1.
üzümde unutma beni zeytinde unut
ben tenhayım bağa
sütünü bende sakla acıdan taşmış
bir incir gibi içliyim sana
gazelimi al aşktan güze say beni
say ki yaprak olup düştüm dalına
gamda tutma beni cam odada tut
ben küçüğüm dağa
2.
şarap gecesini arıyor, keder üzümünü
üzüm koparıldığı anıyı... hangi viranda?
ben gözyaşı kadar bir kadın arıyorum
kadınsa bir damla gözyaşı kadar kayıp şarapta
şarap kadınla koyu
sözlerin karanlığı da
3.
adaya sığınmış rüzgâr gibiyim
gökte tütüyor kayığım
bu sefer ruhuna çek beni
anne, içine değil!
4.
beni de kardeşi yap ıssız adanın
üzümün kanıyla bir damla
zeytin çekirdeği kardeş
şiirin güz okulunda uslu
incirde, narda, limonda haylaz
belki bir salkım heves
belki bağı bozulmuş şu mutluluğa
5.
üzüm değil ezik, şiir
bağından bir acı boz bana da
bordo olsun, şarabın gam kuyusundan
bana değil, belki şiire iyi gelir
taşkın süt gibi memelerinden
dağları, ırmakları, ovaları daya ağzıma
küstür şarabın karanlığını da
yokluğunla doyur beni
6.
aşk, kasabadan şehire inmek gibi
akşamla, camın odaya çökmesi gibi
sen kırılırsın, başkasının camı saplanır
kasabadan şehre inerken
sesinden önce kirpiklerini yıka
gözyaşlarını esirge bu tuz akşamından
7.
aramızdan hiç geçmeden gitti
hepimiz gölgesi eder miyiz bir ikindinin?
"Bana ismail Deyin", birbiriyle ilintili, dahası iç içe geçmiş bağımsız öykülerden oluşuyor. Öyküler arasındaki geçişlerde, bir tür aynalı-döner kapı kullanmak zorundasınız.
"Bana ismail Deyin", okurunu bir tasarım-kitabın labirentlerine çağırıyor.
Hem bir kaderi yaşıyor, hem de keşif yolculuğuna çıkıyorsunuz.
"Bana ismail Deyin", Katil-Kurban ve Azrail-Şahit eşliğinde çıkacağınız büyük bir suç yolculuğu Ancak bu kez, her suç-suçlu serüveninde olduğu gibi ahlak'ın yol göstericiliğine güvenmeyin. Çünkü Yavuz Ekinci, kutsal kitaplar öncesindeki kozmik ahlak'ı yeniden kurguluyor ve tüm metinlerin öncesini,kırılmanın başladığı yeri işaret ediyor. "
beşiktaş'ta bulunan şair leyla sokağı'nda karısı (bkz: mediha sessiz) ile birlikte, küçük bir tezgah üzerinde sebze ve salata satmış olan şair. tiberkülozdan ölmüştür.
"BANA DOĞRU GELEN KiM?"YA DA
ŞiMDiKi ZAMANDA
BiR MOBiL, BiRiNCi TEKiL ŞAHIS
Dökülmüş bedenim kimyasına pirincin, yokedilerek kalsiyumun büyüsü yazgım belirlenmiş.
Her an, hoş geldin diyorum bana doğru gelene, dalgalanan duygularımla. Sarkıyorum
tavandan (bir tavan varmışçasına) yeryüzünün (varolduğunu umarak) renklerini bilmeme
karşın - lal rengi, çivit mavisi ve sarı - ve onların yalanlamalarını - tutku, dinginlik ve ölüm -
kendimle işaretliyorum yanı, yöreyi - bir aşağı bir yukarı, bir yukarı bir aşağı, sağ sol, sağ sol.
Yönlerin bulanıklığında bir sorumluluk bu! Uluma geri tepiliyor böylece, bana doğru gelene
karşı! Bir iskeletler zinciri tutuyor beni havada, uzay konusunda bir unutkanlık yüklemeye ve
devindiğim cılız önlemleri yıkmaya çalışarak. Soğukkanlı bir çaba! Ben, kusursuz bir porte
olmayı yeğlerdim, oysa. işte şuracıkta, özlüyorum sol anahtarımı ve notalarımı. Umursamam,
nereye dağılırlarsa dağılsınlar, daha sonra...
Şimdilik, hava akımının istencine boyun eğmişim, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın,
sürdürüyorum dansımı bu dikey tabut içre, günden geceye, geceden güne, ben tümünü ezip
geçinceye ve "Bana doğru giden kim?" in yatay bilgisine ulaşıncaya dek!
bazı kişilikler dublekstir. bir bedene sığmayı başarır ikinci ruh. ve bu yazılarda özge dirik'in üst katında oturan ruhla konuşmalarına misafir ediyor bizi.
1.
Tanrı ile en çok annem öldüğünde tanışmak istedim, ama o yine keşmekeş kuralları ile oynaşıyordu.
iki asansörün de çağır tuşuna birlikte bastım hep, bu anlamda aldattım kadınları. Ama ben en son gelen asansöre biniyor, yolumu ezberimle değil hayallerimle buluyordum. Aldatılacağını düşünen kadınları aldattım en çok, onlarla kalarak.
Şansımı hiç görmedim. Truva atının kıymıkları vücuduma battı da tetanostan öldüm sanki. Ya da koskoca Truva zaferinden sonra vezir olmuş bir piyon olarak dönerken sarayına, karısının sersem sevgilisi tarafından sapan ile öldürülen bir fetihçi talihsizliği yaşadı hayatım.
Okuduğum kitapların hepsi son sayfalarına kadar kutsal kitaplardı. Son sayfaları sevmedim hiç, okumadım da. Bitse de yatsam diye yazdım çok.
Ekonomik beynim çözümünü bulmadan problem üretmedi hiç. Koskoca bir ruh sağlığı hastanesine pazarlanacak beynim var. Bir gün birine sıfır ama pozitif beyin gerekirse adresimi sizden alabilirler.
ilk edebi metnim bir dua idi. Bir kıza sormuşlar duam duvak demiş. Duvağım duvardı çoğu zaman. insan çok görünce görümce kılıklı birine dönüşüyor. Çok fazla öngörüm yok o yüzden.
Evde tuvalet kapısının arkasına yapıştıracak kadar önemli bir haberim olmadı bugüne kadar. Kabızlık çektiğimi ne kadar haykırsam da olur olmaz yerlerde ishal aşısıydı ellerim yüreğime.
Seçeneklerden, seçimlerden çok korktum. Tek seçenekli sorular istedim hep, ama onların soru değil de zorunluluk olduğunu söylemişti bir öğrencim kulağımı çekerek. Seçim sandığına bir defa gittim, tüm ideolojimi bir zarfa sığdırmam tam bir saat aldı, diğer insanların ideolojilerini sandığa boşaltmalarını engellediğim için karakolda bitti sonu.
"26 yaşındaki Özge Dirik, oturduğu apartmanın 10uncu katındaki dairesinden atlayarak yaşamına son verdi. Polisler, Dirik'in dairesinde yaptıkları incelemelerde kapıda zorlama ve evde boğuşma izi olmadığını söylediler. Komşuları Dirik'in daha önce de intihara teşebbüs ettiğini iddia ettiler. Özge Dirik'in intihar etmeden önce mektup bıraktığı bildirildi. Dirik'in "Vasiyetimdir" diye başladığı mektubunda daha önce yazdığı 30 şiirin başlıklarını sıralayıp bunların bir kitapta toplanmasını ve kitabın bir nüshasının mezarına gömülmesini istediği belirtildi. "
V a s i y e t
ki en kötüsüdür,
ölümden sonra da istemek.
Benden firar eden dünyadan,
son isteklerimi taşırken bana,
dikkat et; aynı olmasın torbanın rengi,
ayağına giydiğin galoşlarla.
Şu bizim yan odada,
Kürt kaşlı kız çok inledi dün gece,
boştu yatağı,
bugün iyileşmiş, tahliyesi olmuş,
inandıramadılar bana.
Bir uçlu sakla da göğsüne,
teninin kokusu olsun izmaritinde.
Bu yalnızlığı biz yaratmadık,
bilakis tütünü bile dost eyledik kendimize.
Ya sen,
ellerini yıkıyorsun bana her gelişinde,
benimle aynı gün ölecek olan alyansında,
bir sabun parçası,
ne demekse.
Yarın belki de son kez,
ziyaret saatini özleyeceğim yine,
yemek yiyeceğim,
tadını tuzunu alıp, öyle veriyorlar yemeği,
mercimeğin içindeki böceğin bile hesaplı kalorisi.
küçük iskender'den lüzumsuz bir sokak gibi ayrılan şiir.
"yüzü yağmurla bıçaklanmış bir sonbahardı"
basitliğiyle
gerisin geriye çekilirken boz örtüler altında istanbul
beni hırpalayanlar topu topu üç beş adamdı
belki çok dinlediğim bir david bowie şarkısı
belki ayaklarımın ucuna yanarak düşen
son meteor gibi tek bir sevgili kellesi,
belki de göğsümün orta yerinde
çatırdayarak yıkılan karanlık bir sis perdesi;
bu yaşanmamalıydı
beni hırpalayanlar topu topu üç beş adamdı
şunu bilmeni isterim
seni bu şehirde artık seven kalmadı
yani terkedenle birlikte genel bir suskunluk meselesi,
yolların kemikleri kırık
yolların verecekleri yeni sözlere inanacak olan yok
yolları ancak kendilerini kesen yollar anlar
ömür boyu yolcu denmez ya bir insana
onun da bir adresi vardır bir gün şüphesiz hatırlanılacak
onun da belki çok dinlediği bir david bowie şarkısı
önemsenebilecek bir gururu, bir bahanesi
onun da ağlayacak birkaç özel dakikası vardır
"yüzü yağmurla bıçaklanmış bir sonbahardı"
gerisin geriye çekilirken boz örtüler altında istanbul
rakılara akşam akrep gibi inerken
nihavent makamı eserken rüzgâr
kimseyi lanetleyecek değilim, çünkü,
beni hırpalayanlar topu topu üç beş
böcekti
çocuktu
huysuzdu
hepsi de bana benzeyebilecek kadar aptaldı
küçük iskender'in bakısı tükenmiş kitaplarından bir nedeni yok yalnızca öptüm, kahramanlar ölü doğar ve bahname' nin yer aldığı karanlıkta herkes biraz zencidir kitabınının 1o1. sayfasında yer alan bir şiir.
orjinal ismi; ayrılan çiftlerin nikah davetiyeleri için basılmamış üçlükler *
ı.
siyanürdür etimdeki lohusa yatağı
dehşette kaybolur tüm ortak adlı kabilem
tanrılarla kullar arasında
sen öl! ben taşındaki yazıya misafir bile gelmem!
ıı.
kan, kana inerken kutsanmış kitap gibi
gizli, fazla hususi..
mahcup bir melek edasına bıraktım seceremi
ııı.
alev ile ölüm, boy sırasına girse tende
hangimiz parola olabiliriz ki hırçın cehennemde! ah,
bir parça aşk vardır her bakire ölü gelinin rahminde *
Bir yağmur mevsiminde yitirdim yüzümü
Dilimi incelikli bir sözün eşiğinde.
Yollar yapılar çarşılar boyu
Yükselen bile yalnızlığı geçerek geldim.
Düşen her damla kanıma düştü
Tenim kupkuru;
Söylenen her söz biraz daha
Biraz daha büyüttü suskunluğumu…
"Yazılan şiirler, öyküler, denemeler, anılar, makaleler; okuyucuya ulaşmadığı müddetçe, yer altındaki madenlere benzerler. Madenler nasıl ki yeryüzüne çıkarılmadığı müddetçe bir anlam ifade etmezse; yazılar da, okuyucuya ulaşmadığı, paylaşılmadığı müddetçe bir anlam ifade etmez. işte beni buraya yazmaya yönlendiren hareket noktam bu."
Yayımlanmış Kitapları:
Şiirlerle Öyküler - Şiir Milli Eğ.Bakanlığı Öğr.Yazarlar Dizisi (1988)
Sevgi Yumağı - Şiir (1997)
K. Esen'in Kaleminden Mudurnu - Derleme / Mudurnu Kaymakamlığı Kültür Hizm. Dizisi (2002)
Oynatmayalım Uğurcuğum -Deneme , anı / Senfoni Yayınları (Haziran / 2004)
kağıda yazılmış son şiirin
sessiz cenazesinde toplanmıştık
başımızda imam yoktu
üç kulfu, bir elham, iki mezarlık kazıcısı
sidiğini tutamayan bir kedinin
kırılgan salyasını ihtiva ediyordu zaman
kürek kemiklerimiz gıcırdıyordu rüzgarda
ben bir eskizi çıkardım üst cebimden
içine helva sarmıştım sanrı niyetine
güvercin gagası, üzerlik kokusu ve bozkır
yarım ağız öksürdüm kefenin üstüne
boğazımı temizledim şarap kokusundan
nihavent görünümlü
hüzzam bir esinti vardı havada
çıkardım ceketimi oturdum toprağa
solucanları gördüm
kürek yarasıyla kanayan yürek karasını bir de
en eski ölüye yazılmıştı en yeni şiir
doğum sancısından kırılmıştı;
kısır memelerin kara uçları
üç kulfuden sonra
sırasını bekliyordu elham
toprak kazındıkça ağlıyordu kürek
yaktılar ucunu ve koktu üzerlik
bir yüreğin ucunda tütsülendi bozkır
iki kazıcıdan biri umursamıyordu
kağıtla emzirilmiş son şiiri
dokundu kundağına
döküldü hıçkırış
eksiliyordu her şey
mayısların onu bilemedin on dokuzu eskiyordu
eski bir kurtuluşçu gelmişti akıllarımıza
bitsin diye dua ettik, dualar
çekildik tespihlerin parmak izlerine
kağıda yazılmış son şiirin
sessiz cenazesinde toplanmıştık
başımızda imam yoktu
üç kulfu, bir elham, iki mezarlık kazıcısı
-kese kağıdına sarılı şeyler vardı elimde
"arkadaş dediğin istediği takdirde arkadaşıyla yatar. yoksa arkadaş değildir." gibisinden sözlere sahip, kocaman bir kitap koleksiyonu olmamasına rağmen (bkz: yaşamın ucuna yolculuk)kitabıyla küt olmayı başarmış ve birazda memleketimize has (bkz: ölüsevici kültür) sayesinde anılmaya devam eden pavese tutkunu "lirik prenses".
şu sıralar yaşamın ucuna yolculuk kitabını yana döne aramaktayım. *