sahil kısmı Türkiye'nin 10 yıl ilerisinde, şehir içi ise 50 yıl gerisinde olan şehir.
bana hitap eden sadece benzininin ucuz olması; bunun yanında sigara ve içki de ucuz.
bir arkadaş "ben giderim batuma, batumun batağına" şarkısından bahsetmiş. kesinlikle şehrin genelinde insanı boğan bir koku var.
yerlerde yüzlerce solucanın gezdiğine bizzat şahit oldum. yani genel anlamda temiz diyemeyeceğim bir şehir.
hepsi şahsi aracımla olmak üzere toplam 5 defa gittiğim bu şehirde 2 kez trafik cezası ödedim. ufak çaplı bir araştırmadan sonra gürcistan polisinin türk plakalı araçlara rutin olarak ceza yazdığını öğrendim. hatta bir arkadaşa "şu yolda çalışma var, diğerinden git" demişler. 1 km ileride de "yanlış yola girdiniz" diyerek 100 lari ceza yazmışlar.
nacizane tavsiyem, Türk vatandaşlarından vize istemeyen pek çok ülke var artık. eminim batumdan daha kaliteli şehirleri de vardır. oraları denemek gerek.
gerektiğinde politik, gerektiğinde asosyal, gerektiğinde çapkın, gerektiğinde öğrenci dostu olabiliyor. yıllar önce verdiği bir röportajda söylediği gibi, hobi olarak yaptığı işlerden para kazanabiliyor. mütemadiyen Okan gibi olmak lazım hayatta.
100 kişinin katıldığı 100 soruluk bir sınavın ortalama puanı 60 olsun. siz de o sınavda 10 soruyu yanlış yapıp 90 puan alın ve birinci olun. farzedin ki öğretmenleriniz sizi yaptığınız 10 yanlıştan dolayı sorguladılar, ne hissederdiniz??
elbette ki Atatürk'ün de yanlış kararları olmuştur. hatta, politikada doğru ve yanlışın
o anda değil, en az 50 yıl sonra ortaya çıktığını düşünürsek, Atatürk bize o zamanın şartlarında doğru gelen fakat bugün itibariyle "keşke olmasaymış" diyebileceğimiz karar ve davranışlarının olduğunu bile ortaya koyabiliriz. ama bir insan 100 üzerinden 90'lık bir yaşam sürmüşse, hepsinden ötesi bizlere böyle bir ülke armağan etmişse, gerisini kurcalamak laf-ı güzaftır diye düşünüyorum.
belki devlet için değil, ama bu millet, bu ülke için, bayrağım, ezanım için, halkım için gözümü kırpmadan ölürüm. elimde fırsat olursa da devlet yapısını düzeltmeye çalışırım ancak. ki belki bu şekilde her gün onlarca asker ölmemiş olur.
dün izlediğim Almanya-Fransa maçında, 2000 yılında draft edilmiş olmasına rağmen hala NBA'de oynayamamış olmasının nedeninin, malum smaç olduğunu söylediler. gerçekten üzülüyor insan, oysa ki ne kazma pivotlar var, sırf 2.10 üzerinde boya ve beyaz renkli bir tene sahip olduğu için senelerdir boş yere oraları işgal eden.
not: Frederic Weis'ın boyu 2.17'dir.
her filminde sevişme veya daha değişik bir şekilde adlandırabileceğimiz, ailece izlenemeyecek sahneleriyle gündeme gelen bir oyuncudur. bir defasında bir haber okumuştum internette "gelecek vaat eden genç oyuncular" diye. O Şimdi Mahkum filmindeki rolüyle Fadik Atasoy da bu listede bulunuyordu. kısa bir zaman sonra filmi izledim, kendisinin oynadığı sahneler yalnızca söylediğim gibi olanlardan ibaretti.
belki de bu sahneler nedeniyle eleştirilmesi gereken bu hanım değil, kendisine sürekli böyle roller veren yapımcılar diye düşünmek de doğru olabilir. ne yazık ki ülkemizde bazı rol kalıpları insanların üstüne yapışıyor. umarım yeni dönemde yayınlanacak dizisinde kendisini akıllarda daha farklı kalacak, güzel bir rolde izleriz.
erciyesspor geçen yılki performansı ve küme düşmesi sonrası bir takım takımlar gibi başkalarını suçlamaması ile benim gibi pek çok futbolseverin kalbini fethetmişti. bu maç ışığında söylemek istediğim bir şey var: geçen yıl Türkiye kupası finalinde Trabzonspor'u elediklerinde çok sinirlenmiştim "ne işi var erciyessporun UEFA'da, averaj takımı olur ilk turda elenir gelir" demiştim. beni ve eminim ki benim gibi düşünen pek çok kişiyi haksız çıkardı erciyes. helal olsun size, bu ülkeninin yüzakısınız. iyi ki Trabzonspor'u elemişsiniz. UEFA'da ne kadar ilerleyeceği umurumda bile değil, ben de artık bir erciyessporluyum. bu harika takımın hemen bu yıl süper lige çıkması için dua edeceğim.
istanbulda yaşansa kolayca bulunabilecek olan, fakat benim gibi küçük şehirde yaşanıyorsa tüm ayakkabıcılar gezilse bile mecburen spor ayakkabısına talim edilmesi gereken ihtiyaç.
bir yanda selçuk yula * bir yanda da adnan aybaba müsvettesi. belli ki karşılıklı atışacaklar sadece. yeni yayın döneminde de öncekinden bir farkının olmayacağını açık ve net göstermiştir bu fragman. burası Telegol, futbol dışında her şey burada konuşulur
uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı gerekçesiyle uzun yıllar italya'da hapis yatmıştı. 5 sene kadar evvel Türkiye'ye teslim edildi. hatırlıyorum, gelir gelmez bir dizide oynamaya başlamıştı. çok şaşırmıştım, madem bu adam suçlu neden dizide oynatmaya can atarlar diye.
okuduğum 2 hafta içerisinde beni çok farklı dünyalara götürmüş bir kitaptır. yaptıklarını tasvip etmek mümkün değil, ama Hasan sabbah bir insanın düşünce ufkunun ne kadar geniş olduğunu herkese gösteriyor. kafasına koyduğu şeyi, her ne pahasına olursa olsun yapmaya çalışıyor. tek başına kurduğu bir toplulukla koskoca bir imparatorluğa kafa tutuyor. insanlara yaptıklarını ve yaptırdıklarını okudukça kitabın sonunda "mekanın cehennemin yedi kat dibi olsun Sabbah" demekten kendinizi alamıyorsunuz.
bedava bir şey dağıtılacağı zaman görülen, insanların bir parça ekmek yahut bir şişe süt için birbirini ezdiği, hatta bazen saç-saça baş-başa dövüştüğü sahneler. tabi bunları maharetmiş gibi uzun uzun yayınlayan aydın doğan medyasını da anmadan geçmemek lazımdır.
o sezon son 6 haftaya gelene kadar 24 puanda olan Bursaspor takımının sezon sonunda nasıl oluyorsa(???) 42 puana ulaşması, fakat küme düşmekten kurtulamaması sonucunda başkalarına çamur atma davranışıdır.
not1: bahsi geçen maçta beşiktaş takımının hiç bir iddiası yoktu, takımın yarısı yedek oyunculardan oluşuyordu. ligi 3. bitirmesi zaten kesinleşmiş bir takımın sezonun son haftasında hele hele deplasmanda maça konsantre olamaması gayet doğaldır. bunu maç satmak, şike yapmak olarak gören bursaspor taraftarı önce kendi takımına bakmalıdır.
not2: aynı sezonun 31. haftasında Bursa'da oynanan Bursaspor-çaykur rizespor maçının devre arasında rizespor 2-0 önde girmiş, soyunma odasında rizesporlu oyuncuların kafasına silah dayanmış, maçı kaybedeceksiniz denmiştir. maç 4-2 bursaspor'un galibiyetiyle sonuçlanmıştır. bu olay üzerine bursaspor'un ligden düşmesi için şike yapılmışsa bile, iyi olmuştur diyorum.
not 3: o yıl bursaspor ne konumda bulunuyordu ise, bu yıl da k.erciyesspor o durumdaydı. son hafta kendi maçı dışındaki maçların sonucuyla küme düştü. ama kimseleri suçlamadı, çamur atmadı. karşılığında kazandığı şey türkiyenin dört bir yanında erciyesspora sempati duymaya başlayan binlerce futbolsever oldu. bilmem aradaki farkı anlatabiliyor muyum.
bu ülkede herkes eşittir, bazıları daha eşittir sözünü doğrular nitelikte bir davranıştır. acaba ben yırtsam, geceyi hangi nezarette geçirirdim diye merak ediyor insan.
çocukken benim de içinde bulunduğum davranış türüdür. yaş 20lere gelip sakallar çıkmaya başlayınca yerini "hay allah, yine mi traş olacaz, ne kadar da çabuk uzuyor bu meret" düşüncesine bırakmıştır.
reytinge esir olmuş televizyon dünyasının ezik yüzlerinden birisidir. ciddi biçimde taraflıdır. hayattaki en büyük isteğim ersun yanal ile karşılıklı program yapıp, tüm yanlışlarını yüzüne vurmak demiş, isteği gerçekleşince de ersun un 40 yıllık arkadaşı gibi kendisine arka çıkmıştır. senelerdir yapmış olduğu telegol programının futbolla alakası olmadığı, komedi programı olduğu herkesçe kabul görmüştür. herhangi bir kanalın spor müdürü olmayı asla ve asla hak etmemektedir. kanal 1 gibi nisbeten daha az izlenen bir kanalda nisbeten daha pasif bir görevde olması, futbolseverler için mükemmel bir haberdir.
anlamadığım tek nokta ise, böyle bir insanın hayatı boyunca düşman olduğu f.bahçe klübü de dahil olmak üzere tüm spor camiasında haber kaynaklarının olmasıdır. federasyon başkanı sadece kendisiyle röportaj yapar, kulübüne yardım kampanyası yapacak yönetici kendisinin programında taraftarından para ister... f.bahçe soyunma odasında olan tartışmaları bile doğru olarak aktarmaktadır Serhat Ulueren.
biz de üniversiteyi bitirip, bir de Allah nasip eder de yurtdışında master yaparsak böyle mi olacağız sorusunu kendime sormamı sağlamıştır. ayrıca partilerin kadın adaylara neden listelerinde yer verdiğinin en açık cevabı olarak da görülebilir.
çoğu kişinin bilse bile karşısındakine ayıp olmasın diyerek "bilmiyorum abi, anlatsana" cevabını verdiği sorudur. daha sonra ise fıkranın sonunda ayıp olmasın diye nasıl gülüneceği düşünülmeye başlanır.
üniversite yemekhanesinde ramazan ayı boyunca sadece iftar ve sahur vakti yemek verildiği için, aç kalmamak isteyen tüm oruç tutmayanların mecbur kaldıkları şeydir.
vücudun sol yanının beyinden gelen emirlere daha duyarlı olması ve daha hızlı çalışması konulu bir makale okuduğumdan beri daha zeki olduğunu düşündüğüm insanlardır. biraz göze batarlar ama gerizekalı bir solak görülmemiştir.
When you walk through a storm
Hold your chin up high
And don't be afraid of the dark.
At the end of a storm
Is a golden sky
And the sweet, silver song of a lark.
Walk on, through the wind,
Walk on, through the rain,
Though your dreams be tossed and blown.
Walk on, walk on with hope in your heart,
And you'll never walk alone,
You'll never walk alone.