alçakların ve alçaklıkların kol gezdiği şu dünyada, tek kelime zarfta...
üstadımın ''zarf'' isimli noktalaması;
''şafakta bana uzatılan zarf;
kelime bu zarftadır, gerisi sadece harf...''
toplumsal olayların ve şiddet içeren gösterilerin akabinde evden alınmalar yeni değil.
sıradışı biri değilseniniz kimsenin haberi olmaz bundan, kimse iplemez. başınıza gelene razı olmaktan başka çareniz de yoktur.
tatavalar ve hayıflanmalar para etmez kısaca.
2008 de arnavutköy ağaçlı mevkiinde balığa giderken göt gibi kalmıştık ormanın ortasında arıza yapınca.
çekmesi için traktörü beklerken söylenip durdu, söylendikçe kallavi av pıçağıyla delik deşik etmişti kaputu feyzullah amca rahmetli. küfür kıyamet bin para.
öldükten sonra çok iş koymak istemiştim o pıçağa, kısmet olmadı.
şimdi ne pıçak, ne rahmetli, ne araba.. hepsi hikaye...
taksim cihangir arası mekik dokuyan, özellikle gençlerle tanışma faslından sonra kendine bira ısmarlatan ve kendinden yaşça küçük kızlara inceden askıntı olan, telefon numarası istemekte ısrarcı, 15 eser sahibi müptezel yazar.
kitapçı, yayınevi sahibi puro içen dayı, birkaç barmen, işportacılardan bir kaçı, telefoncu, ... motel personeli, köşeyi sahiplenen sokak müzisyeni kemancı ve eski aranjör emeklisi hep şahit!
hikayeden davulculardır artık.
motosikletin arkasına ters binip takılıyorlar paldır küldür... ritim desen yok, mani desen o da hikaye...kimsenin okuduğu yok.
2-3 kez paket sigara indirdim yürüdükleri zamanlar.
motor işi onları da mantara bağlattı.
--spoiler--
umarım bana dememişsindir. üstüme alınmıyorum ve laflarını sana geri iade ediyorum. bana demişsen küllüyen yalan, başkasına demek istemiş olman lazım.
--spoiler--
üstüne almaya ve arkana almaya çok meraklısın sen çocuk!
bunu buradan anlatacak kadar da açık sözlüsün de.
dolayısıyla bunu tekrarlamakta sorun olmamalı.
kaldıki sen bundan unatmıyorsun da.
çöplükteki iticiliği üstüne alınman doğal aslında, ama ben sana demedim, sen siyasi, analiz kasacak çapta bir paçoz değilsin çünkü.
senlik birşey yok bir daha da saçma sapan tavırla sorma bana bir şey.
sen elim ayağım ol -gözüm kulağım
dönelim ışık etrafında pervane
anladıysan bizi ver elini
hem dost görsün hem düşman
dedim mi veya diyecektim
sevda ne pervane ne bahane!
olsa da olur olmasa da
günün şafağında yatanlar
pek anlayamazlar bizi!
karga kılavuzluk etmiyorsa... gidişatta sıkıntı varsa ve mantığa yatmıyorsa...
yol iz biliniyorsa, sürüden ayrılmak her zaman kötü değildir. denenebilir!
şunu bil ki sanço,” diye cevap verdi don kişot “iki tür güzellik vardır: ruh güzelliği
ve vücut güzelliği.
ruh güzelliği akılla, namusla, dürüstlükle, cömertlik ve terbiyeyle kendini gösterir; bütün bu meziyetler de çirkin bir adamda toplanmış olabilir.
insan dikkatini vücut güzelliğine değil, bu güzelliğe yönelttiği zaman da, şiddetli, derin bir aşk doğar.
bilmediğini bilen ve bunu ortaya koymayı eziklik zannetmeyenle, her mesele hakkında bilgisi olmayan ve bunu kusur sanmayan.
bu türlerin yok olmasına ramak kaldı.
şunu köhne bir yerde kara kalemle duvara yazıldığını gördüğümde çocuktum.
çivi gibi çaktım aklıma...(kumbaracı yokuşu)
konuşmak gerekli bir ihtiyaçtır ama susmasını bilmek bir sanattır.
tatava yapıldığında ekstra agresifleştikleri bilinmekte.
polis yerine koyarsanız hiç sıkıntı çıkartmazlar.
kurnaz adam şunlarla polemiğe zaten girmez...
çalışmak, çalışmak, çalışmak...
sonra aklına gelir diye yazmazsan aldanırsın...
aklına geldiğinde de kayıt altına alman gerekir. çünkü o, o vaktin icabıdır.
sonra o duygu ve fikri yakalayamazsın... kültür kandır; kana geçmiş, bünyeleşmiş fikir..
oruç, allah için bütün gün aç ve susuz kalmanın ulvi rejimi...
nefs denilen içimizdeki şeytanın, senede bir ay, gündüzleri aç ve susuz, demir parmaklıklar içine alınması ve bütün çığlıklarına arka çevrilmesi...
(...)
döneceğim elbette döneceğim
ama tabutta ama dorukta
görevimin gereği bu benim
zındanda da olsam hep erim
hep böyle sürmeli duruşum
-duan
böyle olmalı senin!