wolfalone
248 (ilaç gibi)
sekizinci nesil yazar 1 takipçi 37.33 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    badtrip

    1.
  1. seni kaça sattılar

    1.
  2. Abi biz mahalleden tanışırız aslında Duygu’yla, bugün bahsetmiştim sana Suat tanıştırdı bizi de. Aynı lisede okuduk, aynı zamanda. Duygu ilk sene kazanamadı üniversiteyi, ikinci yıl Gazi’yi kazandı, orada hukuk okuyor şimdi. Kafası baya çalışıyor yani hatunun. Neyse abi, okulu kazandıktan sonra bir haller oldu buna. Ortam mı değiştirdi onu nedir anlayamadım bir türlü. Biz her gün kavga etmeye başladık. Telefonlarıma çıkmamaya; derslerini, sınavlarını bahane edip mesajlara geç cevap vermeye başladı falan. Tamam anlıyorum hukuk baba bölüm, öyle bizimki gibi çizim mizim işi değil ama nasıl diyeyim sana bu yoğunluktan başka bir şeydi sanki. Sanki bir başkası vardı ya da beynini yıkayan biri vardı hayatında. Çünkü önceden deliler gibi beni seven hatun, Ankara’ya gittiğinin ikinci ayında beni eleştirmeye başladı. Yok sen kendine bakmıyorsun, yok saçların çok bakımsız, yok şu yok bu derken bir baktım Semih’ten başka erkek tanımayan hatun başka başka adamların isimlerinden bahsetmeye başladı zamanla. ‘Bugün Murat’larla çıkıyoruz dışarı haberin olsun’, ‘ Halil’in doğum günü var oraya gideceğim’, ‘ Bu gece Buse’nin arkadaşı Hakan’ın kafesinde oturacağız biraz’ gibi aptal saptal cümleler kurmaya başladı. ‘Lan’ diyorum ‘kim bu adamlar?’, ‘ay sanki tanıyacaksın Semih arkadaşlarım işte’ diyor. Abi bana gelmez öyle yanında ben olmadan çok gezmek falan. Erzincanlıyız demiştim sana ilk gün. Biz Aleviyiz abi. Duygu’nun ailesi Sünni. Annesi beni çok severdi önceleri ama bir ilişkimiz olduğunu bilmiyordu tabi. Neyse bizim işler ciddileşince Duygu anlatmış aramızda bir şeyler olduğunu annesine. Annesi de bizim Alevi olduğumuzu duyunca ondan, feryat figan etmiş. ‘Olmaz, hakkımı helal etmem. Baban da kabul etmez hemen ayrılacaksınız’ demiş. Bizimki bana belli etmeden bir ay daha idare etmiş durumu ama sonra aile baskısına dayanamamış. Sonra bitti işte. O gün telefonda bana her şeyi anlattı. Ben ona yeniden oturup konuşmamız gerektiğini gerekirse ailemin gidip ailesiyle konuşması gerektiğini söyledim ama nafileydi tabi. Finali de sen biliyorsun işte. Suat'ın ailesi zengin baya,babasının ayakkabı fabrikası falan var... Ulan diyorum yoksa bu mezhep vesaire yalan dolan mı hep? Baya baya satıldık mı yani nedir acaba?”

    "Bazı yalnızlıklar ticaridir Semih, seni kaça sattılar?"

    "Çok ucuza gittim abi, çok ucuza..."
    1 ...
  3. unutmak isteyen kim

    1.
  4. “Evet, yoksa sen hangi müşterinin işi için defalarca telefon görüşmesi yaptın ya da ne bileyim taa ofisinden çıkıp o kadar yolu teptin?”
    Suratımın rengi dudaklarının rengiydi artık, kıpkırmızı. Kıvıramıyordum bir türlü. Olmuyordu. Ağzımın içinden bir şeyler geveledim ama nafileydi. Zeki kadın olduğunu biliyordum ama bu kadar zeki olabileceğini düşünmemiştim o ana kadar. Utancımı bastırmak için büyük bir yudum aldım kahveden ancak sıcak kahve dilimi yakmıştı. Ağzımda yaşadığım o sıcak acısı ve yüzüme vuran utanmayla 33 yaşında saf bir aptaldım. Dilimi yaktığımı görünce kahkaha attı.
    “Yavaş iç, sakin ol. Bunda utanılacak bir şey yok ki hem. Bak sana sözüm olsun. Bu terfi işi olursa bir rakı balık yapalım. Benden
    ama… Ne dersin?”
    “Bu bir çıkma teklifi mi?”
    “Lisede değiliz Deniz lütfen ama. Çıkmak ne şimdi?”
    “Peki, tamam. Oldu. Yani harika. Mükemmel hatta.”
    “Tamam ama restoranı sen seçeceksin.”
    “ Hay hay, bildiğim salaş bir yer var. Bir balıkçı barınağı.”
    “ Süper, oldu o zaman. Şimdi tek engel benim şu terfi işi. Sonra gelsin bir büyük Kulüp.”
    “Ooo Kulüp hem de. Kulüp rakısını pek kimse bilmez hele kadınlar hiç bilmez sanırdım.”
    “Ben senin bildiğin kadınlardan değilim Deniz Bey.”
    “ Ben çok kadın bilmem zaten. Bundan sonra kimseyi tanımama da gerek yok bence artık.”
    “Büyük konuşuyorsun bak. Hatırlatırım sana bu lafları.”
    “Lütfen hatırlat. Hatırlat ki hep aklımda kal. Hem seni unutmak isteyen kim?”
    2 ...
  5. ölmeden evvel istemiyorum

    1.
  6. Beni bir buluttan ayıkla lütfen,ağlamak değil şu an bahsettiğim.Bir yağmur öper
    yüzünün kıvrımlarını gün gelir,yaşlılık en çok senin tenine yakışır oysa…Ne de olsa serde aşk var.Hüzün iki heceli bir bıçaktır..Yüklemi keskin cümleler kurma bana,öyle ki gitmek,bir kadına yakışmayan tek aksesuar…Bir kapı zili,milyonlarca hoş geldin barındırır,bir kapı ise ziyadesiyle hoşça kal.Ahir her ömrün tektir Zahir’i…Bana bir şarkı söyle,içinden.Bir çocuk doğur,bir kenti terk et,varlığından dolayı annene,adıma teşekkür et…Birkaç meridyen arasında boylu boyunca uzanabilir özlem…Ölmeden evvel istemiyorum tatmak yalnızlığı.
    Çünkü; “Kadınlara çok güvenme onlar mutlaka giderler”demiş dedem babama zamanında.Ve şöyle eklemiş rahmetli:“Bak annene, benden önce öldü işte.”Gözlerin leziz bir Cumartesi kahvesi
    0 ...
  7. kırık sigaram

    1.
  8. Paketi açtım, kalan son sigara box kutuda kırık biçimde karşımda duruyordu. Hay amına koyayım dedim, sikerim ben böyle şansı. Zaten sinirden damarım çatlamış bir sigara yakalım dedik o da kırık. izmariti dibinden koparıp kırılan yerin yarısını yerleştirip içtim.
    ssk şu durumda hiç bir işe yaramadı, o günden sonra sigortalı iş aramayı bırakıp kendime bir dükkan açtım.
    Falanca zamandı, gecenin ikisinde tavuk pilav yemişiz, eve gelip sevişmeye kaldığımız yerden devam ettik. Uyurken beni izlemiş, horlamışım. Bunu sorun etmeyişi bana aşık olduğunu düşünmeme neden oldu, evveliyatında yağmurlu bir gün ayağına çorap giydirmiştim elimde sadece bu vardı ona evlenme teklif etmem için yeterliydi lakin işler yolunda gitmedi, ayrıldık. Sonrasında ben horlarken uyandırmak yerine izlemeyi tercih eden birini beklemeye başladım. Bayan kahramanımız çok muhteşem gururunu siyah saçlarıyla birleştirdi, küt bir model çıktı ortaya.Selam olsun kendisine, siktiğimin gururuna da.

    Bizlerin asıl sorunu standartlarımızı düşük tutmamız, dün akşam beykozdan dolmuşa bindim, parayı şoföre uzatıp tamam abi üstü kalsın dedim, kafasını çevirip pis pis baktı aldırmadan en arka koltuğun cam kenarına yerleştim. Herkes yer vermek zorunda kalmayacağını bildiği için o koltuğu tercih eder, 5 lira para vermişiz kıçım o cam kenarını hak etti dedim. Çok uzun zamandır kafamı kurcalayan sorunun cevabını da o zaman aldım, para sadece kıça rahatlık getirir, kalbe değil, çünkü başımı cama yasladığım andan itibaren kalbimdeki kırığa sarılmak için müsait bir yer aramaya başladım.

    Tecrübelerime dayanarak söylüyorum, bu gün sizin için canını vereceğini söyleyenlerden 100 lira borç istemeyi deneyin. işte kredi kartıma ödedim, vallahi ben de de yok, taksit vardı onu yatırdım. Lan ibne ne oldu? hani canını filan veriyordun.

    Ülke gençliğinin yüzde sekseni tuvalete cep telefonuyla giriyor. bu yüzde seksenin yarısı oyun oynuyor, yüzde yirmi nette geziniyor, kalan yirmi'si ise sevgilisiyle yazışıyor. Boktan ilişki diye tabir edilen durum bu oluyor. Sonra ne oldu, ayrıldık. Niye, yürümedi. Hayır tuvalettesin sıçarken mesaj yazıyorsun ve o ilişki yürüyecek diye bekliyorsun. Şerefsiz, ıkınırken çektiğin mesaj ile sezen aksu dinlerken çektiğin mesaj bir olur mu.

    Cumartesi gecelerinin farklı bir büyüsü vardır, sevgilisi olanlar pazar günü buluçacaktr ve "heyecanlı mısın ?" "çok sıkı sarılıcam" "elini tutmayı özledim, hiç bırakmıcam gibi" yazışmalar yaparlar.

    Diğer, yani yalnızlar timi ise farklı takılır.

    1-Porno izlenir.
    2-31 çekilir.
    3-ertesi gün 2 ye kadar uyunur.

    Kadınlar için durum biraz daha farklıdır.

    1-Oje sürülür.
    2- Gerekliyse ağda yapılır.
    3-Anne tarafından uyandırılır. ( kahvaltı, temizlik, yemek )

    Bir de çok ince bir husus var. Şimdi yazdık üstte otuzbir filan. Erkek yapınca otsbir de kadın yapınca "kendine dokunmak"..

    Çok afedersiniz ama sikerim böyle işi, kadın yapınca estetik, erkek yapınca "vay hayvan". Akıllı olun akıllı, çoğunuz bacak arasında yastıkla uyuyor ya da duşta bacak arasına tazyik takılıyor.
    Bir erkeğin ilk olarak neresine bakarsınız sorunun cevabını verirken "gözlerine, sakalına, saçına, ellerine filan diyorsunuz, biriniz de mert olsun çıksın desin ki göğüs kıllarına bakıyorum, pantolonunun önüne bakıyorum. "Hiç bakmadım" diye cevap verenler..
    Götlük yapmayın.

    Göt demişken, başbakan aklıma geldi. Adaylarını açıklamış, melih gökçek ankara'da yine aday gösterilmiş, şayet seçilirse ülkedeki göt kılı oranının en yüksek olduğu il Ankara olacak. Hakkaten ya o fışkiyeyi kim kırdı. Çıksın ortaya, ben yaptım desin. bir belediye başkanının gerzek olduğu nasıl anlaşılır? sorusuna yanıt bulduğu için omuzlarda taşınmazsa adiyim.

    Bu sabah su öyle soğuktu ki yüzümü yıkamadım. Dükkana varıncaya kadar "yüzümü yıkamadığım belli oluyor mudur" sorusu kafamda dönüp durdu. Otobüste insanların yüzüne daha dikkatli baktım, yüzünü yıkamayan birini yakalasam davranışımı normal bulacağım. Bende nerede o şans, otobüs tam maktajlı hanımlar ve saçı yapılmış beylerle doluydu. Herkes önemli bir şeyin parçası olmaya gidiyor gibiydi. O an şunu anladım. Sevgilisi gergedan olan bir fil, iyi görünmek için hortumunu götüne sokabilir. Buz gibi su, göz kenarındaki çapakları temizle,tamamdır abicim.

    "Mecidiye köyden avcılara giderken çişi gelen kişi dünyanın en talihsiz insanıdır"düşünceme, havuzda regl olan arkadaşı da ekleyelim. Nedir bu üreme organlarımızdan çektiğimiz. E ona da hak vermek lazım ama, hep zevk hep zevk..nereye kadar.

    Not; iki gün önce kaybettiğim televizyonun kumandasını klozetin yanında buldum. Açıklanması zor durum dedikleri böyle bir şey.
    Ama bunu da çok görmemeli, biz" hayatım sensin"diyen kadınları başka adamlara şiir yazarken gördük. ( Çok edebi oldu ama olsun )
    Tekrar;

    Ama bunu çok görmemeli, biz zaten ebemizin amını bu model insana aşık olarak en başında gördük.

    saygılar.
    0 ...
  9. şaheste

    1.
  10. Dizin dizime değerken bile aramızda şehirler var,
    terminaller var aramızda,
    coğrafya kitapları var.
    Sana yazılmamış yüzlerce şiir var aklımda,
    doğmamış çocuklarım onlar,
    onlar henüz koynuna almadığın sarı sayfalar…
    Aklıma gelmişken;
    ellerindeki yağmur kokusunu gözlerinden mi aldın Şaheste?
    Beni bir aşk devşirir, ki öyle özgür bir söylem içerir gidişi.
    Bir kuş uçar içerimden, bir güvercin, bir albatros ya da bir üveyik.
    Deniz kokusu burnumu mesken eyler aheste bir gün batımında.
    Canım rakı çeker, annem bana kızar.
    Velev ki eski bir kitabın sayfaları arasında anlamını bilmediğin bir kelimeyim ben,
    niyedir bu iştahsızlığın?
    Gitme Şaheste!
    Ben bu içimdeki zehri kime söylerim ki hem senden başka?
    Şaheste’den başka hangi isim içerir 29 harfin hepsini?
    Başka hangi saç teli hem bahar taşıyıp koynunda hem de alabildiğince keskindir?
    Zaten ahım şahım bir aşk da değil bu benim ki;
    yüzümü öpen sabah,
    sözlerini unuttuğum o güzel şarkı,
    çayın yanındaki sigara
    ya da burnuna pamuk şeker yapışmış kızım gibi bir şey hepi topu….
    Kızım demişken;
    söylesene göğsüme sapladığım güller kime anne diyecekler şimdi?
    Seni beklemek ne güzel şeymiş Şaheste!
    Alnından öpmek için ayları sıraya koymak tespih tanesi gibi,
    elini tutabilme hayalini kurarken çay demlemek,
    arkadaşlardan sigara otlanmak,
    kitap okurken “acaba biz…” le başlayan cümleler kurmak içten içe,
    annemin dualarına seni de dahil etmek,
    ertesi gün seni görebilmek için ayna karşısında yarım saat geçirmek…
    Seni beklemek ne güzel şeymiş Şaheste,
    lütfen acele et,
    koş gel,
    hoş gel…
    0 ...
  11. yıkıldım sayılmaz

    1.
  12. Yıkıldım sayılmaz, sadece biraz üzüldüm. Bu üzüntünün bir boyutu yok, şekli yok, bir şarkı ile ortaya çıkacak herhangi bir içsel vurgunla da açıklanması mümkün değil.Bazı şeyler açıklanamıyor ne yazık ki, sadece yaşanıyor. Güneşli bir pazar sabahı yüzün ne kadar güzelse o kadar üzgünüm.
    Yaptığım için bana kızdığın şeylerin tam ortasından sesimi duyurmaya çalışıyorum sana, sana ki canım çok acıyor. Sana ki atmosferdeki bütün basıncı göğsümün altında saklıyorum. Bunu yüzüme bakarsan, bakarsan şayet, görürsün. Ezeli, ebedi olmayan bir hesaplaşmanın ortasında kaldım. Bir bakıma sensizlik sahipsizliktir çünkü, kendimi sana ait hissetmeye başladığım andan beri bu böyle. Sen gökyüzüydün, ben martıydım, topaldım. Hangi rotayı izlemesi gerektiğini unutmuş aptal bir uçaktım, sana düştüm, sana çakıldım. Sana infilakım..
    Beni affet, "sensiz yaşayamam" dememe rağmen nefes almayı sürdürüyorum hala. Bunu yapıyor olmamı yanlış anlama lütfen, yaşamanın bu türlüsünü hiç kimse istemez. Üstelik utanıyorum da kendimden, yüzün yüzüme değmedi aylardır. Yüzsüzüm, üzgünüm..
    Kelimesizim, beni hiç bir şey anlatmıyor..
    Seni anlatmaya hala..
    Hiç bir kelime yetmiyor..

    Çok güzelsin di'mi yine.
    4 ...
  13. babayla esrar içmek

    1.
  14. Dükkanımın olduğu sokakta bir esnaf var oğluyla ateşliyorlar sürekli yok artık dediğim ama gerçek olan bir durum.
    0 ...
  15. yılın aptalı

    1.
  16. Ben sana deniz kıyısından topladığı kabuklarla takı yapan, üşüme diye sarılıp sırtını rüzgara veren, ben. Ah ben yani, yılın aptalı, aşığı, ya da hoşuna giden bir gülüşten " belki seviyordur" lar üreten. Ben ah, sıcak olsun diye oda, duvarları resimlerinle boyatan, şu salak ben..
    "Şu adam" yani, aşık ya da deli diye belirtilen. Adını asansör aynalarına, elektrik direklerine, otobüs duraklarındaki reklam tabelalarına yazan.

    Üzgünsem sen üzmüşsündür, mutluysam senden dolayı..
    1 ...
  17. hoşgeldin ömrüm

    1.
  18. Sonra bana dönüp beni sevdiğini söyledi. Bu cümleyi algılamam, kimyamın durumu fark etmesi, yani diyorum kelimelerin kulağımdan girip beynime iletilmesi bir kaç saniye kadar sürdü. Ona baktım, hani insan ne diyeceğini bilemez ve donup kalır ya.. Sanırım tam olarak yaşadığım buydu. Daha önce hiç böyle mutlu olmamıştım. Kahretsin beni seviyordu ve ben bu durumda ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Karşısına porche çıkmış masum bir köylü gibi hayranlıkla ona bakıyor, etrafımdaki diğer sesleri öldürüyordum. Bir an göz göze geldik tam bu noktada söylemem gereken şeyin ne olduğunu henüz bilmiyorken yüzündeki "bana cevap ver" duruşunu gördüm. Usulca kirpiklerini araladım, göz kapaklarını açtım ve gözlerindeki yesil tona şunu fısıldadım.
    Hoş geldin...
    Ömrüm..
    0 ...
  19. nefsi mudafa

    1.
  20. Yalnızlığımı ayakta alkışlıyor tüm cesetler;
    büyük yetenek aslında bir başınayken
    böyle kalabalık görünebilmek!
    Gamzelerime hayran bütün gülüşler,
    bütün gülücükler benim gülüşüme öykünüyor,
    ömrü kısalıyor tüm kahkahaların,
    ölüler kahkahalara boğuluyor.
    Toprak kokmuyor artık yeryüzü her yağmurdan sonra.
    Kadınlar kurban ediyor bir kaç milyon adamı,
    dünya nüfusu azalıyor birkaç soluk uğruna.
    Sevişmeye niyetli bir kaç aşık nefesin arasını bozuyorlar zorla!
    Kıyamete saklanıyor son dilekleri aşıkların.
    Sevgili sevgili;
    sesim üşüyor
    nefesinin nüfüsüna dahil edilmedi nefesim diye.
    Hani diyorum ki
    nefesim nefsine hakim olamasa
    ve değse nefesine caiz midir iki dünyada da?
    Caiz ya da değil umurumda mı,
    gel kadın gir nefesimin koynuna tek solukta!
    0 ...
  21. parmak uçlarını öp

    1.
  22. Bazen diyorum bundan daha fazla mutsuz olabilir miyim? Merak boktan bir şey, mutsuzluğu merak edince aşık oluyorum. Ben sık sık aşık olan bir adam da değilim aslında. Zaafım güzel gözler hepsi bu. Sen çok elasın bana, ben sana çok kahve. Ne diyordum? Ben seni çok sevdim mutsuzluğum...

    inanır mısın,bu şehre bile kış geldi. Bir aya kalmaz çıkarırım kazakları yüklükten. Bir tutam parfüm, kokusu boynunda asılı bir kadın, bastırabilir iki mevsim uykuya dalmış kışlıklardaki o keskin naftalin kokusunu. Bilmem hatırlar mısın; "sen babanın en güzel şiirisin" demiştim sana bir ara. Babanın da şiirden anladığını sanmıyorum lakin sen Yaradan'ın bana bıçkın bir kıyağısın, biliyorum.

    Seni düşünüyorum boş vakitlerimde... Aynı atmosfere değen dört burun deliğinden ibaret insanlarız ancak beni, benim seni düşündüğüm gibi düşünebilmen için beni bir zamanlar seviyor olman gerekirdi. Ben saç tellerini bile özledim. Saç diplerime kadar acı çekiyorum bazı sarhoş gecelerde. Sigara içiyorum, acımı yatıştırıyorum, acım mutsuzluğumla bütünleşiyor tastamam bir aptal oluyorum.

    Sen her şeyi yarım bırakmaya alışıksın. Kütüphanendeki onlarca kitap, kahvaltılarda dişlediğin simit, masanda unuttuğun çay ve "seni hiç bir zaman bırakmayacağım" deyip Dünya'nın tam ortasında bunca yalnızın arasında anasız babasız bırakıp gittiğin ben gibi... Verilmiş bütün sözlerin ve vaatlerin Allah belasını versin. Politikadan da nefret ederim zaten!
    Sana hezeyanlar bırakıyorum ardımda. içi boş bir kuş kafesi şimdi kaburgalarım. Unutuyorum. Galiba... Hangi ayda olduğumuz inan umurumda değil. Eylül, Ekim, Kasım... Hüzün her daim hüzün, kadın her daim kadın, adam her daim adam, giden her daim giden...

    Birkaç ricam var şimdi. Saçlarını her zaman ki gibi kısa kestir hayatının geri kalanında ve kulaklarının arkasına al yine saçlarını, kulakların çok güzeller... Sakın o rujunu kaybetme hani şu vişne çürüğü renginde olan. Biraz daha vakit ayır kendine her şey iş değil - seninle çok kez tartışmıştık bunu bizler kokuşmuş bir sistemin paralı köleleriyiz diye,her defasında rakı içmiş olurduk-. Rakı demişken çok içme lütfen, biliyorsun reflün var. Daha çok Sezen dinle, daha çok Tom Waits, daha çok Gun's n Roses, daha çok Edith Piaf, daha çok Leonard Cohen... Ha bir de olabildiğince az sigara iç, ben senin yerine içiyorum zaten.

    Şöyle sağlam bir final cümlesi düşündüm yaklaşık bir saat.
    Hiç bir şey gelmedi aklıma. Bununla yetin lütfen.

    Parmak uçlarını öp benim için, ben yapamıyorum...
    2 ...
  23. artık uyuyalım

    1.
  24. Hiç sevgili olamamış, belki de olmuş rolü oynamış iki kişiydik. Ben sevmiştim ama dengi dengine de sevilmemiştim. Zaten adil değildi dünyada hiç bir mevzu, bu sebeple aşkta adalet aramak aptallıktı. Az evvel bir ayrılık konuşması yapılmış, ziyadesiyle çay ve sigara içilmişti. Bir cinayet mahalli için gereken her şey tamamdı yani. Aynı odada olmamıza rağmen artık iki sene süresince "seni seviyorum" yalanını birbirine söyleyen o iki kişi değildik biz. Başımı kaldırdım, saate baktım, saat dörttü. Oysa uğurlu sayım da dörttü ama o gece her şey beklediğimden ve olması gerektiğinden daha da acı vericiydi. "Bu saatte çıkma sokağa, it kopuk çoktur şimdi" dedim. "Peki" dedi. Bir kaç dakika daha sustuk, konuşacaklarımız tükenmişti besbelli. Aklıma bu sessizliği bozacak bir çözüm yolu gelmedi ve sonra dedim ki; "Artık uyuyalım, nasılsa mutlu değiliz"
    1 ...
  25. merhaba hanfendi

    1.
  26. Merhaba hanımefendi,işaret parmağınız ne güzel. Dip boyası gelmiş saçlarınız, çıkartıp kenara attığınız kalbiniz ve siz komple sezon boyunca ardı ardına yaptığı bütün maçları kazanmış barcelona kadar kadar güzelsiniz. Sizi izlemek için kombine bilet almak için 3 kişi bıçaklayabilirim. kırk numara ayaklarınız ve parmak arası sandaletiniz gördüğüm andan beri aklımdan çıkmıyorsunuz, tahmin edersinizki ayakkabısını çorapsız giyen benim gibi çirkin bir adam sizin gibi şarkının en güzel nakarat kısmı birine yakın olabilmek için göğüs kafesini bile satabilir. Atomu parçalayabilir, uluslararası bir kaç kriz doğuracak cümleyi 10 saniye içinde sarf edebilir. Neyseki ailem bu tip abuk subuk şeyler yazdığımı bilmiyor.Yoksa babamı bir dağ köyünde kaçıran annem başıma orakla müdehale edebilir. Hala bekar olmam da aynı nedenden, benim bu halimi kimse sevmiyor.
    Sizi kendi angutluklarımla oyalamak, zamanınızı çalmak istemem ama insan kendinden bahsettiğinde karşısındaki ile aynı otobüs sırasında bekliyormuş hissi yaşıyor bu da bir tür samimiyettir neticede. Bakın benim üzerimde ya da çantamda üşümeniz durumunda sizi ısıtmak için kullanılmaya hazır bir kapşon ve intihar etmek istemeniz durumunda kalbinize sıkacağınız bir çift dudak sürekli bulunacaktır. Bizim mahallede bir bakkal vardı, pek samimiyetimiz yoktu ama ne zaman ekmek almak için gitsem beni gördüğünde uzun zamandır tanıdığı birini görmüş olmanın memnuniyetini yaşardı. O dolabın arkasına zeytin tartmaya gittiğinde ben bir tadelle çalardım. Ahmet amca hala hayatta ama bakkal dükkanı battı, kendimi suçlamalı mıyım bilmiyorum ama sizinle en az 25 yıl yaşamadan dünyaya neden geldiğimi anlamayacağım.

    Eğer beni ciddiye almazsanız kendimi ön iki diş arasında kalmış çekirdek kabuğu gibi hissedeceğim. Ben ağlamayı babam istediği kanalı açmadığı için ağlayan kızkardeşimden öğrendim, işe yarayan bir ağlama biçimidir.

    Lütfen sizi tehtit ettiğimi düşünmeyin.

    Sadece şunu bilmenizi isterim..

    Şu an içinde bulunduğunuz boktan ruh haliniz ve geçmişte yediğiniz ön çarpraz bağlarınızı zedeleyen tekmeler yüzünden "ben bu maça çıkamam"demeyin.
    Geçmişinizde Sürekli steps yaptınız diye turnikeye girmekten korkmayın.
    Tadı kaçıyor diye sakız çiğnemekten, çok kalabalık diye taksime gitmekten vazgeçmeyin. Geçmişte yaşadığınız kötü şeyler için geleceğinize testere serisi film gibi bakmayın.

    Unutmayın ki Yeşilçam filmlerinin yüzde doksanı mutlu son ile bitmiştir.
    Unutmayın ki, iki elin sesi var, birlikte Leonard Cohen şarkıları söyleyebilir, çok zorlarsak bir Boing -747 nin penceresinden tükürebiliriz. Yoldan geçen arabaları sayar, güneyde bir sahilde çekirdek çitleyebiliriz.

    Hanım efendi beni ciddiye almadığınızı biliyorum, alın çünkü napalm bombası nasıl yapılır biliyorum. Alın çünkü Müslüm Gürses öldü.
    Alın çünkü yarın öbür gün yaşlanıp götünüzü kaldıramadığınızda size çorba pişirecek, Ssk hastanesinde elinizden tutacak birine ihtiyacınız var.

    Doğam gereği olmadık zamanlarda tuhaf hareketler yapıyorum ama sizin yanınızda Tatar Ramazan gibi duramam, ben daha çok CNBC komedi dizilerindeki adamlara benziyorum. Türkçe dublajım yemin ederim.

    Hanım efendi ben bazen araba kullanırken bariyerlere sürmek istiyorum. Arkadaşlarla içerken yan masadaki yakışıklı adama sırf ondan daha çirkin olduğun için sataşıp dayak yemek istiyorum.
    Hanımefendi ben 43 numara ayakkabı giyiyorum ve deriniz çok müsait görünüyor sıcağına uzanmaya.
    Hanım efendi biraz daha salata alır mısınız ?
    Rakınızına buz?
    yanına şalgam ?

    Yaranıza melhem?

    Biraz nefes?
    4 ...
  27. kısa bir yolculuk

    1.
  28. Günlerden cumartesi, Moda'da oturan bir kaç arkadaşla akşamdan kalmayız. Binanın çelik kapısını çekip çıktım. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Üzerimde bir t-shirt'ten başka bir şey yoktu. Daha önce de belirttiğim gibi benim gibi adamlar yağmur durduğunda nasıl taşıyacaklarını bilmedikleri için şemsiye taşımazlar, Islanmayı yeğlerler.otobüs durağında 15-BK'yı beklerken daha vakit olduğunu görüp yolun karşısındaki seyhan müzik isimli kitapçıdan bozma, zamanla züccaciyeye evrilmiş dükkana giriyorum. Rafların arasında Kazım Baran Yılmaz'ın kırık bej'ini bulamayıp kapıya yöneldiğim sırada şık giyimli dükkan sahibesinin oturduğu kasanın hemen önünde duran limon yeşili postitler dikkatimi çekiyor. Bir kaç tane de renkli kalem alıp hızla yolun karşısındaki durağa geçiyorum.

    Orta kapının arkasındaki ikili koltuğun koridar tarafında dizlerimi neredeyse birleştirmiş oturuyorum. Yanımda oturan kırklı yaşların başındaki adamın hacmi ortalama bir kutup ayısı ile aynı. Adamın indiği Acıbadem durağında hikayenin koridor tarafına güneş açmaya başlıyor. Ben hala ıslağım.

    Adama inmesi için izin verdikten hemen sonra cam kenarına geçtim, biri gelip koridor tarafına oturdu. Hikaye yüzümü çevirdiğim anda başladı.

    Üzerinde, diz ve muhtelif bir kaç noktasından daha yırtık kot. Nar çiçeği renginde ince yazlık bir bluz. Saçları siyah ve uzun ve ayakkabısı. Tam olarak ne zamandır kadınların ayakkabısına göre karakter analizi yapıyordum bilmiyordum ama ayağına converse giyse bile yine de çekici görünürdü.

    Sekizinci harika hemen yanımda oturuyprdu, virajlarda birbirine değen omuzlarımızdan başka bir iletişimimiz yoktu.
    Olması gerektiğinde akla gelmeyen her fikir, gerçekleşmesi gerektiğinde asla olmayan herhangi bir mucize gibi onunla konuşmam mümkün değildi.

    Bir erkek elinde küçük bir poşetle otobüste son derece komik durumdadır. Bunu iyi bilirsiniz, poşeti saklayarak "taşıyıcı" görünümünden çıkmak istersiniz. Ben dizlerimin ortasında birleştirdiğim ellerimin arasına aldığım poşetin avuç içlerimi terletmesine hayretle tanık oluyor, plastik malzeme ile aramda olası bir etkileşim olduğunu düşünmeye başlamıştım.

    Bir şey denemeye karar verdim, sadece denemek. Delice ama en azından denemiş olacaktım.
    Poşetin içindeki postiti sol elime aldım, en üsttekü sayfaya.
    -Bu Beykoz otobüsü, değil mi yazdım ve sekizinci harikaya gösterdim. Harika ne tür bir şeye bulaştığının farkında olmadan, başını yukarı aşağı sallayarak "evet"dedi.

    Evet yapmıştım, harika ile tanışabilmek için sağır dilsiz numarası yapıyordum ve iyi bir başlangıç yaptığmda net bir şekilde görülüyordu.

    ikinci postit'e.

    - Peki, Ne kadar sürer yazdım.
    harika bir adım daha atarak postiti ve kalemi elimden alarak kağıda "45 dk" yazdı.

    sekizinci harika ile ilişkimizin sese dayalı olduğu söylenemezdi ama bilirsiniz, ilişkinin başlarında çiftler pek konuşmaz. Açıkçası onunla sürekli omuz teması halinde kalabilmek için sonsuza kadar dilsiz takliti yapabilirdim. abarttığımı düşünebilirsiniz ama ben piyasadaki çok adamın harika ile yan yana durabilmek için evcil hayvan numarasına girişebileceğinden de emindim.

    postit 3.

    -Beykoz Merkezde ineceğim, geldiğimizde haberdar edebilir misiniz?
    sekizinci harika her postitte biraz daha fazla harf kullanmaya başlamıştı. Ben, aynı kalemin git gel yapmaması için poşetten bir kalem daha alıp ona verdim.ilişkimiz git gide olgunlaşıyordu ben her gecen dakika daha da dilsiz sağır oluyordum.

    Harika, 3.postite daha da özverili ve beni benimsemiş biçimde "evet" yazdı.Harika bu seferki evet'i daha bi içten yazmıştı sanki. Ben pek yüz vermiyordum, ilk defa bir kadın bana otobüste asılıyordu ve ağırdan almalıydım.

    Yol boyunca onsekiz postit kullandık.
    4-5-6-7.postitlerde neredeyse tanışmıştık. Bir ara neredeyse sesli yanıt vererek her şeyi batıracaktım.
    sekiz ve dokuzuncu postitlerde Yalıköyde oturduğunu, Kadıköyde bir hukuk bürosunda çalıştığını ve kadıköy -beykoz otobüsünde yolcu olmak konusunda master yaptığını öğrendim.

    onbeşinci postit'e kadar her şey yolundaydı. ilişkimiz anlam kazanmaya başladığı sırada otobüse kavacıktan binen yaşlı bir kadın orta kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı, sekizinci harikanın kendisine doğru adım adım yaklaşan tehlikeye yer vereceğinden hiç şüphem yoktu. Ben ilişkimizin böyle yarıda kalacağı endişesi ile dilsiz sağır bir gerginlik yaşıyor, içimden "Hay amına koyayım, ne işi var bu yaşta kadının belediye otobüsünde diyordum, otursana evinde torunlarını sevsene, fındık yesene, çorap örsene" diyordum.

    O anda bir mucize gerçekleşti ve kendisiyle hemen hemen aynı yaşlarda bir amca kalkarak yaşlı teyzeye yer verdi. Belli ki amca teyzeye iş atıyordu, heyecan doruktaydı. Yaşkı teyzenin memesinin altına kadar çektiği fistan eteği amcanın gözünü alıyor, yaşlı teyze de bu durumu kayıtsız kalmayarak yaşlı amcaya başını sallayarak teşekkür ediyordu.

    16. postit..

    -Adın ne?

    -Sekizinci harika: Ece..

    17.postit;

    - Biliyor musun, adım naile deseydin bile çok güzel bir adın olduğunu düşünecektim. Çünkü isimleri güzel yapan onları taşıyan kişilerdir. Ama ece gerçekten güzel.
    - Sekizinci harikanın adı "Ece"idi.
    Ece, 15 Bk'da başlayan ilişkimizi bir adım daha ileri götürerek Kavacık -Tokatköt dolmuşunda da sürdürelim diye sormak geçti içimden, daha sonra eceyle ilişkimiziniz sonraki adımının Kadıköy-Eminönü vapurunun kıç tarafı olması gerektiğini düşündüm .Bu yüzden sorumu erteledim.

    Anadolu kavağında yaşadığımız dönemlerde annemin sürekli kazak ören Naile isminde bir arkadaşı vardi. Kadın tek seferde omuzunda 20 litrelik su bidonunu yaşıyabiliyordu. O yaşıma kadar hayatımda onun kadar çirkin bir kadın görmemiştim. ( Bir defa babaannemi köydeki evde duş alırken görmüştüm, ondan bile daha çirkindi.) Naile teyze muhtemelen ölmüştür,ölünce naile teyzenin kişisel tarihi güzellik kazanmıştır belki.
    15 yaşında öğrenmiştim. Bir cenazenin kalabalığı kişinin yaşarken ne kadar sevildiğinin göstergesidir.Sonra bir şey daha öğrendim, cenaze pazar günleri ve yağmurlu havada olunca ilk öğrendiğim anlamını yitiriyordu.

    18 postit.

    ineceğim yere daha çok var mı ?

    Bunu sormamın bir amacı yoktu ineceğim yere sadece iki durak kaldığını biliyordum. Onunla olayımıza bir kaç kelime daha eklemek için yazılmış öylesine bir soru sadece..

    ( Seni aşağılık piç kurusu, orospu çocuğu, yavşağın önde gideni lan kızla konuşabilmek için sağır-dilsiz takliti mi yaptın lan sen,
    -evet.
    ( arkamda melih gökçek var, o kadar öndeyim yani), parantez içinde parantez açılır mı bilmiyorum o yüzden bu parantezi işler daha da karışmadan kapatıyorum )

    Sekizinci harika Postiti aldı..
    * Bu durakta ineceksin, yazdı ve bana gösterdi.
    Sahi sekizinci harikanın nasıl bir sesi vardı, ince?, kalın, Nutellanın ilk, sigaranın son nefesi gibi?
    Hiç bir fikrim yoktu..

    Otobüs durağa yanaşırken ayağa kalktım ve harikanın geçmem için sola kıvırdığı sizlerinin önünden koridora ayak bastım.

    Şoförün kapıyı açmasını bekledim, kapı açılır açılmaz ona döndüm..
    ve,

    sesimle, "Yardımın için teşekkür ederim" dedim..

    Harikanın kahverengi gözleri ağaca kuyruğundan asılmış habeş maymunu gibi ters döndü. Bir anlık kapalı algı kanunlarına esasen..
    -Rica ederim dedi..

    Gülümsedim..

    Hızlıca "Son postit'in arkasına bak" dedim..

    5 dakika sonra, otobüsten iner inmez aradı.
    Ciddiyetle "efendim" dedim, gülerek..

    Muhteşemsin, dedi..

    Bir de, nişanlıymış, konuşmanın sonlarına doğru söyledi.
    0 ...
  29. merhaba kelimesi

    1.
  30. Bu kelime sadece bir selamlama kelimesi değil, ne yazacağını bilemeyen bir adamın afallamadan evvel kendini hazırlama evresinin sonra saniyesidir. Şuraya öhöm öhöm yazmak isterdim ama bu konuşmaya başlama arifesinde boğaz temizleme ritüelidir. Neler anlatıyorum ben!

    Bilir misin? iyi yazan insanlar aslında iyi konuşamayan insanlardan ibarettir. Çünkü yazmak için düşünmek gerekir, öyle ki konuşurken düşünecek saliselik keskin zekaya sahip değilim. Hiç bilinçli iq testi yaptırmadım ama bir aptaldan biraz daha zeki olabilirim. Zaten küçükken ailem beni iq testine tabi tutmuş ve sonuçta geri zekalı çıkmışım. Sanırım testi yapan kadınla ufak çaplı dalga geçmişim. Lakin bunun sonuçlarının anneme fenalık geçirtebileceğini hiç düşünmemiştim. Çocukluk işte… Bir aralar solo test falan vardı hatta...Bunları sana neden anlatıyorum bilmiyorum, dur bakalım elbet toparlayacağım, sakın oflayıp buruşturup atma bu mektubu.

    Saçların ne güzel. Tamam klasik bir cümle oldu ama saçlarının lavanta çiçeğinin kokusuna bürünmeye çalışan kuru bir gül olduğundan bahsetmemiştim hiç. Bilirsin hiçbir kuru çiçek eskisi gibi kokmaz. Hatta bu öngörünün aksine bir papatya bile koparıldıktan sonra kokmaya başlar. Papatyaları da sevdiğini tahmin ediyorum. Bunları bilmen sana hiçbir şey kazandırmaz ama olsun bil istedim. Ha bir de seni… Neyse çok erken bunları duyman için…

    Yaklaşık iki aydır uyuyamıyorum adam akıllı. insomnia hastalığını Google’da arattığında görsellerde çıkan ilk ben olacağım artık eminim. Yoğun bir hayatım var, az da olsa tahmin edebiliyorsundur. Bunca yoğunluğun içinde rakı içiyorum. Alkolik değilim ama. Bilirim hiçbir kadın evinde alkolik bir adam barındırmak istemez. Benim ki sosyal içicilik işte. “Seviiim koş katil geldi”.

    Hiç dikkatini çekti mi? Sol yanağımda gamzeye benzemeye çalışan bir çukur var. Seninkilerin yanında diz çöker tövbe ister evet farkındayım. Bu yüzden diyorum ki, senin gamzelerin benimkine anne baba olur mu acaba rica etsem? Biraz göz kulak olsunlar ona. Daha belirgin olması için çaba gösterseler misal… Rica etsem biraz mutlu eder misin beni? Benim farkımda bile değilsin bunun farkındayım. Bu farkındalık çok saçma bir şeymiş. Söylesene onur mu daha önemli yoksa aşk mı? Hem aşk ne ki? Yakın bir zamanda kimyasal bir olgu olduğundan hatta sadece hormonal bir durum olduğunu kanıtlamış isviçreli olmayan bilim adamları. Yumurta kabuğu deneylerinden sonra aşka el atmasalardı bari. Aşk antitartarlı diş macunuyla çözülebilecek bir mevzu değil ki. Bunu niçin bize bırakmazlar? Yazanlara, yazılanları okuyanlara… Bize… Bak biz dedim. içinde sen ve beni barındıran bir kelime. Anlıyor musun beni?

    “Tanımadığın bir kadına niçin yazarsın ki bunca satırı?” dediğini duyar gibiyim. Hem birine bir şeyler yazmak için illa ki tanımak mı gerekir? Bence değil. Bence hiç değil. Sencesi şu an için hiç de mühim değil, üzgünüm. Çünkü bazen fikirler can acıtır, söz konusu senin fikirlerinken ortalama bir acıdan bahsetmiyorum bunu anla lütfen. Öyle büyük duvarların var ki, bu göbekle tırmanmam asırlar sürebilir. “Niçin sen?” diye sormuyor değilim kendi kendime. Kendimce sebepler uyduruyorum. Uydurmam gerek çünkü sana tutunabilmek için birkaç sebebe ihtiyacım var. Mesela;öyle çok benziyor ki adın annemin adına, "keşke yalnız bunun için sevseydim seni" diyebilirdi Cemal Süreya şayet tanısaydı seni. Ya da beni öyle güzel umursamıyorsun ki, umursanmamak mazoşizme teğet geçse bile şu an büyük bir keyif benim için. Başka bir sebep daha; şarap içen dudaklarının kırmızılığı… Başka hangi kadın bir şaraba bu kadar aroma verebilir ki senin gibi?

    Hakkında merak ettiğim milyonlarca şey var. Milyonlarca burada mübalağa gibi gelebilir ancak merak ettiğim ana konuların bileşkeleri, kombinasyonları ve permütasyonlarını hesaba katarsak inan bana beynimin içinde ne kadar yer aldığına sen bile hayret edersin. Çay sever misin mesela? Ben çok sevmem. Bilmem beklide seviyorumdur ama çok rutine bindiği için çay içme eylemi sadece bir alışkanlık haline gelmiştir. Laf aramızda sen benim için alışkanlık olma lütfen. Ben çok güzel yemek yaparım. Üşenmeden sana şuracıkta karnıyarık tarifi verebilirim ama anlatacak çok başka şeyler varken bir patlıcanın serüveni hiç de ilgi çekici bir mevzu olmayacaktır. Küfreder misin zaman zaman sen de? Seni kızdıranlara, mesela bana hiç küfür ettin mi? içinden de olsa. Et lütfen. O bile bir şey aslına bakarsan. Aklında olduğumun bir kanıtıdır sen ne kadar inkar etsen de. Ben sana etmiyorum ama susuyorum zaman zaman oturup yazıyorum işte.

    Bu mektubu açıp okuduğunda şaşırır mısın bilmem. Hatta bunu sana verebilir miyim onu bile bilmiyorum. Şu yaşıma geldim aptalca bir çekingenlik hüküm sürüyorum tenimin coğrafyasında senelerdir… Belki, çalarlım kapını ve bırakırım kapının önüne. Tabi sen kapıyı açıncaya kadar Usain Bolt’a taş çıkartacak bir performans sergilemiş olurum. Ama öncelikle olduğun şehre gelmem gerek. Daha nerede yaşadığını bile bilmiyorum, ne aptalım. Başka bir alternatif de sen işe giderken bir sabah, mahallenin çocuklarının cebine sıkıştırırım on-on beş lira ve onlar da bu rüşvet döngüsünün gereği olarak sana bu mektubu verirler.

    Neyse canımın içi, bitirmem gerek.Niçin bitirmem gerek onu da bilmiyorum. Sadece uzamasını istemedim. istersen daha da uzatırım. Hatta sen bir kitap bile olabilirsin farkında olmadan…

    Demem o ki, beni biraz anla… Öpüyorum bütün esmerliğinden, omuz çukurundan, alnının tam ortasından - kaderine teğet geçsin dudaklarım-… Bir gün benimle de dans et istiyorum. Sadece sus ve dans et. Soru sorma, bırak bütün acemiliğimi ayaklarına basarak atlayatım. Sen öğret bana gereken bütün figürleri. Avuç içim avuç içinle birleşsin. Sonra öpeyim avuç içini, huzuru garantilerim, anlık da olsa… Beraber Niğde gazozu içelim seninle, ayaklarımızı uzatıp Küçük Prens’i okuyalım ne de olsa "insan üzgün olunca gün batımının tadına daha iyi varıyor.". Biz üzgün olmayalım ama. Berecebilirsem şayet tırnaklarına oje sürmeyi öğret bana, uğur böcekleri konsun parmak uçlarına. Öyle süper güçlerim yok benim. Yorgun bir günün ardından ayaklarına masaj yapabilirim, sana bilmediğin hikayeler anlatırım, inan bana hepsini uydururum, sırf sen istiyorsun diye aptal bir diziye sabredebilirim yüz yirmi beş dakika, saçlarına fön çekebilirim, bigudilerini saçlarından seni incitmeden çözebilirim, sigaranı yakabilirim kirpiklerini yakmadan…. Falan filan işte…

    Kendine iyi bak,benim için.
    0 ...
  31. bak anlatayim

    1.
  32. Çok soruyorsun çünkü, cevapların hiç bir zaman yeterli gelmeyeceğini henüz bilmiyorsun belki. Bir soru sorulduğunda üç cevap türü ortaya çıkar. ilki duymak istediğindir, sana iyi hissettirecek olan, kafandaki bulanıklığı yok edeceğini düşündüğündür.

    ikincisi sana söylenecek olandır. Doğru olmasını bekleme, sadece sen istedin diye gerekli görüldüğü kadar bilmene izin verilmiş kelimeleri içerir.

    Üçüncüsü ise gerçektir. Canını acıtacak, içinde sürprizler bulamayacağın, renk barındırmayan duyduğunda içinde çatlaklar yaratacak olandır.

    Sana dürüst olacağım çünkü hikayem umurunda değil. Ben umurunda değilim, sadece neden her şeyden böylesi uzak kaldığımı, nefret ettiğimi, neyi özlediğimi neyi sevdiğimi merak ediyorsun. Bende deri altında sıkışıp kalmış bir cam kırığından bahseder gibi, sana hayatımdan bahsedeceğim. Bu hiç bir şeyi değiştirmeyecek.Beni anlamayacaksın, sadece ara sıra bardaktaki biradan yudumlar alıp, yüzüne beni dinlediğini belirten mimikler konduracaksın.
    4 ...
  33. seni sevince

    ?.
  34. Bensenin sesini duyuncagöğsümden bir güvercin sürüsü gökyüzüne havalanıyor.
    Benseni koklayınca ağzımdan dalgalar fışkırıyor, oksijen güzelleşiyor.
    Benseni düşününce küçükken kaybettiğim oyuncaklarımı önümde buluyorum.
    Benseni hayal edince salıncakta sallanma sırası bana geliyor.
    Bensenden güzel bir şeyler duyuncabir ağzımdan on bin çeşit kelebekçıkıyor.
    Bensenin güldüğünü görünce biri getirip önüme taze çaykoyuyor.
    Bensenin ellerini tutunca ülkede milli bayram ilan ediliyor, bayrak asıyorum göğsüme.
    Benseni..
    Benseni sevince,bana ne oluyor bilmiyorum.
    Melekler üzerimize konfeti döküyor, acayip bir hal alıyorumben...
    0 ...
  35. kuklacı tanrılar

    ?.
  36. kukla oynatan adamlar... onlarda tanrısal bir şey var. belki de bizzat tanrının kendisi oluyorlardır, kim bilebilir ki? yağmur kadar gizemli bir hadise bu. yani, örneğin; tanrı binlerce yıldır insanların zorbalık basıncına maruz kala kala çatladı, en sonunda da binlerce parçaya ayrıldı, milyonlarca ve güçlerini kaybetmeden önce son kez kûn dedi, milyonlarca kuklacı yarattı ve kendini o bedenlere hapsetti. olamaz mı? teorik olarak geçerli. bunu şuradan anlıyorum, kukla oynatan adamlara bak dostum ve ellerindeki kuklalara. bütün kuklaların kaderleri o adamların parmaklarında. kuklaların nasıl bir hayat yaşayacağı, o adamların avuçlarında ve kalplerinde saklı. temizliklerinden, surat ifadelerinden, hangi günler çalışacağından, hangi günler tatil yapacağından vs. her şeyden o adamlar sorumlu. ağır yük ve oldukça pahalı. tanrı olmak da ne zor iş. 7 milyardan fazla insanın nereden baksan yarısının her gün kapına gelip bir şeyler istediğini, şikayetlerde bulunduğunu düşünsene. Çıldırtıcı bir etkisi var değil mi? belki de tanrı van gogh'tur. bunca şikayete, bunca isteğe dayanamamış, kesmiştir kulaklarını ve bizler de hala şikayet ediyoruzdur bizi duymadığına dair. Çenesi hiç kapanmayan kadınlar gibiyiz dostum. ihtiyar bir adamın siki gibi dik duruyoruz dünyaya karşı. pisliğiz. Örneğin; ben insan olma hakkımı pis işlerden yana kullandım. başlarda insanlık da yaptığım oldu ama benden önce boka batmış heriflere ve orospulara denk gelince istemeden entegre oluyorsun bu çarka. rahatsızca davranıyorum hayata. rahatsızca şeyler yapmaktan hoşlanıyorum. mesela az önce otuz bir çektim ve ellerimi yıkamadan bir iş görüşmesine gidip, boğazı kalın o orospu çocuğu her kimse patron dediklerini, onun elini sıkacağım, bürosundaki siyah deri koltuğa oturmadan hemen önce, gülümseyerek. teorik olarak eline vermiş olacağım. bunları da buraya karalarken, parmaklarıma takılıyor gözüm. yenmiş tırnaklar ve yine yenmekten yara olmuş tırnak etleri. iğrenç görünüyor. Örneğin, kendime yaptığım başka bir pislik; dişlerimi parçalayacağını bildiğim halde solüsyon halde at narkozu içmek oldu. bunun dişlerimi parçalayacağını, vücut kimyamı bozacağını bildiğim halde zevkle içtim. defalarca! neden yaptım? Çünkü gülmüyordum, yani dişlerim lazım değildi yemek yemenin dışında, gülmediğim için, gülerken de görünecek dişlere ihtiyacım yoktu. her kullanımda 27 saatlik uykudan sonra ki eklem ağrılarıma katlanabilmek için bir doz daha! diş köklerimdeki ağrılara katlanmak için de bir doz daha! böylelikle neredeyse hayatımın 47 günü yok! hiçbir şey hatırlamıyorum o 47 günden. bir yerlere gittim mi, birileriyle konuştum mu, bir kadınla yattım mı, belki bir erkekle? ya da tanrıyla oturup tavla oynadım mı, herhangi bir kuklacıyla ya da. hiç bilmiyorum. kimlerle, nerelerde, neler yaptığımı. müzikleri anımsayabiliyorum ama. güzel müzikler dinlediğimi, o güzel müziklerden bazılarının beni alıp çok mükemmel diyarlara götürdüğünü pembe fillerin sırtında, fakir bir hintliymişim gibi ya da piç bir koreli! bir de şeyi hatırlıyorum dostum, patlamayan bir kurşun hatırlıyorum, patlamayan kurşundan önce toplayıp, sonra dağıttım bir beylik tabancasını, ertesindeki bir sinir krizini. ve 38 sayfalık bir intihar mektubumu. beni azrail'in koynundan çekip alan bir ablayı. kelimelerim yok! diye bağıran bir şarkıyı en çok. ve 46. gün, göt kadar bir banyoda sabahın 7'sinde ağrıyan diş köklerim yüzünden dişlerimi bir kontrol kalemi ile yerinden sökme uğraşımı hatırlıyorum, kanımda tükenmek olan bir solüsyonun etkisiyle. ve dostum, neden bilmiyorum, samsun içiyorum artık. kısa. daha ağır kokuyor. başka sigaralar alabilecek durumum varken neden o? bilmiyorum. inan ki. buna verecek cevabım, o 47 günde neler olduğunu bildiğim kadar. bir gün öldüğümde dostum, tanrının o kuklacı adamların vücutlarından çıkıp, yekpare bir hale büründüğü gün, ona soracağım o 47 günün gizemini. ne oldu, anlat bana diyeceğim ağlayarak. ve damarlarıma biraz daha solüsyon isteyeceğim ölümcül dozda bu kez... işte bu kadar pisliğim. boğazıma kadar bokun içinde. ve gidiyorum şimdi, o kalın boğazlı orospu çocuğunun eline vermeye; -teorik olarak-
    3 ...
  37. biz seninle

    1.
  38. konuyu bize getirebilmek için içinde anlatım bozuklukları ve noktalama işaretlerinin olmadığı bir cümle oluşturmam gerekiyordu. ben ne desem anlamsızdı, ben ne desem geç'ti, ben ne desem sessizlikti. korkuyordum, konuşmayı bilmiyordum, onunla konuşamıyordum. o ne zaman beni dinlemeye başlasa benim söyleyeceklerim söylemeyi düşündüğüm ama asla söyleyemediklerim olarak kalıyordu. bir gün onunla yürüyüp kendimi güzelleştirdim. bir gün sarıldım, bir gün öptüm içime çekip kokladım. konuyu bize getirebilmek için sigaramı yarım bıraktım. ona onu ne kadar çok sevdiğimi söylemeye yetmiyordum, yetemiyordum. kendime kızdığım bir gece kendimden geçip ona kendisinin benimle çok güzel göründüğünden bahsettim, biz birbirimize çok yakışıyoruz dedim, sen ve ben dedim bonnie ve clyde gibiyiz, biz seninle dedim türkan Şoray ve kadir inanır gibiyiz. beni bir türlü anlamadı, beni anlatmak istemedi. beni anlamayı bile istemedi. yağmurlu bir günde kısa süreli bir görüşme ardından, biz dedi, seninle.. iki ayrı vücutta tek can gibiyiz, sen nefes alıyorsun benim ciğerlerim doluyor, sen üşüyorsan ben titriyorum, sen seviyorsan.. ben sana ölüyorum..
    1 ...
  39. sen sevgilim

    ?.
  40. Sen, sevmediğim sonbaharı etime kazıyacak kadar, zihnime kazıyacak kadar, ruhuma kazıyacak kadar çok sevdin beni. Senin yokluğun çıldırmış. Bilmediğim şehirlerin böyle soğuk gecelerinde kendini balyoz sanıyor, sanmakla kalmayıp ruhuma taarruz eder tavırları var. Senin gözlerin katil. Gözlerime baktın. Gözlerin, gözlerimi söküp götürdü seninle birlikte. Modern bir kanatlı alüminyum yığınının içinde. .
    1 ...
  41. seni seviyorum çünki

    ?.
  42. seni seviyorum çünkü;
    bildiğim hiçbir asit türü gözlerin kadar eritemezdi insanlara karşı taşıdığım nefreti seni seviyorum çünkü;
    sende annemi görmüyorum,senden hiçbir şey istemiyorum..
    seni seviyorum çünkü;
    repertuvarım seninle birleşti ben söylediğin makamı bilmesemde sesinin arkasına saklanabiliyordum yürürken,hala yanyana yürüyemeyen fikirler taşıyordum.seninle bütün çelişkiler önemsizdi.iki iki daha üçtü.seni seviyorum çünkü;özleyebiliyordum,kızabiliyor bunun bir nedeni olduğu saçmalığına kendini inandırabiliyordum,karma diye birşey vardı dı,belki kötü görünen şeyler bir iyiliğe vesile olabilirdi di..seni seviyorum çünkü;
    ölmesini istediklerimden biri değildin ve sen ölmüyordun,ortalama olarak aynı kaderi paylaşabileceğim birine benziyordun alacak verecek davalarının içine girebilirdim seninle sen bankayı öde ben faturayı yatırabilirdim di..seni seviyorum çünkü;
    güldüğünde yanakların pedalisaya benziyordu,bir gülüş bu kadar güzel olursa bir hayata kastedebilirdi,korkmamıştım,insanlar istediklerinde pakala bir gülüşe ölebilirdi.seni seviyorum çünkü;"ben sensiz yaşayamam"demiyordum,ölmem gibi bir olasılk yoktu çünkü seninle peşisıra yıllarda aynı evde yaşlanmayı planlıyordum,tığ'ımı nerede unuttum diye sorduğunda onu sana gösterebilirdim..seni seviyorum çünkü;
    tarih tekerrürden ibarettir,tanrı isayı severdi allah muhammedi sonrasında kimse kimseyi böyle sevmemişti..
    2 ...
  43. aşk insanı siker

    ?.
  44. Yok ben ona her defasında onu ne kadar çok sevdiğimi söyledim. Hatta o kadar çok söyledim ki bir süre sonra çok sevilmek onun için sıradanlaştı. Ona sürprizler yaptım, içtik, seviştik, kavga ettik, küstük ve barıştık. Hatta bir gün ona çok güzel güldüğünü söyledim. Duyduğunda o ana kadar ki bütün güzel gülüşlerinden daha güzel güldü. Artık ona aşıktım, bu bir üst aşamaydı. Bir gece uyurken yastığa basılı yüzünü,gözlerinin altını ve kirpiklerini öptüm. Tanrım,öyle güzel uyuyordu ki, uyandırmak istedim. -Kalk ve bana karşılık ver, bana sarıl ve öyle uyu aptal.!! Bana sonsuza kadar sarılmasını istiyordum. El ele yürüdük, kendimi şanslı hissettim çünkü parmaklarımızın arasında hiç boşluk kalmamıştı. Bir süre sonra ayrıldık. Neden olduğunu bilmiyorum, zaman bize "ayrılın, süre doldu" dedi. O zaman da söylemiştim, şimdi de söylüyorum. Aşk, aşık insanı siker. Sevmeyeni sikmek üzere başka aşklara sürükler..
    3 ...
  45. sarışın bir yara

    1.
  46. Seni kelimelerle anlatmak zor, hislere başvurmak en doğrusu... Bir anne duasının berraklığını düşün ya da bir fikrin ölümsüzlüğünü... Sarışın bir yaraydın sadece akşam üstleri sancıyan... Ne vakit çıksam balkona ve doldursam ciğerlerimi biraz duman, biraz şehrin nefesiyle, üşürüm. Ne vakit özlesem seni, bir şarkı dinlerim, geçer özlem. Ve bugün kendim için bir şey yaptım; çay demledim senin yerine de içtim.
    2 ...
  47. biliyorsun paniklerim

    ?.
  48. Biliyorsun böyle durumlarda paniklerim, iki kelimeyi bir araya getiremem. Sen bana böyle bakarsan ben kelimeleri dudaklarına iliklerim, öpüşmüş oluruz. Devrim olur. Ülke bölünür heyecandan. Ben kendi kendime konuşurum caddede yürürken. Biliyorsun seni severim, nasıl yapıyorum bunu bilmiyorum ama seni gereğinden fazla severim. Sen bile nasıl böyle sevildiğine şaşırırsın. Ben seni seversem mutlaka sarılırız. Biz seninle sarılırsak ben kollarımı sırtında düğümlerim, çözümsüz oluruz. Biliyorsun ben böyle durumları severim,çay içmeyi, "gitmek"li şarkıları, otobüste cam kenarını severim. Seni düşünmeye imkan veriyorlar diye devrik cümleleri severim. Biliyorsun ben böyle durumlarda vücudunu hayatıma bedenlerim..
    Seni severim, biliyorsun ben bu durumda çok paniklerim..
    3 ...
  49. kişisel aptallıklar

    1.
  50. Geçmişte ne yaşadığımızı boş ver, gelecekte yaşayabileceğimiz onlarca şeyi kaybettik. Kişisel aptallıklarımızla mahvettiğimiz biz'i unutmak, yeni bir başlangıç yapmak adına şu "sil baştan" ezberine dalıp başkalarının ellerini tutacağız, sarılacağız, öpüşeceğiz, vodka içeceğiz, bu saçmalıklarla herkesi kandıracağız. Kendimizi bile kandıracağız hatta, güçlü görünmek için yalanlar söyleyeceğiz. Herkes inanacak, sen inanacaksın, ben inanacağım. Yalnızca kalplerimizi kandıramayacağız, sen beni sevmeye devam edeceksin, ben seni..Ne senin kalbin beni affedecek, ne de benim ki seni..
    1 ...
  51. bayat bir poğaça ve sıcak çay

    ?.
  52. Bugün yine üşüdüm biraz. Hele bir de sabahları beni öperek uyandıran sen yokken;battaniye sanki jilet, buzdan kalıp.Her sabah ki ritüeli bu sabah da tekrarladım. Telefonla uyandım, arayan sen değildin, sadece alarm. Biraz daha uyumak için erteledim yine hayatı. Beş dakika sonra yine aynı ses; Zakkum, Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun. Uyandım. Başucumdaki sehpanın üzerindeki sigara paketini iki parmağımla tutup yastığımın yanına aldım ve o acı gerçekle karşılaştım; pakette kalan tek dal sigara. Astrolojiden pek anlamam ama bir aslan olarak üşengeç olduğumu kabullenmişimdir her zaman. O paketteki tek dal sigara, ayağında çoraplarla ıslak terliklere basmak gibi irite edici bir durum.

    En az beş denemeden sonra yanan çakmağın zayıf aleviyle yaktım sigarayı. Sırt üstü öylece uzanırken yatakta gözüm tavanda gezinen Ragıp
    0 ...
  53. bu bir dert yanmadır

    1.
  54. Bu bir dert yanmadır, hiçbir edebi yanı olmayan abuk sabuk bir yazıdır.

    Geçen gün uyandım güzel bir gün olacağına inancım yüzde yüzdü. işe geldim, sabah haberleri için bilgisayarı açtığımda Neşet Ertaş’ın vefat ettiğini okudum. Önce inanmadım, inanmak da istemedim açıkçası çünkü bir süredir Nejat Uygur’a yapılan aptalca “öldü” propagandası da Neşet Baba için yapılıyordu. Önce küfrettim; “Hay sizin zürriyetinize”diye … Bir gün önceden izmir’de hastaneye kaldırıldığını duyunca aslında hissetmiştim Neşet Baba için yolun sonunun görüldüğünü. Ama insan bazı insanlara ölümü konduramıyor, ölüm çok iğreti duruyor bazı insanların,adamların üzerinde. Onlara öldü demeye diliniz varmaz hani, hani onların artık sizinle beraber aynı dünyada artık nefes alıp vermediğini bilmek sizin içinizi acıtır, ruhunuzu daraltır hani… Öyle işte. Öyle biri Neşet Baba… Etrafımdaki 3-5 kişi Zahidem’le başlayan Neşet Ertaş sevdamın ne denli büyük olduğunu bilir. Ne zaman duysam bağlamasının sesini, ne zaman söylese bir türkü, ne zaman kanatsa beni içten içe içime büyükçe bir öküz oturur. Çünkü Neşet Ertaş sevdanın notalar yoluyla en iyi anlatım biçimlerinden biridir. Bu dedelerimizden gelir, bize kadar sürer gider. Lafın özü şu, n’olur samimiyetle üzülene de biraz saygı gösterin, onu sevin ya da sevmeyin...

    Neyse, dediğim gibi bu bir dert yanmadır. Neden mi? Artık ciddi anlamda rahatsız olduğum şu sosyal medya çamurunda gördüğüm birkaç ileti, birkaç söz öbeği canımı çok sıktı. Neymiş efendim şimdiye kadar neredeymiş insanların aklı, önceden Neşet Ertaş’ın kim olduğunu bilmeyenler şimdi şovenist davranıp “sözde” anıyormuş ustayı. Diyelim ki öyle, diyelim ki tanımıyordu millet onu, diyelim ki millet ilk kez duydu adını (ki bence bu onların gençliği ya da ayıbı her neyse işte) bu kötü değil. Birini geç de olsa bilmek, hele ki mevzu bahis Neşet Ertaş’sa geç de olsa onu tanımak aslında hiç de yadırganacak bir şey değil. Ki şöyle de bir durum var, varsın şovenist olsun insanlar belki bu sayede birkaç iyi huylu, iyi kalpli insan çıkar da bir dua gönderir Usta’nın ruhuna… Ya da inanmayanlar bile iyi dileklerini gönderirler Allah’a inanmasalar bile Neşet Ertaş’ın değerli bir adam olduğunda hemfikirlerdir bence… Çünkü öyle bir adamdır ki Neşet Ertaş, 2000 yılında Harbiye Cemil Topuzlu açık hava tiyatrosunda verdiği konser sırasında ceketini çıkarmak için dinleyicilerdenizin istemiştir...

    Bir de şöyle bir durum var bir süredir. Yakın çevremden bir çok insan Eylül’den şikâyetçi. Çok umursamazdım önceleri bunu. Eylül’ün suçu ne ki hem? Ama öyle değilmiş, öyle değilmiş işte Eylül çok ölüm getirdi bu ülke için evet takdir-i ilahi ancak insan bunca kötülüğün suçunu bir şeylere yüklemek istiyor işte. Yüzleri bulan şehidin, bunca kaybın acısı var hep içimizde.

    Git Eylül, bir sene sonra daha güler yüzlü gel lütfen.

    Neyse… Sevabıyla günahıyla,eyvallah.
    1 ...
  55. biz türk insanı

    1.
  56. Ortalama elli fotoğrafın birinde iyi çıkıyoruz. Çoğunluğumuz burnumuzdan şikayetçiyiz. Sorsalar en büyük aşkları yaşadık, küçük acılarla zaten işimiz olmaz. Toplumsal reflekslerimiz harika, ülke bütünlüğünü zaten klavye ile sağlıyoruz. Yaptığımız işten, sabah erken kalkmak zorunda olmaktan bıktık. Baksan herkeste bir starbucks havası görüntüde dürüme bayılıyoruz. Herkes din avukatı, siyaset uzmanı. Kim kiminle sevişiyor facebook duvarında. Ne diyelim, ben çay koydum rakı içiyorum. Siz ne bok yerseniz yiyin..
    1 ...
  57. kahvede ülke kurtarmak

    ?.
  58. sözlükte ülke kurtarmakla eşdeğerdir.
    0 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük