An itibariyle NTV'den gördüğüm tebrik telefonlarıdır.
Bahreyn, katar, filistin, Hamas(!) , ne kadar arap diktatör varsa erdoğanı tebrik etmekte. Tebrik edenler Arasındaki en demokratik (!) ülke azerbaycan.
Son genel seçimlere katılan 16 partiden 12 tanesi referandumda hayır kararı almış durumda. 2 Parti (BBP ve BTP) henüz 12 şubat itibariyle kararsızken sadece akp ve mhp evet cephesinde (ki mhp seçmeninin ne kadarı evet diyecek orası ayrı bir konu).
Alttaki listede son genel seçime katılmayan partilerden ise sadece yeni dünya partisi 'evet' cephesindeyken diğer tüm partiler anayasa değişikliğini desteklememekte.
Ayrıca listenin altındaki anket sonuçlarına bakıldığında 'hayır' ın daha fazla ankette önde olduğu görülebilir. Dikkat edilirse zaman geçtikçe ve anayasa teklifi meclisten geçmesiyle beraber başkanlık sistemine hayır diyeceğini belirten kişi sayısı artmış.
Not : Bu listenin dışında türkiye'de yaklaşık 60-70 civarında daha küçük çaplı siyasi partiler bulunmaktadır (örneğin [yeniden] genç parti).
Ciddi ciddi şüphelendiğimdir. Şu an olanların başka hiçbir bir izahı olamaz. Yıllardır pusuda bekleyen rte'nin askerleri mhpli vekiller şu an rte'yi imparator yapmak için emri almış durumda.
Devlet bahçeli de bildiğin darth vader'mış da haberimiz yokmuş. Bildiğin dark side'a geçip bütün yemin ettiği değerlere ihanet ediyor şu anda. Ekonomik kriz öncesi rte'yi en zor anında kurtarma peşinde.
Başkanlık sistemine karşı olan seçmenin şu an vermesi gereken tepkidir. Artık tek tek il başkanlıklarına mı giderler genel merkezin önünde nöbet mi tutarlar bilmiyorum ama bir şekilde görünür bir tepki sunmaları gerekiyor.
Ben herşeye rağmen vekillerinin bir şekilde ikna edilebileceğini düşünüyorum. Tabalarından büyük ve görünür bir tepki geldiği takdirde bunu görmezden gelemezler ve 15 gün içinde fikirlerini değiştirebilirler.
inşallah malum kişinin de gün olup devran döndüğünde ileride öz memleketi olan yere yapacağı talep olacaktır. Ben artık dayanamıyorum gördükçe ülkenin halini.
Şu anki hükümetten beklentimdir ve hükümete açık mektuptur.
15 temmuz sonrası ne güzel bir birlik beraberlik duygusu yakalamıştık. Geçtiğimiz süreçte izlenen politikalar sonucu 15 temmuzun artık suistimale varan kullanımı sonucu bir kitlede tepki uyandırıldı bu duygu iyice kaybolmaya başladı.
Çok açık bir şekilde ülke üzerinde provakasyonlar var ve hükümet olarak siz bunları bizden daha çok biliyorsunuz. Şu günlerde sürekli 'başkanlık' 'başkanlık' diyerek milleti ayrımcılığa yöneltmekten çok daha önemli vatan millet meselesi var.
Şu başkanlık meselesi gündeme geldiğinden beri saldırılar arttı daha çok kaşımaya başladılar farkında değil misiniz? Çok şükür vatan millet sevgisi bilen bir milletiz ve ülkenin %90'ı mesele vatansa gerisi teferruattır bilincine sahip.
Bu ülkedeki muhafazakar kesimin de atatürkçü kesimin de birlik beraberliğinin artmasına ihtiyacı var. Bunu da en etkili şekilde yapabilecek olan sizlersiniz. Lütfen ufak siyasi hesaplarınızı biraz olsun kenara koyun da şu zor günleri hep beraber atlatalım.
Şu sıralarda oldukça moda olmaya başlayan iç savaş temalı başlık açan veya bu konuyla ilgili entry giren yazarların sözlükten ihracı kampanyasıdır.
Bu grup 3'e ayrılmakta. Bilinçli provakatörler, troller ve kendince yazı yazıp fikir beyan eden yazarlar.
ilkinin zaten ne olduğu belli ve bu sıralarda internette ve sosyal medyada oldukça fazlalar.
ikinci kısım troller. Bu arkadaşlar ne yaptıklarının neyle dalga geçtiklerinin farkında bile olmayan, azcık ilgi çekmek amacında olan ergen kitle.
3. kısım ise ne yaptığının 'çoğunlukla' gene farkında olmayan genelde iyi niyetli insanlar ama bunları provakatörlerden ayırmak da oldukça güç.
Bir şeyi sürekli tekrarlarsanız o konuda bir çaresizlik yaratılır. Örneğin sürekli olarak 5 gün sonra bir felaket olacak, 4 gün sonra felaket olacak deyip durursanız insanlar o felaket olmasa bile o felaketin olacağına inanır ve olduğu takdirde de buna tepkisiz kalır. Bunu engellemek adına da ben açıkçası bu tarz paylaşımlarda bulunan insanların sözlükte bulunmaması gerektiğine inanıyorum.
insanların ne paylaşıp ne paylaşmaması konusunda bilinçlenmeye ihtiyaçları var. Algı yönetimi nedir ne değildir, insanlar ve kitleler nasıl manipüle edilip istenilen kıvamlara getrilir biraz araştırmak ve öğrenmek özellikle bu günlerde gerçekten gerekli.
Neden farklı olduğunu ve nasıl şehit olunduğunu merak ettiğim kavram.
Öncelikle tabi ki şehadet ve şehitlik mertebesi dini kökeni olan kavramlardır. Buna göre de gece klubünde eğlenirken ölenler tabi ki de dinen şehit sayılmazlar. Hatta bence son zamanlarda şehitlik mertebesinin içi iyice boşaltılmaya başladı ve bu da şehitlere olan saygı ve tepkiyi arttırmıyor giderek azaltıyor. Bu yüzden ben hayatını kaybeden vatandaşlarımız ve diğer ülkelere ait vatandaşlara şehit denmesini savunmuyorum, teröre kurban verdiğimiz canlarımızdır diye düşünüyorum.
Fakat şehitlik kavramı artık ülkemizde sadece dinle alakalı değil, daha çok vatanla alakalı bir kavram halini de almıştır. Vatan uğruna ölen kişilere şehit denir. Buna göre şu soruları sormak istiyorum.
Öncelikle TDK'dan bir tanım.
Şehadet : Yüksek bir ülkü uğrunda ölme, şehit olma
1. Şehitlik sadece dini bir kavram olarak mı ele alınıyor. Her TC vatandaşı askerlik yapmak zorundadır. Ateist, hristiyan, yahudi, buddist herhangi bir müslüman olmayan vatansever TC vatandaşı ülkesini savunmak adına savaşsa ve çatışma sonrası ölse bunlara şehit demeyecek miyiz?
2. Benim ilkokuldan bu yana öğrendiğim ve bildiğim kadarıyla, ayrıca TDK'dan da tastik ettiğime göre şehitlik belli şartlarda, vatan veya din uğruna bir görevdeyken öldüğün takdirde olur. Örneğin buna göre doğuda (ya da batıda farketmez) öğretmenlik yapan birisi görev başında ülkenin birliğine ve bütünlüğüne düşman kişiler tarafından öldürülürse şehittir. Ya da beşiktaş patlamasında öldürülen kahraman polislerimiz de şehittir. Fakat eğer yarın birgün ben durakta beklerken canlı bomba tarafından öldürülürsem şehit değilimdir. Biz türkçedeki şehit tanımını belli sebeplerle ülkece değiştirip, teröre kurban verdiğimiz herkesi şehit mi saymaya başladık? Teröristler tarafından öldürülürsek otomatikman şehit mi sayılmaya başlandık?
3. Eğer 2. maddedeki gibi şehitlik kavramını değiştirdiysek sokakta yürürken teröre kurban giden sivil bir vatandaş, markette alışveriş yapan, kuaförde pkk militanları tarafından öldürülen, lunaparkda eğlenirken ölen veya gece klubünde, barda teröre yakalanan vatandaşlarımız arasındaki fark nedir? ikisi de teröre aynı derecede kurban gitmemiş midir?
4. ilk 3 maddenin tamamını kapsayarak, bizim şehitlik kavramımız alkolle bağlantılı mıdır? Sadece dini bir terimse müslüman olmayan vatan evlatları bu ülke uğruna ölürse şehit olmayacaklar mı? Yok ayrıca vatani bir terimse üstüne bir de alkol kullanan ve kullanmayan askerler diye yeni bir kıstas mı oluşturmamız gerekiyor?
5. Gene 3. ve 4. madde ila bağlantılı olarak, saldırı barda değil de yolda yürüken otomatik silahla taranmak şeklinde olsa, veya bir kıraathane basılsa ve oradaki vatandaşlarımız öldürülse, orada sadece bulunduğu için hayatını verecek vatandaşlar bugün şehit sayılmayacak mıydı? Onlar sayılacaksa gece aynı terör saldırısı olunca oradakiler neden şehit sayılmıyor. Yoksa terör eylemi sokakta veya kıraathanede olursa terör eylemi, alkollü mekanda olursa terör eylemi olmaktan çıkıyor mu?
Sosyal medyada her türlü terör eylemini övenleri ihbar etmektir.
Hatırlarsak beşiktaş saldırılarından sonra bu konuda birçok ihbar olmuş, sonuçlar da alınmıştır. Bu konuda ülke bilinçlenmelidir.
An itibariyle sosyal medyada birçok ortaköy saldırısını öven kişi bulunmakta. Bunların yaptığı net olarak suçu ve terörü övmektir. Buradan ihbar kampanyasına devam edilebilir.
edit 2 : Akp'li vs. diye birşey olmaz en fazla bir gözaltıyla geçiştirilir diyen yazarlar olmuş. Ben açıkçası bu konuda çok hemfikir değilim. En azından bir gözaltı görseler, geceyi nezarette geçirseler, rahatları bozulsa o bile kardır bundan sonra bu tarz yobaz düşüncelerini yayıp insanları etkilemeden önce 2 kere düşünürler. Sosyal medyada paylaşılan her yazıda aslında bir yerde insanların kendi fikirlerinin propagandasını yaptığını unutmayalım.
edit 3 : Türkiye barolar birliği başkanı Metin Feyzioğlu da bu konuda açıklama yaparak ekran çıktılarını beklediklerini belirtti. Hem egm hem de buraya ihbarda bulunulması halinde daha profesyonel bir takip olacaktır. Tepkiden ya da herhangi bir durumda uğraşmaktan korkan yazar varsa kendisine ulaştırabilir.
Başsağlığı tabi ki dilenecektir, fakat ciddi bir özür dilendiği takdirde günlerdir yapılan, rejim, iran ve ruslara ölümle tehditlere kadar varan halep propagandası sonrası, tam da istedikleri (!) olmuşken, sorumlulardan birisi de ölmüşken belli kesime bunu nasıl anlatacaklar?
Hala halep halep deyip bu propagandaya devam edecekler mi? Bu durumda rusya 'noluyor' lan demez mi? Bu sefer derse sonu ne olur?
not : başlık suikasti ardından şeklinde olacaktı. Modlar el atabilirse sevinirim.
Devletin en temel görevi olan vatandaşını koruma görevini yerine getiremeyen hükümetten bunun hesabını da vatandaş soramayacaksa bu devlet, hükümet, demokrasi neden ve kimin için vardır?
Öncelikle bu başlık nazım hikmeti eleştirme amacıyla yazılmamıştır. Nazım hikmet bir çok şiirini sevdiğim büyük bir şair ve siyasi bir kimliktir bence.
Bir süre önce Nazım Hikmet'in aşk hayatını daha çok merak ettiğim için internette araştırmaya koyuldum ve şu blog sitesiyle karşılaştım.
Blog sahibi gayet akıcı ve güzel bir şekilde aktarmış. Vaktiniz varsa kesinlikle okumanızı öneririm. Okumak istemeyenler için çok hızlı bir özet.
Nazım Hikmet'in üniversite yıllarındaki aşkını anlatarak başlıyor. Moskova'da evleniyorlar. Daha sonra kız türkiye'ye dönüyor. Ailesi razı olmadığı için de evlilikleri devam etmiyor.
Nazım Hikmet 1930 yılında Piraye Hanımla ilişkisine başlıyor ve 1935 yılında kimseye haber vermeden evleniyorlar. Bu süreç içerisinde Nazım Hikmet sürekli hapse girip çıkmakta, Piraye hanım Nazım'ı sürekli beklemektedir.
Bu süre içerisin dayısının kızı olan Münevver ile aralarında aşk başlar. Münevver evlidir ve bir de çocuğu vardır. 1946 yılında Nazım Hikmet eşi Piraye'ye en sonunda mektupla durumu anlatır. Kocası Münevver'den ayrılmak istemez. Bunun üstüne Nazım Hikmet Piraye hanım'a geri dönmesi için yalvarır hatta intihar edeceğini bile söyler. Piraye hanım dayanamaz gelir. Bir süre Münevver-Piraye-Nazım ilişkisi böyle gider ve en sonunda 1950'de piraye hanım Nazım hikmet'i yaptığı açlık grevi sonucu hastahane ziyaretinde görür fakat Münevver Hanım'ın da ziyarete gelmesi sonucu ortam kötü bir hal alır ve piraye hanım son kez gider. 1995 yılında ölene kadar da kimseyle evlenmez.
1950 yılında ayrıca af çıkar ve Nazım Hikmet Münevver Hanım'la evlenir (aralarındaki aşk 1938 yılında ilk olarak başlamıştır). Bir de çocukları olur. 1951 yılında ise sürgün yılları başlar. 1961 yılına kadar Münevver Hanım bu sefer Nazım'ı bekler durur. En sonunda kaçak yollardan Varşova'ya girer ve yıllar sonra Nazım ile en sonunda kavuşurlar. Nazım Hikmet ise Münevver'e yeni aşkı Vera'dan bahseder. Münevver Hanım, yıllarca hem hapis hem sürgünde beklediği kocasından ayrılır ve oğluyla beraber fransa'ya yerleşir.
Bu arada yazıda bahsedilmemiş ama moskova'da Nazım'ın 7 yıl beraber yaşadığı Galina gibi diğer kişiler de vardır.
Vera evli ve 5 çocuk annesidir. Nazım Hikmet umursamaz. En sonunda bir şekilde kalbini çalar ve evlenirler. Sonrasında 1963 yılında vefat eder. Vera da sonrasında kimse ile evlenmez.
Burada gördüğümüz gibi Nazım Hikmet'in aşk hayatı dolu dolu ama bir çok aldatma, yuva yıkma, vefasızlıklarla doludur. Bu süreç içerisinde, her ne kadar sadakat göstermese de, aşık olduğu tüm kadınlara yüzlerce mektup ve şiir yazar. Bu şiirleri günümüzde sürekli okumaktayız (not: ben artık samimi bulamıyorum bu şiirleri malesef).
Şimdi gelelim asıl başlığı açmamın sebebine. Peki bunun sonucunda sayfadaki yorumlar genel olarak nasıl?
"Nazım Hikmet başkadır benim için. her cümlesini her satırını ,her defasında başka tatlarla okurum.
çok güzel bir derleme olmuş =) sürükledi götürdü beni Nazım şiirlerine. Yazdıklarının nezdinde gıpta ettim aşklarına ve içinde bitmek tükenmeyen sevgiyi saygıyla selamladım"
"Nazım,aşktan,özlemden beslenen şiir,felsefe, sanat insanı.
Bir yağmur, rüzgar,dağların tepesinde dolaşan bir gezgin; bir sevdalı insan Nazım."
"Aşka aşık olur bazı adamlar. Nazım Hikmet'in en büyük aşkı kadınlar olamazdı. Çünkü aşkına kavuştuğunda hep vazgeçti.."
"sevmeyi de, yaşamayı da, ölmeyi de bilen adam..
ama sen de öylesine güzel sevmişsin ki, bana daha çok sevdirdin Nazım'ı hatta aşklarını... teşekkürler.."
"Zaten şairler şiir yazabilmek için bırakmazlarmı sevdiklerini"
ilk yorumlar hep bu tarzda gidiyor, sonra biraz daha 'aga bu nedir' tarzı yorumlarda gelmekte.
Şimdi hepimizi düşünmeye davet ediyorum. Açıkçası Nazım Hikmet benim de çok saygı duyduğum bir şair. Lakin şunları alelade biri yapsa neler düşünür neler söylerdik. Fakat yapan kişi Nazım Hikmet olunca neden yermek yerine üstüne bir de övüyoruz. Yazık değil mi o kadınlara ve çocuklara?
Yoksa bir insanın davranışlarını aslında büyük ölçüde kim olduğuna göre mi değerlendiriyoruz?
ileri demokrasi ile yönetilen türkiyenin, tek parti ve dikta rejimi savunucuları cehape zihniyetli insanları tarafından bir türlü kabul edilmeyen gerçek. Halbuki azcık a haber izleseniz, büyük resmi görseniz böyle olmaz.
Ekonomimizin çok iyi olduğu gerçeğini eninde sonunda siz de kabul edeceksiniz.
Bu arada şu kampanyayı da desteklemeyi unutmayalım. Benim dolarım yok ama olsun.
Tam olarak "Demokrasi değerlerini bir yandan savunurken bir yandan da Rusya'nın basın yayın organlarının kapatılması bölge dışına çıkarılması yönünde kararlar alıyorlar. Bize demokrasi dersi vermeye çalışanların gerçek yüzünü, demokrasi fakiri olduklarını bütün dünya ibretle izliyor." olan binali yıldırım açıklaması.
Anladığım kadarıyla ab demokrasi fakiri ileri demokrasinin hüküm sürdüğü bir medeniyet olsa direk kapatmaya çalışmazlar, önce ele geçirmeye çalışırlardı demek istiyor.
Bir ölçü birimi. Sanat, spor ve reform ölçümünde kullanılır.
Özellikle lise edebiyat ve tarih derslerininde en çok kullanılan ölçü birimidir. Sanat soyut ve subjektif bir olgudur niteliği ölçülemez diyenlere tokat gibi cevaptır. Sanatölçer veya reformmetre ile ölçülür.
Osmanlı devrinde ortaya çıkan 'batılı anlam' ölçü birimi, cumhuriyet devrindeki ölçü birimi reformları ile beraber kaldırılıp yerine batılı muadili getirilmeye çalışılmış, lakin batılı anlamda bir karşılığı bulunamadaığı için bu girişim sonuçsuz kalmıştır.
Kesinlikle artık tutarlı bir çizgisinin toplumda oturması gerekendir. Tabi böyle bir ortamın oluşmasını bir 100 yıl daha bekleriz muhtemelen.
Bu başlığı açmamın sebebi birazcık toplumdaki aklı ve mantığı kullanmamın ve kendini modern sanan bazı insanlara olan isyanım artık.
Toplumda ne kadar parkta el ele tutuşmaya bile laf edecek yobazlar, pedofililer, ensarcıları bilmemnesi varsa da bir o kadar da medeniyetin ölçüsünü herkesin ortasında çatır çatır grup seks yapmak olan gören bir kesim mevcut. ikisinin de aslında birbirlerinden olarak bir farkları yok, al birini vur ötekine. Tek farkları farklı aile ve kültürlerde yetişmeleri ama özünde ikisinin de düşünme şekli aynı.
Bu arada toplumda %100 cinselliği düşünüp taşınıp savunan varsa onları bu grubun dışında bırakıyorum. Fikirlerine ne kadar katılmasam da en azından tutarlı ve inandığı değerleri var. Benim derdim ahlak kurallarını işine geldiği yerde işine geldiği şekilde yorumlayanlarla.
Bu özellikle sözlüklerde çok bulunan modern(!) arkadaşlarımız örneğin herkesin içinde sevişmekte bir sıkıntı görmezler. Ne de olsa kimseye zararları yoktur bu arkadaşların. Ama aynı arkadaşlar sokakta mastürbasyon yapan birini görseler 100 sayfa entry dolar buralar, demedikleri kalmaz adama. Peki soruyorum size pek tutarlı, ilerici, mantığını kafasını kullanan arkadaşım bu adamın toplum içinde mastürbasyon yapmasının kimseye zararı var mı. Hoşuna gitmiyorsa sen de bakmazsın. Neyini eleştiriyorsun?
Dersiniz ikisine de eyvallah hiçbir şey demem. Sonuçta toplumsal kuralları toplumlar belirler ve bir çizgisi yoktur. Afrikanın kabilelerindeki kurallar farklıdır, irandaki farklıdır. Ama sosyal bir varlık olduğumuza göre beraber yaşamanın belli kuralları vardır.
Ne olmalıdır bu konunun sınırı, nereye kadar ileri gidilmelidir. Yoksa tamamen herkes serbest mi bırakılmalıdır. Gelin tartışalım bu konuyu. Ama lütfen şu algıda seçiciliği bırakıp artık mantıklı ve tutarlı fikirler ortaya atalım. Yoksa milyon sene geçse toplum olarak huzura eremeyiz.
Portekizin yerel içkisi. Tadı iğrençtir afedersiniz ilk içtiğimde kusacak gibi olmuştum şu anda da hayatımda değişen birşey yok. Genelde daha yaşlı insanlar tarfından tüketilmekte olan bu içki gençler arasında genelde bir gaza gelme durumu sonrası 'atalım mı lan bir bagaço' şeklinde içilir genelde, onlar tarafından da pek sevilmez. Güzel olanları da olduğu rivayet ediliyor ama hiç denk gelemedim şimdiye kadar.
Acaba kimin verdiğini merak etmekte olduğum olay. Öyle ki bilindiği üzere bu kişiler herkese telefon, internet, posta yoluyla sürekli yurtlarının reklamını yapmaktadır. Bir süre sonra illallah getirtebilir.
Öncelikle 'odtüde başörtülülere taciz' şekilde haber yapanların allah bin belasını versin, açık ve net. ilk olarak şunu belirteyim, haberi ilk duyduğumda dedim ki herhalde bir iki kendini bilmez yanlış bir şey yapmış, yandaş medya abartıyor olayı gene. Hatta ben de kınadım olayı, bir insan başörtülü diye öğrencilerin kimlik kontrolü yapması, rezillik. fakat videoyu izleyince olayın hiç de öyle olmadığını farkettim. Ulan gerizekalılar herhalde girmeyecek o üniversiteye cemaat. O kadınların orada işi ne bir kere, ki bunu herkes biliyor ama işlerine gelmiyor ya, hemen diyorlar başörtülülere taciz. Nerede taciz hani nerede göster. iki gün önce kayda gittim artık gururla söyleyebilirim ki bir ODTÜlüyüm. Ayrıca o videoda olmayanlardan da artık bir farkım var, nedir o 'öğrenci kimliği'. Bir ODTÜ öğrencisi olduğumu kanıtlayan bu kimlik sayesinde oraya istediğim gibi girip çıkabilmekteyim. Haberin videosunda görülebildiği üzere (ki nasıl kendi lehlerine kesip montajlamamışlar hayret ettim) orada istenen kimlik bu kimliktir.
Bir başka saptırma da rastgele başörtülü öğrencilere kimlik sorulduğu yönünde. En başta bir kere öğrenci değiller o palavrayı atma. Gene videodan anlaşılabildiği gibi kimlik soran arkadaşlar bu cemaatçilerin öğrenci olmadığının, cemaate beyin yıkamak gençleri kandırmaya geldiklerinin farkındalar. O yüzden soruyorlar kimliğini 'hadi çıkar madem o zaman görelim öğrenci misin değil misin?' demek için. Zaten iki taraf da olayın farkında yani. Bunun o yolda kimlik soran pkklı itlerden çok büyük farkı var.
Diğer bir saptırmaya gelirsek taciz olayı. işte yandaş medyanın en büyük orospu çocukluğu burada ortaya çıkıyor. Cemaatçiyle tartışmaya mı girildi, yaz taciz ettiler, başörtülü mü ooooh ne güzel. Üniversitelerde kimlik sorulur, bana da sorulacak. Lise de yatılıydım orada da girişte kimlik soruyorlardı. Sen şimdi gidip öğrenci olmadığını bildiğin, üstüne üstlük amaçlarının da ne kadar orospu çocuğu bir amaç olduğunu bildiğin kişileri üniversiteden atarsın. Bunun en hukuki ve uygun yolu da orada ne işi olduğunu öğrenmektir. Arkadaşlar burada onu soruyor, sen kimsin diyor kimlik sorarak olur. Videodan da öğrenildiği üzere o kişi zaten her sene gelmekte insanları kandırmak için, ki kendisi de bunu inkar etmemekte. Sen eğer böyle bir amaç için geliyorsan sana kimlik de sorulur, üniversiteden çıkman da istenir, diretirsen yaka paça bile atılırsın ( ki o zaman gene başlarlar saptırmaya başörtülüleri dövdüler diye)
Sen taciz mi istiyorsun, söyleyeyim. Benim haberim olmadan bir yerlerden benim telefounumu bulup ikide bir beni arayıp durman tacizdir. Otobüsten iner inmez yanıma gelip 'yurt falan yardım edebiliriz' diyerek hayatımın en muhtaç anlarından birinde aklımı çelmeye çalışman tacizdir. Üniversiteye girip tek tek insanları 'fuhuş yapılıyor' yalanlarıyla kandırmaya çalışmak hem tacizdir, hem de gerçekten fuhuşa zorlayan pezevenklerden daha büyük pezevenkliktir.
Şimdi gelelim cemaatçi arkadaşlara, çok çekiyoruz sizin gibi pezevenkler yüzünden. Size laf anlatmaya çalışmıyorum zaten. başörtülü 'cemaatçi'ler yüzünden artık başörtülülere önyargılı yaklaşmaya başladım, istemeden aklımdan 'acaba bu da mı cemaatçi' diye sorular geçiyor. Elhamdülillah müslümanım, babaannem, halam yengem, kuzenlerim daha bilimum sülalemden insan başörtülü. Başörtüsüyle hiç bir sorunum yok, çok istiyorsan üniversitede serbest olması taraftarı bir insanım. Sizin gibi itler yüzünden başörtülü gençler de mağdur oluyor, toplumda önyargılar oluşuyor.
Benim lafım cemaatçi olmayan, bu tarz yalanlarla kandırılan arkadaşlara. Haber tamamen saptırmadır arkadaşlar. aşağı da linki de paylaştım izleyin kendiniz görün. Özellikle de yandaşların sitesinden verdim linki. Bir insana sırf başörtülü diye taciz ederlerse karşılarına ilk ben dikilirim, ki en üst de belirttiğim gibi olayın saptırılmış versiyonunu ilk duyduğumda aynen bunu yaptım. Fakat bu cemaatçilere izin vermeyeceğiz odtüde, o arkadaşlara da helal olsun. Keşke o sırada ben de orada olsaydım (kayıtların ikinci günü galiba olay, benim kaydım ilk gündü) da o alkışlayanlar arasında olabilseydim.
