bu durumu özetleyebilmek adına temel sorular belirlemek gerekiyor. bunlar şöyle sıralanabilir;
devlet nedir?
devlet ne için vardır?
devlet ne yapar?
devlet günümüzdeki en komplike oluşumlardan birisi. devletin çıkış noktalarıyla ilgili birkaç teori var. bunlardan en yaygın ve akla mantığa en sığar türden olanı şudur; ilk zamanlarda güçlü ve paralı olanlar, yani soylular halkın alt tabakasını ezmeye başladı. bunu tabi ki para ve güçlerini arttırmak için yaptılar. daha sonra ihtiyaçlardan doğan meslek sınıfları ortaya çıktı. örneğin hesap kitap işleri için yazıcılar, işçilerin programlarını ayarlamak için yöneticiler, bu bahsettiğim insanları korumak için asker sınıfı vesaire. bu oluşum zamanla daha sistematik bir hale geldi, bu kişiler de devlet oldular. tabi ki bu çok daha karmaşık bir hikayedir fakat konumuz bu olmadığı için bu kısmı özet geçerek kafanızda bir çıkış noktası oluşturmaya çalıştım. nitekim bu devlet anlayışında "insan, devlet içindir" mottosu ön planda. fakat en önemlisi 1789 fransız ihtilali olmakla birlikte tarihin belli dönemlerinde bu anlayış bir nebze kırıldı ve günümüze kadar geldi.
şuanda dünyanın en güçlü ülkelerine baktığımız zaman, "lan bu herifler napıyor acaba?" diye bir göz attığımız zaman gördüğümüz en bariz şey vatandaşa, halka verilen önemdir. bu ülkelerde başta bahsettiğim soruların cevapları özetle şu şekildedir;
devlet nedir? devlet, ülkenin iç ve dış işlerindeki sorumlu mekanizmadır.
devlet ne için vardır? devlet, insanları rahat ve mutlu yaşatmak için vardır.
devlet ne yapar? devlet, hizmet eder.
bunlar tabi ki bilimsel tanımlar değil, fakat olan biten bu. artık dünya başka bir yere doğru ilerlemeye başladı ve insanlar bazı şeylerin farkında. bu ülkelerde "devlet, insan içindir" mottosu ön planda. zira şahsımca bu çok daha doğru ve çok daha akla mantığa sığar bir şey. bugün siyaset bir iş dalı, bir meslek grubu. daha fazlası değil. o insanlar da bizler gibi okullarını okuyor, siyasete atılıyor, iyi reklam yaparsa, biraz da şansı varsa, meseleye türkiye'yi dahil etmek adına söylemeden geçemeyeceğim, bir yerlerde tanıdıkları da varsa siyasetçi oluyorlar. bunu sinema sektörüne benzetebiliriz. orda da durum hemen hemen aynı, okulunu oku, reklamını yap, mesleğe atıl. üstelik ikisi için de üniversite diplomasına ihtiyacınız bile yok!
tabi bu bahsettiğim olay genel olarak türkiye ve türkiye gibi ülkelerde geçerli. kanada için, amerika için tam olarak bunları söyleyemeyeceğim. varmak istediğim nokta, etrafımızda sıkça gördüğümüz, sanki biz değil de onlar haklıymış gibi bizi garipseyen "devlet için ölürüm" kafaları. devlet geçici bir olgudur, sadece anadoluya baktığımız zaman bile onlarca devlet geldi geçti. selçuklulular, lidyalılar, urartular, osmanlı, sümer vesaire vesaire, çoğaltılabilir. gün gelir, türkiye devleti de yıkılabilir. bu durum dünyanın sonu olmadığı gibi, kim bilir belki daha iyi bir şeyin başlangıcı bile olabilir. türkiye yıkılsın demeye çalışmıyorum ama, bu olağan bir şeydir ve olduğunda da "nasıl oldu lan bu iş?" diye şaşırmak yersizdir. tarih bunun örnekleriyle doldu taştı. bizans, roma bile yıkıldı. fakat türkiye'de bu durum kabul edilemez çünkü devlet kutsal bir mekanizmaymış gibi görülüyor. "devlet büyüğü" diye bir kavram var bu ülkede. etik olarak bir bakana, bir manavdan daha fazla saygı gösteriyor olmamız çok anlamsızl. ikisi de işlerini yapıyor, paralarını kazanıyor. ülke için daha önemli bir konumda olduğu tabi ki inkar edilemez, fakat sırf o konumda diye, hele hele onu o konuma ben getirmişsem, benim ona gösterdiğim saygıdan çok onun bana göstermesi gerekir. bizler, o insanları bizi güvende tutsunlar diye, bize hizmet etsinler diye, bizi rahatlatsınlar diye seçtik. başka bir şey değil. yapmanız gereken bakana saygı göstermemek değil, ona gösterdiğiniz saygıyı manava da göstermek.
değinmek istediğim bir diğer konu ise, particilik. buna değinmeden edemezdim çünkü etrafımda gördüğüm en büyük karmaşıklıklardan biri bu. zannımca insanlar siyasal oluşumlara olduğundan farklı anlamlar yüklüyor ve kendilerini bir taraf olmak zorunda hissediyorlar. türkiyede yaşadığımıza göre burdan örnek vereyim, şahsen ak parti'nin ülkenin başına gelen en büyük kötülük olduğunu düşünüyorum. bunu düşünmemin tek sebebi de henüz kılıçdaroğlu ve "cehape zihniyeti" dediğimiz zihniyetin yönetimi eline geçirememesi. çünkü şu da bir gerçek ki, şuan siyasi partilerin hiçbiri ülkeyi yönetebilecek donanıma, bilgiye ve şuura sahip değil. fakat bu demek değildir ki "en iyisi onlar, o yüzden ak partiye veriyorum, o yüzden sonuna kadar onların arkasındayım." kimsenin arkasında olmak zorunda değiliz, hiçbirini sevmeyebilir veya hepsini sevebiliriz. bu bir bayrak yarışı değil, iktidarı, yaptığı işleri beğenmekle, onları desteklemek çok farklı şeyler. benim görüşüme göre, iktidar hangi işi ne kadar doğru yaparsa yapsın eleştirel bakış açısıyla yaklaşmak gerekir. burdaki amaç onları iğnelemek değil, daha iyisini yapmaya itmektir. ister siyaset olsun, ister fabrika işçiliği olsun her meslek dalında kendini rahat hisseden insan işini bir noktada aksatır. fabrikadaki işçiyi ustabaşı kontrol eder, devleti de halk kontrol eder. yapmanız gereken budur. siz onları işlerini daha iyi yapmaya itmek zorundasınız, işlerini yapmadıkları taktirde gösteriler yapabilirsiniz, oylarınızı vermeyip "bak işini doğru yapmazsan seni baştan alırım" mesajı verebilirsiniz. daha birçok şey. fakat ota boka da muhalefet olun demiyorum tabi ki, taktir edilmesi gerektiğinde bunu da yapıcaksınız. ister ak partiye oy verin, ister chpye, ister mhpye yapmanız gereken ne yaptığınızı bilmek.
peki insanlara bu anlayış nasıl aşılanır? bunun cevabı çok kolay olduğu gibi, uygulanması da bir o kadar zor. eğitim. insanları eğiteceksiniz, bilgilendirip insanların zihinlerini açacaksınız. peki bunu kim yapar? yine devlet. peki bu devletin işine yarar mı? tabi ki hayır. ülkedeki eğitimi devlet kontrol ediyor, hoşuna gitmediği için fen bilgisi müfredatından evrim teorisini bile kaldırabiliyor. işte tam olarak bu noktada iş yine bizlere, yani halka düşüyor. zira bu yazıyı yazmamın tek sebebi de buydu. çok zor bi şey değil, dünyanın en güçlü 5 ülkesini ele alalım ve inceleyelim. hepsinde insana, insan haklarına önem veriliyor, devlet ve din işleri tamamen ayrık, amerika'da "hristiyan adam ya ondan zarar gelmez" diye başkan seçilmiyor. ve en ufak bir sorunda halk göstermesi gereken tepkiyi gösterip, devlete görevini hatırlatıyor. tabi ki bunun istisnaları var, oralarda da dar görüşlü insanlar var. fakat istisnalar kaideyi bozmaz. daima ileri, en ileri gitmemiz için tek yapabileceğimiz şey eğitim. fakat fen liselerine ayrılan bütçenin 3 katını imam hatiplere ayırdığımız canım ülkemizde, gelecekte çok da fazla ışık görünmüyor. ne dersin?
almanyanın avrupanın en güçlü ülkesi olmasından kaynaklanan durum. kim ne derse desin, gizli kahramandır kendileri. hayatı tesbih yapmış, sallayan tiplerdir. zira amerika'nın zırt pırt polonya'ya yatırım yapmaya çalışıp bölgede varlığını hissetirmeye çalışmasının tek sebebi de almanya'dır.
vaziyet tam olarak budur. sözlük kültürü inci sözlükten sonra tamamen değişmiştir. ben altıncı nesil bir yazarım sevgili dostlarım, uludağdan bu üyeliği aldım, adaylığımı tamamladıktan sonra yazmayı bırakmıştım. fakat uludağın üçüncü nesile geçtiği dönemleri hatırlıyorum ki ben o dönemlerde farklı klonlarda yazarlık yapıyordum. bahsettiğim dönem 2008-2009 olucak yanılmıyorsam. bakınız seneler sonra 'lan birader benim uludağda bi üyeliğim vardı gireyim de azıcık entry kasayım' dedim, karşımda resmen inci sözlük gördüm. yazarların kafası karışık, moderatörler pek bi önlem almamış sanki. tamam inci kültürü eğlenceli filan eyvallah, capsler de komik tamam; fakat sözlükte geçirdiğimiz zaman eskiden daha kaliteliydi. bu olayda senelerdir olan kişiler bilir, beni anlar, sanıyorum ki bana katılırlar da. bizim zamanımızda 'geceye bir blabla bırak' tarzı bi başlık açamazdınız mesela. eğlencenin dibine vururduk tabi ki ancak sözlük bize çok şey de katardı diye düşünüyorum. ekşiye sözlük tanrıları boşuna 'kutsal bilgi kaynağı' dememiş değil mi? bu geyiğin de aslında bir doğruluk payı vardı. geyiğimizi başlıkları alt alta okumak, yaran diyaloglar gibi başlıklar altında yapardık mesela. imla kurallarına her daim dikkat edilirdi. daha politik, daha sosyalist bi' yanımız vardı nitekim sözlükçüler olarak. yani forumlardan farkımız vardı. inci sözlük çıktıktan sonra sözlükseverler, her klonda bi caps furyasıdır ki gidiyor. kalitesiz kalitesiz geyikler yapılıyor, abazanlıklara gülünüyor. ben bi erkek olarak cinsiyetçiliğin klonumuzda bu denli normal karşılanmasına şaşıyor ve üzülüyorum. abazan başlıklar altında galeri.uludağ aracılığıyla çıplak mankenler paylaşılıyor ve üstüne de "yalarım yutarım" gibi şeyler yazılıyor. siz inci sözlükten önce bu entry'i giricektiniz he? bu sözlükte çalışkan gammazlarımız vardı.
neyse, uzun lafın kısası inci sözlük, uludağ da dahil olmak üzere bütün sözlükleri etkilemiş ve sözlük kültürünü forum kültürüne yaklaştırmıştır. eskiden buralar bağ iken, bu ortamlar daha sakin, daha saygılı, daha saygın, daha güzel ve daha kaliteli idi. son duruma üzülmemek içten bile değil. saygılarımla.
"abi bayram ergenlere bayram ya." dedirten olaydır. ama bir düşününce cidden öyle. arabayla dolanırken bakınıyorum yani. bayram bugün, millet açılmış, saçılmış. dini bayram da yapmayın bari. hadi yirmi üç nisan filan olsa neyse. el öpmek yok ama, açılabilirsiniz. hayır bir de mini eteği daha da minileştirenler var. onları anlamak daha zor. zaten mini lan, zorun ne etekle? kıvırma bacım, kıvırma. ayıp, günah arkadaşlar. hayır komşu kızı kardeştir kandır kandır yerleştir türkiyesinde yaşıyoruz, ondan diyorum.**
graffitiyle ilgili bir alman filmi. oyuncu kadrosunda türk vatandaşları da barındırmaktadır. türkçe altyazı ya da çevirisi bulunmadığı gibi, filmcilerde nadir rastlanan türlerdendir. her filmciden alamayız yani, özel olmalı.*