Sandıkların yüzde kaçı açıldı kesin değildir. Anadolu ajansı %30 derken doğan haber ajansı %16 demektedir. Yani yarı yarıya... Ysk yı bilmem de biz neye güveneceğiz be kardeşim?!..
iyi bir yazar yahut eski bir yazar. Severim kendisini... Ancak onu sevdiğim kadar hatta daha fazla sevdiğim biri varsa o da bir başka eski yazardır. (Adını vermeye lüzum yok o kendini bilir)
Artık sözlükteki muhabbetlerden sıkılmış bir yazar ayrıca. Eskisi kadar eğlenmemekte burada... Hem çok ama çok değer verdiği biriyle de sırf bu yer yüzünden tartışmak istemiyor. Onun buralarda dolaşmasının tek sebebi yaşadığı -yaşamak zorunda olduğu- ve zerre kadar sevemediği şehirden uzaklaşmak, kafa dağıtmak. Kendini anlayan kimse yok zira... Ancak öte yandan sevdiği insan onun buralarda olmasını istemiyor. Kendi de pek istemiyor gerçi...
Son zamanlarda üstünde müthiş bir baskı olan yazar aynı zamanda. Aslında o baskı gerçekte yok ama o bir kafesin içindeymiş gibi hissediyor. Ne yana dönse demir parmaklık, ayaklarında zincirler, kaçmak kolay değil... Morali bozuk, fazlaca duygusal, psikolojisi alt üst olmuş... iyi değil yalnızken. Onun iyi olmasını sağlayan tek bir insan var -iyi ki var-
Tüm gün yağan yağmurla başbaşa olan bir yazar. Bomboş sokaklarda yağmurun kokusuyla aylak aylak yürümüş bir süre. Yağmura aşık bir yazar o... Kimseyle paylaşamaz yağmuruyla başbaşa olduğu anları. Tek bir kişi o duvarı aşabilmiş. Tek aşkı yağmurken başkasına vermiş kalbini, birini diğerinden ayıramayacak kadar çok seviyor. -yağmura olan aşkından kat kat fazla ona olan aşkı-
Saf kalpli bir yazar. Hemen inanır her şeye. Sevdi mi tam sever -öyle derler- çok zayıf, rüzgar esse uçacak sanki... Onun o zayıf bedeninde çok güçlü bir ruh var -bunu sevdiği adam da söylüyor-
Şiirleri çok seven bir yazar o. Ancak edebiyat hakkında bildiği pek bir şey yok. Öğrenmek istiyor. En çok sevdiği şair elbette ona göre en iyi şair... En çok sevdiği şaire aşık... -fena kaptırmış kendini-
Her şeye, herkese rağmen insanları seven bir yazar o yahut eski yazar...
Her yerde karşınıza çıkar. Ki düşünün ben facebook kullanmayan biriyim. Geçen sene iki arkadaşımızı kaybettik... Çok acıydı... Onların facebook profilleri belki benim karşıma çıkmıyordu kullanmadığım için ama yanımdaki insanların hep karşısındaydı. Yetmez gibi çok düşünceliyiz, özlüyoruz şekillerindeki gıcık tipler her gün onlarla ilgili bir şey paylaşır. insanların acısını tazeler... Bir kez daha nefret ettim şimdi onlardan. Ve bir kez daha hatırladım o günleri...
En ünlüsü fuzuli'nin 1535 yılında mesnevi tarzında kaleme aldığıdır.
Bu hikâyenin konusu kısaca şöyledir: Leyla ve Kays (Mecnun’un asıl adı) ilkokul yıllarında birbirlerine âşık olmuşlardır. Kısa zamanda her yere yayılan bu aşkı duyan annesi Leyla’yı okuldan alır ve Kays’la görüşmesini yasaklar. Ayrılık ıstırabıyla mahvolan Kays halk arasında Arapçada "deli" anlamına gelen "Mecnun" diye anılmaya başlar. Bu sevda yüzünden çöllere düşen Mecnun’a birçok kişi Leyla’yı unutmasını söyler; ancak onun için kainat artık Leyla’dan ibarettir ve hiçbir şekilde bu aşktan vazgeçmez. Hatta dedesi onu bu dertten kurtulmak üzere Allah’a yakarması için Kabe’ye götürür; ama o tam tersine derdinin artması için dua eder. Hem Leyla’nın hem Mecnun’un halleri gittikçe perişanlaşmaktadır. Başkasıyla nikahlandırılan Leyla, kocasından kendisini uzak tutmak için bir hikâye uydurur ve bir süre sonra adam ölür. Bu sırada Mecnun çöldedir ve aşkın bin bir türlü cefasıyla yoğrulmaktadır. Dünyayla bütün bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir. Leyla’nın vücudu da dahil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir. Birgün Leyla çölde onu bulur ama Mecnun onu tanımaz ve “Leyla benim içimdedir, sen kimsin?” der. Leyla, Mecnunun ulaştığı mertebeyi anlar ve evine geri döner ve üzerinden fazla zaman geçmeden Leyla hayata gözlerini yumar. Mecnun, onun mezarına uzanır ve canından can gitmiş gibi hıçkıra hıçkıra ağlar. Yaradana feryat figan dualar ederek canını almasını, kendisini Leyla'sına kavuşturmasını ister. Duası kabul olur, göklerin gürlemesiyle birlikte Leyla'sına kavuşur âşıklar âşığı Mecnun ...
Atatürk bütün mal varlığını devlete ve makama bırakmıştır. Zaten bir mirasçısı da yoktur. Atam varını yoğunu devlete bırakıp hayata gözlerini öyle yummuştur.
Ayrılık diye bir şey yok.
Bu bizim yalanımız.
Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var.
Şimdi neredesin? Ne yapıyorsun?
Güneş çoktan doğdu.
Uyanmış olmalısın.
Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi?
Öyleyse ayrılmadık.
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.
Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum.
Önce beklemekten.
Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan.
ikisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın.
Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar,
Sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini...
Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını,
Kanunlara saygı göstermesini,
insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar.
Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun.
Ya o? Ya o?
insanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat,
Çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor,
Saadet bekliyor yaşamaktan.
Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık.
Aradıklarının çoğunu bulamamış,
Beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak
Göçüp gidiyor bu dünyadan.
Özleme bir diyeceğim yok.
O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası.
O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı.
O tek güzel yönü bekleyişlerimizin.
insanlığımız özleyişlerimizle alımlı,
Yaşantımız özlemlerle güzel.
Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin.
Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem.
Bir ışığı var, bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.
Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam;
Seni özlediğim içindir.
Beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni;
Seni özlediğim içindir.
Yaşıyorsam; içimde umut varsa,
Yine seni özlediğim içindir.
akşam, uykularımı senden alırım. nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikulade başdönmesini bulurum.
böyleyken gene de şükretmem halime, hergelelik, açgözlülük eder, seni üzerim. aklıma gelmez ki seni usandırır, sana gına getiririm. sana dert, sana ağırlık sana sıkıntı olurum. nemsin be? sevgili, dost, yâr, arkadaş... hepsi. ençok da en ilk de leylâsın bana. bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. uçan kuşum, akan suyumsun. seni anlatabilmek seni. ben cehennem çarklarından kurtuldum. üşüyorum kapama gözlerini..."
"bulutlardı yağmuru getiren
hüznüm bulut oldu
yağmur oldu yasak sevdamız
inatla gurbete doğdu
acıya büyüdü sevgiler karanlıklar kentinde
güneşi hiç göremeden oynadığımız bir oyundu
al beni yar götür götür buralardan
bıktım artık hep aynı varoluşlardan
yitirmekten yitirilmekten
korkudan korkmalardan
aldatmadan aldatılışlardan
hiç almadan hep vermelerden,
al beni yar götür, götür buralardan
bıktım artık hep aynı varoluşlardan
yasaktı bize sevda yaşamak, aramızda hep birileri oldu
aramızda hep sen de oldun, ben yalnız seninle doğdum
al beni yar götür, götür buralardan
bıktım artık hep aynı varoluşlardan"
Akşam akşam iyi giden bir düş sokağı sakinleri eseri.
Beton yığını... Oysa kim istemez ki ceviz ağacının dallarının penceresine kadar uzanmasını? Kim istemez sabah kuş cıvıltılarıyla uyanmayı? Bahçe içindeki çiçeklerin kokusunu gece balkonda karanlıkta otururken koklamayı kim istemez? Yağmurda ıslanan topraktan gelen o mis gibi kokuya o denli yakın olmayı kim istemez? Ve belki bahçede bağlı küçük, sevimli bir köpeğin sizi heyecanla beklemesini kim istemez?...
Her söz gibi söyleyene bağlı olduğuna inandığım bir başka konu. Nitekim değer vermediğiniz bir insan size ne derse desin umrunuzda olmaz lâkin sevdiğiniz birinin şaka yollu söylediği en basit şey bile çok kırıcı olabilir. insanların söylediklerinin tahrip gücü sizin ona verdiğiniz değer kadardır.
Huzurun bir başka adı. işi olanların çoktan işe gittiği, sokakların yalnız kaldığı bir sabahta yağmurla başbaşa kalmak... Yağsam mı yağmasam mı der gibi kararsız yağmurun saçlarınızı ısatmasına izin vermek... Hafifçe esen rüzgarda parmak uçlarınızın üşümesi... Daha pis insanlar havayı kirletmeden anın tadını çıkarmak... Ve hafif bir şarkının size eşlik etmesine izin vermek... Bundan daha güzel ne olabilir ki?...
Kişiden kişiye değiştiği kanaatindeyim. Kimin söylediği ve kime söylediği çok önem arz eder. Farzı misal birinin dakikalarca sarf ettiği kelimeler bir anlam ifade etmezken öte yandan bir başkasının pişmanlığını belirtmesi için herhangi bir kelime söylemesine bile gerek kalmayabilir. Bunu tek bir cümleye indirgemek yanlış olacaktır.