baskın oran'ın radikal gazetesindeki saçmalıklarını okuduktan sonra açmayı planlayıp bkz. verdiğim konudur. yalnız bkz.,'ı da kıçından anlayanlar olmuş.
gelelim devlet sistemlerine. birincisi bu konu siyaset biliminin değil anayasa hukukunun konusudur. baskın oran ise siyaset bilimci (bu bir). bir konuyu yarım yamalak anlatmak ya bilmediğinize ya da kötü niyetli olduğunuza delalet eder (bu da iki).
prof. oran'ın yaptığı hata ise devlet sistemlerinin geçerli sistematiğini değil kafasına göre çarpıttığı sistematiği vermesi. tüm anayasa hukuku literatüründe üçe ayrılan devlet biçimlerini ikiye ayırıp aktarmanın bir amacı olduğu açık. federalizm ile ünitarizm kavramları konusunda kafa karışıklığı yaratmak.
üç temel devlet sstemi var;
* üniter
* federal
* bölgeli
bu üç sistem kamusal erklerin merkez-çevre arasında nasıl bölüşüldüğüne göre ayrılıyor. yani yasama-yürütme-yargı'nın tümünün merkezi yönetimin inhisarında olduğu sisteme "üniter" diyoruz, her üçünün de federal anayasa çerçevesinde federe ve federal devletler arasında paylaşıldığı sistemlere "federal" , üç erkten en az birinin münhasıran merkezde kaldığı sistemlere "bölgeli" diyoruz.
bu bağlamda hoca'nın üniter diye tanımladığı ingiltere ve ispanya üniter değil bölgeli devletlerdir. ispanya'da bölgesel devletlerin yasama ve yürütme erkleri elerinde bulunurken yargı tüm ispanya'da tek merkezlidir. ingiltere'de ise yürütme ve yargı tek merkezliyken yasama bölgesel devletlerle merkez tarafından paylaşılır.
uzun lafın kısası ingiltere ve ispanya üniter devletler olmadıkları gibi anayasa hukukunda "özerk" diye bir devlet tanımı bulunmadığı için fransa'nın britönya bölgesi bir devlet değildir. dolayısıyla fransa üniter bir devlettir. bu durum fransa'nın kamusal erkleri britönya ile paylaşmamasından kaynaklanır.
ben osmanlı ve selçuklu'nun torunuyum diyen başbakan'a kapak olacak anıt. tavsiyem dinamitle patlatılıp yok edilmesidir. tıpkı kendisi gibi hikmetyar'ın dizinin dibinde yetişmiş taliban öyle yapmıştı 2 bin yıllık buda heykellerine.
kürtçe gibi bir batı iran dilidir. kürtçe'den başka lurca, taleşçe ve tat diliyle de benzerlik gösterse de ayrı bir dildir.
farsça ve tacikçe gibi doğu iran dilleriyle ilk saydıklarımızdan daha az da olsa benzerlik gösterir. (iran dilleri doğu-batı diye ayrılırlar)
şöyle izah edeyim; yakutistan'dan arnavutluk'a kadar konuşulan tüm türk dillerinde büyük ünlü uyumu kuraldır. halbuki bingöl'de kullanılan zazaca'yla hakkari'deki kürtçe arasında ses farklılıkları vardır. nasıl ki birbirine çok benzeyen rusça ve ukrancaya başka başka diller diyorsak zazaca ve kürtçe'de farklı dillerdir.
zazalar'la kürtler arasındaki etnik benzerlik türkler'le olandan daha azdır. netice itibariyle soydan geçen bir dini kürtlerle paylaşmayan zazalar türkler'le paylaşırlar.*
latin amerika ve filipinler gibi geri kalmış katolik ülkelerinde köy papazlarının "isa bizi marks'a yönlendiriyor" diye savunduğu hristiyanlıkla sosyalizmi sentezleyen dinsel-siyasal akım.
turgut reisi bilmem ama (elbette kolomb'dan sonra) barbaros'un antiller'de bir üs kurduğu gerçektir. bugün hala bizim adımızla adlandırılıyor bu adalar.
1) islam hukuk felsefesi konusu: her müslümanın bilebileceğinden daha karmaşık uzmanlık isteyen bir konudur. olması gereken bilimsel kıstaslarla kodifiye edilmiş bir sistemin varlığıdır. bu sistem nas ekolünün her konuda hadis sunarak hüküm verme geleneğini ortaya çıkarmasıyla imkan dahilinden uzaklaşmıştır.
2) (bkz: #6089539) şu tanımımda modern terimleri kullandığım zaman bocalayacağınızı söylemiştim. öyle de oldu. sorunun temelinin siyasal olduğunu söylüyorum. imam-ı azam'ın o güne kadar rey ile çözülen sorunlara dinin alet edilmesine karşı olduğunu söylüyorum. fethedilen ülkelerde arazi yönetiminin islam'ın amir hükmü olmaması nedeniyle o ülke geleneğine uygun yapılandırılmasına dair fetva verdiğini söylüyorum.
buna karşın emeviler islam dininde var olan ve gayri müslimlerden alınan bir vergiyi müslüman olmuş arap olmayan kimselerden almıştır. imam-ı azam buna karşı çıkmıştır. bu sorun abbasi döneminde de devam etti. abbasiler de müslümanlardan haraç aldı. ebu hanife bu konudaki muhalefeti nedeniyle hapiste zehirlenerek öldürüldü.
bu dinin siyasete alet edilmesidir. rantın yüksek olduğunu görünce müslümanı gavur sayarak hüküm vermektir. dediğim gibi imam-ı azam yeni arazi yönetimi konusunda islami kaynak aramadı yerek geleneğe yöneldi. bu bağlamda hukukunun esası laiktir.
3)islam dininin esas kaynaklarında arazi yönetimi ile ilgili nas yoktur. ayet yoktur. hadis beni pek ilgilendirmiyor. o kadar çok uydurulmuş hadis var ki bir uzmanın sahihtir dediğine öbürü uydurma diyor. sahih-i buhari'de billindiği gibi ebu hanife'den rivayet yoktur. halbuki imam-ı azam kufe'de muhaddislerin ortasında yetişmiştir. hiç mi rivayet olmaz ebu hanife'den. müslim'de de durum aynıdır.
4) zeydiyye şii midir? şii'dir imam-ı azam zeydilere para dahil her türlü desteği vermiş midir? vermiştir. peki cüppeli bugün olsa verir mi? gazzali'yi okumayın o şafii'dir bize uymaz diyen adam asla yapmayacaktır. o zaman imamla ardılları arasında bariz bir anlayış farkı olduğu yalan mıdır? değildir...
5)
--spoiler--
Buhari Et-Tarihul-Kebir'inde Ebu Hanife'nin mürcii olduğunu, rey ve hadisinin terkedildiğini belirtir.
--spoiler--
imam-ı azam mürci'dir. (buhari'yi seversiniz siz)kader konusunda hanefiler'in diğer ehli sünnet'le ayrışmasının da nedeni budur. filhakika ebu hanife radikal mürcie'den ayrılıp daha ılımlı mürci fikirler öne sürmüşse de metod olarak hep rey taraftarı kalmışltır. bununla ilgili herhangi bir tartışma var mı?
6) imameyn içtihatları meselesi: bugün aradığınız zaman ebu hanife'nin asıl eserlerine ulaşamazsınız. el-fıkh'ül ekber yoktur cüppelilerin kütüphanelerinde. peki ne vardır? nur'ül izah necat'ül ervah adında bir koleksiyon varıdr. bu kitap ebu hanife ve imameyn'in fetvalarını içerir. bu bir.
uzun uzun düşünmeye gerek yok. imameyn ebu hanife'nin siyasal tavrını terk etmiş. dinsel tavrını sulandırmış. onun kamusal yararı gözeten fetvalarını elitist faydayı gözeten fetvalarla değiştirmiş. ve bu adamlar hala hocalarının izinde giden masum adamlar öyle mi? bu kadarı aşırı iyi niyetlilik. adamlar öğretmenlerine ihanet etmişler. size abbasi fermanı göstersem tevil etmeye çalışacağınızı da adım gibi biliyorum.
tıpkı mevlana'da olduğu gibi. adam şems'i odaya kapatıyor, çevresindekiler şemsi öldürüyor bu sefer başkasını kapatıyor, o da ölüyor bir başkası... ve bazıları hala bu adamın homoseksüelliği için delil istiyor benden. itiraf ediyorum video kaydı yok!
7) imam-ı azam kelami yöntemleri terk etmiş olsaydı muhadislerin saldırılarına maruz kalmazdı. ebu hanife'nin ilgili fikirlerini yok saydıktan sonra kelam işini geçeceksin tabii ne yapacaksın? adamın söylediklerinin yarısını imha et sonra "bak söylememiş" de. (tabi bu imha mutlak bir imha değil büyük kütüphanelere hapsedip yüzyıllar boyu okutmama anlamında kullanıyorum. sormuş çünkü "sen nereden biliyorsun?" diye)
8) cumhuriyet tarihinde de toprak reformu ve buna karşı yobaz isyanların olması bir tesadüf değildir. arazi rantı son yıllardaki bilişim devrimine kadar en önemli zenginlik ve üretim kaynağıydı. atatürk ve sonrasında cumhuriyet osmanlı döneminde topraksızlaşan köylüye toprak dağıttı. bu dağıtım hadisesi yıllar boyu sürdü. çeşitli dönemlerde feodal ağaların egelleriyle durduruldu yeniden başladı. kibar feyzo filminde bir toprak dağıtımı sahnesi vardır hatırlayın.
atatürk reformlarına karşı en büyük tepki bu toprak sistemindeki değişikliğe muhalefettir. eğer toprak sisteminde değişikliğe gidilmeseydi yönetim kafir olsaydı ses çıkarmazdı mollalar. neden zannediyorsunuz chp'yi deviren dp'nin başbakanı adnan menderes oldu? bayar, köprülü'yü yani chp seçkinlerinin en prestijlilerinden birini değil tecrübesiz bir ağa çocuğunu sırf bu feodal tepkiyi kendi tarafında chp'ye karşı kullanabilmek için başvekil yaptı.
niye batı anadolu'da bir tane ağa yok sanıyorsunuz? osmanlı'nın tımar sahiplerine, ayanlarına ne oldu da yok oldular. doğu anadolu'nun kapitalizm etkisine kapalı olması ekonomik önemsizliği cumhuriyet siyasetçilerinin burada feodaliteyle uzlaşmasına ve günümüzde bir kürt sorunumuz olmasına yol açtı. bu 70 yıl idare edip 20 yıl önce patladı. tabii dış güçlerin patlayacağını sezip 30 sene önce pkk'yı kurdurması da var ama o apayrı bir bahis.
yoksa feodal sistemi çıkar at kürtle türk arasında fark kalmaz.
--spoiler--
tarihin bir parçası olan ve bir biçimde yaşamamış olsa bile, ata olarak kabul edilen kökleri ile bağlar bulunan insanlarca yaşanmış olmasından sebeple doğrudan olmasa bile dolaylı yoldan sorumluluk yüklediği insanlarında söz konusu yaşanmışlıklardan sorumlu kılınmasına yol veren özelliğinden dolayı tarihin, geçmiş zamanlarda yaşanmış herhangi bir kötü anlamlar yüklenmiş olaylardan yüzyıllar sonra bugün yaşayanların eskiler adına hesap verme yükümlülüğü yüklemesiyle birlikte, tüm bunlardan sıyrılmak ve özellikle geçmiş yaşanmışlıkların günahını bugünün yaşayanlarının sırtında bir kambur olmaması adına yeri geldiğinde tarihin sansürlenmesi ve bazı gerçeklerin hasır altı edilmesi gerçeği doğrultusunda, söz konusu üstü kapatılan tarihin bir gerçekliğinin üzerinin aralanması faaliyeti neticesinde kendi tarihimiz içerisinde karşımıza çıkabilecek şok edici sır perdesinin aydınlatılmış ufak bir kısmına tekabül eden iddiadır.
--spoiler--
1) islam fıkıh tarihinden bihaber olmak böyle bir şey olsa gerek! emevi arabizmi diye kötülenen şeyin emevi kavmiyetçiliğiyle bir ilgisi yok. yaşar nuri vardır dese bile yok. emevi arabizmi isimlendirmesini beğendiğim için kullanıyorum. kendisinin amaçları beni zerre ilgilendirmiyor.
2) emevicilik kavramının temeli de emeviler'in suriye, ırak, iran ve türkistan bölgesinde haraç alarak devlet gelirlerini düzenlemek maksadıyla şeriatin haraç alınmayacak esasını getirdiği mevaliden haraç almasıdır. sorun ekonomik emevilerin çözümü ise kolaycılıktır. imam-ı azam'ın karşı olduğu da da saltanat hırsıyla islam dininin temel esaslarından uzaklaştırılmasıydı. sorun dinsel değil siyasaldır. imam-ı azam'ın hareket noktası da siyasaldır. gökten alınan bir haber falan yok. haberin yok sayılması var. tıpkı bugünkü gibi.
tıpkı cumhuriyetin ilk yıllarında arazinin eşraftan alınıp köylüye dağıtılmasının geleneksel mollalar tarafından zındıklık diye vasıflandırılması gibi.*
3) islam dininde fethedilen yerdeki arazi rantının ne olacağına dair hüküm yoktur. bak bakalım kuran'da bulabilecek misin bununla ilgili hüküm? çünkü kuran toprak rantıyla değil ticaretle geçinen bir topluma inmişti. emeviler bu boşluğu fethedilen yerdeki toprağın arap savaşçılara ait olması ilkesini getirmeye çalışırlarken imam-ı azam gibi hukukçular da fethedilen ülke halkının yaşam hakkını korumaya çalışıyorlardı.
4) yemenlilere verdiği desteğin ehli beyt'e sahip çıkmakla bir ilgisi olsaydı kendi yaşadığı yerde taraftarları olan musa kazım taraftarı asıl şii kolunu desteklerdi. açıkça yemenlilerin hukuksal haklarını destekliyordu. zeydiyye bugün amelde hanefi, itikatta mutezilidir diye formülize ediliyorsa bu o dönemin yakın ilişkisinden kalmadır.
5) imam-ı azam ve mutezile ilişkisi daha karmaşık bir konu. imam-ı azam'ın mutezili olduğunu idda edenin aklından zoru vardır ama mürcie'den olduğu şüphe götürmez. bu iki fikir akımının kullandığı yöntemler aynı olup ulaştıkları sonuçlar farklıdır. bugün hanefiler ehli sünnet, şii ve harici ekollerinin dışında bir iman kavramını öğretirler hala daha. imanın mücerret olduğu inancını hanefilik şafi, maliki ve hanbeli mezheplerine karşıt; mürcie'ye koşut olarak savunur.
mutezile'yle bağdaşmamasının nedeni mutezile'nin yöntemleriyle sorunlu olması değil mutezile'nin devrimci radikalizmini paylaşmamasıydı. aynı tavrı yüzyıllar sonra hacı bektaş'ta babai isyanına katılmamamk şeklinde göreceğiz.
6) imameyn'in ebu hanife'nin içtihatlarını oturup düzeltmek için abbasilerce görevlendirildiği ve bizim bugün hanefilik adı altında iki imam'ın değiştirdiği fetvaları okuduğumuz da bir gerçektir.
7) imam-ı azam'ı atatürk'le bağdaştırmamızın nedeni akılcı felsefeyi kullanması. aslında onu tommassino aquino ile de bağdaştırıdım ama o "kahve kadılığı"nın ulaşabileceği bir nokta değil. o yüzden vaz geçiyorum.
tarihsel sosyoloji bilimine göre sosyo-ekonomik gelişme dizgesi üzerinde köleci tarım toplumu ile ticari kapitalizm arasındaki basamak.
insanlık avcı-toplayıcı sosyo-ekonomik örgütlenmenin hemen ardından m.ö 5000 civarında tarım devrimini gerçekleştirdi. bugün bu olgu tarihsel açıdan sümerliler ile sembolize ediliyor ancak öncesi vardır. insanlık dünyanın her yerinde nehir kenarlarında toplanıp tarımla uğraşan topluluklar olarak yapılanırken bu tarz toplumsal örgütlenmenin en gelişmiş biçimi sümer'de gerçekleşti. sümerliler bu başarıları yanında yazıyı icat etmek gibi ekstra teknolojik gelişmelere de imza atmış olsalar da tarım devriminin esası "karasaban"ın icadıydı.
işte karasabanla birlikte topraksal rantın avcı-toplayıcılıktan çok daha büyük bir birikim potansiyeli sağladığı anlaşıldığı an "geleneksel tarım toplumu"na giden yolun kaçınılamaz başlangıcına ulaşmış oldu, insan medeniyeti.
kabaca iskender'in yarı-özgür tarım toplumu ve roma'nın köleci tarım toplumu deneyimleri sonucunda feodal sistem batıda kendi adıyla feodalizm olarak doğuda benzer ama daha merkeziyetçi biçimlerde yerleşti.
feodal toplumların doğuda ve batıda aldıkları birbirinden farklı biçimleri ve ve yine bu sosyo-ekonomik örgütlenmenin psikolojik etkilerini ifade etmek için "geleneksel tarım toplumu" deyimini kullanıyoruz ki bu deyim belli başlı bazı standart yapısal özellikler taşır.
* kişilerin dinsel ve etnik kökeniyle ilgilenmeyen çok etnili imparatorluk biçiminde siyasal yapılanma. (osmanlı'nın hoşgörüsünü bu açıdan değerlendirirsek helen imparatorluğunda veya roma'da da aynı şeyin olduğunu görürüz. yine çarlık rusya'sı orta asya müslüman-türklerini hristiyanlaştırmaya hiç girişmediği gibi kırgız-kazakların müslümanlığını çariçe ii. yekaterina romanova'ya borçluyuz.)
* kurumsal din anlayışı. toplumun genelini örgütleyen dinin bir kurum ve kurumun dogmaları belirlemesi olayı ki en karakteristiği katolisizm olsa bile bugünlerde emevi arabizmi diye isimlendirilen ve islam dininden rey ekolünün tasfiyesini içeren değişim de bu minvalde değerlendirilmelidir.
* pazar ekonomisinin imhası ki bu olay batıda roma'nın çöküşü ile kendiliğinden doğu'da ise fatih'in düzenlemeleriyle bilinçli bir şekilde gerçekleşmiştir.
yıllar önce nakşibendiler ve nurcularla temas halinde bir yobazken rey ekolünün yok edilmesi olayını, buhari'de imam-ı azam'dan hiç rivayet olmadığını, bugün şii'dir demek suretiyle cüppeli efendilerin makbul görmediği yemen zeydilerine imam-ı azam'ın nasıl maddi ve ideolojik destek olduğunu; islam dininin köylü ulemasının elinde peygamberin tanıyamayacağı kadar yozlaştırıldığını öğrendiğimde benim girdiğim değişimin yol haritasıdır.
imam-ı azam ve atatürk'ün arasında, birinin oluşum halinde bir geleneksel tarım imparatorluğunun tebası diğerinin bir ulus devletin kurucusu olmaları ve aralarındaki kabaca 13 yüzyılı göz ardı edersek, yani içinde bulundukları şartları eşitlersek düşünsel açıdan pek de farkları kalmaz. tıpkı atatürk'le şahikasına ulaşan türk modernleşmesinin kurucu babalarından sultan ii. abdülhamit'in arasında birinin bir küçük memurun oğlu diğerinin hanedan mensubu ve hakan olması dışında hiç bir farkın bulunmayışı gibi.
bu iki kişiyi birbirine benzetemeyen dallamalarla tartışırız ama önce şunları bir öğrensinler.
bu adam fener'in başında bulunduğu sürece bize rahat yüzü yok! bu sene avrupa maçlarından bir şeyler bekleyen arkadaşlar varsa bu maç da kendilerine cevap olmuştur umarım. aziz yıldırım'ın avrupa gibi bir derdi yoktur. kendisi ardarda 4 şampiyonluk alıp "en çok gs şampiyonluğu gören fener başkanı" özelliğinden sıyrılmak istemektedir. bu kendisinin kabusu olmuştur uzun bir süredir. başka bir amacı yoktur. bu amaç uğruna değersizliğini ispatlamış bir teknik kişiyi,* sırf türkiye'yi tanıyor diye takımın başına getirdi. aklı sıra "şampiyonluklar silsilesi" yaratacak.
buna o kadar inanmış ki şampiyonlar liginde çeyrek final oynayan teknik adamı bile kovabildi. halbuki ardarda 4 şampiyonluktan daha değerlidir şampiyonlar liginde 2 çeyrek final ancak kendisi lig şampiyonluğuna fikslendiği için bu olasılığı es geçip başarılı takımın teknik direktörünü kovdu. her kovma fiili hocanın biriktirdiklerini sıfırladığı için de takımda istikrar oluşmadı. böylelikle seneleri kaybediyor fenerbahçe.
hapiste krallar gibi bakılacağı, kısa sürede koğuşun sevk ve idaresini eline alıp üstüne üstlük şer'i fetva makamı haline geleceği için ceza değildir. kraldan bir level aşağıda davranılacaktır kendisine. türkiye sathında bu gibi adamlara verilebilecek bir ceza yoktur. alacağı her tür cezayı etkisiz hale sokabilecek para ve ilişki ağı bulunmaktadır. ayrıca içeride ve dışarıda iktidarı kayıtsız şartsız ellerine alabilecek ideolojik üstünlüğe sahiptirler, din sömürüsü sayesinde.
ayrıca kimse içeride hacemat edileceğini ummasın olmaz öyle şey. devletin sağlayamadığı adaleti içerideki güruhun sağlayabileceğini düşünmek çokça türk filmi izlemeyle tevil edilebilir ancak.
gel gelelim şeriate göre alacağı cezanın daha fazla olacağını savunan şerefsizlere. hiç değilse kendinize itiraf edin yalan olduğunu! modern hukuk sisteminin "tecavüz" diye tanımladığı bu olay aslında "reşit olmayan biriyle rızası dahilinde cinsel ilişkiye girmek" eylemidir. yani "tecavüz etti" denilen kızın anne zoruyla, bilmemneyle de olsa rızası vardır. (benim takip ettiğim kadarıyla) işte bu durum modern türk hukukuna göre tecavüz olarak tanımlanırken, şeriate göre "helal" diye tanımlanır.
şeriatle yönetilseydik ceza falan almayacaktı hala televizyonlarda "ben muhammedin ayak yolunun köpeğiyim" diye saçma sapan lafdlar ediyor olacaktı. bu arada "göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar"dan oluşan bir harem de kurmuş olurdu herhalde...
aslında wallerstein bu kitap içeriğine nazaran çok daha bilimsel bakış açısına sahip bir akademisyendir. solcudur. bu kitaptaki ahlaksal çözümlemeleri buna bağlamak gerekiyor herhalde...
aslında eğer başkası tarafından yazılmış olsaydı wallerstein bu kitabı muhtemelen "hristiyan ahlakçılığının 20. yüzyıldaki hortlayışı" şeklinde değerlendirirdi. bence...
sünnet türklerdeki töre kavramıyla aynı şeydir. peygamber ile birlikte bir başka töre arap toplumunda egemen oldu. peygamber'in yaptıkları, tavsiye ettikleri, yapılırken görüp de ses çıkarmadığı şeyler olarak tanımlanabilecek olan bu ikinci sünnet "olumsuz"u içermez. yani islam dininin yasakları sünnet içine girmez. "haram" doğrudan allah tarafından kitabıyla ihdas edilirken peygamber sadece tavsiye verir. bu bağlamda bir çok şeyi yapmak sünnetken "yapmamak" diye sünnet olmaz.
diğer anlamı olan erkek çocuklara uygulanan cerrahi müdahale peygamber'in tavsiye ettiği bir uygulamadır. başka bir şey değil. ancak "sahih" sünnettir. peygamber zamanında vardır.
clinton döneminde abd'de "saygın" liberal teorisyenlerin insanlık için öngördüğü örgütlenme biçiminin türkiye'ye uyarlanmasıdır.
"savaşlar çok kötü, acılar durmalı" teranesi üzerine dökülen marksist "post-modern toplumun kendine has örgütlenme biçimi olmalı" sos ile servis edilmişti. önerilen şey bu yeni sistemde "topluma yarar" katsayısı değil kapitalist "bireysel başarı" katsayısının kişinin değerlendirilmesinde birincil kriter olması gereğiydi. bu gereklilik uyarınca acizlerden oluşan geniş kitleleri kışkırtarak toplumsal güç edinen klasik siyasi/askeri seçkinlik birreysel gişimciliği sayesinde zenginliği yaratan ve (elbette) sahiplenmesi gereken seçkinlere terk etmeliydi toplumsal ve ekonomik olanaklarını. bu teori 80'lerde fransa ve almanya merkezli kıta avrupasında ırtaya atıldı ancak kültürel olarak daha yatkın olan anglo-sakson ülkelerinde yankı buldu ve dediğim gibi clinton döneminde iktidara geldi. bu dönemde bil gates, george soros tipi toplumsal sorumluluk üstlenmeyen yeni zengin sınıf klasik amerikan seçkinleri olan "vahşi batıyı fetheden" kovboy tipi seçkinlere saldırıda bulundu. temel argümanı ise "insan hakları"ydı.
insan hakları doktrini bu dönemde klasik doğal hukuk teorisi çerçevesinde kamu otoritesinin alanını sınırlandırmak için kullanıldı. gözlerden kaçan bu doktrinin getirdiği özgürlükten sadece yeteri kadar maddi gücü bulunan yuppie'lerin yararlanabilmesidi.
bu anlayışın bush iktidarıyla defedilip abd'ye ulusal güvenlik bürokrasisinin el koymasının 11 eylül sonrası hep beraber seyrettik.
bugün abd'nin başında yine bir demokrat var ve periferide "insan hakları" doktrini güç kazanıyor. her zaman söylenile gelen "abd'de demokratlar iktidara gelirse türkiye'de terör zıvanadan çıkar" argümanı gerçeklik kazanıyor. çokça eeştrilen bush döneminde minimuma inen terör hadiseleri yine günlük haber olarak gündemimize düştü.
bu bağlamda 1 milyonluk tsk'nın her zaman görülebilecek aksaklılkları ve rutin olaylar topluma karşı yapılıyormuş görüntüsü verilmeye çalışılıyor. çünkü merkezi finans-kapitalin en büyük düşmanı ulusal devletler ve onların ana güç kaynağı olan ordularıdır. tek ve en önemli hedef ordu. eğer ordu çökerse belki malezya değil ama tayland oluruz. o zaman neden "aynı maddi büyüklüğe sahip olmamıza rağmen tayland dünyanın kerhanesine döndü de türkiye kör topal olsa da idare edebiliyor?" sorusunun yanıtına uygulamalı olarak ulaşabiliriz.
bilge kağan'ın yüz yılların önce ortaya koyduğu gerçek hala değişmemiş görünüyor. "çin'in yalanlarına kanarsan kızlarının cariye, beylerin köle olacak!"