan hemen önce amerika'ya gittiğini biliyor muydunuz?
peki anti-emperyalizmin bolivya ormanlarında kötü teçhizatlanmış bolivya ordusuna çakar almaz mermisi sıkmak değil işte bu tür politikaları uygulayabilmek olduğunu...