Heyecanlandıran telefon. Nedenine gerekçe olarak, hem tasarım ve malzeme kalitesi 'premium' sayılabilecek düzeyde hem de kamera performansı harika. bu haliyle 1.600 civarı bir fiyata çıkacak. hiç fena değil. sanıyorum huawei marka bilinirliği yüzünden g4, s6'ya neredeyse yaklaşacak bu telefonu daha ucuza satıyor
ikisi de mükemmel, komedyen ve oyuncudur ancak bunun dışında,
Türk olduğum ve ingiltere'de biraz kaldığım ve kültürleriyle haşır neşir olabildiğim için ikisi de benim için komiktir.
Ancak, Ricky Gervais, komedisinde ingiliz kültürüne ait unsurlar bulunsa da yine de dünya çapında anlaşılabilir komedi yapar.
Cem yılmaz öyle değildir. Türkler dışında onu kıyısından köşesinden de olsa anlayabilecek yabancı sayılıdır.
Ricky Gervais, The Office, Extras gibe aşırı komik ve yaratıcı diziler yazdığı, yönettiği ve oynadığı gibi,
Cem yılmaz filmlerine ne kadar özense de oyunculuk açısıdan iyi ama komedi açısından pek parlak olmayan işler yapmıştır.
Ricky reis, ingiltere'nin de özgür bir ülke olmasından kendi politik görüşünü, dini görüşünü (olmayan görüş, ateist.) dizilerinde, standup showlarında kullanmaktan kaçınmaz. Politiktir.
Cem yılmaz, türkiye gibi demokrasiden uzak, içi dışı bir olmayan ülkede doğru olanı yapar. Apolitiktir. Ülkeye göre doğrusunu yapar.
Bununla beraber, ikisi de stand-up showlarında siyah arka plan, siyah tshirt, pantolon kullanır (tabi bu ilgi odağını surata ve kollara çekmek içindir)
Tdk'ya göre anlamı: isim Yeteneksiz olma durumu, kabiliyetsizlik, istidatsızlık.
bununla ilgili tdk'nın kelimeyi, cümle içersinde kullandığı cümle yerine ben ekleyeyim:
"Psikyatriste gittiğimde, bir yeteneksiz olarak neden şarküteri de peynir satmak yerine evimde oturduğumu bildiğimi, bunun libidomun azlığından dolayı olduğunu söyleyeceğim."
tamamiyle sakirce bir durum. hem inanmayacaksın o dine, hem de inananların hak ettiği tatile ortak olacaksın. Ateistliğin bile etiği ve ahlakı olmalıdır, ateistler bu tatili reddetmeli, çalışmalıdır.
istanbul'da yaşayan bir insan olarak düşündüğüm ve cevabını bulamadığım bir soru. aha bu şehirde 20 milyon adam var ortalama. nereye gidiyor sıçtığımız boklar lan. yer altından denize mi akıyor. yakılıyor mu bu boklar.
edemezsin tabi amcık ağızlı. çünkü şu kullandığın bilgisayarın tuşlarının bile hangi maddeden yapıldığını bilmiyorsun. nasıl işleniyor, nedir?
o çiplerin özellikleri nedir. ama "ay buuu i3 yhaa i7 istiyorum alırkeen en iyisi" demesini biliyorsun. tabi ki diyeceksin. ama bin yıl öncesine git bakim. padişah desin sana, e milenyum piçi, iyi bilirsin sen teknolojiyi yap bize bi şey ileriden de düşmanlara korku salalım dese. ne bok yiyeceksin lan? ha hiç düşünüyo musun yatmadan.
telefonu icat edebilir misin? anca anlatırsın dalyarak. "yea şimdi padişaam bi şey var telsiz(!) böyle uzaktan konuşuyosun aklın çıkar" demekle mi yetineceksin hımbıl.
napıcaksın. o kadar geldin gelecekten amına koyim. bişiler yap. şimdi microsoftu kurardım parayı basardım diyeceksin de. be pezevenk beğenmediğin windows 98 kurulacak daha bilgisayar yok, elektrik yok hele yani. amcık. kazağına sürterek anca elektrik çıkatırsın gidersin ibni sinanın, mimar sinanın yanına "aga siz zeki insanlarsınız böyle bi şey var gelecekte ben anlatim de siz bulun" dersin.
kapitalist düzen diyen hergeleler bi kere 80 ortaları ve sonlarına doğanlar. o tamam.
sistemin çarkları diyen gavatlarda şimdi 30 yaşlarındalar.
kapitalist düzen diyen hergeleler, apple dan kaçıyor, hoop nike yerine kösele(!) giyiyor derkeeenn hooop ahh. karnı acıkıp, burger king'den yiyor.
o göbek ne öyle pezevenk?
sistemin çarkları diyen müyendizler ar-ge şirketlerinde çark'lık pozisyonunda çalışıyor. iletişimciler aziz kedi gibi nickler alıp okan bayülgen programında fuck the system deyip, çarklık pozisyonlarına devam ediyorlar.
toplantı yapacağız der. toplar bütün vasıfsız, kuru göt, vasıflı ama şanssız, iyi niyetli ama içine kapanık orta halli beyaz tenli çekingen çocuğu, çingene kızı, türbanlı ama işde çalışırken türbanını çıkaran beyaz tenli karadeniz kızını, çorumlu-kayserili kurnaz hin çocuğu. başlar pek değerli "hedeflerini", "kurumsal kimliklerini" övmeye, saymaya. sanki pezevenk franchise sahibi. bi de gider, iki-üç para kazanayım da laf etmesin ailem diyen panic-disorder sorunlu çekingen çocuğa "okan, sen çok pasifsin yırtık olman lazım işini severek yapmıyosun" demeye.
orada iğreniyorum hayattan. orada eriyorum. hemen atlar kayserili anadolu kurnazı. "mehmet bey oğa ben diyom hep seri ol diye bagıyo bana öyle mal mal keh keh" diye kara kuru kıza dönüp sırıtmaya.
bi saat anlatır da anlatır. herkesin kötü özelliklerini söyler. amına koyim satıcağın iki king boy tavukburger lan. insanları strese sokuyosun. anlamsızlığa anlam yüklüyosun pezevenk. allah kimseleri eline düşürmesin
çok uzun zamandan beri avrupada olan bu sistem türkiye'ye de geldiğinde ilk başta sevinç yaratsa da bizim dombili, hımbıl halkımızın beceremeyeceğini idrak etmem çok da uzun sürmedi.
kadın almış çiçek yağını okutup. sağa koyuyor. oldu canım orada sensör var da senin nereye koyduğunu anlayacak. lan orada poşete koy diyor. bağrıyor robot kadın makinanın içinde.
çünkü sevgiline de versin istersin. hoşuna gider nihayetinde. bi de ben de yerim o şekeri. neden? yemiyeyim. alırsın şekeri sana yapışır "hanfenddi bizz onnarıı yardımmm amaçlııı veriyoruuz bağış yaparrrr mıydınızz" der yavşakça.
sahi o yavşak sesli çocuk gerçek hayatında ne yapıyor lan? nasıl bi hayatı var, hangi okulda?
herneyse.
sen hem sevinirsin ilk. hem de hayalkırıklığı yaşarsın. zehir eder urusupucocu
çünkü adam almış da almış amına koyim. yaş 60 adamda solcu tipi var. kel. 4-5 tane rakı almış, çerez almış, cips almış, büsküvi almış. 20'lerinde olan senle aynı tüketimi yapıyor. haliyle aldıklarında birbirine çok benziyor o ilerleyen siyah bantın üzerinde. e kadın ayraç koymuyor araya bu sizin miydi demeden benimkini de adamın ürünüymüş gibi okutuyor.
çünkü türk olduğum ve düze lise mezunu olduğum için amına koyim. ingiltereye gidersin, adamlar kestirip konuşur sonradan farkedersin. "do you need a bag" demiyor adam. need a bag deyip kestirip atıyor.
eskiden genç-yaşı, öğrenci-liseli, apaçi-köylü demeden uzatırlardı. Atatürk bu ya almadan olmaz. alırdın. sonra peşinden koşar aslında biz yardım topluyoz da bağış falan derlerdi.
sonra yok ben atatürk resmi almak istemiyorum diyemezdin. yani sonunda derdin tabi de, kuran okunan kanalı geçip eğlenceli bir şey izlemekteki azapla kalırdın. ya da kalmazdın herneyse.
bu adamlar yine türedi. ancak bu sefer bilerek dünyadan bi haber, turşu amca veya ninelere onların da solcu tipli olanlarlarına uzatıyorlar. adam da alıyor para veriyor napsın.
çünkü fişlere ihtiyacımız olmadığında, cüzdanımıza da koymak istemediğimizde napacağız. fişi oraya bırakacağız diye hayal ve güdülere sahipken. çakal kasiyer pratik olsun diye parayla fişi bir arada veriyor size. napacağınızı şaşırıyorsunuz. genelde cüzdanda fiş birikiyor.
sonra annen o fişi görüyüyor meraklı ne aldığına. işte tofita almışın çocuk musun, renkli zararlı o. işte starbucks oh ye iç pahalı yerden ya da işte. okey.durex
alışveriş sonrası bozuk para üstü alırken kadının/kızının eline dokunmamaya çalışmaktır. ya da bozuk para verirken eliyle hiç bir dokunuşa geçmeden bozuk paraları lök diye avuç içine bırakmaktır.
-sarj ömrü (60'de de 2 kat fazla
-cross-type focus şeysi
-ağırlığı
bunların hiçbiri önemli bir fark sayılmaz. özellikle video çekecekseniz kısa film falan için 600d alın derim. ancak!
60d yarı profesyonel katagorisine girdiğinden, plug-in güncellemeleri sık oluyor. final cut'da kurgu yapacaksanız plug-ini sayesinde apple formatına çevirip, render etmeden rahat rahat kurgu yapabilirsiniz.
arasındaki 400 lira (spottan alırsanız) fark bunlardır yani
burada resimlerle anlatılan tavsiyelerdir. benim ek olarak tavsiyelerim:
-muhakkak kendi cep telefonunuzu götürün, abidik gubidik international hatları rahat çalıştırır.
-elinizde altın bilezik olsun. aşcılığı, saç kesmeyi, masaj yapmayı vb. bilin. yüksek ücretlere köle olmadan çalışırsınız.
-hemen ev bulmaya kalkmayın ingiliz ailenin yanında kalın.
-dil öğrenmek amacıyla gidiyorsanız, sakın londra'ya gitmeyin
Bir sonraki dersime iki saat varken Starbucks'a gidip kitap okuyarak ve kahve içerek beklemeye karar verdim. Okulum, pahalı bir yerde olmasından dolayı Starbucks'ın prestiji bile Simit Sarayı ile aynı.
Sıradaydım, bekliyorum. Önümde iki tane kolej üniformalı kız vardı. içlerinden bir tanesi gayet besilli, uzun boylu sarışın ve çerçeve gözlüklüydü. "Tall Latte" siparişi vermişti. Kahveyi hazırlayan kadın isminiz diye sordu. Kız "ilayda" dedi.
ilayda bu kadar mı cuk otururdu o tipe. Vay anasını. Kız tam olarak bir ilayda idi. Ardından siparişi alan kadın "Siz Beyfendi" dedi. Cılız bir ses tonu kullanırdı normal ben. Ama o kasvetin altındayken superegom "Dur !" dedi. "Sen de özelsin. Çünkü sen sensin" dedi. Çok r li ismimi r leri bastıra bastıra söyledim.
Siparişlerimizi beklerken yanındaki arkadaşı "Biliyo musun Egemen bunları yiyoo" diyerek elindeki kahve çekirdeğini gösterdi.
Kahve çekirdeğini yiyen kolejli Egemen nedense kafamda tasvirlediğim Toprak yiyen, 0,7 uç yiyen Kuştepe Yunus Emre Liseli Mehmet'e benzemiyordu. Kolejli Egemen aykırıydı ancak uzun kıvırcık saçlıydı. Mehmet gibi kafasına tas geçiripte kenarları kesilmiş gibi özensiz saç şekline sahip değildi yani. Egemen, babasınından kalan 83 model Fender Telecasterla hatrı sayılır şarkılar çalabiliyorken, sololar atabiliyorken Mehmet ise güç bela bir hevesle dayısının ona unkapanından aldığı Wolf marka (marka ?) gitarıyla akordu eve getirdiği anda bozulan ve ebediyete kadar bir daha akordu yapılmayacak gitariyla bir süre bir iki perdeye bastıktan sonra ümitsizlikle kılıfına koyup kaldırıyor.
Egemen Aşkı Memnundaki çocuktu aslında. Mehmet de anca Samanyolu Tv dizilerindeki bir çocuk olabilirdi. Herneyse.
ilayda parasını ödemek için, Kredi kartı uzattı. 96 ya da97 doğumlu birisi limitsiz bir harcamaya sahipken, Maaş aldığım bankanın bana sormadan 150 lira limitli kredi kartını iptal ettirmek aklıma geldi. Ben de ardından yıpranmış banka kartımı uzattım. Neden kötü hissediyordum? Somali diye bi...bırak somaliyi van'da insanlar felaket kurbanıyken neydi bu içinde bulunduğum riyakarlık. Kafama taktığım ilayda hakkında düşünmek zorunda mıydım.
Muhtemelen bebekliğinden beri yanında olduğum küçük kuzenimden bir-iki yaş büyük olan bu kızın ilayda demesinden sonra bir etki alanına girmiştim. Bunu düşünmeye değer bulmayı bırakın gerildim. Belki de buydu sorun. Belki de, hayatımda varlık içinde olduğumuz zamanlarda dahi evde yaratılan kasvet ve yoksulluk havasından bu gerginlik vardı üzerimde. Ülker gofretin bütün çikolatalı yüzeyini dişimle kemirip, çıplak gofreti üzerine iktisadi bir şekilde yemem de neydi? Bir çikolota yarım saat tüketilecek kadar değerli ve az bulunur şey olabilir miydi? Daha doğrusu bu kadar dandik şeylere aşırı zaman harcayan adamın başka yerlerle efor sarfetmesi gerekmez miydi.
ingilizce için ingiltere'de kebabçılık, broşür dağıtmacılık yaparak yine de yetersiz öğrendiğim ingilizceyi ilayda acaba hangi düzeyde biliyordu. Anaokulundan beri sıkı ve yoğun bir ingilizce eğitimiyle o anda benim son çırpınışlarımla öğrendiğimden daha fazlaydı. Ben biliyorum. ilayda'ydı kız beyler. Şu ömrü hayatımda girdiğim melankoli, gireceğim gelecek kaygısından zerre tatmayacak bir kişiydi bu ilayda. O yüzden geriliyordum belki de. Tam yazım biterken Pis Yedili adlı yeni bir dizinin fragmanını gördüm. Kolejli Egemen de oradaydı gördüm onu.
sosyal eşitliği sağlamak, zengin ve fakir öğrencinin arasında ayrımın olmamasıdır. (birisi benettından, diğeri vaikiki den giyinirse yani)
ee bu özel okullarda aileler yıllık 14 bin lira vermiyor mu bu okullara. hepsi paralı öğrenci değil mi? hepsi benettından, boynerden efenime söylim abercrombie den giyinecek güçte değil mi? e o zaman niye giyiyor lan bunlar üniforma
Söğütlüçeşmeden mecidiyeköye gideceğim. stajyerim. bütün gün hammalık yapmışım. çaylağım.
yaş gelmiş yine de hatrı sayılır bir yaşa. tatmin olamamışım. bir sürü de derdim var. ama olsun, iş bitti eve gitme vakti.
nerden bilebilirsiniz ki? birazdan "sapık damgası" yiyeceğinizi. bir de bu mu olacak yani o günün sonunda. bunu bilmeyerek bindim metrobüse.
iş çıkışı vakti olduğu için saat 6 civarı söğütlüçeşmede dop doluydu metrobüs. bir sonraki durakta daha da arttı. ben de bu sırada öndeyim.
tam önümde de hani 1.5 kişilik koltuğun olduğu yerde, tiki, kokoş bir kız ve annesi oturuyor.
efendim 1 durak daha sonra, yaşlı bir emmi ve karısı zaten balık istifi olan metrobüse yalvar yakar biniyorlar. yetmiyor, önden bir kaç kişi daha itişerek içeri girmeye çalışıyor. artık o kadar kalabalık ki metrobüs, ön kapı kapanamıyor bile 3-4 dakika kapanmasını bekliyoruz. kimse de önden inmiyor ha!
yanımda, sıkışıklıktan sürekli el teması yapmak zorunda kaldığım bıyıklı, orta yaşlı anadolu bağrı bir adam. söyleniyor.
"halgımız ne bu yav, 2 daggada bi geliyor binseğ ya" diyor birilerine. (belki bana da demiştir)
film burada başlıyor,
kollarım çarpraz, ancak kafamı koyabiliyorum arasına. içerisi tıklım tıklım. pis..leş. köprüden geçerken o güzelim manzaranın hiç bi çekiciliği yok.
tam o zamanlarda, kasıklarım önümdeki oturan analı-kızdan, anasına deyiyor haliyle. bir tepki yok.
daha sonra zincirlikuyuya gelirken inanılmaz bir viraj vardır bilirsiniz. vücudunuzu esnetmeniz gerekir düşmemek için eğer ayaktaysanız tabi.
lan kasıklarım yine deyiyor kadının koluna. ama ne yapayım lan. dengede kalmak imkansız. yoksa üzerlerine kapaklanacağım. en sonunda kadın ve kız söylenmeye başladı.
sonra kafasını bana doğru çevirdi kadın ama bakmadım. yoksa tartışacaktım. tam o sırada ensemden bir kol tuttuğu gibi, sola attı beni.
"hanımlar rahatsız olüyür sen geç şöyle"
zaten geldim geleceğim yere. şoke oluyorum. direkt basıp gidiyorum.
şimdi o kokoşlar evlerine vardıklarında "ay sapık çocuk dayıyodu, ay var böyle sapıklar" diye arkamdan atıp tutacak.
o zaman farklı bir otobüs tahsis edilsin lan kadınlara, zaten yaşlısıydı bilmemneydiden yer kalmıyor sana. arkamdan iten teyzelersiz rahat rahat ulaşımımızı yapalım biz de.