Önüne gelenin akedemisyen olduğu bir ülkede oldukça normal bir şeydir. Artık bir insanın yetkinliğini osmanlıya olan sevgisine göre ölçmeye başladılar. Halil inalcık'a laf atanlar ömürlerince çalışsalar onun bir çalışmasını yapacak kadar yetkinleşemezler. Şevket Süreyya Aydemir'e laf atanlar onun tek bir sözünün değerinde olan bir yazı bile yazamazlar. Her şeyi kendi dar ideolojilerinin çeperinden görenler bu ülkenin yüz aklarını karalayamazlar!
Dinciler ile nasyonalistler arasındaki fark şudur: Nasyonalistler hiç olmazsa kendi milletlerinden olan herkesi severler, dincilerde bu da yoktur. Dinciler kendileriyle tıpatıp aynı olmayan herkese kin kusarlar. Örneğin timurtaş şöyle söyler:
"Insanlar üçe ayrılır: müslümanlar, kafirler ve münafıklar. Dolayısıyla bütün insanlar kardeş değildir, ancak müminler kardeştirler."
"Onların ileri sürdükleri icaplara ve hükümlere göre, halife namında hükümdar; Çin, Hint, Afgan, iran, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, Asir, Mısır, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas, Sudan, kısaca dünyanın her tarafındaki islampların ve islam memleketlerinin işlerinde söz sahibi olacaktı.
Bu hayalin hiçbir vakit tahakkuk etmemiş olduğu malumdur. islam cemaatlerinin birbirinden tamamen ayrı maksatlarla ayrıldıkları, Emevilerin Endülüs'te, Alevilerin Mağrip'te, Fatımilerin Mısır'da, Abbasilerin Bağdat'ta birer hilafet, yani saltanat kurdukları ve hatta Endülüs'te her bin kişilik bir cemaatin "bir emirülmüminin ile bir minberi" olduğu Hoca Şükrü imzalı kitap çıkta dahi zikrolunmaktadır."
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
"Halife ve hilafetin sultasının, onların dediği gibi, bütün dünya Müslümanlarını kapsaması lazım gelince, bütün mevcudiyetini ve kuvvet kaynaklarını halifenin emir ve yasaklarıa hasretmekle Türkiye halkının omuzlarına yüklenecek yükün ne kadar ağır olacağını insaf edip düşünmek lazım gelmez miydi?"
Muhafazakar bir yazarın söylemi. Adamı 1000 yıl, 1400 yıl gibi kısa tarihler kesmemiş olmalı ki 5000 yıl öncesine kadar gitmiş. Eee 100.000 yıl öncesine gitmemesine şükretmeliyiz.
insanlara zorla normatif ve dogmatik düşüncelerin benimsetildigi her düzen totaliterdir. insanların özel hayatını ve düşüncelerini baskı altına alan her düzen de totaliterdir.
Ülkemizde genellikle çeviri eserlerde kullanılan yapıntı dillerdir. Mesela öztürkçeciler "diyalektik" yerine "eytişim", "madde" yerine "özdek" kelimelerini kullanırlar. Osmanlıcacılar ise "denk gelir" yerine "tekabül eder"i, "bunun üzerine" yerine "binaenaleyh"i kullanırlar. Sonuç olarak zaten çeviri olan bir eser daha da zorlaşır. Örneğin Hegel'in "tinin fenomenolojisi" isimli zor kitabı "tinin görüngübilimi" olarak çevrilir. Bergson'un "Yaratıcı evrim" adlı kitabı "yaratıcı tekamül" olarak çevrilir. Zor olan bu kitapların anlaşılması daha da zorlaşır.
Sosyolojiyle ilgilenmek insanı politik tercihlere itiyor. Ayrıca sosyologlar çok yüzeysel düşünüyorlar. Felsefe ise aynı sıkıntılara yol açabiliyor. Ama farklı alan ve fikirlerle ilgilenmek insanı derinlestiriyor. Felsefi bir sosyoloji veya felsefeyle karışık toplum kuramı daha mantıklı. Zaten dünya tarihinin en önemli sosyologları felsefe bilenler. Sanırım bu yüzden biz ne felsefeci ne de sosyolog yetiştiremiyoruz.
Bütün dinlerin ortak bir özü vardır. Hepsi metafizik bir bakış açısını ve ahlaki bir söylemi barındırır. Bu metafizik bakış açısı ve ahlaki söylemler ise benzerdirler. Özellikle sami dinleri bu yönde birbirlerine benzerler. Dolayısıyla hristiyanlık ve islamın özellikle ahlaki ve manevi yönden benzerlikleri çoktur. Ama politik ve toplumsal tutumlarına gelince iki din farklılaşır. Hristiyanlık bireyci ve apolitik bir dindir. Hristiyan din adamları genelde toplumdan ve politikadan uzak dururlar. Islam ise toplumcu ve politik bir dindir. Islam toplumun tüm dinamiklerine müdahale ettiği gibi politik konularda da mesajlar verir. Dolayısıyla islam ve hristiyanlık arasında benzerlikler kurmak mümkün olmakla birlikte onları tamamen iki eşit sistem olarak görmek hatalıdır. Özellikle toplumsal ve politik konularda bu böyledir.
"insanlık" kavramı, emperyal genişleme faaliyetlerine ve ahlaki-insancıl karakteriyle de ekonomik emperyalizmin kullanımına çok elverişli, ideolojik bir aygıttır. Proudhon'un söylediği bir söz, küçük bir değişiklikle, meseleyi aydınlatır: Kim insanlıktan bahsediyorsa , aldatmak istiyordur.
Carl Schmitt
Siyasal Kavramı, Carl Schmitt
Dini ideolojinin en büyük özelliklerinden beri insan-biçimciliktir. Bu ideoloji insanlar arası ilişkileri insan-biçimci bir tarzda okumakla birlikte bütün varlığı da bu tarzda ele alır. Bunun yanı sıra hümanizm insanın ilk ölçüt yapıldığı bir düşünce biçimidir. Hümanizm de tıpkı dinler gibi merkeze insanı koyar. Sonuç "insanlık" adı altında insanın intiharıdır.
Bazı kişilerin son günlerde ortaya attığı iddia. Bu iddiayı ortaya atmak net provakasyondur. Ve bu iddiayı ortaya atanlar anayasal olarak en ağır suçlardan birini işlemektedir. Birde devleti şeriata döndürünce hoşgörülü olacaklarını iddia ediyorlar. Madem hoşgörülü olacaksınız o zaman parlementer ve özgürlükçü bir sistemi savunun. Kendi ideolojisinin mutlak hakim olduğu bir sistem isteyip hoşgörüden bahsetmek tam bir komedidir.
Çok saçma bir yalan. Bu kuşak kutsama ayinleri de yeni çıktı. Kuşak, soy, sop gibi şeyler yoktur. Bir zeka vardır. Onunda kimde olacağı tamamen rastlantı eseridir.
Geriye dönmek isteyen, her yeniliği ahlaksızlık, anarşi ve terör olarak gören demektir. Ve tabi sonsuz özgüven (başka bir deyişle dışarıdan bi haber) olan demektir.
Üniversite hocaları doğru düzgün bilimsel bir çalışma bile okuyamazken birileri öğrencilerin özel hayatlarının ve düşüncelerinin peşine düşmüş durumda. Üniversiteleri objektif bilim ortamları olarak değilde teşkilat binası gibi bir yer zannedenler üniversiteler hakkında durmadan yorum yapıyor. Bana Lacan, kant, kuantum, rölativite, psikanaliz gibi şeylerden bahsedin. Sağmış solmuş, dinjn gazabıymış filan falanın üniversiteyle ne alakası var?
Liberal demokrasi her önüne gelenin her konuda söz sahibi olduğu, özgürlüğü garantiye alacak hiçbir mantıki zeminin olmadığı zenginler imparatorluğudur. Marx bu göstermelik özgürlüğe karşı "proleter diktatörlüğü"nü savunmuştur. Rousseau "toplum sözleşmesi"nde imtiyazlı sınıfların bulunduğu bir toplumda demokrasinin er ya da geç rafa kalkacağını ima etmiştir. Dolayısıyla insanlık gerçek demokrasi için liberal demokrasiye alternatif sistemler oluşturmalıdır.
Aşırı devrimci ve aşırı muhafazakâr ütopik vatandaşlarımızın yakalandığı nevrotik bir rahatsızlıktır. "Keşke bir miting, gösteri filan olsada bayrak sallayıp slogan atsak." diye dertlenirler. Rahatsızlığın sebepleri yaşanmamışlıklar ce mantık eksikliğidir. Çözümü bol bol kitap okuyup, insanları anlamaya çabalamaktır.
"Neden böyle? Neden siz durmaksızın şartların elverişli olmadığından dem vuruyorsunuz? Çünkü siz modern bir insansınız ve her modern insan gibi mensup olduğunuz yerden kopartılıp alındınız. Bu kadarla kalmadı mensup olmanız gereken yer de tahrip edildi. Daha da korkunç birşey oldu: Mebsubiyet bağı kurmak için gerek duyacağınız üyeleriniz yok edildi."
Ve'l-Asr, ismet Özel
Bu yaptığımız alıntı da çok net göstermektedir ki muhafazakar düşünce özcü ve kimlikçidir. Bu düşünce, tarihi bir süreç içinde oluşmuş kimlikleri ve özleri sanki öncesiz ve sonrasızlarmış gibi gösterir. insanların toplumsal ve ideolojik temaslar sonucu edindiği kimlikleri adeta bir genmişçesine, dna'nın bir parçasıymışçasına lanse eder. Bu düşünceye göre insan tini oluşmakta olan bir varlık değil tamamlanmış ve belirlenmiş bir varlıktır. insana kalan bu tamamlanmış kimliği muhafaza etmektir. Oysaki bu düşünce başlı başına bir yanılgıdır. insan zorunlu olarak bir toplumda doğar. Eğer öncesi varsa da hatırlayamaz. Yani hayat içinde bizler toplumumuzu önceden seçme lüksüne sahip değilizdir. Bu sebeple otomatik olarak eğitimle ve ideolojik yollarla bize bir kimlik lanse edilir. işte bilinçlilik bundan sonra başlar. "Ne yapmalıyım?" diye sorduğumuz anda başlar. Bundan önce sadece öğretilen ve benimsetilen vardır. Bu öğretileni ve benimsetileni öncesiz ve sonrasız bir doğru olarak görmek ise yanılgıdır. Çünkü hayat bir süreçtir ve her anlayış insan eseridir. Öncesiz ve sonrasız bir kimlik ve öz yoktur.
Yadsınamaz bir gerçekliktir. Siyasetin insanları sitematik ve tutarlı düşünmekten alıkoyar. Siyasette her şey anlıktır. Özellikle popülist toplumlarda siyaset insanı zararlı kararlara zevk eder.
Muhafazakar entelektüel, sistematik felsefesi olmayan, törel yargılarına uyan her şeyi eklektik ve paradoksal bir şekilde benimseyen okumuştur. Örneğin çoğu anarşist olan postmodern yazarların modernite karşıtı söylemlerini paylaşır ama otorite karşıtı söylemlerini hiç gündeme getirmez. Böylece onların düşüncelerinin içini boşaltır. Mesela bir dönem muhafazakar bir yayınevi paul karl feyerabend'in "özgür bir toplumda bilim" kitabını "bilim kilisesi" altbaşlığı ile çevirmişti. Feyerabend bilimi otorite olduğu için eleştirmişti, otoriteyi meşrulaştırdığı için eleştirmişti. Ama muhafazakarlar Feyerabend'i tipik bir muhafazakar olarak lanse ettiler. Şimdi ise aynı muhafazakarlar bilimci ampirist oldular. Niye? Bilim onların törel yargılarına uydurulmaya başlandığı için.
Nefret söylemi en çok ahlaki panik yaratarak yayılır. Önce halka bazı ahlaki değerler dayatılır. Bu değerler "insan" olmanın gereği olan evrensel değerler olarak lanse edilir. Sonra bu ahlaki kurallara uyulmayınca halk paniğe sevk edilir. Yapay bir gündem oluşturularak bu atmosfer yaydırıldıkça yaydırılır. Böylece bütün kötülükler halkın "iyi" yargısına dayandırılarak meydana getirilir. Ne demişler? Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla örülüdür.
Popülist lider ve partilerin ilk ilkesidir. Alakasız konularda bile dış mihraklar ile çalışan muhalefetten dem vururlar. Böylece hem kendilerini gündemde tutar hemde en önemli oy garantisi olan kutuplaştırmayı arttırırlar.
-Said Nursi
-Mehmet Akif Ersoy
Bu iki isim Abdülhamit karşıtlığıyla tanınan başlıca islamcılardır. Örneğin Mehmet Akif Ersoy bir şiirinde Abdülhamit'ten şöyle bahseder:
"Dedi: çoktan beridir vardı benim bir derdim: / gideyim, zalimi ikaz edeyim, isterdim. / o, bizim cami uzaktır, gelemez, mani ne? / giderim ben, diyerek, vardım onun camiine. / kafes ardında hanımlar gibi saklıydı hamid. / koca şevketli! hakikat bunu etmezdim ümid. / belki kırk elli bin askerle sarılmış yıldız; / o silahşörler, o al fesli herifler sayısız. / neye malolmada seyret, herifin bir namazı: / sade altmış bin adam kaldı namazsız en azı! / hele tebziri aşan masrafı, dersen, sorma. / gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma, / dedim ki: bunca zamandır nedir bu gizlenmek? / biraz da meydana çıksan da hasbihal etsek./ adam mı, cin mi nesin? yok ne bir gören; ne eden; / ya çünki saklanıyorsun bucak bucak bizden. / değil mi saklanıyorsun, demek ki: korkudasın; / ya çünki korkan adamlar gerek ki saklansın. / değil mi korkudasın var kabahatin mutlak! / bir de baktım, canavarlar pusulardan çıkarak, / koştular, tekmeye kuvvet kimi, dipçikle kimi, / serdiler her tarafından delinen postekimi..."
Demokratik bir toplumda siyasetçinin normal vatandaştan tek farkı ülke sorunlarıyla profesyonel olarak ilgilenmesidir. Demokratik bir yapıda siyasetçi halkın desteğiyle koltuğa gelir, halk sayesinde maaş alır. Siyasetçi halkın emiri gibi davranmaz. Bu sayede insanlar özgür bir toplumda yaşarlar. Siyasetçiler ülkenin sahibi değil ülkenin hesap verebilen vatandaşlarıdır.
Irkçılık her şeyin genlerden ibaret olduğunu sananların ideolojisidir. Irkçılar toplumsal ve düşünsel etkenleri bir kenara bırakıp her şeyi ırk kavramıyla açıklamaya çalışırlar. Kendi ırklarının ırkçılığını meşru görürken öbür ırkların adının bile anılmasını şiddetle kınarlar. Onlara yapılan zulüm, onların yaptığı hakkaniyettir. Irkçılık narsisizmin toplumsal halidir. Ve son dönemde tüm dünyada yeniden şiddetli bir şekilde baş göstermiştir.
Eğitim adı üzerinde bir eğitme uğraşıdır. Eğitim sistemi bireyleri eğitmek için vardır. Eğitmek yani mevcut düzene uyarlamak.
Paulo Freire "Ezilenlerin pedagojisi"nde şunu söylüyor: "Bununla birlikte, insanlar özgürlük korkularını ender olarak
kabul ederler ve daha çok, kendilerini özgürlük savunucuları şek-
linde sunarak bu korkuyu -bazen bilinçsizce- kamufle etme eği-
liminde olurlar. Kendilerine özgürlüğün bekçiliğini yakıştırarak,
kuşkularına ve endişelerine köklü bir serinkanlılık havası ka-
zandırırlar. Fakat özgürlüğü, statükonun sürdürülmesiyle ka-
rıştırırlar: Böylece eğer conscientizaçao, statükoyu tartışmalı
kılma tehdidi taşıyorsa o zaman özgürlüğün kendisi için de tehdit
oluşturuyor gibi görünür."
Evet eğitimin durumu budur.