Sesi kapayıp izleyince daha bi' epik oluyor. Adam bildiğin gökten şimşek yağdırıyor gökten, taşa tutuyor, çılgın ateşlerde yakıyor düşmanın bedenini. O eller, o vücut hareketleri, o titreme... Allah allah!.. Bıçak gibi iniyor her seferinde o el, laneti de esirgemiyor iblislerin üzerinden. Tarih öncesi çağlarda yaşayan bir kabile şefinin ateşli bir duası bu, bu gölgelere karşı savaşan adam. Aman yarabbi, bu, bu gandalf!..
bir şeyler ters gidiyordur, huzursuzluk hayatının her anını ele geçirmiştir. Yataktan kalkar kalmaz elin sigara paketine gider, çekersin dumanı içine, biraz rahatlarsın. Ama o boktan his gün boyu seni takip eder.
Filmi yeni izledim, fena değildi. Popüler kültürün başına sıkılan bir kurşunmuş gibi görülebilir; ama film, kesinlikle, bu kültürin içinde kendine yer edinmiş insanlara göre, yani aptallara göre. Mesaj kaygılı bir film olduğunu daha film izlemeden anlayabiliyoruz; zaten, bizi filmi izlemeye yönelten şey filmin içeriğindeki mesaj. Ama bu mesajın bu kadar abartılarak, sistemi eleştirirken sıradan haline gelmiş monologları bize bir bir sunması, filmin eleştirelen şeye dönüşmesine neden oluyor.
Bunun dışında yer yer komik, yer yer yine komik, yer yer yine komik bir filmdi. Film sadece komikti benim bakış açıma göre. Toplumun yozlaştığını ileri sürüp, bizim düşüncelerimize hitap etmeyen insanları öldürürsek eğer; o zaman sürü güncellerini, gelip geçici anlamsız modaları, çürümüş medeniyeti(!) bir kenara atan insanların da toplumun dışına itilmesine ve bu sistem tarafından tehlikeli görülüp cezalandırılmasına da ses çıkarmamalıyız. Film içerisinde ki en
göze batan çarpıklık buydu bana kalırsa.
Her şeye rağmen; yer yer bir iki kurşun da ben sıktım beyinsiz ergenlerine, aklını siktiğimin faşist politiklerene, düşüncesiz kuklalara...
Her neyse, boş zamanlarda izlenebilecek eğlenceli bir film.
Klasik bir senaryoyu oldukça iyi işlemiş sam mendes. Karakterlerin altını gayet güzel doldurmuş ve film durağan olmasına rağmen sinematografi açısından kendini akıcı kılabiliyor; fakat tom hanks'in rolune fazla oturmadığını da söyleyebilirim.
Bunun dışında; paul newman arkası dönük vaziyette, tek eliyle arabanın kolunu kavradığı sırada tom hanks'in adamları birer birer harcadığı sahne, filmin en etkileyici sahnelerinden biriydi.
Çok fazla düşünmekten belki de... Ölümü düşünmekten; geçmişi, geleceği, şimdiyi düşünmekten kaynaklanır. Korku, geleceğe dair planlarını siler atar beyninden, geçmişe saplanıp kalırsın. Ne kadar mutlu anın varsa, hepsini hüzünle anarsın. Hatırlanmak istenmeyen kötü anılar ise bir bir ortaya çıkar, daha da korkarsın, göğsüne bir bıçak saplanıyormuş hissi yaratır, nefes alamamaya başlarsın. Böyle yaşamaya alışmak mümkün değildir, bir an önce kurtulmak istersin; ama bir türlü başaramazsın... Çünkü hayata hep aynı açıdan bakıyorsundur. insanların eğlence kaynağı olarak gördüğü şeyler, senin korkuların olmuştur ve bu korkuları, kendinde bir şeyleri değiştirmeden aklından bir türlü kovamazsın. Tek çaredir değişim. Hayatı bütün zıtlıklarıyla kabul etmek gerekir; ancak o zaman anlamsız korku dolu düşünceleri yok eder, korkmadan yaşamayı öğrenebilir insan. Çünkü; hüzün varsa mutlulukta vardır, ölüm varsa yaşamda vardır, korku varsa cesarette vardır... Hayatı yaşanabilir kılan değerleri de bu zıtlıklardan temel alarak oluşturursun.
"Uzak", hayatı anlatıyor bu film. Yalnız yaşayan bir adamın dinginliği ve yalnızlığını bozabilecek her şeyden çekince duymasını anlatıyor. Yusuf ise başkasının evinde konaklayan, köyden şehre, gemilerde çalışma umuduyla gelmiş bir gençtir. Ama hayat ne zaman umduğumuz gibi oldu ki... Yalnız bir insanın yaşamına dahil olunca herkesin huzuru kaçıyor; çünkü yalnız adam karşısındakini parazit gibi hissettiriyor. Bu film gerçek bir yaşam öyküsüdür, hepimizin yaşanmışlıklarından birer parça... Hangimiz, bazen, "artık çok" deyip ertelemedi hayallerini? Hangimiz, kırdığımızın kalplerin, bizi terk edişinden sonra anlamadı hatasını? Hepsini yaşadık... En çokta birisinin gelip sigara içilmeyen oda da sigara içmesine kızdık, balkona çıktığında kapıyı kapatmayan misafire içerlendik.
Filmde; istanbul'u, kışın beyaz örtüsü altına saklanmasının etkileyiciliği karşısında hayranlık duyuyor insan. Havanın kapalı olduğu siyah beyaz günler ise filmin genel atmosferine ayrıca uyum sağlıyor. Güzel, içten bir film, insanın içine işleyen kareleriyle akılda kalabilecek film.
Zamanını, ergenliğin getirdiği boş hezeyanlarla harcamayan, yaşadığı hayatı bilinçli tüketmeyi küçük yaşlarda öğrenmiş çocuktur. iktidarda olan partinin, dindar olmayanlara karşı takındığı şovenist tavır yüzünden, gelecek için kaygılanan; ilerde yaşayacağı hayatı, kuracağı aileyi ve bu ailenin fertleri olacak çocuklarının nasıl bir hayat süreceğini, devletin vereceği dindar eğitimle olmamasını istemektedir. içinde bulunduğu duruma bakıp, gelecek nesillerin daha da kötü şartlara maruz kalmamasını isteyen çocuktur.
Asıl ona bu pankartı, bu yaşta açmasına sebep olanlar düşünsün ve öz eleştirisini yapsın.
şüphesiz ki, yurdum kezbanının tanrıçasıdır ve bu kezbanlar; hayatlarında en az bir kere profil fotoğraflarına marilyn monroe'nun, şu meşhur, eteği havada uçuşan fotoğrafını koymuşlardır.
martin eden, ayak takımından denilebilecek bir denizcinin yükselişidir. yükseldiği yerde, gözünde büyüttüğü burjuva sınıfının artık gittikçe küçülen birer böcek olarak görünmesidir... Ruth'a olan aşkı, onu daha çok okumaya, öğrenmeye itmişti. Kendinden o kadar çok
fedakarlık yapmıştı ki yazar olmak için...
Martin Eden, karşılaştığı götüntü karşısında hayal kırıklığına uğramıştı. Toplumdan giderek uzaklaşan, bildikleriyle yalnızlığına gömülen insan olmuştu. insanlığın içler acısı halini görmüştü. Efendilerinin kölesi olmuş insanlar, eskinden onu görünce başını eğip, yollarını değiştiren insanlar; şimdi yakasından düşmüyor, akşam yemeklerine davet ediyorlardı. Ama o hep aynıydı; fikirleri, düşünceleri. Ne değişmişti..? O da, artık, burjuvaların yarattığı yeni moda olmuştu, istemeye istemeye... Bu görüntüler, onun midesini bulandırıyordu ve biricik sevgilisi Ruth'un da terk edişi onu yaşamdan iyice soyutlamıştı. Mutlak huzuru ölümde, Swinburne'ün sözlerinde bulmuştu, "ölüler, asla dirilmez"...
Empati yapmaz; ancak çıkar ilişkileri söz konusu olduğunda empati yapıyormuş gibi yapıp, sinsice, halkın gözünü boyamaya çalışır.
(bkz: suriyeli muhalifler)
(bkz: 12 eylül mağdurları)
Bu adamın başkan seçilmesinde rol oynayan başı açık kadınların, bu durum karşısında nasıl tepki vereceklerini merak ediyorum. Belki de bu gibi insanlara oy vererek, başlıkta bahsedilen kraterlere uygun olarak hareket etmişlerdir. Bu sözlerden sonra bile gidip bu adama oy verebilen kadınların, nasıl bir kişilik bozukluğu içerisinde olduğunu da merak ediyorum.
Ciddi olarak bir şey söylemek gerekirse; bu insanın(!) böyle bir cümleyi kurabilecek cesareti kendinde bulması, aptallığın ve cahilliğin insanda nasılda gaz yapabileceğinin göstergesidir. Şuanda linç edilmesi gereken bu zihniyet, daha da baş tacı ediliyor. Bu sözü söyleyen herifin zihninde oluşturduğu ahlak yasalarının çürümüş kokusu etrafa yayıldıkça halk daha da uyuşuyor.
Birilerinin bu adamları durdurması gerekiyor artık..!! Ahlakları; 12-13 yaşındaki kızları, bastonlu dedelerle evlendirmeyi meşru kılan anlayışta olan bu yaratıkların, dünya da cehennemi tatması gerekir. Ama yüce(!) Türk adaletinin bu konuyu da geçiştirip, bir süre sonra unutacağı gayet açık.