Film, kimler arasında geçtiğini anlamadığımız telefon görüşmelerinin sesiyle başlıyor ve ortada bir sorun olduğunu anlamamız sağlanıyor. Ayrıca daha sonrasında filmin düğüm bölümünde bir kez daha ortaya çıkacak olan ve çözüm bölümünde olayların kaderini belirleyecek Colson ismine dikkat çekiliyor. Watergate sürecinden bahsedildikten sonra ise Richard Nixon ile beraber filmin diğer ana karakteri David Frost seyirciye tanıtılıyor ve bu ikilinin film içerisinde karşı karşıya geleceği Frost'un canlı yayında Nixon'ın Beyaz Saray'dan ayrılmasını izlemesiyle seyirciye hissettiriliyor ve olaylar olgunlaşmaya başlıyor. David Frost herkes tarafından bilinen ve izlenen, birkaç farklı ülkede talk show yapan ünlü bir sunucudur. Frost, Nixon'ın canlı yayınla verilen Beyaz Saray'dan ayrılışının 400 milyon kişi tarafından izlenmesi ve daha sonrasında Nixon'ın yerine gelen yeni başkan tarafından Nixon'ın affedilmesinin ülke çapında geniş kitlelerce olumsuz karşılanmasının ardından bunu bir fırsata çevirme kararını çoktan vermiştir. Filmin bundan sonraki bölümünde ise göze keskin bir şekilde çarpan ilk ayrıntı medya-iktidar ilişkisi oluyor. Her iki tarafında para karşılığı bu söyleşiyi kabul etmesi, medya-iktidar ilişkisinin sadece böyle olağandışı durumlarda değil normal zamanlarda da bu kadar kirli olabileceğini gösteriyor. Nixon, bu söyleşi karşılığında hem kendini temize çıkaracağını düşünüyor hem de üstüne para kazandıracak bir hamle yapıyor. Frost ise bu söyleşiyle birlikte hiç yapılmayanı yapmayı ve zaten var olan ününü daha da arttırmayı hedefliyor. Frost, yapımcısı John Birt ve uçakta tanıştığı daha sonrasında da kız arkadaşı olacak olan Caroline Cushing ile birlikte Nixon'a ilk ziyaretini gerçekleştiriyor. Burada dikkati çeken nokta, filmin sonunda da vurgulanacak bir noktanın ipuçlarını veriyor. Frost ve diğerleri bahçeye girdiklerinde Nixon, evin içinden onları gözlemliyor ve Frost'un ayağındaki ayakkabıları ve arabadan çıplak ayaklarla inen ve üzerinde dekolte bir kıyafet olan Cushing'i dikkatle inceleyerek şaşıran bir ifadeye bürünüyor. Ön görüşme diyebileceğimiz ilk görüşme bittikten sonra da Nixon, sağ kolu olarak adlandırdığı Jack Brennan'a Frost'un ayakkabılarını soruyor ve karşılığında Jack'ten o tür italyan stili bağcıksız ayakkabıların çok feminen durduğunu, bu yüzden de bir erkeğe yakışmadığı cevabını alıyor. Dolayısıyla yönetmen burada belki de filmin ana fikrinianlamamızı ve açıklamamızı sağlayacak olan ayakkabı metaforunu kullanmaya başlıyor. Frost ise bu sırada yayıncı kuruluşlarla görüşmeler yapıyor ve hepsinden ret cevabı aldıktan sonra sadece bir program için kendi yayın kuruluşunu kurmaya karar veriyor ki yönetmen Frost'un elindeki puroya yakın çekim yaparak aslında Frost'un da Nixon kadar güçlü olduğunu hissettiriyor. Çünkü biliyoruz ki elinde puroyla dolaşan ve sürekli puro içen bir adam, gerek ekonomik gerek sınıfsal olarak üst tabakaya ait bir insandır. Filmin bir diğer kopma noktası ise Frost'un yapımcısı ve yeni danışmanlarıyla yaptığı toplantı sırasında gerçekleşmektedir. Frost, bu toplantıda hakkında yapılan olumsuz yorumları öğrenir ve önceden yalnızca ününü arttırmak için kullanacağı bu söyleşiyi artık bir talk show sunucusunun da siyasi bir söyleşide başarılı olabileceğini kanıtlamak amacıyla kafasında kurgulamaya başlar. Söyleşilerin birinci gününde sırasıyla Frost'un ve Nixon'ın söyleşiye giderken ki hazırlıklarını görürüz ve burada göze en çok çarpan Frost'un sevgilisiyle Nixon'ın ise karısıyla vedalaştığı andır. Frost, sevgilisiyle çok samimi bir şekilde vedalaşır. Nixon tam tersine karısıyla vedalaşırken bir o kadar soğuktur ki burada karısı da Nixon'a ürkekçe yaklaşır. Yine filmin final sahnesinde bu ayrıntılara dair yönetmenin hazırlık yaptığı ve seyircinin dikkatini çektiğini görürüz. Çünkü Frost ve Nixon'ın ilk tanışma sahnesinde de Cushing, Frost ile birlikteyken Nixon'ın karısı bahçededir ve bu durum kısa bir süre için Cushing'in dikkatini çekmiştir. ilk söyleşiye başlamadan önce Frost ve Nixon arasındaki diyalog dikkat çekmektedir zira Nixon sürekli olarak Frost'a onu daha da gergin bir havaya sokmaya yönelik söylemlerde bulunur. Bu söyleşi için ne kadar para harcadığını ve yine yeniden Frost'un giydiği ayakkabıları işaret ederek o ayakkabıları çok kadınsı bulmuyor musun şeklinde sorular sorar. Frost'un hayır cevabının üzerine ise Nixon, Frost'un yaşadığı hayata vurgu yaparak bunun normal olduğunu söyler ve yönetmen artık iyiden iyiye ayakkabı metaforu üzerinden Nixon ve Frost arasındaki yaşam farklarını seyirciye hissettirmeye başlar. ilk gün söyleşisinde istediğini alan taraf Nixon olur. Nixon, sorulan kritik sorulara anılarını anlatarak, benzetmeler yaparak cevap verir ve elinden geldiğince uzun konuşarak süreyi doldurmaya çalışır. Bu sahnede ilk aklıma gelen Recep Tayyip Erdoğan'ın Beyaz Tv'de katıldığı söyleşi oldu. Tıpkı burada Nixon'ın yaptığı gibi sorulan soruya anılarından özellikle de ailesinden bahsederek cevap veren Erdoğan, yoğunluktan dolayı kızıyla görüşemediği, bu yüzden kızının ona dargın olduğu gibi ayrıntılara girerek bir nevi duygu sömürüsü yöntemini kullanmıştı ki tıpkı Nixon'ın burada yaptığı gibi. Sonuç olarak ilk gün söyleşisinde Nixon'ın aslında aleyhine olan soruları bu şekilde lehine çevirdiğini görmekteyiz. Söyleşilerin ikinci gününde kayda girmeden önce Nixon yine aynı taktiği uygulayarak Frost'un dikkatini dağıtacak birkaç söylemde bulunuyor ki bunlardan en önemlisi Frost'a kayda girmeden hemen önce yönelttiği soru oluyor. Cushing'i gören Nixon bir süre durduktan sonra Frost'a "Hiç evlilik dışı ilişki yaşadın mı ?" sorusunu soruyor. Aslında burada Nixon'ın artık Frost'u sadece gerginleştirmeye yönelik değil filmin sonlarına doğru açığa çıkacak olan istediği hayatı yaşayamamasından ve bu tür şeyleri merak etmesinden dolayı Frost'a bu tür bir soru yönelttiğini anlamış olacağız. ikinci günde de Frost'un sorularına aynı taktikleri izleyerek cevap veren Nixon, bu günün sonunda da yine kazanan taraf oluyor. Söyleşilerin üçüncü günündeyse Frost, ekibiyle belki de en hararetli tartışmasını yaşıyor çünkü kayıtlar sonunda ekipten iki kişinin Nixon'a yeniden başkanlığa aday olması halinde oy vermeyi düşündüğünü öğreniyor ve Nixon'ı insanlara karşı iyi ve masum gösterdiği için ekibi tarafından adeta eleştiri yağmuruna tutuluyor. Gün sonundaysa yönetmen bizlere yeniden Frost ve Nixon'ın farklı yaşam tarzlarını gösteriyor. Frost, birçok ünlünün de katıldığı bir partide doğum gününü kutlarken, Nixon, evinde sessiz sakin bir şekilde her zaman yanında bulunan kişilere sadece piyano çalarak vakit geçiriyor. Filmin belki de en önemli sahnelerinden biri de gecenin bir yarısı Nixon'ın Frost'u aradığı sahne. Yönetmenin önceki sahnelerde hissettirmeye başladığı Nixon'ın Frost'a kıyasla istediği hayatı yaşayamaması durumu bu sahneyle beraber Nixon'ın ağzından tek tek dökülmeye başlıyor. Öncelikle Frost'un cuma gecesini yalnız geçirip geçirmediğini öğrenerek söze başlayan Nixon, daha sonrasında insanların kendisini hor görmesini, bu yüzden bugüne kadar olumlu olumsuz yaptığı her şeyi o insanların kendisine saygı duymasını istediği için yaptığını içeren bir tirat atıyor. Ve çözüm bölümü yani söyleşilerin son günü. Frost, son güne çok hazırlıklı bir biçimde gelmiştir ve filmin başında adı geçen Colson ile olan görüşmelerini ele geçirerek Nixon'ı hiç beklemediği bir yerden vurup avlamayı başarmıştır. Nixon'ın gardının düştüğü an ise aslında filmin başlığı niteliğindeki şu cümledir: "Bir başkan yaparsa yasadışı olmaz." Bu cümle sonrasında mücadeleyi kaybettiğini anlayan Nixon, daha sonrasında içindeki vicdan duygusuna yenik düşer ve her şeyi açıkça anlatmaya başlar. Bu sırada kameranın Nixon'ı yakın çekimden göstermesi onun ne kadar yorulduğunu, yaşlandığını göstermekle birlikte kendisinin de söylediği gibi politik yaşamının bittiğini gösterir seyircilere ki hemen devamında James Reston'ın söylediği "Yakın çekimin indirgeyici gücüne şahit olduğum an Nixon'ın kaybettiğini anladığım andı. Araştırmacı gazetecilerin, savcıların, adalet komisyonu üyelerinin, siyasi rakiplerinin yapamadığını Frost yaptı." cümlesi bütün bunları destekler niteliktedir. Ayrıca Reston'ın söylediği bu cümle aynı zamanda medyanın dördüncü kuvvet olarak kullanıldığında ne kadar etkili olabileceğini de gözler önüne seriyor. Yönetmenin bütün film boyunca hissettirdiği Nixon'ın bir şeyleri yaşayamama durumundan dolayı kendisini kötü hissettiğini anlatan sahnelerin sonuncusu ise filmin son sahnesinde kendisine yer buluyor. Frost'a içerisinde bulunduğu partilerden ve eğlencelerden gerçekten memnun olup olmadığını soran Nixon, onun ne kadar şanslı bir insan olduğunu, kendisinin hiçbir zaman böyle insanlarla böyle ortamlarda bulunamadığını ifade ederek bütün film boyunca kendisiyle Frost'u karşılaştırdığını açıkça gözler önüne seriyor.
Daha önce de belirttiğim gibi filmin en önemli metaforu olarak gördüğüm ayakkabı metaforunu filmin son sahnesinde yönetmen çok çarpıcı bir şekilde kullanıyor. Frost, film boyunca bahsi geçen ayakkabılardan bir çift Nixon'a hediye ediyor ve son sahnede Nixon, ayakkabıları önüne koyup onlara bakarken ekran yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Aslında o ayakkabılar Nixon'ın hayatı boyunca istediği şekilde yaşayamadığını, hor görüldüğünü, insanlar tarafından sevilmediğini ve bunun gibi daha birçok insani duygudan uzak yaşadığını anlatıyor izleyiciye. Ve son olarak kişisel çıkarımım ya da benzetmem diyebilirim, bir örnek daha vererek yazıyı sonlandırmak istiyorum. Yukarıda bir Recep Tayyip Erdoğan örneği ve benzetmesi yapmıştım. O durum sadece tek bir sahne için geçerliydi ancak şimdi yazacağım durumu aslında filmin geneline daha doğrusu Nixon'ın içinde bulunduğu ruh durumuna denk sayabiliriz diye düşünüyorum. Kendisinden hiç hazzetmesem de ve görüşlerini savunmasam da Yılmaz Özdil'in Abbas Güçlü ile Genç Bakış'a katıldığı bir program vardır. Bu programda Yılmaz Özdil, az önce de söylediğim gibi aslında bu filmin geneline uyum sağlayan ve Nixon'ın neden bu kadar kötü bir insan olduğunu neden onun yüzünden bu kadar insan öldüğünü, her zaman sevgiye ve saygıya aç bir kişilik olduğunu özetler nitelikte bir konuşması vardır. Özdil der ki: "Dağıtmadan toparlayamazsınız ve bunu ancak şimdi yapabilirsiniz. Erik çalın, raylarda koşun. Çünkü en vahim gençlik hatası gençliğini yaşamamaktır. Bugün Türkiye'yi yönettiği iddia edilen insanların dramı gençliklerini yaşayamamış olmalarıdır. Gençlik sadece nüfus kağıdında gün atması değildir. Belki erkek arkadaşının elini tutmaktır belki onun senin yanağından bir öpücük almasıdır. Belki bir tatile gitmenizdir belki de polise taş atmaktır. Polise taş atın manasında söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Gitar çalın. Çalmayanlar size kızıyor. Gençliğinizi yaşayın. Bizi ancak siz kurtarabilirsiniz. Bütün bunları eleştirmeden hatta tam tersine üzülerek söylüyorum. Tayyip Erdoğan bir tane bira içseydi, bugün Türkiye çok daha iyi bir yer olurdu. Bunu alkol manasında söylemiyorum ama bir tane bira içen adamın dinsiz olmadığını görürdü ya da bir bira içtiğin zaman hayata başka pencereden bakmadığını görürdü. Gençliğinizi doya doya yaşayın ki ileride gençliğini yaşayamamış insanların durumuna düşmeyin."
9 Ekim 2015 itibariyle şike davasındaki tüm sanıklar beraat etti. Şaşırdık mı ? Elbette hayır. Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi CAS tarafından dahi şike yaptıkları onaylanan Fenerbahçe kulübü, başta kulüp başkanı Aziz Yıldırım olmak üzere birçok yönetici ve bu süreçte adı geçen futbolcu vs. daha birçok isim, ses kayıtları ve bununla ilintili olarak şike yaptıkları aleni bir şekilde belli olmasına rağmen ellerini kollarını sallayarak bu ülkenin futbolunda var olmaya devam edecekler. Ki Aziz Yıldırım'ın "Ben şike yaptıysam Fenerbahçe için yaptım." sözleri halâ kulaklarda çınlarken... Tabi bütün bu çirkinlikler bu kadarla sınırlı kalmıyor. Gezi süreci malumunuz herkesin bildiği bir süreç. Bu ülkede yıllardır boku bokuna ölen birçok insan gibi Gezi sürecinde de boku bokuna ölen insanlardan biriydi Ali ismail Korkmaz. O çocuğun belki de siyasetle hiçbir ilgisi yoktu. Belki de sadece o günlerdeki birçok insan gibi sadece destek olmaya çıkmıştı sokağa ama maalesef öldü. Ve bu çocuk sırf Fenerbahçeli diye birçok Fenerbahçe taraftarı ve yöneticisi tarafından kullanıldı. O dönemde tribünlerde bazı taraftarlar tarafından Gezi ile ilgili tezahüratlar yapılıyordu. Ali ismail Korkmaz tezahüratı da bunlardan biriydi. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan "Bu tür tezahüratlara asla izin vermeyiz" şeklinde bir açıklama da bulunduktan sonra Aziz Yıldırım ve Mahmut Uslu CNN Türk'te Ahmet Hakan'ın programına katılarak "Tribünlerdeki Ali ismail Korkmaz tezahüratlarını kimse engelleyemez." dedi. Dikkat ettiyseniz Gezi'ye dair yapılan tezahüratları değil, sadece Ali ismail için yapılan tezahüratları kimse engelleyemez. Tekrar tekrar söylemek hoş değil belki ama hiçbir suçu ve günahı olmayan ve boku bokuna ölen bir çocuğu kendinizi biraz olsun masumlaştırmak ve kendinize biraz olsun daha fazla destekçi bulmak için şike davanıza alet ettiniz. Ve her nasıl olduysa dönemin başbakanına, karşı gelen söylemlerde bulunabilen bir yönetici ve buna bağlı olarak şike yapan bütün isimler artık her zaman olduğu gibi bizim bilmediğimiz neler döndüyse çok rahat bir biçimde beraat edebiliyorlar. Dünya üzerindeki bütün futbol liglerinde ezeli rakipler mevcuttur ve bu ezeli rakipler birbirlerini doğal olarak sevmezler. Ben de bütün bu süreçlerden önce Fenerbahçe'den nefret ederdim ama bu süreçler itibariyle Fenerbahçe kulübünden ve bütün bu süreci destekleyen gerek Fenerbahçe taraftarına gerek diğer insanlara tiksinmenin de ötesinde tarif edemeyeceğim bir duygu besliyorum. Bu ülkeden hiçbir zaman nefret etmedim ve etmeyeceğimi de biliyorum ama bu ülkenin bu gibi insanlarından her geçen gün daha da ireniyorum. Gel gelelim yarın öbür gün yolsuzluk davası adı altında herkesçe bilinen malum şahıslar beraat ederse, şike davasında beraat eden bu isimler için sevinen insanların hiçbirinin, yolsuzluk yaptığı alenen belli olan kişilerin beraat etmesine ağızlarını açıp tek bir söz söylemeye hakkı yoktur.
Palto Film Günleri 23 - 28 Aralık 2014 tarihleri arasında 8. kez Eskişehirde! #paltonugiygel
ismini aslen Gogolün Palto hikayesinden sureten ise düzenlenme aralığı olan kış mevsiminden alan Palto Film Günleri, Eskişehir Anadolu Üniversitesi iletişim Bilimleri Fakültesi ve Sinema Kulübünün desteğiyle 8. kez gerçekleşiyor.
Sponsorluğunu Eskişehir Büyükşehir ve Tepebaşı Belediyesi, A.Ü iletişim Bilimleri Fakültesi, GOGO Project, La Puerta, Telefun, UniboardTV, Varuna Memphis, Spacesheep, Logart Fair, Peyote, Nuhun Ankara Makarnası, Kuru Kahveci Mehmet Efendi, Simit Sarayı, Abacı Konak Otel, Calling dergisi ve Bakınızın üstlendiği 8. Palto Film Günleri kapsamında gösterilecek 13 uzun metraj, 1 belgesel film ile Eskişehir yine sinemanın en iyi örnekleri ile buluşacak.
Açılış Filmi Sesime Gel, Partinin Adresi Yine Peyote!
8. Palto Film Günleri, 23 Aralık Salı günü Anadolu Üniversitesi Sinema Anadoluda Derviş Zaim ve Hüseyin Karabeyin katılımıyla açılacak. 12.00de Balık ve 18.00de Sesime Gel gösterimlerinin ardından Derviş Zaim ve Hüseyin Karabey seyirciyle buluşacak. 8. Palto Film Günlerinde açılış coşkusu Peyotede Görkem Han Jr.ın performansıyla zirveye ulaşacak.
Tüm Filmleri izlemek isteyene Palto Kart!
Bağımsız sinema örnekleriyle tam 6 gün boyunca Eskişehirde tılsımlı bir sinemasal alan oluşturacak 8. Palto Film Günleri kapsamında bu sene Yerli Sinema, Cannes Seçkisi, Gece Yarısı, Dünya Sineması ve Özel Gösterim kuşakları yer alacak. Palto Kart sahipleri, her filmi bir kez olmak üzere istediği seansta izleyebilecek. Bu sene paltonuzu giyip izlemeye gideceğiniz filmlerin listesi ise şöyle: Balık (Derviş Zaim), Böcek (Bora Tekay), Annemin Şarkısı (Erol Mintaş), Neden Tarkovski Olamıyorum? (Murat Düzgünoğlu), Sesime Gel (Hüseyin Karabey), Tepecik Hayal Okulu (Güliz Sağlam), Geronimo (Tony Gatlif), Force Maejure (Ruben Östlund), Timbuktu (Abderrahmane Sissoko), Özgürlük Dansı (Ken Loach) Bire Bir (Kim Ki Duk), The Cut (Fatih Akın), Human Capital (Paolo Virzi) ve Nightcrawler (Den Gilroy).
Yönetmenler ve Oyuncular Seyircisiyle Buluşuyor!
8. Palto Film Günlerinde Derviş Zaim, Hüseyin Karabey, Bora Tekay, Erol Mintaş, Murat Düzgünoğlu, Güliz Sağlam ve filmlerin oyuncuları sinemaseverlerle kendi filmleri hakkında konuşacak.
Atölyede Kimler Var?
Geleneksel hale gelen Palto Film Günleri atölye çalışmalarında bu sene sinema yazarı, sinema programcısı ve senaryo yazarı Ceylan Özçelik, Işık Şefi Mehmet Cemal Toz, sinemaseverlerin ufuklarını açacak.
Bir Palto Film Günleri Klasiği: Askıda Bilet
Askıda Bilet uygulaması, seyircilerin herhangi bir seansa bilet alıp gişeye, yani askıya bırakması ile gerçekleşiyor. Ekonomik zorluk çeken sinemaseverler gişeden biletlerini ücretsiz olarak temin ediyor. Askıda Bilet uygulaması ile Palto Film Günleri ...rağmen sinema diyenlere selam duruyor.
Palto Film Günleri jeneriğini izlemek için tıklayın.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız: ''Ölü ve yaralı sayısı üzerinde durmayı tercih etmiyoruz. Ayrıca şunu da belirtmeliyim ki sayın başbakanımız yarın Arnavutluk'a yapacağı geziyi iptal ederek Soma'ya gideceklerdir.''
Şu an için Türkiye'nin en büyük maden felaketi olarak öngörülen Soma'daki maden faciası için bu ülkenin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'nın yaptığı dalga geçer şekildeki açıklama. Resmi olmayan rakamlar vermesini istemeyiz elbette ancak birçok yerde açıklanan resmi rakamları bile vermeyerek olayın ciddiyetini ön plâna çıkarmama çabası bir yana bu kadar vahim bir olayda bile halen başbakanı ön plâna çıkarma çabası bir yana. Bu ülkeye ve insanlarına çektirdiğiniz acıların kat ve kat fazlasını yaşamadan ölmezsiniz umarım.
türkçe'ye ''mutluluğa boya beni'' olarak çevrilmiş, Jean-François Laguionie'nin elinden çıkan harika bir animasyon. eşitsizlik, adalet, yaratılan-yaratan ilişkisi, savaş, aşk ve tabi ki özgürlük isteği. hepsini bir buçuk saat gibi bir sürede o kadar güzel resmetmiş ki kendinizi o resmin içinde kaybolurken buluyorsunuz bir an da. bugüne kadar izlemiş olduğum animasyon filmler arasında direkt olarak birinci sıraya oturdu.
anneannenin düğümlediği poşettir o poşet. ama o düğümü açtığınızda içinden müthiş anneanne kekleri, börekleri çıkar. yani bana bunu hatırlattı en azından.
bir rakı sofrasında karşılıklı oturup saatlerce içmek, muhabbet etmek. ama bunu evde yapmak. böyle yemekleri, sofrayı filan beraber hazırlayacaksın, daha da tadına doyulmaz olması için.
bir de birlikte gezebildiğin kadar yer gezeceksin. özellikle de doğayla iç içe, sessiz, sakin yerlere gideceksin. doğanın sesini, birbirinin sessizliğini dinleyeceksin.
kişiye göre değişir ama o kişi size bugüne kadar hiç hissetmediğiniz hisleri hissettirmiş ise ister uzun, ister kısa saçlı olsun sizin gözünüzde aynı güzelliktedir. tabi önce bir iç burkulması yaşanır o upuzun güzelim saçlarını kestirmiş diye ama sonra bakarsınız ki o hâlâ aynı güzellikte, değişen bir şey yok.
--spoiler--
çocukların karşılarındaki insanlarda huzuru ve sevgiyi bulamadıkları zaman, her şeyi boş verip, huzuru ve sevgiyi kah uyuyarak kah birbirleriyle dertleşerek kah da birbirlerine şiir okuyarak doğanın içinde bulmaları inanılmaz derecede etkilemiştir beni.
genel olarak ise filmi uzun uzadıya yorumlamak yanlış olur diye düşünüyorum çünkü film aslında hiçbir şey anlatmıyor ki güzelliği de burada bence. köy hayatını şiirsel bir dille, olduğu gibi önümüze seriyor.
--spoiler--
her geçen gün kendini daha da küçük düşüren hazırlık yönetimi ve rektöre sahip olan okul. linkteki haber yeterince açık. çok da bir şey yazmaya gerek yok. kendilerine verilen sözün tutulmaması ve mağduriyetin devam etmesi üzerine tekrardan haklarını arayan öğrencilerin kaçınılmaz sonu.
22.06.2012 tarihinde hazırlık öğrencileri ve onlara destek verenler yaklaşık 5 saat boyunca hazırlık sistemini protesto ettiler. öncelikle şehir merkezinden okulun önüne kadar yürüyüp oradan da rektörlük binasının önüne gelen eylemciler daha sonra rektörlük binasının içine girerek binayı bir süre işgal ettiler ve istekleri kabul edilmeden binayı terk etmeyeceklerini açıkladılar. uzun bir süre slogan atıp protestolarını devam ettiren öğrencileri dinleyeceklerini söyleyen rektör yardımcıları 4 tane öğrenci temsilcisiyle görüştü ve sonrasında yaptıkları açıklamada ''isteklerinizi kabul edeceğiz, söz veriyoruz'' şeklinde bir açıklamada bulundular.
anadolu üniversitesi sinema kulübü tarafından bu yıl 5.si düzenlenen palto film günleri, sınırlarını eskişehir'in dışına taşıyor. her kış anadolu üniversitesi yunus emre kampüsü'nü şenlendiren palto, 22-26 mayıs tarihlerinde van yüzüncü yıl üniversitesi'nde gerçekleşecek.
ilki 2007 yılında düzenlenen ve sanatsal nitelikli bağımsız sinema filmlerini kentin beğenisine sunma amacıyla yola çıkan palto film günleri, 5 yılda yaklaşık 50.000 izleyiciye ulaştı. anadolu üniversitesi başta olmak üzere eskişehir'deki ve istanbuldaki pek çok kurumun desteğini arkasına alan festival, özverili ekibinin de sayesinde her yıl artan bir ivmeye ve beğeniye sahip. van'daki etkinlik ise iki üniversitenin öğrencileri tarafından kurulacak bağların ve ileriki yıllarda ortaya çıkabilecek yeni projelerin habercisi gibi.
konu hakkında görüş bildiren anadolu üniversitesi sinema kulübü başkanı mesut tasasız, bu işbirliğini eşsiz bir fırsat olarak gördüğünü belirtti ve "van yüzüncü yıl üniversitesi tiyatro topluluğu'ndaki arkadaşlarla aslında uzun süredir böyle bir planımız vardı. nihayet bu yıl konuyu tasarıdan çıkarıp gerçeğe taşıdık. bana göre bu etkinlik, iki üniversitenin öğrencileri için harika bir fikir paylaşımı ve kardeşlik ortamı. 5 yıldır emek verdiğimiz palto film günleri'nin eskişehir sınırlarını aşması da, hepimiz için ayrıca gurur verici" şeklinde konuştu.
uzun süredir merakla beklediğim ama maalesef çok şaşırtıcı bir şekilde eskişehir'de vizyona girmeyen bir zeki demirkubuz filmi. eskişehir'de vizyona sokulmaması da nasıl bir mantıktır hiç anlamış değilim. çünkü şöyle bir şey var ki, eskişehir'de merakla bu filmi bekleyen insanlar çoktan isyan bayrağını çekmiş durumda.
az önce okuyup bitirdiğim ve yer yer beni çok etkileyen ah muhsin ünlü'nün şiir kitabı. kendisini leyla ile mecnun'un yönetmeni onur ünlü olarak tanıdım ilk defa ve anında bir hayranlık uyandırdı bende. keşke daha önceden tanısaymışım bu adamı dedim. hemen filmlerini izlemeye koyuldum ve evet dedim bu adam harika bir adam. gel gelelim gidiyorum bu isimli şiir kitabını geçenlerde doğumgünümde bir arkadaşım hediye etti bana ve bir çırpıda okudum bitirdim. açık olmak gerekirse çoğu şiirden çok da bir şey anlamadım ki bu çok da umrumda değil. bazen okuduğunuz bir şiirin ya da izlediğiniz bir filmin size bir şey hissettirmesi ya da bir şey vermesi gerekmiyor. sadece okuyun, izleyin dümdüz. yer yer gülün, sorgulayın ama ille de bir şey vermesini, hissettirmesini beklemeyin. harika bir boşluk ve bu boşluktan doğan hayata, değişik bir bakış açısı bu. çünkü bence ah muhsin ünlü'nün yapmak istediği de buydu. o anlaşılmazlığı, o absürdlüğü insanlara aşılayabilmek. kitapta ah muhsin ünlü'nün dini tarafı ilgimi çekti çünkü şu an da yaptığı işlere bakıldığında onun bu tarafı çok garip geldi bana. çok da etkiledi ayrıca. kitabın açılış sayfasındaki ''bir eskimo türküsü'' bence ah muhsin ünlü ya da diğer bir deyişle onur ünlü kafasını anlamaya yetecek sadelikte ve açıklıkta bence.
--spoiler--
Güleceğim tutuyor.
Kızağımı kırdım çünkü.
Kırıldı orta direkler. Güleceğim tutuyor bu yüzden.
burda, talaviyak'da
bir buz kümbetine çarptım devrildim diye güleceğim tutuyor.
oysa gülünecek nesi var bunun ?
evet, sokağımızda kaç tane kuş bulunur ? : sayısını bilemiyorum, çok var.
ne yapıyorlar ? : kimisi uçar, kimisi de iki ayağının üzerinde birden -yahut tek ayağının- dururlar öyle.
babaları var mı ? : evet sanırım. babaları zengin değil.
öyle mi ? : evet, öyle.
--spoiler--
--spoiler--
artık seni bir çiçeğin yerine kopartmak
istiyorum sevgilim.
--spoiler--
--spoiler--
ayakkabılarını kapımın önünde görmeyi istiyorum !
çünkü bu,
seni seviyorumun içine nal salmak demektir
--spoiler--
--spoiler--
modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum
--spoiler--
--spoiler--
öfkemi devletle bir toprağa gömüyorum
--spoiler--
ayrıca;
insanlar başlığı altında annem'e diye ithaf ettiği günlükler kesinlikle okunmalıdır.
bunun yanı sıra kocelisin sen bizim canımız şiirindeki ''bağırmayan taraftar siktirsin gitsin'' dizesiyle kahkaha atmaya sebep olurken yine aynı şiirin her dizesinin sonunda söylediği ''U must say good-bai 2 me.'' ile de hüzünlendirir.
ve tabi ki şu şiirlerin kesinlikle okunmadan geçilmemesi gerekir.
türkçe'ye cennetin rengi olarak çevrilmiş ama asıl çevirisi allah'ın rengi olan ve majid majidi'nin başka bir başyapıtı.
--spoiler--
muhammed'in yuvasından düşen yavru kuşu duyarak, hissederek bulması ve bulmaya çalışırken de onu kediden koruması sonrasında da ağaca tırmanıp onu tekrar yuvasına koyması ve suratındaki gülümseme filmin hemen başlarında ekrana kilitliyor. sonrası da tam bir şiir gibi akıp gidiyor zaten. muhammed'in köyüne döndükten sonra ninesi ve kardeşleriyle o yemyeşil alanlarda koşup oynaması, kuşlarla konuşmaya çalışması her şeyden soyutluyor filmi izlerken. marangozhanedeki konuşmasıysa filmin bütün özeti aslında. babaannesinin ölüme gittiği ve tabi ki muhammed'in son sahnede allah'ı hissetmesi ve ona gitmesi boğazları düğümlüyor.
--spoiler--
--spoiler--
Hiç kimse sevmiyor beni...Kör olduğum için kaçıyorlar benden...Öğretmenimiz; Allah'ın, göremedikleri için körleri daha çok sevdiğini söylüyor. Ama ben de ona, eğer öyle olsaydı O'nu göremeyelim diye bizi kör yapmazdı, dedim. O da bana - Allah görünmezdir. O her yerdedir. O'nu hissedebilirsin. O'nu parmak uçlarınla görebilirsin, dedi...Şimdi, ellerimin O'na dokunacağı güne kadar, her yerde Allah'a uzanacağım ve O'na her şeyi anlatacağım, kalbimdeki bütün sırları bile..."
--spoiler--
aşk kelimesini kullanmayı sevmedim hiçbir zaman. hep sevgi ve hissetmek açısından baktım bu duruma. gel gelelim asıl konuya. kendine güvensizlik mi denir, karşılığında alacağı cevaptan korkmak mı denir ya da onunla arkadaş olarak kalmak varken, sırf duygularını açığa vurdu diye o arkadaşlığı da kaybetme korkusu mudur bilmem ama eminim ki bütün bunların yani çekincelerin hepsinin asıl nedeni, gerçekten başka hiçbir insana hissetmediği kadar içten, saf ve olması gerektiği gibi duygular hissetmesinden dolayıdır. ona söylemesi gereken sözleri -ki bunlar bence bir insana söylenebilecek en güzel sözler olarak dökülür ağızdan- kendi kendine söyler ya da onun hayalini kurarak konuşur kendince... halbuki tek isteği bir hayatı paylaşmak denir ya hani, işte onu gerçekleştirmektir. en doğal haliyle ve güzelliğiyle...
izlerken bir an da hayallere dalıp gitmişim farkında olmadan. kendime geldiğimde sigur ros'un izlanda'nın o eşsiz doğası eşliğinde çalmaya devam ettiğini gördüm ve doğayla müziğin birleşince ortaya tarifsiz bir duygunun çıktığını yeniden anladım.
evet böyle bir arzu oluşur ama bu çok saf çok masumca bir arzudur. dokunduğun an da onu inciteceğini ona bir zarar vereceğini sanırsın. ama şöyle de bir şey vardır ki bunları hissetmek ne kadar güzelse, gidip ona dokunamamak dokunmaktan korkmak da bir o kadar acı vericidir. halbuki içten gelen, karşısında oturup, gözünü kırpmadan, hayranca onu izlerken, sadece yanağını okşamak ve sonrasında ufak bir öpücük kondurmaktır yanağına.