apartmanda horoz mu beslenir diyeceğim ama? değildir herhalde. uçar. sürekli bir horoz sesi geliyor. gece demiyor, gündüz demiyor. on üç yıldır. dile kolay. kafa, beyin kalmadı. şu an duyuyorum mesela.
bu memlekette yolsuzluklar ile nerelere paraların akıtıldığını biliyoruz. ve hal böyleyken, ufacık çocuklara da bütçeden bir öğle yemeğinin çok
görülmesini düşünürsek,
bizlere ancak yazıklar olsun demek kalır.
eski bir chp' li, yeni bir sol milliyetçisi
olarak, (siz isterseniz komünist,
isterseniz sosyalist, isterseniz kemalist de diyebilirsiniz).
ama;
tayyip erdoğan' ın annesine asla laf
söyletmem.
her işini ciddiye alan birisi olarak, vakit
ayırıp bir konu hakkında burada ciddi ciddi, uzun uzun yazılar yazıyorum.
ve beni 9 kişi takip ediyor. yani 9 kişiye
ulaşabiliyorum. onun da 5 tanesi çaylak.
arada bir diğer yazar arkadaşlara bakı-
yorum, 80 takipçi, 300 takipçi, 500 vs.
yazdıkları yazılarını okuyorum, öyle çok
ciddiye alınacak yazılar da değiller. ama
300 kişiye ulaşabilmişler.
eskisi gibi değil ki artık halk.
eskiden ne olduğundan habersiz,
herkes evinin içinde, olup biten herşeye
razı geliyordu.
ama artık halk uyandı, bilinçlendi. artık hiç kimse
olaylara sessiz kalmıyor.
miletimiz adına çok güzel bir gelişme.
ekleme;
burada kendimin açıklamak istediği, darbe
gibi demokrasimize balta vurulacak olaylara,
artık hakımızın da müdahil olması, evinde
kör, sağır, dilsiz olarak oturmaması anla-
mındadır.
başlıklara bakarken bu fikrimi burada
yazabileceğimi düşündüm.
yoksa kendim her şehit haberi çıktığında
dayanamayıp kanal değiştiren bir insanım.
ana babaların yüreğine ateş düşürme yarabbim
diye dua ederim.
zaten diğer yazılarımda da bu düşüncelerime
de yer vermişimdir. vicdanım rahat.
tayyip erdoğana gelince, onunla ilgili olumsuz
düşüncelerim de diğer yazılarımda mevcuttur.
ayrıca bu haberle ilgili, darbeci askerin kellesinin
koparılmasıyla ilgili ne bir haber gördüm tv de,
ne bir fotograf. dikkatimden kaçmış bu haber konu ile ilgili vallahi de
billahi de görmedim, okumadım. yoksa merhamet
duygum çok gelişmiştir. vijdanım
rahatsız oluyor, sürekli ekleme ihtiyacı
duyuyorum.
neden bu kadar eksi oy verdiler açc diye şüphelendim de fark ettim.
yanlış anlaşılmaktan dolayı özür dilerim.
bugün notlarımı karıştırırken gördüm. elime çok güzel bir alıntı geçti. 2006 yılında paylaşılmış. henüz okumamış olan arkadaşların da okumalarını istedim.
"ingiltere' de yargıçların maaşı yoktur. onun yerine ihtiyaçları oldukça kullandıkları, kredisi sınırsız çek defterleri vardır. ingiliz devleti hakimlerine okadar güveniyor yani.
birgün bir hakimin biri bir bankaya gidip 1.000.000 poundluk bir çek bozdurmak istediğini söylemiş. tabii ortalık birbirine girmiş. banka yöneticileri en üst makamdan onay almadan bu kadar parayı veremeyeceklerini söyleyip hemen içişleri bakanlığı, adalet bakanlığı, başbakanlığa filan telefon etmişler.
ancak aradıkları heryerden gelen cevap aynıymış: ödeyin! gel gelelim bankada o kadar nakit
yokmuş. hakimden ertesi gün gelmesi rica edilmiş. ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış. aradan birkaç gün geçmiş. hakim çıkagelmiş. parayı bankaya geri vermek istiyormuş. banka yönetimi şaşırıp kalmış.
hemen adalet bakanlığını aramışlar. derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hakime hareketinin sebebini sormuşlar. hakim "kraliçenin hükümeti bize gerçekten güveniyor mu? onu sınadım" cevabını vermiş. raporlar bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hakim görevinden alınmış.
adalet bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış: "kraliçe hükümetinin saygın bir hakimi, devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez."
nefsini terbiye eden insanlardanımdır. her gece yaptığım dualardan bir tanesi de budur. "allah'ım sakın insanlara yüksekten baktırtma neolur" dur.
çevremdeki gözlemlerime göre, bazı insanlar bazı insanlara yüksekten bakıyorlar.
insanların kılıklarına, kıyafetlerine, mevkilerine, işyerlerinde bulundukları pozisyonlara bakarak değer veriyorlar.
halbuki dünyadaki bütün bebekler anne babalarından eşit olarak dünyaya gelmiyorlar. zira, her bebek dünyaya geldiği evin şartları doğrultusunda hayatını sürdürüyor, en azından bir dönem. işte asıl mesele bunu idrak edebilmekde zaten.
uzun lafın kısası, karşısındakine yada karşısındakilere, sırf egolarını tatmin etmek adına, yüksekten bakan insanlara, hiç küçümseyerek bakma, gideceğin yer aynı diyesim geliyor.
bir multivitamin alıyorsunuz, içeriğine baktığınızda, brisinde iu yazıyor, diğerinde mg, bu şekilde vitaminler devam ediyor. özellikle a vitamini 15000 iu yazınca, insan çekiniyor yüksekliğinden. hani diyorum belki mg ye çevrilirse okadar yüksek değildir diye düşünürüz.
internette araştırılmayan site kalmadığı halde, iu ların mg ye dönüşümleri birtürlü bulunamamıştır.
"listenin sonlarına doğruysanız korkun ona değer verirken" olacaktı.
"meşhur piyanist arthur rubisnstein konserlerinden birinde küçük bir kızın hatıra defterini imzalamakta tereddüt ediyormuş. ellerinin çok yorulmuş olduğunu ileri sürerek, küçük kızı başından savmaya çalışmış. kız, tereddüt etmeden şöyle demiş: ellerinizin nekadar yorgun olduğunu biliyorum ama inanın benim ellerim de, sizinkiler kadar yorgun. arthur rubisnstein anlayamamış ve nedenini sormuş küçük kıza: alıkışlamaktan, demiş küçük kız...."
karşınızdaki size değer veriyorsa eğer, siz de ona değer vermekten hiç korkmayın.
ama onun için değeriniz yoksa, ya da onun değer listesindeki yeriniz listenin sonlarına doğruysa,
"korkun ona değer verirken". **
sadece benim bulunduğun şehirde mi böyle, yoksa her şehirde mi öyle bilmiyorum. gözlemlerimden çıkardığım sonuçta, bizim burada diş hekimlerinin levhaları, bir balkonda dört tane. eğer balkonun bir tarafı duvarsa yani levha asılacak bir yer yoksa üç tane.
şöyle ki; araçta yolculuktasın, ışıkta duruyorsun, ister istemez kafanı kaldırıyorsun, levhalara bakıyorsun, bazen de ihtiyaç falan duyarsam avukat, doktor vs. giderim diye bakıyorsun.
bütün levhalar normal ve problemsiz.
ama arkadaş, bir diş hekimi levhasına bakıyorsun, balkona birtane asmış falanca isim, yanında bir tane daha var aynı isim, balkonda. bu farklı bir doktor mu acaba, aynı muayenede iki ayrı kişi mi diye okuyorsun, yine aynı isim. balkonun yan cephesine bakıyorsun bir levha da orada, yine aynı isim. balkonun diğer cephesi varsa yine aynı isim, duvarsa maalesef oraya asamamış oluyor.
ama bir tanesinde değil, bütün diş hekimlerin de aynı sorun var. bunun neden kaynaklandığını anlamış değilim.
"kanal d" de bir anne, gözü yaşlı bir şekilde feryat ediyor. oğlu birçeşit titan gibi saadet zinciri gibi kısa yoldan zengin olma tuzağına düşmüş ve sağdan soldan da topladığı para ile tirilyonlar kaybetmiş ve intihar etmiş.
aman ha diyelim, yatkınlığı olan ya da merakı olan arkadaşları uyaralım.
ayrıca böyle sitelere de, devletin erişimi engellemesinin gerekliliğini hatırlatalım.
garanti bankasının eski türk filmlerini anımsatan güzel bir reklamı. müziği ayrı bir güzel, beş kardeşlerin tiplemeleri ayrı bir güzel, insanı ta eskilere alıp götürüyor.
herkesin başına gelmiştir, görülen bir rüyanın ertesi gün ya da birkaç gün sonra birebir yaşanması. biz inançlı insanlar olarak buna, malum oldu deriz.
ancak inançlı olmayan insanlar buna nasıl bir açıklama getirirler *, hep merak etmişimdir. yorumları almak için sözlükte paylaşmak istedim.
geçmişte yaşanan bir olayı rüyada görmek, mutlak bir bilinç altıdır. ama diğeri tesadüften daha ileri birşeydir.
cem garipoğlu türk yetkililer tarafından yakalandıktan sonra, bir şekilde suudi arabistan sınırlarına sokulmalı.
hazmedilemeyen bir olay olduğu için, bu da insana
değişik teoriler ürettiriyor.
bu aşağılık cani, diyelim bir ülkede yakalandı. olay gizli tutularak bunu alıp, özel bir uçakla suudi arabistan' a götürmeliler. zaten kırmızı bültenle aranıyor ya, sonra ihbar edilerek suudi arabistan yetkilileri tarafından da yakalandırtılmalı. ve oranın yasalarına göre de (şeriat kanunlarına göre) cezası verilmeli. yani tez zamanda idam edilmeli.
bu olay televizyonlardan da canlı verilmeli ki, satanist caniler, bir insanın canlı canlı kafasını kopartmadan önce bir kez daha düşünmeliler.
aksi takdirde türkiye' ye getirirlerse, türkiye'de canileri, hırsızları, katilleri koruma yasası olduğundan, bu yasadan yararlanabilir. bu sebeple alacağı ceza çok kısa süreli olacaktır. malum zengin olduğunu da düşünürsek, yok denecek kadar az olacaktır. hafifletici sebeplerle (hangi hafifletici sebepse, adalet sistemi öyle işliyor) yok denecek kadar az olacaktır.
bu şerefsiz cani de emellerini gerçekleştirmenin mutluluğu içerisinde, satanist arkadaşları ile birlikte, yeni kurbanlar aramaya başlayarak, hayatını sürdürecektir.
Ayrıca kırmızı bültenle aranması olayını da, bir vatandaş olarak naçizane bir fikir ile, sözlükte dile getirmiştim, bunu neden kırmızı bültenle aramıyorlar ya diye düşünerek. benim gibi bir çok kişi daha bunu düşünmüştür zaten. devletimiz bunu bile bizler düşündükten bir ay sonra akıl edebildi.
edit: cani kelimesini çok kullandım ama, başka verecek isim bulamadım.
aslında başlık, bütün ateistlerin satanistliğe yatkınlığı olabilir mi? olacaktı.
malum sürekli basında münevver karabulut cinayeti işlenmekte. bugün ilk defa internett ten bir satanist ayini izleyeyim diye niyetlendim. belki de geç bile kaldım. ama korkarım ben öyle kötü şeyler izlemekten, gece rüyama girer diye. neyse cesaretimi topladım izledim, daha doğrusu izlenecek site bulamadım, sadece fotoğraflarına baktım. zaten görür görmez ödüm patladı. allah' ın gücüne gitmesin, yarabbim bunları da mı sen yarattın? dedim, içimden. dehşet verici fotoğraflar.
sonra birkaç, satanistlikle ilgili yazı okudum.
satanizmin temel özelliği, her türlü dini değeri reddetmesi ve şeytanı kendisine ilah edinmesiymiş ve cehennemi kurtuluş olarak görmesiymiş, öyle yazıyor. ama en önemlisi ateist bir ideolojiye sahip olmasıymış.
içinde allah sevgisi olmayan herkesten herşey beklenebilir mi? acaba diye, soru işareti bıraktı bende.
mevsimselmidir nedir, üç gündür uyku problemi çekiyorum. uykunun kıymetini de insan, uykusuz kaldığım günlerde anlıyor.
neyse! bugün soluğu bir eczanede aldım, derdimi anlattım. bana, hiç bir yan etkisi ve bağımlılığı olmayan *ve sadece bitkisel olan, hap şeklinde bir şişe ilaç verdi. hap şeklinde diyorum, şişeyi görünce içerisinde bitki tozu var zannettim. gece yatmadan, tok karına bir tane al dedi. ben geceyi falan beklemedim eve gelirgelmez bir tane yuttum. ama yatmadan önce bir tane daha yutmak istiyorum. uykusuzluğa çok iyi geliyormuş. inşallah diyorum artık.
yarın sabah entrymin altına sonuç ile ilgili ekleme yapacağım.
ekleme: ilk günü pek faydasını göremedim, yani beş saat falan uyuyabildim, o da yeterli gelmedi. ama ikinci günü dokuz saat falan uyumuşum. tavsiye ederim yani.
emin olabilmek için, ekleme konusunda iki gün bekledim.
ayrıca fiyatı 32 tl. ama değer.
asıl başlık: hz muhammed imzalı kuran-ı kerim diyenlere adfen olacaktır.
kuran-ı kerim de bugünkü bilimi dahi hayrete düşürecek ayetler varken,
o şartlarda yaşayan ve cahil (ümmi) olan *peygamber efendimizin, kuran-ı kerim' i yazmış olabileceğini düşünmek asıl cahilliktir.
hayvanlar katlediliyor diye, dünya ayağa kalkarken ve bu olayı her şekilde protesto edip, kürklerin satışına ve giyimine engel olmaya çalışırken,
insanların katledildiği bu olayda sessiz kalmak çok vijdansızlık olacaktır.
kotların taşlanması dünyada makinelerle yapılırken, dünyayı takip etmeye çalışan ülkemizde de, ölüm atölyeleri denilen yerlerde, mejburiyetten üç kuruş paraya talim eden insanlar tarafından yapılıyor ve bu insanlar bir müddet sonra akciğer kanserinden ölüyorlar.
aslında herşey biz de biter.arz talep meselesidir. kotların taşlanmamış olanlarını tercih edip, taşlanmış olanlarına rağbet etmezsek, bir şekilde bu sektörün faaliyetlerine dur denmiş olunacaktır ve bu da insanlık adına bizlere düşen görev olmalıdır.
kotun taşlanmışını giymesek ne çıkarki, kaliteden mi düşeriz. eğer bundan düşülecekse, düşüverelim ve kot alırken bir kere daha düşünüp,
hep birlikte taşlanmış kota hayır diyelim.
bugün bir televizyon proğramında izledim. kalıcı makyaj (saçmalığı) diye bir konu vardı.
neyse, seyircilerin içerisinden kendi halinde bir kadın seçildi, muhtemelen ev hanımıdır. sonra uzman kişi tarafından, proğram süresince bu kadına kalıcı makyaj uygulanmak üzere oradan ayrılındı. proğram akışına devam etti ve sonunda makyajı yapılan kadın getirilerek herkese gösterildi. kadına beş yıl boyunca geçmemek üzere, neredeyse bir gelin makyajı yapılmıştı. dudaklar falan bayrak kırmızısı.
bir de sormazlar mı bunun rengi hemen atmaz değil mi? diye. uzman da cevaplamaz mı, ancak üç yıl sonra renkte biraz hafifleme olabilir diye.*
bu ne dehşet verici bir olaydır. insanın her zaman iyi günü olmazki. bunun hastalığı var sağlığı var, ölümü var, cenazesi var...
düşünebiliyor musunuz insanın en yakınını kaybettiğinin bir cenazesinde. öyle dudaklar kıpkırmızı ortalıkta geziyor, el gün ne demez insana. ya da bayrak kırmızısı rujla kefenlenip gitmesine ne demeli...
ayrıca kadının her gün sabah, yataktan pür makyajla uyanması da çok itici.
bu kalıcı makyajı, uygulayanın da uygulatanın da biraz düşünmesi gerekir, diye düşünüyorum.