Üniversite etkinlikleri ile hemen hemen tüm şehirleri ziyaret ederek nefis işler çıkaran gençlik oluşumudur. Ben Eskişehir Osmangazi'deki etkinliklerine katıldım ve vize öncesi nefis vakit geçirdim. Konsept olarak da güzel bir tasarı yapmışlar; Nasuh Mahruki ekstrem sporlar ve zirve algısı üzerine hikayeler anlatırken, Özlem Yurdanur Özgenç de kişisel gelişim konularından bahsediyor. Özellikle Nasuh Mahruki'nin hikayeleri çok güzel, büyük ihtimalle yakın zamanda sizin oralara da uğrayacaklardır, yakın durun derim.
yaşam koçu, ilişki koçu, aile koçu, kariyer koçu, sporcu koçu tüm bunların yanında birde yönetici koçluğu var. tabiki bir farkı var. yönetici koçlarını diğerlerinden ayıran başlıca özellik, yönetim mekanizmaları hakkında yeterli bilgiye sahip olma gereğinin ötesinde, sadece danışana karşı değil, danışanın iş arkadaşlarına hatta şirketine karşı da önemli bir sorumluluk taşımalarıdır.
eski sevgilidir.
terk edilen ve bu durumu özümseyemeyen kişilerin ayrılığı katlanılabilir hale getirmek için sığındığı bir limandır "benden iyisini mi bulacak?" düşüncesi. bu düşüncenin hemen ardından yakın arkadaşların dillendirdiği "o kaybeder" klişesi gelir hiç şaşmadan. halbuki; "benden iyisini bulamaz" düşüncesi zihninizi meşgul etmeye başladığı andan itibaren; artık "o kaybetmez" ve kaybeden sizsinizdir kesin olarak.
sözlükte yazılmış entryleri anlamayan ve bu yönde oy kullanan tiplerdir, aynı zamanda da '' anlamadıysan ne işin var sözlükte '' denilecek tipler kategorisine de girer.
37.beşiktaşa dil uzatanlar buyurun okuyun. kapağın büyüklüğüne okuduktan sonra siz karar verin.
- efendim
- iyi akşamlar.. salih beyle mi görüşüyorum?
- evet, buyrun
- merhaba, ben taksim ilkyardım hastanesinden nöbetçi doktor uygar yorulmaz, bu saatte sizi rahatsız ediyorum fakat şu an hastanemizde bulunan bir hasta var.. kendisi baygın, üzerinde kimlik bulamadık yalnızca sizin kartınız vardı. acaba hastaneye gelebilmeniz mümkün mü? hastanın durumu pek iyi değil de.
- tabi gelirim..peki nasıl biri
- valla 70 yaşlarında olmalı, giyim kuşamına bakacak olursak sanırım uzun zamandır evsiz diye tanımlayabileceğimiz birine benziyor.. anlıyor musunuz.. yani saçı, sakalı temizliği ve görünümü pek iyi değil.
- anladım hemen geliyorum..
kimine göre taksim, kimine göre istiklal caddesi, bana göre de beyoğlu denilen yerdeyim.. vakit gece yarısını geçmiş..kafam atmış, klasik bir haziran gecesi.. iki duble yaptım 6-7 türkü dinleme süresinde.. yapayalnız iniyorum beyoğlu’ndan aşağıya doğru.. mendilci çocuklar, piyangocu amcalar, kestaneciler sağlı sollu dizilmişler sokak kenarlarına.. biraz vakit geçsin şunları izleyeyim..gençler içince sapıtmışlar yine, kızlı erkekli gruba sataşan kızsız grup, abazalık da değil bu, tamamen kıskançlık, laf atmalar sevgilileri küçük düşürmeler..nerede kaldı delikanlı gençler..gene kimsenin yemedi yumruğunu kaldırmak, uzlaşıldı, devriyeye gerek kalmadan..
yürümeye devam ediyorum, saat de epey kabardı, eve gitmeli, ışığı üfleyip zıbarmalı derken çakır keyif kafamla, kaldırımın kenarında gözüm ilişti bi şarapçıya.. oldum olası sevdim ben bu tipleri, takıntısız, alakasız, dünyasız tipler, adam gibi isterler şarap parası var mı diye.. sömürmezler yani kimseyi, “bi ekmek parası” diyen duygu sömürüleri yok bunlarda.. bakıyım bir cebe varsa bozuk veriyim bi şarap parası diyerekten yaklaşıyorum yanına.. durum vahim, saç sakal girmiş birbirine, eğiliyorum..
- hoopp.. abi.. kalk üşüycen git bi şarap iç.
iplemiyor, baygın bayık halde suratıma bakıyor..ısrar ediyorum kalk kalk diye.. dizime tutunup ayaklanmaya çalışırken pardösüsünün önü açılıyor.. üzerinde rengi gitmiş eski beyaz bir atlet görüyorum.. pardösüyü aralayıp göğsüne doğru bakıyorum, kalp tarafındaki bjk amblemi çarpıyor gözüme..
- vay beşiktaşlısın demek.. al şimdi sana bi şarap parası daha..
korsan da olsa tanırım aslında bütün beşiktaş formalarını ama bunu ilk defa görüyorum o an..
- o sadece beşiktaş forması değil diyor ilk konuşmasında
- nerden buldun bu formayı?
- benim
- nerden aldın?
amcam kızdı, sanane der gibi
- yusuf’tan aldım.. tanır mısın?
canı yanıyordu, üzüldüm durumuna, keyfim de yok ama, niye sordum bilmiyorum..
- baba be.. arkadaş olsana bana, bi meyhaneye gidelim.. bir büyük yapalım senle, bulursak sıcak bişeyler de yeriz..
bu sefer salak der gibi baktı, haklıydı ne işim vardı ki evsiz biriyle..
- iyi dedi gel gidelim..
epeyce yürüdük, karanlık sokaklardan geçip girdik izbe bir meyhaneye.. nerden geldi bu cesaret bilmiyorum, aklıma da gelmiyor mekanına götürüp gasp yapma ihtimali.. aklım formada kalmış, abuk sabuk gittim yine de..
pek konuşmuyor, birinci büyüğün son dublesine kadar laf etmedik, sonra konuştu;
- sen de iyi içermişsin.
- çocukluktan be baba.
ikinciyi açtık.. kafa epey doldu..
- kızmazsan sana bişey sorucam
- kafasıyla ileri geri olur verdi
- nerden buldun o farmayı?
gene sustu.. bir saat konuşmadık yine
- evlat.. sene 1967.. 25 yaşındayım.. geceden çıktık yola.. deplasmana.. bilir misin deplasmanı.. yollar, o zamanki yollar, git git bitmez.. sonra yendik göztepeyi izmirde şampiyon olduk.. atladım sahaya, gencecik yeni yıldız yusuf tan kaptım formayı.
elimde bardak kalakaldım, pat diye anlattı, konuşamadım.
- yaaa dedi. bu forma 28 yaşında..
kekeledim bir an.. nassıl nasssıl..
anlattı tüm olanları.. almışlar maçı.. tüm kara gözüyle almış formayı.. sonra ertesi gün geri gelmiş mahalleye, sırtında forma tüm havasıyla koşa koşa gidiyormuş evine.. oğluna gösterekmiş.. gitmeden deplasmana, 7 yaşında oğlu kızmış buna, niye götürmüyor beni de izmire diye.. oğlum diyordu affedicek ona verince bu formayı.. eve vardığında her şey bitmiş.. gece evleri yanmış, karısı ve oğlu dumanlar içinde boğularak can vermişler.
o gün lanet etmiş her şeye, vurmuş kendini sokaklara..
biraz toparlandıktan sonra..
- peki baba nasıl korundu bu forma yıllarca..
- bu gün ayın kaçı?
- 4 haziran da 5’i oldu artık
4 haziran da şampiyon olmuş beşiktaş, o gece kaybetmiş ailesini.. ve o günden beri sadece 4 haziranda sırtına geçirmiş formayı.. kulübesi varmış dolapdere taraflarında, bir de yatak, orada saklamış yıllarca, yırtılmış, sökülmüş ama gene de korumuş formanın özünü.
baba be.. şurdaki tekelle konuşacam, sana günde 3 şarap alacam, her ay gelip önceden vericem parasını.. olmaz dedi acıyamazsın bana..
cüzdanıma uzanıp bir resim çıkardım.. bak dedim benim oğlum, geçen gün benden dünyanın en değerli beşiktaş formasını istedi, aldım bir forma, verdim.. ne bilirdim her forma aynıdır dedim.. senden baba, bu formayı oğluma miras bırakmanı istiyorum, senden dünyanın en değerli formasını istiyorum..
- adı ne oğlunun?
- kartal.. kartal yusuf aral..
- oğlun için içeriz şarabı be evlat
- ama bana beşiktaşlı sözü ver, günde üç şaraptan fazla yok.. dışardan bulsan da içmeyeceksin.
mırın kırın etti.. söz be dedi.. beşiktaşlı sözü..
- üzerinde ev telefonumun da olduğu kartlardan birini verdim.. bakmadan koydu cebine.
aradan 4 ay kadar geçti.. arada bir buluşup içiyoruz.. her gün üç şarabını içiyor.. buluştuğumuzda bile üçten başka içmiyordu..
bir akşam çıktım.. koca beyoğlu’nu dolaştım bulamadım.. sordum soruşturdum, kulübesini buldum.. etraf çok kötü kokuyordu, yatağında sızmış.. kaldırdım.. yüzüme baktı tersledi beni, defol git diyerek kovdu.. baba dedim bişey mi oldu.. defol ulan diye ittirdi yine.. 3 şarap aldın diye sahibimiz mi oldun.. şaşırdım kaldım.. bir müddet oturdum yanında
- forma nerde?
- yok.. bilmiyorum
- nasıl bilmezsin diyerek yapıştım yakasına
- ehh be diyerek başladı küfürlere.. napiyim ulan dedi.. üşüdüm bir gece yaktım ısındım.
- beynimden vurulmuşa döndüm.. çıldırdım..
- sen dedim adam değilmişsin.. beşiktaşlı hiç değilmişsin.. sana da içkine de diyerek çıkarken kapıdan sordu..
- o sözü tutacak mıyım hala
- tutma dedim..iç iç geber.
kızdım sonra kendime, bir forma için mi yapmıştım bunları.. hayır sadece bir forma değildi o.. o formada hatıralar vardı acılar vardı..28 yaşında bir çınardı o forma..ve bir beşiktaş forması yok olamazdı.
gece yarısı üç filan.. istanbul boşalsa da bu beyoğlu hiç dinmiyor be.. kalabalıktan sıyrılıp vardım hastaneye..dile kolay tam 9 yıl oldu, o olmalıydı.
demlik bir hastane kokusu, pek alışkın değilim bu havalara, sıkıntı verir çoğu kez, acının tazelenmesine. hemşireye tarif ettim, doktor uygar beyin hastasıydı galiba diyerekten..
-evet dedi, 1 saat önce hastanenin karşısında yatarken bulmuş doktor bey.. içeri alıp ilgilendi bizzat.. şu odaya aldılar..siz burada bekleyin, ben doktor beye haber veriyim
yok, bekleyemezdim, kızgınlığım geçmişti ve ne de olsa baba dediğim bir adamdı.. içeri girdim.. karnı şiş, kir pas içinde yatıyordu bir yatakta.. yaklaştım yanına.. elini tutarak baba dedim ben geldim..gözler açıldı birden.. evlat dedi.
kalk dedim gidiyoruz, bir iki kadeh atalım..yok dedi..
belli konuşamıyor, iyice tüketmiş yılları, yudum yudum seçiyor harfleri konuşmaya zorlarken kendini, dikmiş gözleri havaya yüzüme doğru bakamıyor yine de. dişlerini sıkarak çekti elini.. örtüye uzandı.. bir eliyle kaldırmaya çıkarırken örtüyü omzunu geriye doğru çekti. sımsıkı tuttuğu beyazlığı gösterdi bana.. al dedi.. ordaydı, ellerinin arasındaydı forma..
- baba dedim sarıldım boynuna.. neden ?dedim neden?..
- günnn..deee.. üç. şaarrap yetm..e…di … be ev..lat
ne demekti bu..günde 3 şarabın yetmemesi.. tamam ben demiştim ama yine de bulurdu sağdan soldan içerdi yine.. bu olamazdı ki..
- nasıl?
- söö..zz verr..mişş..tim
evet söz vermişti, beşiktaşlılık sözüydü o.. ve bozulamazdı.. yalan söylemişti bana, ve sözü geri çektirmişti.. daha çok içebilirdi.
artık yıkılmıştı barajlar, gözlerim dayanamadı daha fazla.. elime uzandı..tüm gücüyle sıkmaya başladı. gözleri açıktı hala ama belliydi..kalmamıştı direnci..
- evlat dedi..beeen gidiiii..yorum.. karı..mın yanı..na.. oğlu..mun yanı..na.. siya..hı yaşarken gör..düm.. şim..di beya..za doğ..ru gidi...yorum.. beyaza....
içiyoruz hacı. bak bu benim herşeyim(kafasının yanına koyar). onun herşeyiymiş gibi davranır(onla uyuyormuşcasına). ismininde tam gözükmesi için kameraya doğru çevirir.
nedir hacım bu kuğulluk.bir tek sen mi içiyorsun. ya da ispatlama çabası mı bu. bak bende içiyorum diyerekten..rakı bardağıyla vururken çekmeceler, efes bardağı odaklı arkadan çıkmacalar falan. bira dediğin 3-5 lira içmeyen adam mı var.sonra cak(jack)çiyiz hacı biz gibisinden, t-şört(t-shirt) leri, şapkaları falan giyip, eline de bir cakdaniyel şişesiyle fotoğraf çektirmek,birde o fotoğrafı siyah-beyaz yapmak falan..
nedir hacım,yaşınız kaç sizin. hatıra matıra diye yemeyin beni, bloğun da profil fotoğrafı yapıyorsa, yayınlıyorsa bunu hatıralıktan bir alakası yoktur.ismi görünecek şekilde, kameraya döndürmeler falan.halbuki ben kıyıda köşede, sessiz sedasız(birini hatırlattı,seda) içen adamı daha gizemli,daha delikanlıca bulurum. başkaları için değil, kendi için içer çünkü,kopuyoruz-içiyoruz tavrında değildir.
beşiktaş spor klubünün basiretsiz başkanıdır yıldırım demirören, fenerbahçesi ve klubler birliği vakfı ile uğraşmaktan başkanı olduğu takım ile ilgilenmeyen sözdce başkandır.
seni ülkemize davet etmek istiyorum. danışmanlarım bu konuda ısrarlı. seni tanımıyorum ama internetten biraz baktım, akepe'yle ters düşmüşsün. ama israil'e de destek vermişsin. seni sevmek için mi davet ediyorum, dövmek için mi davet ediyorum bilmiyorum.
ayrıca paul, kimse bu ülkenin zencisi değil. bunu da böylece bil ve doğru konuş.
kapitalizm ve emperyalizm ile işbirliği yapmak
bankalarda mevduat hesabı açıp,kredi kartı kullanmak
altın ve gümüş biriktirmek
yoksul ve yetimi görmezden gelmek
sahip olduğu mülkü kiraya verip onun üzerindenribaperestlik yapmak(kira almak)
samsun il müftüsü yrd. doç. dr. hayrettin öztürk, kurdukları 20 kişilik özel bir ekiple meyhane, kahvehane, spor merkezleri gibi yerlerde 'din eğitimi' vereceklerini söylemesidir.
17 ilde belirlenmiş pilot okullarda tablet bilgisayarlı eğitime geçiliyormuş. neymiş efendim müfredatlar bunlara yüklenecekmiş, öğrenciler teknolojiyle entegre olmuş bu sistemden faydalanacakmış. bana göre gerçekten çok gereksiz bir uygulama. bir insan dersine çalışırken kağıt kalem kullanmalı, kitap sayfalarını çevirmeli, notlar tutmalı ki daha iyi öğrenebilsin. zaten ülkemizdeki öğrenci modeli araştırmadan uzak, her şeyin hazırına konan bir öğrenci modeli. bu nedenle öğrencileri kitaplardan uzaklaştırmayan yöntemler bulunabilir. teknoloji çağındayız öğrencilerde teknolojiye ayak uydursun laflarını geçin artık, zaten hepsi günün her saati bilgisayarlarının başında.
her zaman tescillenen durumdur. biriyle tanışırsınız yanındaki çirkin namus bekçisi kesilir. tanıştırmaz, trip yapar benzer bir sürü şeyi gerçekleştirir ve erkeklere düşman olur evde kalma korkusuyla.
ölmüşü dirilten, inmişi kaldıran victoria'nın melekleri'nin insanlığımızı sorgulamamız için piyasaya sürdüklerini tahmin ettiğim bir video. http://youtu.be/d-17eke_y_i