yine mi trafik tikandi
ellerim bagli kaldi
arabalarin arasinda sensiz
sense orda bensiz
yalniz
sevgilim, sana gelecegim
ama once su ondekini dovecegim
dut dut
cekilsene yolumdan
gececegim solundan
yol versene dut dut
dut dut
cekil dedim yolumdan
gececegim solundan
yol versene be adam
sana ben
ehliyet verenin
adini merak ettim simdi
sevgilim, sana gelecegim
ama once su ondekini dovecegim
dut dut
cekilsene yolumdan
gececegim solundan
yol versene dut dut
memur bey su yolu acin yahu
geciyor, zaman geciyor
etnik kokenli bazi unsurlarin beni etkilemesi sebebiyle sana kotu sozler soyledim sevgilim ama kucuk olcekli ticaret odaklarinin uzerimde yarattigi baski artik dayanilamayacak bir hale gelmisti
bir trabzandan asagi kaymaya calisan bir kedi gibiydim
ve inan,
o sozleri sana yuregimden degil, bobregimden soyledim
kendisi henüz fanatik gazetesinin 7. sayfasını okumaktayken hak yoluna geçmek isteyen bir hristiyanla karşılaşmış imamdır. bu sözleşme sayesinde, imam opsiyon hakkını elinde bulunduracak, kişinin tekrardan hristiyanlığa dönmek yolunda bi niyeti olursa, buna müsade etmeyecektir.
+ opsiyonlu sözleşme yapsalardı, nah alırlardı ibrahimi bizden. ah ah bu yönetim yakacak bizi!
- selamun aleyki imam efendi.
+ hı? aleyküm selam.
- ben hak yoluna geçmek istiyorum, ne yapmalıyım?
+ söylediklerimi tekrar et: eşhedüennaaa....
- eşhedüennaaa....
+ tamamdır şimdi şuraya imza at.
+ heh
+ dinimiz için hayırlı bi transfer olur umarım.
- kazanacağım sevap puanlarla bana inananları mahçup etmiycem.
+ sana güveniyoruz camia olarak. dur ben transferi borsaya bildiriyim...
ertesi gün vakit gazetesi:
'senin adın artık yusuf'
hristiyanlığın etkili isimlerinden joseph, 10 yılı opsiyonlu olmak üzere, 50 yıllığına kendisini islamiyete bağlayan sözleşmeye imza attı. imza töreninde konuşan imam osman efendi, önce cemaate çattı ve 'safları sıklaştıralım' mesajı verdi, ardından da joseph'in büyük katkıları olacağını söyledi. *******
mahalle maçlarında ard arda alınan yenilgiler sonucu taraftarın tepkileri üzerine kulüp yöneticilerinin harekete geçmesi ve kadroya takviye yapmasıdır.
transferin aşamaları şöyle gerçekleşir;
1.) ilk iş oyuncuyu bulmaktır. komşu mahallelerden transfer daha zahmetsiz olacaktır, ancak kefen giyerim ezeli rakibimin formasını giymem zihniyetindeki oyuncuların sayıca çokluğu bu işi zorlaştırmaktadır. o yüzden, çeşitli mahalleler gezilmeli, mahalle maçları izlenmeli, yetenek avına çıkılmalıdır.
2.) oyuncu bulunduktan sonra yapılması gereken, oyuncunun kulübüyle bağlarını kopartmaktır. normalde bir mahalle takımı oyuncusu, kulübüyle ömür boyu yürekten mukavele imzalamıştır. ama iş resmiyete dökülmediğinden bonservis bedeline gerek yoktur. yine de yürekten imzalanmış mukaveleyi geçersiz kılmak gerekmektedir. bunun için oyuncunun yanına gidilerek 'berkecan anana küfretti' 'ali sana top dedi' 'mert ağbi sünnet etcekmiş seni yeniden' gibi sözlerle mahalleden tiksinmesi, soğuması sağlanır, yürekten imzalanmış mukavele de yırtılır.
3.) işin en zor kısmı bundan sonra başlar. çünkü oyuncunun mahalle takımının formasını mahalle maçlarında giyebilmesi için o mahallede oturması gerekmektedir. bunun için de ailecek taşınmaları şarttır. futbolcu eşi ikna eder gibi genç oyuncunun ailesi ikna edilmelidir. aksi takdirde fotomaçcan'da 'annesi istemediği için transfer gerçekleşmedi' şeklinde haberler görülür, taraftar üzülür.
ancak işin bu kısmı ikna açısından zor olduğu kadar maliyetlidir de. yeni bir ev bulup aileyi oraya yerleştirmek kulübün sorumluluk alanıdır zira.
sonuç olarak mahalle takımını oluşturan veletler tüm paralarını toplasalar ancak burger king'den çocuk menüsü alacak durumda oldukları için transfer gerçekleşmez. taraftar umutlarını bir başka bahara erteler.
yıllar yılı aramamış sormamış, ve fakat beleşe ev ortamında, sigara dumanlarının ekranın önüne sis şeridi çekmediği bir atmosferde maç izlemenin verdiği baş döndürücü etkiyle akrabalık ilişkilerini hatırlamış kimselerdir. git denemez böylesine, her türlü gelirler. sonuçta lig tv iptal edilir, kafa rahat olur. hem zaten kahvede daha zevkli.
bayram harcliklarinin aile butcesinde eksilmeye yol acmamasi olacaktı başlığın aslı, ve fakat sözlük kısaltılmasını emretti. hatta bayram harçlıkları döngüsü sonunda aile bütçelerinin sabit kalması da olabilirdi de.. neyse..
bu bahsettiğim konu, bayramda verilen harçlıkların aile bütçesini negatif hanelere getirmemesini açıkça kanıtlayan, 70'li yıllarda ülkemizin yetiştirdiği profesörler tarafından ortaya atılmış denge teorisidir.
teoriye göre, bir çocuğun amca dayıdan ve enişteden topladığı bayram harçlığı, anne babasının, amca, dayı, hala ve teyze çocuklarına verdiği bayram harçlığına büyük eşittir.
yani a= aile bütçesi h= hamit k=hamitin kuzenilerine verilen harçlıklar ve ha= hamit'in akrabalarından gelen harçlıklar ise;
her zaman için;
a-k+ha>a (>:büyük eşit)
bir örnekle açıklamak gerekirse;
ahmet amcanın oğlu serdar, kuzeni hamit'in anne babasıyla bayramlaşmaya gelecektir. bu sırada hamit ve babası arasında şöyle bi diyalog geçer;
- amcan kaç para harçlık verdi lan sana?
+ 50 baba.
- tamam biz de serdara o kadar verelim.
görüldüğü gibi aile bütçesi dengede. ama varsayalım ki ahmen amcanın bir oğlu serdar, bir de kızı selin var. o zaman durum şöyle olur;
- amcan kaç para harçlık verdi lan sana?
+ 50 baba.
- tamam biz de onun çocuklarına 25'er veririz.
bakınız aile bütçesi yine dengede.
bazı istisnai durumlarda, bu teori açık verebilir. ama o durumların kurtarıcısı olarak ta, dede ve nine faktörü sistemin sağlayıcıları olarak teoreme eklenmişlerdir. dede ve nineden alınan paralar, karşılıksızdır ve aile bütçesinin artı hanelere doğru yürüyüşü, dede ve nine sayısına göre mucizevi bir artış göstermektedir.
sonuç olarak, anne babanın parasında azalma olabilmekle birlikte, bayram harçlığı müessesesinin genel aile bütçesine hiçbir zararı bulunmadığı kanıtlanmıştır.
o yüzden akrabalar, yakınlar, tanıdıklar... sizlere sesleniyorum. önümüz ramazan, pamuk eller cebe artık. *
bütün doğru cevapları ellerinde tutan, ancak nerde olduklarına, ne yiyip ne içtiklerine bir türlü ulaşılamayan kişilerdir..
öyle ki, arkadaşınız samet'in gelip;
- abi dün gece nerdeydin?
sorunuza
+ arkadaşlarla içtik yaaa
cevabını yapıştırmasının ardından yapıştırdığı;
+ olum ben 15 bira, 20 shot vodka, 50 kadeh viski, 27 duble rakı içmişim.. başım döndü ama biraz, doğruya doğru..
cümlesinin sağlamasını ancak bu arkadaşlar yapabilir, samet'in esasen ne içtiğini ve ne oranda sarhoşluğa yelken açtığını bu arkadaşlar bilir.. ve fakat nerdesiniz lan bu arkadaşlar? susmuyo bu samet ibnesi, gelin de söyleyin şu gerçekleri.. öylesine muhtacım ki size.. lütfen, çıkın ortaya.. nerdesiniz..? öyle özledim ki sizleri, öylesine yoksunuz ki..!
--şiir kısmı biter, müzik girer--
bıraktınız gittiniz, belki de hiç gelmediniz!
söyleyin lan bu samet ibnesiyle niye içtiniz?
insan arada bi gelir, utandırır şu dallamayı..
yolunuz düşerse uğrayın, kurtarın bu zavallıyı!
sonuç olarak, bu arkadaşlar için en güzelini mor ve ötesi 'var mısın yoooksun' diyerek söylemiş olmakla beraber, bir başka sikkodan tanımımın daha sonuna gelirken ben..
17 büyük rakı içtim ama doğruya doğru, tuşları biraz zor buluyorum yani..
vurmayın.. ayıptır..
çiçekçinin azimli satış gayretlerine örnek teşkil etmekle birlikte erkek için oldukça yaralayıcı bir durumdur.
- abi veriyim mi çiçek abi?
+ oha lan, buna mı alcam çiçek?
- abi bence çok yakışıyosunuz abi, al şu güzel abime bi çiçek abi.
+ lan yürü git, kızla gezerken gelirsin, manyak mıdır nedir ya?
- iyi de abi, ne zamandır dikkat ediyorum, hep erkek erkeğe geziyosun abi. bi kız göremedik yanında abi. al şu güzel abime bi çiçek abi.
+ lan!
-- ay ne gerek var yaa?
+ lan?
genellikle içi içine sığmayan, kanı kaynayan genç arkadaşlarımızın, hayranı olduğu bir müzisyeni veya grubu daha çok kişi dinlesin diye çevrelerinde misyonerce faaliyetlerde bulunmalardır. bazen güzel müziklerle tanışmamızı sağlayan bu çalışmalar, bazen de fazla ısrar sebebiyle arkadaştan tiksinmemize yol açabilir.
-olm bu grup çok iyi lan
-he abi evet abi
-aa şu şarkı süper
-evet abi
-indir mutlaka off çok bomba bişey
-tamam abi
-hadi lan ne duruyon?
-laaaaan!!?
çok şey yapabilir. sadece tek bir şarkı.
en coşmuş coşturmuş, kendi yalan dünyanızda kavrulmuş zamanlarınızda 'unutmaya çalışma, vasat bir adam olduğunu!' der mesela, azınıza sıçar.
sonra 'senden adam olmaz' der. daha da yüzünüze vurur gerçeği sadece bir şarkı.
ama hemen sonra 'sensiz de olmaz' der bazen, moral verir biraz.
yıkılmışsınızdır, 'hepsi hepsi hayat nasıl olsa' der size, takmamayı öğretir.
ama nasıl takmazsınız, çalıştığınız yerin patronuna 'gücetapan' der şarkı, 'üçe alıp beşe satan'. çalışmak zulüm gelir o günden sonra.
'küçük şirin bir cuma akşamı'nın hayalini verir size bir şarkı, hani eş dost içip eğleneceğiniz, güzelce.
sonra 'çok cazip bir teklifti, kimse gelmiyor!' der, 'aradım herkesi, herkes hayatı erteliyor!'. ben ertelemiycem dedirtir size bir şarkı.
'bırak işini çık dışarı' der bir şarkı, verir gazı bünyenize.
çıkarsınız, dolaşırsınız, beş parasız kalırsınız, belki aşıksınızdır, 'sen karşıma çıkan en güzel şeysin, bırak ta sözlerim yüreğine deysin' dedirtir bir şarkı size, fısıldarsınız usulca kulağına.
o döner arkasını gider size, 'sarışınlar boktur!' dersiniz öfkeyle. bir şarkı dedirtir size bunu.
bi bok olamayacağınızı kabullendirir yaşadıklarınız, tıpış tıpış dönecek olursunuz işinize gücünüze, 'bahar acımasızdır ve bu buz gibi bir bira içmek için bir sebeptir!' diye haykırır bir şarkı.
hayatı yaşayacağınıza olan ümidiniz artar. ama gerçekler acıdır. tekrar dışarı çıkıp insanlara bakınca anlarsınız bunu, 'sizin yolunuz ayrı onların yolu ayrıdır.'
'tamız farksızız ama biraz azız' der şarkı size, bi yerlerde sizin gibilerin olduğunu fısıldar size, bulamasanız da olsun.
umudum var dersiniz, umut karın doyurmaz. 'ayın beşi ödeme günü, biliyorsun bunu!' der şarkı size.
sevdiğiniz bir kız yoktur, beş kuruş paranız yoktur, dostum dedikleriniz yoktur. 'dibe vurduk yine çok pis vurduk' der şarkı, 'canı yandı dibin bile, mahçup olduk'.
ehh yeter artık sıçarım azına böyle hayatın demeye kalkmayın, 'bir sabah vakti' der o zaman, 'martılar okşarken mavileri, tutuver yeniden hayatın ellerini'.
sonra siz tam doğrulmaya çalışırken tekrar başlar şarkı:
'unutmaya çalışma, vasat bir adam olduğunu'
çok güzel bir kirkalti şarkısı. albümde 11. sırada yer alır.
çareler bulunmaz, yaralar kapanmaz yine
zaman gelir geçer, tuz döker, tuz döker gider
rüzgar eser serinden, alır beni kendimden
kimseler duyamaz, çığlıklar en derinden
bunca yıl sonra mümkün değil yıkanmak
senin nehrinde sular akar, akar gider
her şeyim, her sözüm, her zaman dilek şart kipinde
ben sana düşerim her gün bir başka biçimde
bir şaraplık gamımdan ah bu mecnun hallerim
kendinden geçmeler, bu avare demlerim
aynı ömür biçilmiş şarabımla sana
artık bizden geçmiş, bu son yudum sana
her şeyim, her sözüm, her zaman dilek şart kipinde
ben sana düşerim her gün bir başka biçimde
velet dedim çünkü tahminen 17 yaşında, lise son sınıftayken kuruyo bu cümleyi, başlıkta bahsi geçen hayvan çocukları. evet, evde-yolda-okulda, kısacası her yerde karşımıza çıkabilir bu veletler. arkadaş sıfatı bile vermiş olabiliriz kendilerine hatta. babalarının kendilerine sağladıkları finansal güvence, önlerindeki 20-30 yılın teminatı olduğundan, dünya siklerine minare götlerinedir. hayatın tadını çıkartırlar. ve fakat yanılgıları herkesi kendileri gibi zannetmeleridir. ilerde bir ay maaş alamasa açlıktan nefesi kokacak olan kişilere dahi, ki bu kişiler toplumun çoğunluğudur, evet bu kişilere dahi 'boşver hacı, ne çalışcan ya, hayatı yaşa hayatı. ye-iç, alemlere ak, mala vur. çalışarak ömür mü geçer?' şeklinde cümleler kurarlar. eğer bunlardan birisini görürseniz, odunla dövebilirsiniz. ve iyi bir çocuk olursanız, belki şirinleri bile görebilirsiniz. *
başlıkta bahsi geçen adalar, istanbul ilçesi olan, merkezi büyük ada olan adalar'dır.
evet, bu adalar bölgesinin eğitim sistemimizde inanılmaz bir önemi vardır.
yeni tanışan sınıf arkadaşları burada kaynaşır, eski sınıf arkadaşları burada hasret giderir. artık her sınıfın senede en az bir kere tekrarlanan ritüeli olmuştur adalara gitmek, piknik yapmak.
öyle ki, eğitim hayatımın son birkaç senesinde çeşitli sınıf ortamlarında bulundum(lise,dershane,üniversite...). hepsinin tek ortak özelliği vardı, o da sınıfın sosyal insanının çıkıp 'haftasonu adalara gidelim lan' şeklinde bir öneriyle, piknik organizasyonu ayarlamaya çalışmasıydı.
sonuç olarak, öğrencilerin okula adaptasyonu, arkadaşlarına kaynaşması vb. faktörler için sonsuz önemi vardır adalar'ın.
evet.
her insanın ölümü kötüdür, ancak başlıkta karakter sınırlamasına uğramasaydım, binlerce insanın ölümünün sorumlularını kastedecektim.
evet var bu işi başarıyla gerçekleştirebilenler.
kullanılan tetikçiler, onları kullananlar. bazı devletlerin yöneticileri, terör yaratıcıları, çıkarları uğruna ülke işgal ettirenler, silah tüccarları... envai çeşit şerefsizle uzar gider bu liste.
evet var her gün onlarca-yüzlerce insanın ölümüne sebep olup, buna rağmen zevk ve sefa içinde hayatını sürdürebilen vicdansız şerefsizler.
ama ne yazıkki yok, bu vicdansızlara dur diyecek insanlar.
ülkemizin yeni trendi. sanırım çocuklar duymasın'la başladı. bütün ülkeyi de sardı.
anlamadığım sınırları dahilinde tek beyzbol aktivitesi yapılmayan bu ülkede beyzbol sopaları nerden bulunuyor da bu kadar yayılıyor? neden insanlar amerikan filmlerindeki gibi kavga etmeyi tercih ediyor?
bizim ülkemizde adamı sopayla döversin kardeşim, odunla döversin.
beyzbol sopası ne lan?
üst not:
---online yerine çevrimiçi yazacaktım fakat 50 karakter olayı---
alakasız kişileri msn'ine doldurmuş, veya kimseyle konuşmak istemeyen, sıkılmış-bunalmış, sadece sevgilisiyle konuşmak için msn'e girmiş kişinin msn'inde görülebilen tablodur.
derin nefes alınmalı, msn'e girmek zorunda olunmadığı hatırlanmalı, oturum kapatılmalı, hayata karışılmalıdır.
son zamanlarda gözlemlediğim kadarıyla çokça kişinin yaptığı, konuşurken karşıdakini sinirsel açıdan yıpratan aktivite. yani tamam yeni teknoloji, kullan programları indir falan da, şu şekilde diyaloglar sinir bozuyor zaman zaman:
---
13982042 kere titreşim yollanır
a: ehehe bak istediğim kadar titretiyom lan
b: iyi abi ne güzel
a: eheh bak şimdi de avatarını çaldım, nasıl lan ehehe
b: ya olum işin mi yok ya
a: ehehe eğleniyoz olum, bak şimdi senin ağzından yazıcam
b: ben bi malım
b: olm bi s.ktir git
a: eheh abi çok eğleniyorum ya, bak şaka virüsü, ehehe hehe
b: hay allahım ya
a: aa konuşma penceresini mi kapadın lan
b: yoo
a: ya bırak yalanı olm, program var, sen kapayınca uyarıyo ehehe
b: yok abi kapamadım
a: aaa xxx çevrimdışından oturum açtı lan
a: lan yine kapadın pencereyi
a: aa çevrimdışı olmuş, bakıyım programa, aa engellemiş lan, ibne.
insanı yer yer depresyona, yer yer sinir krizlerine, yer yer de gülme krizlerine sokar.
-depresyona neden sokar bilmiyorum, ama bu gibi durumlarda depresyonu kullanınca güzel oluyo, onu farkettim.
-sinir krizlerine sokar, çünkü hakkaten olayın boku çıkar. sizde olmayan smileyler zaten bir süre çıkmaz, hatta bazen muhabbet değişir, siz smileyi yeni görürsünüz. hayır görmeseniz de olur diycem de, o smiley bir kelimeyi temsil ediyor, yerine göre o kelime olmadan konuşmadan bi s.kim anlamadığımız oluyor. üstüne üstlük yüzlerce smileyi olan kişinin, illaki harfleri falan da değişik şekillerde çıkar. konuşmanın en can alıcı yerlerinde abuk sabuk şekiller görmek te cabası.
-gülme krizlerine sokar, zira o yüzlerce smiley içinde illa muhabbete cuk oturan ve oldukça komik olan şeyler de vardır. bu da bardağın dolu tarafı gibi bir şeydir.
yazma konusunda çok yetenekli olmayan yazarların bir yandan aklından geçen güzel düşünceleri satırlara dökme hevesiyle sözcükleri sıralarken nokta koyup o güzelim cümleyi sonlandıramamaları ve bir yandan da bunu yaparken virgül kullanmayı da akıl edememeleri sonucu duraksız okunması gereken ve bu özelliğiyle okuyucuyu da tanımı okumaktan soğutan upuzun cümleler oluşması ve hatta başlandığı yerden çok farklı yerlerde biten,hiç bir şey anlatamayan saçmalamaktan öteye gidemeyen cümleler oluşmasıdır.*
günümüzde uzun saç sahibi erkekler, bu işi bir mücadele haline getirmiş, 'kestirmem arkadaş' felsefesini benimsemişlerdir. hele ki liseden üniversiteye ilk adımı atmış, uzun saç yasağının kalkışının zevkini yaşayan gençlerde bu durum fazlasıyla görülür.
ama şu veya bu sebeplerden erkek saçını kestirmek zorunda kalır genelde. ve bu kesim işi, kendi isteğiyle değil de, zorunlu gerçekleştiği için, kendince bahaneler uydurmaya başlar.
misal;
-yazın çekilmiyodu lan.
veya
-kel kalıcaktım abi.*
dünyanın en malca, en salakça hareketi gibi gelebilir ilk duyuşta, görüşte veya okuyuşta.
ama pratikte varolan bir korkudur bu.
bilindiği üzere artık 3 yaşında veletlerin bile üzerine geyik yapar olduğu bir konudur kızlara saat sormak. ve doğal olarak ta yüz kızımızın 92'si g.t edici cevaplar vermekte, laf sokma triplerine girmektedirler saat soran erkeklere karşı. işte tüm bu gerçeklerin farkında olan bir takım er bireyler, olası bir münakaşayı göze alamadıklarından gayrı içten içe tırsarlar, ihtiyaçları olsa bile kızlara saat soramazlar efendim.
bu olayın da tek suçlusu bizlere kızlarla tanışma yöntemi olarak saat sormak gibi gerzekçe bir metodu öğretmiş olan abilerimiz, büyüklerimiz ve hatta televizyon dizilerimiz, filmlerimizdir. allahlarından bulsunlar diyoruz, kader utansın diye de ekliyoruz.
başlık sınırlaması olmasaydı 'yaklaşan kavgayı sezip delikanlılığı rafa kaldırma kararı alan genç' gibi bi şey olacaktı başlık.
neyse efendim, arkadaş çevresi tarafından kınanacak harekettir bu. ama bir o kadar da akıllıcadır.
yani bilmediğin mahalleden geçerken seni gözüne kestirmiş, canı sıkılmakta olan abilerimize diklenmenin hiçbir mantığı yoktur. hadi yanında sevgilin varsa bi yere kadar diklenebilirsin, ama 'bi kere o eli indir' veya 'artistlik yapma lan' türü bi ifade kurmuşsa karşı taraf, delikanlılığı rafa kaldırmanın vakti gelmiş te çatmış demektir.
sonuçta nazlı yarin yanında boynu bükmek rezilce gelebilir. ama aynı nazlı yarin gözleri önünde dayak yiyip, mor gözle 2 hafta dolaşmak ta daha mantıklı bi davranış değildir.
hele ki, yanında sevdiceğin değil de, arkadaşların varsa, direk topuklayacaksın arkadaşım. kaçacaksınız ortamdan. ha bi arkadaşın kaçamaz, dayak yemeye başlarsa, iş delikanlılıktan çıkar, dostluğa girer, o zaman döner dalarsın çocuklara. dayak paylaşıldıkça azalır. ama unutmamalı, kurtulma şansı varsa, kaçmak en akıllıcasıdır.
aylar yıllar önce kemik pazarlama tarafından satılan bir üründü. bir yandan sıçarken bir yandan da işe gidebilmenizi sağlayan bir düzenekti.
bisiklet gibi, klozet gibi.
raflardan önce torrent sitelerinde yerini almış manu chao albümü.
an itibari ile indirdim, play'e bastım.
(bkz: ya allah)
ayrıca öğrendiğime göre albümü laptopuyla kaydetmiş manu baba, kah afrika'da, kah güney amerika'da.
klasik tecrübeli öğrenci lafı. yeni gelenleri korkutmak için kullanılır. ki genelde zaten geldiği okulda sıçmaya kilitlenmiş olan çömez bireyler de, bu lafları gayet rahat bi şekilde yerler.
-sizin şu derse kim giriyo.
-cevat.
-ohoo kesin sıçtın. bütün bölümü bıraktı geçen sene o yavşak.
-hass
zengin olma idealine ulaşamamış ailelerin istisnasız hepsinde dönen, şahane ve bir o kadar da efsane geyik.
zamanında dede çok zengindir. kendisine bir kişi(kim olduğu hatırlanmaz) çok uygun fiyata arsa önerir. ama dede onun iyi bir yatırım olacağını kestiremez ve arsayı almaz. ve dedenin almadığı o arsada bugün ben diyim otoparklar, siz deyin gökdelenler boy göstermektedirler.
tabii bunun çok zengin olup parayı içki-kumar vb. ile bitiren dede versiyonları da vardır.
dertlerden kaçamayışı anlatan kısa bir yazı. yazarı bilinmemekte.
büyük şehir zor. hava kirliliğinden kaçışı düşünürsün, güneye giderken. yaşayacağın kısa süreli acıları, geride bırakamadığın uzun süreli acıları. güneye giderken koymaz hiçbir şey çok fazla, en güneye varınca anlarsın ama, kuzeydekiler de seninle. hep o üzüntüler yanında, hep o dertler aklında. kuzeye dönmek istersin, güneyin güneyliği kalmamıştır artık. hava değişimi için aldığın izin mekan değişimiyle sınırlı kalmıştır. ve kalbinde kuzeyde yaşananlar varken, güney zaten güney değildir. her acı yerinde güzel, kaçmakla çözülmüyor hiçbir şey. dönmek. özlemek değil bu, cesaret sadece. kaçmamak, vazgeçmemek istemek. vazgeçmem bir gecede, hiçbir şeyden vazgeçmem diyebilmek istemek.
kuzeye dönüşte 'belki'ler alır insanın aklını. her şeyin çok farklı, güzel olabileceğini iddia eder bu 'belki'ler. biraz hayalperesttirler, çokça yalandırlar. ama kandırırlar, kanmak ister çünkü insan. her şeyin istediği gibi olabileceğine inanmak ister. bu belkiler neticesinde planlar bile yapılır, dönüş bir başlangıç olacaktır. ama hayatın sayfalarına yazarken kalemi çok bastırır insan. açılan her yeni, beyaz sayfada, bir öncede yazılanların izi çıkmıştır bile. kaçmakla çözülmüyor hiçbir şey, aslında yalan. doğrusu; kaçılmıyor hiçbir şeyden. kurtulmak zor, izleri silmek zor.
kuzeye varınca çok sürmez hayallerin bitişi zaten, her şey aynıysa şükretmelidir. beterin beteri de olabilir. bu anlamda, beter çok ta kötü gelmez. alışılmıştır en azından biraz. sonuçta görülür ki, hiçbir şey istendiği gibi olmaz. bir süre sonra bir umut doğar belki. ama yenilmekten yorulmuş insan, o umuda da inanmaz.