kadir has üniversitesi ve ülker işbirliğiyle gerçekleştirilmesi düşünülen topluma son derece yararlı bir oluşumdur.bu programla kalifiye spor iletişimcileri yetiştirilecek ve eğitilecektir.eğitim verecek kişilerde bazıları : şenes erzik, levent bıçakçı, bağış erten, yiğiter uluğ, okay karacan, atilla gökçe, mert aydın ve daha birçok kaliteli isim mevcuttur.program 5 ocakta başlayıp haziran ayına kadar devam edecektir.buraya kadar okudunuz çok heyecenlandınız.şimdi beni ve sizi kahreden noktaya geliyorum.programa katılamak için son başvuru tarihi 14 aralık 2007 ve sınav tarihi 15 aralık 2007 olarak belirlenmiştir.ben bu satırları yazarken insanlar sınav oluyor.koordinatörle ulaşmaya çalışmakta olup içimde programa katılmak için , hala bir umut vardır.detaylar gelirsek yapılacak sınavda ilk 10 a girenler programı burslu , 10-30 arası %50 indirimli olarak programda eğitim alacaklardır.proramın ücreti ise 2500 ytldir.
orjinal hali biraz daha değişik olan söz.genelde tartışma olduğu zaman karşı tarafı ezmek için kullanılır ancak altında yatan doğruluk oranı yüzde yüzdür.bir millet tarihini bilmezse geleceğini neye göre şekillendirir ki...
hayretle izlenen durumdur. özellikle emre'nin macaristan maçından sonra yaptığı hareketi tebrik eder gibi yorumlar yapan yazarlar bu kategorinin içine girmektedir(#2317136)bu yazarların içinde neden bizde bir dergide yada gazetede yazamiyoruz gibi içlerinde kalmış bir ukte olduğu düşünülmektedir.bu yazarlar burda istediğini eleştiriyor, istediği kişiye hatta sövebiliyorken, medyanın kendilerini eleştirmesine tahammül göstermeycek yazarlardır.
bu yönetim ve bu zihniyetle yavaş yavaş gerçekleşecek durum. şimdi adama sorarlar bir kere "bu hakan balta'yı niye aldın?" diye.bu durumda verecebileceğin tek cevap kadro genişliğidir. tamam kadro genişliği dedin. senin elinde ferhat yok mu,niye onu veriyosun onun ne eksiği var, hadi verdin üstüne bir de 1 milyon euro veriyorsun. sonra gelelim ankaraspor olayına.sen üç adamını veriyorsun 1 sene oynaması için ki bunların hepsi milli oyuncu. sonra adamlardan bir oyuncu alacaksın ve artı 1,5 milyon euro para vereceksin.
şimdi gelelim asıl cevap verilmesi gereken soru,bu değirmenin suyu nereden geliyor?
bir kulüp borç içinde yüzerken en pahalı transferleri nasıl yapıyor, devlet hiç mi bakmıyor bu adam bu parayı nerden buluyor diye. avrupa'da yüksek borcu olan takımın oyuncu almasına izin verilmezken yine galatasaray yabancı oyunculara verdiği ücreti açıklamıyor. bonservis ücret beyan etmiyor. harcasınlar parayı bakalım norveç 2.ligi'ne kadar...
Bugün de gerek gazete haberleri, gerek TV kanallarında ajans saatleri; yeni kurulan hükümetteki eski ve yeni bakanlar üstünde odaklanmış olacak.
Doğal olarak yorumlar, öngörüler, analizler de öyle...
* * *
Politikanın vitrinleri; her zaman geriye iter yönetilen toplumu ve toplumun içindeki ailelerle insancıkların, çeşitli karelerin içine sıkışmış olan fotoğraflarını...
Gazetecilik, ister istemez güncelin ve yönetici kadroların "lafazanlık" gösterileri peşindedir.
"Yazı"yı bir sanat kanaviçesine dönüştürme çabasındaki kalem uğraşları ise, çok değişik perspektiflerden iNSAN'a mıknatıslanmışlardır.
* * *
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, ak sakallı babası Ahmet Hamdi Gül ile gözlüklü, güleç yüzlü, başı bağlı annesi Adeviye Gül'ün gerek TV ekranlarında, gerek gazetelerin ilk sayfalarında fotoğraflarını gördüğümde...
Tuhaf ışıklar yandı hem beynimin, hem gönlümün içinde.
* * *
Çocukluğumun istanbul dükalığı ile Cumhuriyet Ankara'sının hiç mi hiç umursamaması yüzünden; sanki gizli bir iç sömürgeymiş izlenimini yaratan sessiz sedasız taşra dünyasından bir aile de, nihayet oğullarının cumhurbaşkanı olması sayesinde, kendilerinin de var olduğunu kanıtlayıvermişlerdi.
* * *
Şimdiye dek başta cumhurbaşkanları, üst düzey makam sahiplerinin çocukluklarını da kucaklayan aile fotoğraflarıyla pek karşılaştığımız olmamıştı.
10 cumhurbaşkanından hangisinin, çocukluk dönemlerini de kapsayan bir aile fotoğrafı yansımıştı ki kamuoyuna?
Buna başbakanlar da dahildi, genelkurmay başkanları da...
* * *
Sanki bir yığın "muhterem zevat", gökyüzünden zembille inmişti bulunduğu makama.
Ayrıca yönetilen sessizliğe itilmiş yığınların durumlarını şiirlerle, yazılarla, öykülerle, romanlarla, resimlerle, müziklerle su yüzüne çıkarmaya kalkmak da, "sınıfı sınıfa düşman etme" gerekçesine dayalı, ağır bir suçtu.
Ve bendeniz, ilk kez bir Cumhurbaşkanı'nın, ak sakallı babasıyla, gözlüklü, güleç yüzlü, başı bağlı annesini görüyordum ekranlarda ve gazetelerde.
Beynimin ve gönlümün içinde tuhaf ışıkların yanması doğaldı.
Hiç değilse en sonunda görebilmiştim böyle bir fotoğrafı.
* * *
Vaktiyle yönetilen ezilmiş yığınların, ekonomik tablolarda ortaya akrep kuyruğu gibi çıkan çaresizliğini dillendirmek, "Allahsız bir komünist" olmaktı.
* * *
Şimdiyse ne olmuşsa olmuş, aynı yığınlar; siyasal bir egemenliğe doğru uzandıklarında, "laiklik düşmanı" olmakla suçlanmaya başlamıştı.
* * *
Laiklik de bir garip laiklikti.
Ne Yahudi, ne Gregoryan, ne de Ortodoks bir vatandaş; Hazine'den geçinmeli bir bürokrat olabiliyordu.
Üstelik bir ırkçılık koşullanmasıyla, eski Osmanlı azınlıklarının küçümsenip horlanması da çok yaygındı...
işte birkaç örnek:
Tatar Tatar, iki gider bir kıç atar.
Arnavuti zoti...
Korkak Yahudi...
Kuyruklu Kürt...
Ermeni tohumu...
Ne Şam'ın şekeri, ne Arap'ın yüzü...
* * *
Şükrü Saracoğlu'nun başbakanlığı döneminde, azınlıkların üstüne çeki taşı gibi bindirilen "varlık vergisi" ile, vergiyi ödeyemeyenlerin Aşkale'de taş kırmaya gönderilmesi; pek mi bağdaşıyordu Cumhuriyet'in "laiklik" ilkesiyle?
Ne çare ki, bu tür uygulamalarla; mikrofonlardan fışkıran "çağdaş bir hukuk devleti" olma övünmelerini karşılaştırmaya kalkmak da, "vatana ihanet" sayılmaktaydı.
* * *
"Yargısız idam" anlamına gelen "yerinde infaz" ne demekti?
"Düşman" tanımlanmasıyla, "suçlu vatandaş" tanımlaması arasındaki hukuksal fark neydi?
* * *
Bu tür konuları kurcaladığınızda, başınıza gelenleri en yakınlarınız bile yadırgamıyor:
- O da çok ileri gitti, diyorlardı.
* * *
Zaman zaman hâlâ daha özlediğim Turhan Güneş:
- Bizde, derdi; bir "ileri gelenler" vardır, onlar itibarlı kişilerdir; bir de "ileri gidenler", onlar da cezalandırılacak kişiler...
* * *
Bu arada, ezilmiş yığınların yan bilincinde tomurcuklanmış olan şu deyimlere de bir bakın:
Etliye sütlüye karışma...
Suya sabuna dokunma...
Hem nalına, hem mıhına...
Ne şiş yansın, ne kebap...
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık...
Ne yerde gez basıl, ne gökte gez asıl...
Düşenin dostu olmaz, hele bir yol düş de gör...
* * *
Bütün bu şeffaflıktan uzak, bir garip oligarşik yapılanmayla, varıla varıla nereye varıldı?
Birleşmiş Milletler insani Kalkınma Endeksi'ne göre; Danimarka ile Finlandiya'nın 96 basamak altına düşmeye...
1 ton buğday için 1000 ton su harcamaya...
Nüfusu istanbul'unki kadar olan Hollanda'nın, tarım kesiminde çalışan 600 bin kişisiyle; tarım kesiminde 6 milyon kişinin çalıştığı Türkiye'yi, tarım ihracatında 7 kat geçmesine...
* * *
Politika üstüne yorumlar, öngörüler, uyarılar; hepsi tamam da...
Bütçenin, bakanlıklar arasındaki dengesiz mi dengesiz olan dağılımı, neden gündemlere hiç gelmiyor ki acaba?
Çok ileri gitmemek için mi?
* * *
Şeffaflık ve evrensel kavramları, evrensel tanımlamaları içinde değerlendirmek; bir türlü "gelişmiş"lik düzeyine terfi edemeyen Türkiye'yi, çok daha çabuk bindirir "çağdaşlık" asansörüne ve "kışla" parfümlü siyasetle, "cami" parfümlü siyaset arasındaki kutuplaşmalar da eriyiverir.
* * *
Nedense bendenizin hoşuna gider, kimsenin kulak asmayacağı konulara kepçe uzatmak...
Neyse, nihayet ak sakallı bir baba ile gözlüklü, güleç yüzlü, başı bağlı bir annenin de; çocukları cumhurbaşkanı olunca, duydukları mutluluğa tanık olabildim sonunda...
Eh bu kadarı da yeter bendenize...
CHP'nin fiilen iki numaralı adamı olan Onur Öymen, AK Parti'ye verilen oyların "mantıkla açıklanamayacak bir şey" olduğunu söylüyor. Büyük hayal kırıklıklarında, ruhsal çöküntülerde, panik halinde iken insanlar üstünü örtüp sakladıkları gerçek duygularını ve düşüncelerini ağızlarından kaçırıverirler.
"Sandık sonucunu mantıklı bulmamak", sandıktan çıkmış bir politikacının ağzından kaçırmaması gereken "mantık dışı" bir söz. Çünkü bu mantıksızlığın izini sürdüğünüz zaman, doğrudan sandığın kendisi, oradan demokrasi ve demokrasinin kurumları mantıksız hale gelir. Geriye halka tepeden bakan seçkinci bürokratik azınlığın kendinden başkasını beğenmeme mantığı kalır. Sandık sonucunun mantıksız olmasından sadece şu sonuç çıkar: "Demek ki halk kendini yönetecek ehliyette değil." O zaman yapılması gereken "mantıklı küçük bir azınlık"ın "ehliyetsiz" çoğunluğu "mantıklı bir şekilde" yönetmesidir. Peki bu "mantıkla açıklanacak şey" nedir?
Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden Türkiye'yi krize sürüklemek ve bu krizden çıkan seçimden oy beklemek gibi bir mantıktan bahsediyoruz. Bütün dünyayı negatif mesajlar ve vaatler üzerine inşa etmek. Sadece "oldurmayın" ile cumhurbaşkanlığı seçimi politikasını belirlemek ve sonuçta silahlı desteği de arkasına alarak "oldurmamak" sağlam bir mantık değil mi? Bütün seçim konuşmalarını negatif mesajlarla sürdürmek, her cümleyi mutlaka olumsuzluk ekiyle kurmak ve bu negatif söyleme oy beklemek de öyle? istikrara, ekonomik büyümeye dair en küçük bir işaret vermeden seçmenden oy beklemek de CHP için çok doğal bir mantık. Çevresini ve rakiplerini, arkasına aldığını düşündüğü silahlı destek ile tehdit etmenin demokratik rekabette işe yarayacağı hesabını yapmak da çok kuvvetli bir mantık olmalı. Kibirli, azgın ve küstah seçkin azınlığın mantığını, Aristo mantığı veya diyalektik mantıkla veya Uzakdoğu düşüncesinde kullanılan paradoks mantığı ile karıştırmamak gerekir. Bu mantığın tek kuralı vardır: "Azınlık hata yapmaz." Hata yapmak fani kullardan meydana gelen çoğunluğa mahsustur. "Halk hata yapar, birileri arada sırada bu hatayı düzeltir."
Dinler karşısında eşit mesafede tutarak devleti tarafsız kılmak olan laikliğin bir "yaşam biçimi" olduğunu düşünmek çok sağlam bir "mantık"tır. Cumhuriyet gibi bir ortak değeri % 20'yi aşamayan CHP'nin "tapulu malı" diye herkese yutturmaya kalkmak da mantıklıdır. Siyaset üstü kalması gereken yüksek değerleri, rakipler karşısında haksız rekabet üstünlüğü sağlamak için kullanmak da mantık dolu bir siyaset yapma tarzı. Yerel ile evrensel arasındaki hassas dengeyi sol politikalar, dünyanın her yerinde evrenselci bir mantıkla çözer. Etnik kimlikleri ve aidiyetleri aşan, "yurttaşlık" esasındaki eşitlikçi bağı temel alan sol politikaların CHP'de bir karşılığının olmaması da, ülkenin etnik sorununun çözümüne dair bir fikrinin bulunmaması da çok mantıklı olmalıdır. Sol yine evrensel olarak toplumun alt kesimlerine, yoksullara hitap eder. "Sosyal demokrasi"deki "sosyal" vasfını, devletin temel nitelikleri arasına yerleştiren sol siyasettir. izmir'in, Ankara'nın, istanbul'un zengin semtleriyle sınırlı bir oy tabanına dayanan CHP'nin mantığı, evrensel soldan daha kuvvetli olmalıdır.
CHP'nin mantığına aykırı bir şekilde sürekli hata yapan tarihin ve "yanlış" parti tercihlerini 22 Temmuz'da sandığa atan toplumun mantığı nasıl düzeltilebilir? Onur Öymen'in şahsında CHP'nin mantık kurgusunu değiştirerek. Bu değişikliğin ilk adımı, AK Parti'ye oy veren her iki vatandaştan birini "mantık dışı" bulmak yerine, CHP'ye oy vermemesinin sebepleri üzerinde düşünmek olmalı. Belki CHP'yi de aşan bir mantık bütünlüğünü yakalamak: Türkiye'nin adam gibi sol ve sosyal demokrat politikalar güden bir CHP'ye ihtiyacı var. Öyle bir CHP ki, hatalarından ve sürdürdüğü sakat mantıktan kurtularak tez zamanda iktidar alternatifi haline gelsin. iktidar ve muhalefet arasındaki denge demokrasi dışındaki güçler yerine CHP ile kurulsun. işte o zaman CHP, çok sağlam bir mantıkla halkın karşısına çıkacak ve kronik hale gelen seçim hezimetleri zincirini bir yerden kıracaktır.
Halkın mantığını küçümsemek yerine, CHP'yi çağın dışına iten siyasî devletçiliğinin tüketici mantığı üzerine yeniden düşünmek daha "mantıklı" değil mi?
son beş sandığın bekletilip sabah saatlerinde açıldığı durumdur.bundan sebep dtp li bağımsız adayın 20-30 fark oyla milletvekili seçilme pozisyonunda yer almasıdır.1.parti çıkan mhp ve 2.parti akp'nin 4,chp nin 3 milletvekili çıkaracağı durumda mhp ve akp'nin dtp li adayın seçilmemesi için chp'nin 4.milletvekilini çıkarmasına razı olmasıdır.gereken de budur.nitekim böyle de olmuş ve bağımsız seçilememiştir.vatana millete hayırlı olsun.
saran grup'un premier lig yayın haklarını 4 milyon euro'ya almasından sonra ntv alır mı diye umutlandığımız ancak altan tanrıkulu bünyesinde ki fox'un 5,4 milyon euro'ya saran'dan yayın haklarını satın almasından sonra, 2007/2008 sezonundan itibaren fox'un nasıl yapacağı belli olmayan iş.yine de vatana millete hayırlı olsun.
uruguay-peru maçında 90 dakika estoyanoff a,canobbio denmesine sebeb durum.hatta bu iyi olarak da karşılanabilir.o kadar ki yine onların ismini biliyor en azından,maçta toplam 9 futbolcu ismi söylendi.şaka gibi vallahi.
nasıl bir duygu olduğu anlatılamaz.telaşla hoca aranır.hoca bulunur ondan sonra hoca asistanı bulmanızı ister.asistanı bulmaya gidersiniz,asistan yerinde yoktur.tekrar hocanın yanına gidersiniz,"hocam bulamadım."dersiniz.git bulmaya çalış ben burdayım der.1 saatlik aramanın ardınizdan asistan bulunur.kağıdızı istersiniz.kontrol edersiniz.o da ne hoca bir soruyu okumayı unutmuş.. allah allah dersiniz.üstelik okumayı unuttuğu soru 8 puanlık ve de doğrudur.asistana gösterirsiniz. evet cevap doğru ama ben bir şey yapamam,hocayı bul der.hocanın odasına gidersiniz......hoca gitmiştir.işte böle bi şey 49dan kalmak
galibi çok ama çok merak edilen eşleşme.kim çıkarsa hem sevinicez hem üzülecez.kim çıkarsa çıksın yeter ki dallas ve phonexi durdursun,playoffun da bi farkı olmalı canım dedirtiyor.
bu kulüpler bir çok spor dalında boy göstermekle birlikle,bulundukları ülkelerde sporun en iyi temsilcileri olmuşlardır.bu kulüpleri sayarsak eğer;beşiktaş,fenerbahçe , galatasaray,olympiakos,panathinakios,aek atina,barcelona,real madrid,cska ve dinamo moscow,partizan,kızılyıldız.
dünyada olabilecek en tehlikeli durumlardan biridir.bunu genel çerçede açıklarsak eğer,kişi yaptığı davranışların doğruluğla ilgilenmez.tamamiyle duygularının esiri olmuştur.mantıklı kararlar veremez.çevresindeki herkese de dolayısıyla istemese de kötülük etmiş olur.onun için her şeyin bir sınırı aşkın bile. (bkz: elizabeth 1)filmi